Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

4 Mart 2011 Cuma

Hintli ortopedi cerrahı, yogaya ilişkin ilginç bir uyarıda bulundu

Ruha iyi gelebilir ama...

Hintli ortopedi cerrahı, yogaya ilişkin ilginç bir uyarıda bulundu. Hintli doktora göre yoga dizler için tehlikeli.

Hindistan’daki Medanta, The Medcity hastanesinde bulunan Kemik ve Eklem Enstitüsü’nün başkanı Ashok Rajagopal vajrasana gibi bazı yoga duruşlarının diz eklemine zarar verebileceği ve tüm dizin değişimini gerekli kılabileceği uyarısında bulundu. Rajagopal birçok yoga gurusunun acı çekmeleri nedeniyle dizlerinden ameliyat olduklarını söyledi.
Rajagopal’ın uyarıları milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelmiş yogaya meydan okuyor.




ABD yogaya her yıl milyarlarca dolar para harcıyor. 15 milyon ABD vatandaşları düzenli olarak yoga yapıyor. Yoga uygulayıcılarında görülen diz acıları ve hastalıklarından mustarip birçok hastayla karşılaşan Rajagopal yoganın ayak eklemlerine zarar verebileceği ve arterite yol açabileceği uyarısında bulundu.
Rajagopal, “Birçok yoga gurusu bu aşırı yıpranma nedeniyle bizde diz değiştirme ameliyatları oldu,” şeklinde konuştu.
Rajagopal vajrasana gibi yoga hareketleri yapıldığı zaman dizin sık sık gerilmesi ve eğilmesi gerektiğini, bunun da dizleri yerinden çıkardığını açıkladı. Rajagopal şöyle dedi: “Derin esnetmeler yapıldığı zaman kıkırdak baskı altında kalır, bu yüzden diz eklemleri yıpranır ve sonunda diz arteriti ortaya çıkar.”

İnisiyasyon (Süluk) - İnisiyasyon Nedir - İnisiyasyon Hakkında

İnisiyasyon (Süluk) kimi ansiklopedilerde bireyin spiritüel gelişimi için, ‘spiritüel tesir’i alıp aktarabilen bir üstadın sert ve sürekli kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınavlara dayalı tarzda, metodlu olarak eğitimi şeklinde tanımlanmaktadır. İnisiyasyon sözcüğünün kökeni, Latince’de “bir yere girme, iştirak etme, kabul edilme, başlama” anlamındaki “initium” sözcüğüdür. Osmanlı tarikat geleneğinde bulunan “süluk” kelimesi de, “iplik, sıra, dizi, yol, meslek, tutulan yol” anlamlarındaki Arapça “silk” sözcüğünden gelmektedir. Bir inisiyasyonda üstad (inisiyatör, mürşid) tektir, öğrenci (inisiye adayı, mürit) ancak inisiyasyonu tamamladığı zaman inisiye olur. İnisiyasyonu tamamlamamış olanlara inisiye denmez.






Aday seçimi
Tüm eski inisiyasyonlarda gizliliğe ve aday seçimine dikkat edilmiştir. İnisiyatik bir organizasyona her önüne gelen giremezdi, böyle bir organizasyon talip olan adayları kendi kriterlerine göre bir elemeden geçirirdi. Adayda geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral (manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılırdı. Adayda aranan gereken koşullar, gereken kapasite yeterli görüldüğünde aday birtakım sınavlardan geçirilirdi. Bu sınavlar her inisiyasyonda farklı olmuştur. Hakkında az çok bilgi sahibi olunan inisiyasyonlar arasında, eski Mısır, Moğolistan, Şamanizm, Maya, Mitraizm, Eleusis, Orfe ve Pisagor inisiyasyonları sayılabilir. Eski Mısır’daki gibi sert inisiyasyonlarda bazı sınavların ölümle sonuç verdiği anlatılmaktadır.

Eğitim
İnisiyasyonlarda üstad, bilgileri modern eğitimdeki gibi öğretmezdi. Yani bilgilerin hafızaya depolanması tarzında bir eğitim vermezdi. Yalnızca yolu ve yöntemleri gösterirdi. Öğrenci kurtuluş ya da aydınlanma denilen hedefe kendi iç çalışmasıyla erişmek zorundaydı. Nadiren de olsa, inisiyasyonu tamamlamadan ayrılmış olanların var olduğu belirtilmektedir. Bir inisiyatör, öğrencisinin kalbinden ve aklından geçenleri bilebilir ve hatta onun rüyalarını denetleyebilirdi. Bu yetenekten M.T.İ.A.D. eski başkanı Ergün Arıkdal psikoskopi adıyla söz eder. Asya’nın şamanist inisiyasyonlarında da üstadların öğrencisini öte-aleme götürüp geri getirdiği hakkında sayısız bilgi vardır. Mircea Eliade kitaplarıyla bu bilgilerin bir kısmını aktarmıştır. Benzer yetenekler Tibet’in eski Bon dininin şamanlarında da görülür.

İlk aşama ve ikinci doğuş
İlk eleme sınavlarını başarıyla atlatan öğrenciyi üç temel aşamanın ya da yedi tali aşamanın sözkonusu olduğu bir eğitim beklerdi. Bu üç temel aşamanın içerdiği ilahi hakikat bilgileri “sırlar” anlamına gelen misterler sözcüğüyle ifade edilir. Bunlar küçük misterler, büyük misterler ve hakiki misterler olarak bilinir. Kimileri küçük sırları çıraklık sırları, büyük sırları kalfalık sırları, hakiki (hakikata ait) sırları da ustalık sırları olarak adlandırır. Evrensel yasalar ile imajinasyon denetlemesi, nefs denetlemesi ve psişik yetenekler hakkındaki teorik bilgilerin verildiği birinci aşamanın sonlarina dogru aday ogrendikleri konusunda cesitli sinavlardan gecirilirdi. Bu sinavlardan basariyla gecen aday,sonunda “cehenneme iniş”,”yeraltına iniş” ya da “ölüm deneyimi” adı verilen, derin bir trans halinde geçmişiyle yüz yüze kaldığı bir gece geçirirdi. Bu tüm gerçek inisiyasyonlarda uygulanan bir deneyimdir. “İnisiyatik ölüm” de denilen bu deneyim sırasında trans halindeki aday, kimilerinin spatyum, kimilerinin esîrî, kimilerinin astral, kimilerinin gayb alemi dediği öte-alemde, görünmeyen alemde geçmişten getirmiş olduğu menfi birikimlerden vicdanî hesaplaşmayla kurtulmak zorundadır. Bu çok sarsıcı deneyimi sırasında, psişik yetenekleri çok güçlü olan üstadı onu yalnız bırakmaz, öte-alemdeki bu hesaplaşması sırasında kimilerinin astral seyahat, kimilerinin şuur projeksiyonu dediği yolla yanında olur. Platon ve Orfe, “vicdani hesaplaşma” da denilen bu deneyimin ilk etabını, zaten her insanın öldükten sonra yaşayacağı bir “kendi kendini yargılama” ve kefaretini ödeme olarak betimler. Deneyim sonunda aday, menfiliklerinden arınarak, yeryüzünde doğmadan önceki “saf şuur hali”ni elde etmiş bulunmaktadır. Kendisi ölüm-ötesi alemde yaşadıklarından sonra öyle büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmiştir ki, bir çocuk kadar, yeni doğmuş bir bebek kadar saflaşmış durumdadır. Aslında inisiyatik dilde “birinci doğuş” denilen bu deneyime, sonradan, egzoterik kesimce, anneden doğuş ilk doğuş olarak kabul edildiğinden, ikinci doğuş adı verilmiştir.

İkinci ve üçüncü aşama
kinci aşama inisiye adayının teorik olarak öğrendiklerini uygulama aşamasıdır. Adayın yüksek şuur hallerini, görünmez alemi ve birtakım realiteleri bizzat deneyimleyerek tanımasıyla edindiği bilgilerdir. Psişik yeteneklerin de geliştirildiği bir aşamadır. Tarihteki büyük majisyenlerin hepsi inisiyelerin içinden çıkmıştır. Fakat nefislerini denetleyebildikleri için bu güçlerini çıkarları için kullanmamışlardır.

Aslında inisiyatik dildeki ikinci doğuş bu aşamanın sonunda sözkonusu olurdu. Üçüncü aşama ise adayın spiritüel tesiri manevi alemden kendi başına, yani üstadı olmaksızın çekip aktarmayı başarmasıyla, daha doğrusu bu aktarıcılık halinin süreklilik kazanmasıyla tamamlanırdı. Bunun en belirgin belirtisi sezgi yoluyla (ilham, vahiy tarzında) bilgiler ifade etmesiydi. Artık karanlıkta yolunu görebilmesi için üstadının ışığına ihtiyacı yoktu kendi yolunu kendisi aydınlatabilir, hatta karanlıktaki diğerlerine de ışık tutabilirdi. Kendisine üç kez doğuş yaşatmış inisiyatörü elbette onun için “baba”ydı, o da “oğul”du. Bu yüzden inisiyelerden söz eden pek çok tradisyonda inisiyeler “oğullar” sözcüğüyle nitelendirilir. Ustasından manevi diplomasını alan inisiye isterse başka bir yerde kendi inisiyasyonunu kurabilirdi. Buna Anadolu’da el almak denir. İnisiye olmuş kişinin kendisi de başkalarını inisiye ettiği takdirde bir zincir meydana getirilmiş olur ki, bu zincire hermetik zincir, inisiyatik zincir, guru-parampara gibi çeşitli adlar verilmiştir.

İnisiyatik ünvanlar
Antik Yunan'daki inisiyasyonlarda kutsal misterleri açıklama fonksiyonunu belirtmek üzere, üstada verilen unvanlardan biri hiyerofanttır. Bu unvan “kutsal” anlamındaki “hiereos” sözcüğü ile “göstermek” anlamındaki “phainein” sözcüklerinden türetilmiş olup, “kutsalı gösteren” anlamına gelmektedir. Mistagog ise üstada verilen bir başka unvan olup, ilk aşamayı tamamlayan adayları sevk etme fonksiyonunu belirtir. “İnisiye edilen kişi” anlamına gelen “mystes” sözcüğü ile “sevk eden” anlamına gelen “agogos” sözcüklerinden türetilmiştir. Mist (mystes) sözcüğü kimilerine göre Grek tradisyonuna eski Mısır’dan geçmiş olup, ilk aşamayı tamamlayanlar için kullanılırdı. Fakat antik Yunan'da, ilk aşamayı tamamlayanlar için, “yeni yetişen bitki” anlamındaki neofit sözcüğü tercih edilmiştir.

Büyük inisiyeler
René Guénon gibi kimi yazarlar, İsa Peygamber ve Sakyamuni Buda’nın da aslında birer inisiye olduklarını ve onların üstad oldukları organizasyondan egzoterik kesime (avamı beşere) sızan bilgilerin sonradan birer din haline dönüşmüş olduklarından söz ederler. Batı kaynaklarında bilinen büyük inisiyeler arasında geçen belli başlı isimler Hermes Trismegistus, Sakyamuni Buda, Musa Peygamber, Pisagor, Platon, Orfe ve İsa Peygamber olarak belirtilir. Kuşkusuz bu isimlere Sufilik’ten, İslam ezoterizminden (Batınilik) birçok ismi eklemek gerekir. Bu liste aslında daha uzun olmalıdır. Çünkü inisiyasyonlarda gizlenme temel bir ilke olduğundan pek çok inisiyasyon ardında fazla kimlik bilgisi bırakmadan yok olmuştur.

İslami ezoterizmde inisiyasyon
İnisiyasyon denilen eğitim, Batınilikte, genel olarak “tedris, irşat” olarak ifade edilmekle birlikte, Tasavvufçular ve İslam İlahiyatçıları inisiyasyon sözcüğünün özel anlamdaki karşılığının tasavvuf olduğunu düşünürler. Bir inisiyasyonda tek olan üstad inisiyatör adı ile ifade edilir. İnisiye adı sözcük anlamıyla başlamış, kabul edilmiş anlamına gelmekteyse de terim günümüzde, inisiyasyonu tamamlayanları ifade etmek üzere kullanılan bir terim haline gelmiştir. Batınilikte üstad için mürşit, öğrencileri için mürit terimi kullanılır.
İnisiyasyon, tradisyonel ezoterik bilgilerin belli şartları taşıyanlar arasından seçilenlere uygulanan bazı deneysel sınavlar sonucunda başarılı olanlara aktarımı olarak da ifade edilebilmekle birlikte, inisiyasyon bilgi aktarımından ibaret değildir; hedef öğrencinin iç çalışmasıyla kendini geliştirerek, “kurtuluş” denilen hale ulaştırması ve spiritüel tesiri kendi başına aktarabilecek olgunluğa ulaşmasıdır.
Bu tür seçimler inisiyatörün sahip olduğu manevi nitelikleri taşıyanlar arasında yapılır; bu manevi nitelikler, kişinin irfanı kabul edip edemeyeceğini belli eden vasıflardır. Bu niteliklere sahip kişi manevi tekamül yoluna girmek üzere kendisi bizzat inisiyasyon merkezine gidebileceği gibi, bazen inisiyatör bu tür kişileri uzaktan takip edebilir ve belli bir noktadan sonra eğitim için yanına alabileceği gibi uzaktan da eğitebilir. Mevzu bahis vasıflara sahip kişiler belirli bazı yöntemlerle imtihan addedilen bir deneme sürecine sokulur; bunlar genelde manevi niteliklerin açığa çıkarılıp uygulanmasına dönük fiili sınavlardır.
Sınavlardan sonraki aşamada inisiyelere gizli sırlar öğretisi öğretilerek kişinin bilmek'le değil olmak'la sırları çözeceği gösterilir. Bununla birlikte inisiyasyon sürecinde devam eden eğitim üç ana başlık altında toplanır: Yaratıcı Mutlak Güç, İnsan ve Sırları, Kozmoloji.

Ezoterik bilgi ile egzoterik bilginin kıyaslanması
İnisiyatik bilgi, onun dışında kalan profan ya da egzoterik bilgiden tamamen farklı bir yapıda ve haldedir. Profan bilginin fiilen yaşama dahil edilmesi zor veya dolaylıdır. Oysa inisiyatik bilgi yaşamla daima iç içe olan belli bir tahakkuk süreci gerektiren bir bilgi türüdür. Zaten profan bilginin algı merkezi bilinçteki rasyonel akıl diyebileceğimiz dünyevi zeka ve kavrayışken inisiyatik bilgi kişinin hakikati idrak kabiliyeti olan müdrike, intelect'tir. Zaten entelektüel kelimesinin gerçek anlamı da bu irfanı kavramış yetkin kişilere işaret eder. İntelect rasyonelite gibi zekaya dayalı olarak değil bizzat idrake dayalı olarak hakikati sezer ve sonrasında açıkça görür. İnisiyasyonun temel konusu olan Yaratıcı Mutlak Güç insanı kendi kemali üzre var ettiği için inisiye eğitim sürecinde esasen öğrenmeye değil zaten kendi gerçekliğinde mevcut olanı hatırlamaya çalışır ve insanın bu yönüyle Kainat'ı incelemesi dahi aslında kendindeki bilgiye ulaşma çabasıdır. Bunun içinde tüm gayretini kendini tanımaya vererek kıyaslamalı olarak Kozmolojide gördüğü manaların kendindeki sembollerini bir bir açığa çıkararak kendini gerçekleştirir.

Gizlilik ilkesi
İnisiyatik bilginin avama anlatılamayacak sır nitelikli yapısı nedeniyle bu eğitimi aktaran merkezler tarih boyunca gizlilik ilkesiyle saklanmışlardır. Aksi taktirde aktarılan irfanın, dinin ezoterik yani içrek-batıni yönünü taşıması nedeniyle yanlış anlamalara ve inanç sapkınlıklarına yolaçacağı biliniyordu. Bu nedenle inisiyatik merkezler;
1.İnisiyelerin gizli seçimlerine dayalı bir yapısal genişlemeye sahip,
2.İnisiyatik öğrenimi tamamlamış inisiyelerin başkalarını yetiştirmek üzere oluşturulan hiyerarşik yapısı sayesinde öğretisi silsile ile aktarılan,
3.Öğretinin aktarımında hem kozmolojik varoluşla yapılacak olan kıyaslamalarda kolaylık sağlamaya hem de yine gizliliği devam ettirme de rol oynaması bakımından sembolizmin ağırlıklı olarak kullanıldığı toplumdan uzak merkezlerdir.

B.K.S. Iyengar - Light On Life Yoga



B.K.S. Iyengar - Light On Life Yoga
Audiobook | ISBN: 1405087870 | English | MP3 128.00 kbps | 288 MB
If this book is to lay any claim to authenticity, it must make one point clear above all others. It is this: By persistent and sustained practice, anyone and everyone can make the yoga journey and reach the goal of illumination and freedom. Krishna, Buddha, and Jesus lie in the hearts of all. They are not film stars, mere idols of adulation. They are great inspirational figures whose example is there to be followed. They act as our role models today. Just as they reached Self-Realization, so may we.
Many of you may worry that you are unable to meet the challenges that lie ahead. I want to assure you that you can. I am a man who started from nowhere; I was heavily disadvantaged in many ways. After much time and effort, I began to reach somewhere. I literally emerged from darkness to light, from mortal sickness to health, from crude ignorance to immersion in the ocean of knowledge by one means alone, namely by zealous persistence in the art and science of yoga practice (sadhana). What held good for me will hold good for you too. Today you also have the benefit of many gifted yoga teachers.

Download (Hotfile)
Hotfile.com: One click file hosting: BKS_Iyengar_Light_on_Life_YOGA.rar
Mirror (Fileserve):
Free File Hosting, Online Storage &amp File Upload with FileServe
Mirror (Filesonic):
Download BKS_Iyengar_Light_on_Life_YOGA.rar for free on Filesonic.com


Natural Life Terapileriyle Ruhunuz Özgürleşir

Watsu
WATSU
Harold Dull tarafından yaratılan Watsu, havuzda birebir uygulanan özel bir tekniktir. İnsanın kendini en iyi hissettiği hatırası anne karnındaki yaşamıdır. Anne karnındaki rahat, tasasız ortamda, suyun saran, rahatlatan ve sevgiyle güven veren hissi insanın hep özlediği bir duygudur.
İşte bu duyguyu harekete geçiren Watsu Method, su içinde terapistin suyun yardımı ile yaptığı yumuşak hareketler sonucunda omurganın rahatca hareket etmesini, ağrı yaratan gerginliklerin yok olmasını ve hayat enerjisinin kolaylıkla akmasını sağlar. Watsu sonrası kendinizi yeniden doğmuş gibi hissedersiniz. Kısacası Watsu deneyimlenmeden anlaşılması zor ama deneyimledikten sonrada harika hissedeceğiniz bir su terapisidir.




Tantsu
TANTSU
Tantsu seansı başlangıcında, uygulayıcı ve alıcı karşılıklı güven içerisinde kısa bir meditasyonla, derin bir içsel huzur haline geçerler. Karşılıklı nefes ve enerji farkındalığı, seans boyunca sezgisel bir şekilde devam eder. Tantsu, su gibi akıcı hareketler, nefes ve kalp bağlantısı, derin esnetme ve meditasyon içerir. Önceden belirlenmiş hareketler dizgesi değildir. Seans sırasında çakralar ve meridyenlerle çalışırken aynı zamanda iki enerji sisteminin bütünleşmesi ve bağlantısına da önem verilir. Zen Shiatsu gibi düz bir zeminde; esnetme ve hareketlere elverişli bol kıyafetler giyilerek uygulanır.




Himalaya İntegratif Masajı
HİMALAYA İNTEGRATİF MASAJI
Hint kökenli olan bu masaj tekniği vücudu sağaltan ve dinlendiren yağlar kullanılarak uygulanmaktadır. Masaj üç bölümden oluşur. İlk bölümde vücuttaki önemli “marma” noktalarına bası uygulanarak vücut canlandırılır. Daha sonra yağlı bölümde lenf sistemi uyarılarak kaslar, eklemler ve bağlar güçlendirilir. En son esnetme bölümünde ise vücudun esnekliği ve enerji seviyesi artırılır. Masaj seansı 1 veya 1 buçuk saat sürmektedir.






Ses Masajı
SES MASAJI
Nepal’in geleneksel ses masajı, 16 farklı metalden oluşan bir alaşımdan üretilen özel çanaklar ile uygulanır. Seans öncesi hangi çakralarla çalışılacağı tespit edilir ve her bir çarka ile ayrı ayrı çalışılır. Vücudunuzun kendi kendini yenileme ve tedavi gücünü ses titreşimleriyle keşfedeceksiniz.







Be Flow
BE FLOW (SU PROGRAMI)
Bu program’da, “akış“ olup bedeninizi, ruhunuzun ve suyun hareketine teslim ederek vücudunuzu güçlendirip, esnetebileceksiniz. Su yüzeyinde yapılacak kolay ve eğlenceli hareketlerden oluşan program, ağırlıksız ortamda iç kasları da kullanarak bedeni bir bütün olarak çalıştırıyor. Suyun bedeni nötralize etmesi sayesinde egzersizler sırasında yorulma veya tükenme yaşanmıyor. Katılım için yüzme bilmek yeterli.







Yoga
YOGA
Yoga, beden, zihin ve ruh özgürlüğü sağlayan bir yaşam sanatıdır. Diğer tip yogalardan farklı olarak; bazı pozisyonlarda tutulan nefes sayesinde eklemler daha fazla esner, vücuttan toksin atımı olur ve en içteki kullanmadığımız ölü kaslar canlanır, çalışmaya başlar. Günlük hayatta kolaylıkla farkedebileceğiniz zihin sakinliği ve konsantrasyon artışı olur. 1:00 saat süren ders, duruşlar (asana), nefes egzersizi (pranayama) ve derin gevşeme (yoga nidra) bölümlerinden oluşmaktadır. Yoga dersi her sabah 8:30’da başlamaktadır ve randevuya gerek yoktur.




Meditasyon
MEDİTASYON
Meditasyon, bedenle zihin birlikteliğini sağlamak amacıyla, fiziksel hareketleri minimuma indirerek zihni durgun fakat ustura kadar keskin, vücudu sakin fakat enerjiyle dolu, algı ve sezginin birleştiği bir pasiflik durumunda tutmaktır. Meditasyon zihni dinlendirerek iç huzurumuzu artırdığı gibi, bedensel dinginliği de güçlendirir. Meditasyon seansı başlangıç seviyesindekiler için yarım saat, tecrübeliler için bir saattir.

3 Mart 2011 Perşembe

İntihar ve Toplum Üzerine, André Gorz Ve Ölümü



İntihar toplumların görünmeyin ya da göz ardı edilmişidir. Bazen çok eleştirilse de acaba neden bu adar toplumun tüm kesimleri tarafından tercih ediliyor düşündürücü. Yakın zamanda bunun üzerine fırathaber ajansında yazılmış aşağıdaki haber ilgimi çekti ve sizinle paylaşmak istedim.

Köle Isaura Gerçeği

Kim bilir belki de on dokuzuncu yüzyıl Brezilya’sındaki bir kahve tarlasında köle olarak çalışan bir Güney Amerika yerlisi ruhsal olarak bizden çok daha özgürdü. Köle İsaura’ mı daha özgürdü yoksa günümüzde yaşayan İşçi Hasan mı? Özgürlüğün ne kadar sübjektif bir durum olduğuyla ilgili bir de şu örneğe bakalım: Hapisteki bir mahkûmu ele alalım. Bu kişi hapisten çıktığında dışarıda serbestçe dolaşıp gezebildiği için bir süreliğine kendisini özgür hissedecektir. Taa ki yurt dışına çıkmak isteyene kadar. Bu kişi ülke içinde gayet serbest bir şekilde hareket edebilmekteyken mahkeme kararıyla yurt dışına çıkamayacağını öğrendiği anda özgürlüğünün kısıtlandığını düşünecektir. O artık gerçekten özgür bir insan olmadığını düşünüyor. Eğer öyle olsaydı dünyada istediği her yere gidebilirdi. Fakat şimdi bir milyon kilometrekarelik bir alanda, ülkesinde bir tutsak gibi yaşıyor. Hâlbuki yurtdışına çıkamayacağını öğrenmeden bir gün önce özgür olduğunu düşünüyordu. Şimdiyse bedbaht ve hala mahkûmluktan kurtulamadığını düşünüyor. Eğer yurtdışına çıkmak istemeseydi hala kendisinin özgür olduğunu düşünecekti. Peki, öyleyse ne değişti? Yalnızca fikirleri değişti. Bunun dışında değişen hiçbir şey yok. Değişen sadece kendi düşünceleri oldu. Klasik anlamda süregelen değer yargılarına baktığımızda aslında bizler ne özgürüz ne de değiliz. Bu tamamen konuyu nasıl düşündüğümüzle alakalı. Diğer taraftan bizlerin bu sübjektif bakış açılarımızı kendi lehlerine kullanmak isteyen kişi ve kurumların olduğunu da göz ardı etmemeliyiz ki bu başlı başlına ele alınması gereken ayrı bir konudur.

Her şey biçimin arkasındadır

Her şey oradadır, şeklin arkasında. İyi de kötü de. Cehalet de, aydınlık da. Olan da olmayan da…

Şehirler gizler binalarının arkasında yatan fakirlerini ve sefasını süren güçlü zenginlerini. Ne lüks arabalar vardır içi doldurulamamış ve nice yüzler maskelerinin arkasında kalmak zorunda bırakılmış. Ne sesler, ne yetenekler vardır; yırtık paçalarıyla kendi çevresinde anlam bulmaya çalışan. Dolu gösterilen boşlar, boyalarının arkasında saklananlar. Çığlıklar vardır bazen de, seslerini duyurmaya çalışan…
Yeni karşılaştığımız insanları, olayları veya durumları, ilk bakışta gördüklerimizle değerlendirmeye ve değerlendirmeye devam etmeye pek bir meyilliyiz bilir misiniz? Eğer bunu fark etmezsek, bir süre daha böyle devam ederiz. Lütfen bunu fark eder misiniz?
“Elde var olan bilgiler ışığında değerlendirme yapılır.” der bazıları. Ona ne şüphe! Lakin bilinmeli ki; henüz öğrenemediğimiz değerler de vardır belki derinlerde.
İlk kez gördüğünüz insanları neye göre değerlendirirsiniz?
Eli, yüzü, ayakkabısı, elbisesi… İlk görüştüğünüz zamanlarda gülümsememesi veya kahkahalarından geçilmemesi mi? Sonra ne olacak peki? Size gülümseyene kadar somurtkan, sakin kalana kadar vıcık vıcık damgası mı vuracaksınız onlara? Cevabınız evetse, lütfen yazının devamını okumayın. Zamanı gelmemiştir.
Aykırı bir şeyler söyleyeceğim belki şimdi…

2 Mart 2011 Çarşamba

Darwin’in kökeni - Darwin soy ağacı

Bilim insanları, Evrim Teorisi’nin babası Charles Darwin’in torununun torunundan aldıkları DNA örnekleriyle dünyanın en meşhur doğabilimcisinin genetik geçmişini çıkardı.
DNA incelemesi, National Geographic ve IBM’in desteklediği, en yeni teknoloji kullanılarak insanların soyağacının en eski atalarına kadar tespit edilebildiği Soyağacı Projesi kapsamında gerçekleşti. Projede DNA’sı incelenenlerden biri de İngiliz bilim insanı Darwin’in soyundan gelip şu anda Avusturulya’da yaşayan maceracı ve turist rehberi Chris Darwin oldu; tükürüğünden alınan örnekle, “Türlerin Kökeni” eserinin yazarı büyük büyük dedesinin izi sürüldü. Buna göre Darwin’in ataları 45 bin yıl önce Afrika’dan Orta Doğu’ya ilk geçen insan grupları arasında yer aldı. Buradan Avrupa’ya gittiler ve Buzul Çağı’nı güney İspanya’da atlattılar, 12 bin yıl önce de kuzey İngiltere’ye göç ettiler.
Böylece, Darwin’in atalarının doğrudan, insanların Avrupa’ya yayılmasına öncülük eden Kro-magnon insanından geldiği sonucuna ulaşıldı.

Mağara Resimlerini Kadınlar, Kaya Resimlerini Erkekler yapmıştır

Giriş
Düşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan oDüşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birliktDüşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.e dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada,
Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.larak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir Düşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he-
Düşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.
http://www.koksalciftci.net/magara1.pdf

Mikroorganizmalardaki daha önce bilinmeyen, yeni bir metabolik yol keşfedildi

Tuzlu evrim

Mikroorganizmalardaki daha önce bilinmeyen, yeni bir metabolik yol keşfedildi.


Yaygın inanışın aksine Ölü Deniz aslında ölü değil. Büyük kısmını tuza toleranslı arkebakterilerin meydana getirdiği bir mikroorganizma popülasyonu yaşamlarını bu sularda sürdürüyor. Arkebakteriler, dünyadaki en ilkel yaşam formlarından birini oluşturuyor ve son derece uç koşullarda dahi hayatta kalabiliyorlar.Freiberg Üniversitesi’nden Dr. Ivan Berg’in rehberliğini yaptığı araştırma grubu, bu mikroorganizmaların daha önce gözden kaçırılmış olan metabolik süreçlerini mercek altına almışlar.
Bilimciler uzun zamandır, tuza toleranslı bu canlıların bir çok organik bileşeni hücrenin yapıtaşlarını sentezlemek üzere besin kaynağı olarak kullandıklarını biliyorlar. Haloarcula marismortui türünü model olarak kullanan ekip, arkebakterilerin ‘metilaspartat döngüsü’ olarak adlandırdıkları sahip metabolik yollarının detaylarını ortaya koymayı başarmışlar.
Araştırma grubu bu yeni metabolik yolun nereden köken aldığı sorusuna da cevap aramışlar. Tuza toleranslı arkebakterilerin ataları yaşam tarzlarını evrimsel anlamda değiştirmiş olduklarından, yeni ve tuzlu ortama ayak uydurmak üzere uygun metabolik yolu da bir şekilde keşfetmiş olmaları gerekliydi. Bilimciler bu metabolik süreç için gerekli olan genlerin tamamının, farklı mikroorganizmalardan toplandığı sonucuna varmışlar. Genlerin arkebakterilerin atalarında yeniden organize olması da tuza yönelik metabolik yolu ortaya çıkarmış.Araştırmacılar yeni genler meydana getirmektense ‘evrimsel tamircilik’ adı verilen böylesi bir yolla farklı genleri biraraya getirerek yeniden düzenlemenin çok daha kolay ve verimli olduğunun altını çiziyorlar.

Evrimsel tamircilik kavramı, biyolojik bilimlerin yaygın kullanılan tabirlerinden bir tanesi. Kavram, evrimin herşeyi kusursuz bir şekilde planlayan mükemmel bir mühendis olmadığı görüşüne dayanıyor. Biyologlar temel olarak evrimi, ortaya çıkan problemlere çözümler bulan bir tamirci olarak düşünüyorlar. Tamirciler de normalde, mutlaka gerekmediği müddetçe yeni parçalar kullanmaktan kaçınırlar. Böylece fatura da mümkün olduğunca alt seviyelerde tutulmuş olur. Bu prensip Berg ve arkadaşlarının yayınladıkları makalede yer alan metabolik yol için de aynen geçerliliğini koruyor.




Özgün bilimsel makaleye ulaşmak için tıklayın

İlk modern insan 400 bin yıl önce mi çıktı?

İsrailli arkeologlar, "modern insanın" varlığına ilişkin en erken kanıt olarak gösterilebilecek, 400 bin yıl yaşında bir "diş" bulduklarını açıkladı.
Bilimadamlarının yeni savına göre, Tel Aviv'in 12 kilometre doğusundaki Roş Ha'Ayin'de, Kesem Mağarası'nda bulunan 400 bin yaşındaki diş, insanın evrim tarihini değiştirebilecek nitelik taşıyor. Tel Aviv Üniversitesi'nden bir ekip, İsrail'in merkezindeki mağarada yaptığı çalışmada ortaya çıkardığı dişin, 400 bin yıl yaşında olduğunu ve bilimsel olarak "Homo Sapiens" olarak tanımlanan modern insana çok benzeyen özellikler taşıdığını belirtiyor.
Bilinen en erken homo sapiens kalıntısı, bulunan dişin yarı yaşında. Bu sonuca ulaşmanın "çok heyecan verici" olduğunu bildiren arkeolog Avi Gopher, elde edilen sonucu kesinleştirmek için daha fazla araştırma gerektiğini ve bu keşifle "bütün evrim tablosunun değişebileceğini" ifade etti. Kabul edilen bilimsel teoriye göre, Neanderthal insan ve modern insan, Afrika'da 700 bin yıl önce yaşayan atalarından türedi. Bir grup, Afrika'dan Avrupa'ya göç etti ve Neanderthalleri oluşturdu. Başka bir grup Afrika'da kaldı ve bugünkü modern insanı oluşturdu.

'Modern insan şimdiki İsrail'de ortaya çıkmış olabilir'


Gopher, kılıntıların modern insanın atalarıyla bağlantılı olduğu kesin olarak tespit edilirse, modern insanın orijininin şimdiki İsrail olduğunun ortaya çıkacağını da söyledi. İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi tarih öncesi dönem uzmanı Sir Paul Mellers, "Kesem Mağarası diş buluşu önemli. Ancak dişin insana ait olduğu tam kanıtlanamadı. Kesem'de kazı sürecek ve kafatasları ve kemiklere bakılarak kesin sonuca varılacak" dedi.
İsrailli arkeolog Gopher ise, kazıya devam eden ekibinin, kemik ve kafataslarına da ulaşacağına inandığını ifade etti. Tarih öncesi döneme ait Kesem Mağarası, 2000 yılında keşfedildi ve 2004 yılında kazılara başlandı. Paleontoloji, antropoloji ve arkeoloji alanlarında uzman araştırmacılar Gopher, Ran Barkay ve İsrail Herşkovitz, sözkonusu buluşu, "American Journal of Physical Anthropology" adlı dergide yayımladı.

Eşcinsellikte evrimsel fayda mı var?

Üreme avantajı sağlamadığı halde eşcinsellikten sorumlu genler çok uzun süre önce neden ortadan kalkmadı?



Evrimsel perspektiften bakıldığında erkekler arasındaki eşcinselliğe bir anlam verebilmek güç. Çeşitli araştırmalar bu eğilimin kalıtsal olabildiğini gösteriyor; ama eşcinsel erkeklerin çocuk sahibi olma ihtimalinin heteroseksüel hemcinslerine göre çok daha düşük olması akla bazı sorular getiriyor. Örneğin bu eğilimden sorumlu genlerin çok uzun süre önce ortadan kalkması gerekmez miydi? Bir üreme avantajı sağlamadığı halde en eski zamanlardan beri var olduğuna göre bu cinsel eğilimin ne gibi bir değeri olabilir?
Evrim psikologlarına göre olası bir açıklama, “akraba seçilimi hipotezi”, yani eşcinselliğin, yakın akrabaların yaşamda kalma şanslarını arttırarak dolaylı bir yarar sağlıyor olabileceği. Kurama göre eşcinsel erkekler, kendilerini yeğenlerine adayarak aile genlerinin devamlılığını sağlıyorlar. Tabii bunlar arasında kendilerine ait olanlar da var.




Association for Psychological Science bülteninde yer alan makaleye göre, Kanada’daki Lethbridge Üniversitesi’nden evrim psikologları hipotezin geçerliliğini sınamak için Pasifik’teki Samoa adasını seçmişler. Nedeni, adada toplumdan kabul gören, erkek ve kadınlardan ayrı bir cinsiyet olarak kabul edilen fa’afafine denen eşcinsel eğilimlilerin varlığı. Fa’afafineler kız olsun, erkek olsun, yeğenlerine sundukları karşılıksız sevgiyle, onlara yaptıkları candan “amcalıkla”, verdikleri sanat ve müzik dersleriyle, eğitim masraflarını vb. karşılamalarıyla tanınıyorlar.
Araştırmacılar fa’afafinelerin yanısıra kadın ve heteroseksüel erkeklerden seçilen denek gruplarıyla yürüttükleri deneylerde, fa’afafinelerin ötekilerden çok daha cömert olmakla birlikte bu cömertliğin akrabaları dışındaki çocuklar için geçerli olmadığını belirlemişler.
Sonuç, hipotez doğru! Çocuksuz olmaları, fa’afafinleri, yardımları olmaksızın yaşayamayacak olan yeğenlerine bakmaya zorluyor. Akrabalık seçilimi eşcinsellik eğilimi genlerin varlığını sürdürebilm

Teknoloji insan evrimine etkisi

Charles Darwin 1859 yılında, Dünya'da yaşamın nasıl geliştiğine yönelik algılarımızı değiştiren "Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Hayat Kavgasında Avantajlı Irkların Korunumu Üzerine" adlı kitabını yayımladı.


Ancak bilim adamları o tarihten bu yana, insanların kendilerini doğal seçilim sürecinin etkisinden kurtarmak için yeterli kaynaklara sahip olup olmadığını merak ediyor.


İnsanoğlu kendisini sert doğa koşullarından, başka hiçbir canlının başaramadığı kadar koruyacak teknolojiler geliştirdi.
Örneğin kutup ayıları, kendilerini dondurucu soğuktan korumak için özel bir yağ geliştirirken, insanlar ayı derisinden yaptıkları giysilerle kendilerini sıcak tutabiliyor.
Peki bu bir anlamda, teknolojide gözlenen dönüşümün, evrim sürecini durdurduğu anlamına mı geliyor?
Bu sorunun yanıtının büyük bölümü genlerimizde yatıyor ve onların sıralaması cevabı bulmamıza yardımcı oluyor.
Bilim adamları, dünyanın dört bir yanından insanların genlerini mukayese ederek, onların ne kadar farklı olduklarını, ne kadar farklı şekilde evrim geçirdigimizi görebiliyor.
Metobolizmamızın, geçmişte sindiremediğimiz bazı şeyleri artık sindirmemizi sağlayacak sekilde değiştiği bir gerçek.
Bunun en açık örneği, laktozda yani süt şekerinde görülebilir.
Yaklaşık 10 bin yıl önce, insanlar tarıma başlamadan, birkaç yaşı aşan hiç kimse süt şekerini sindiremiyordu.
Bugün ise dünyanın çesitli bölgelerinde süt şekeri sindirim oranına bakıldığında, tarımin farklı yerlerde nasıl farklı şekilde geliştiği görülebiliyor.
Örnegin süt şekeri sindirim oranı İrlandalılarda yüzde 99, tarım geleneğinin çok farklı olduğu Güneydoğu Asya'da ise yüzde 5'ten az.
Yine de teknolojimizin ve keşiflerimizin, geçmişte evrim geçirmemizi durdurmadığı bir gerçek.
University College London'dan kalıtım bilimci Profesör Steve Jones, Shakespeare'ın döneminde İngiltere'de yeni doğan her üç bebekten sadece birinin 21 yaşını görebildiğini söylüyor ve ekliyor:
"Tüm bu ölümler, doğal seçilim sürecinin ham maddeleriydi. Bu çocuklarin çoğu, taşıdıkları genlerden dolayı öldü. Şimdi ise yeni doğan bebeklerin yaklaşik yüzde 99'u 21 yaşını görebiliyor."
Steve Jones, "Doğal seçilim süreci, eğer durmadıysa, en azından yavaşladı" diyor.
Bir ABD kasabasında evrim

Amerika Birleşik Devletleri'nin Massachusetts eyeletinde küçük bir kasaba olan Framingham'da, biyalog Stephen Stearns öncülügünde bir ekip, 20. yüzyılın ortasına dek gidip, kasabadaki binlerce kadının tıbbi özgeçmişini inceledi.
Bilim adamları, üreyen kadınları incelediklerinde, en azından Framingham'da evrim sürecinin devam ettigini gördü.
Stephen Stearns, "Doğal seçilim sürecinin temelde boyu azaltacak kiloyu ise artıracak şekilde geliştiğini bulduk." diyor.

Bu, insanların daha fazla yemek yedikleri, sürekli boylarının kısalacaği, kilolarının artacağı anlamına gelmiyor.
Ancak her halükarda tüm bu değişiklikler, tıpkı Darwin'in evrimsel çalışmalarında olduğu gibi çok küçük çaplı ve süreç de çok yavas ilerliyor.
Teknoloji evrimsel güçlerin etkisini sınırlandırmış olabilir ancak bu evrim sürecinin durduğu anlamına gelmiyor.
Tam tersine, küreselleşme dünyasında, tıpta ve genetik biliminde görülen hızlı ilerlemelerle, insanoğlunun yaşamıyla ilgili seçimleri yapma gücü artıyor, daha etkin bazı güçler rol oynayabiliyor.
Evrimin gelecekteki şeklini muhtemelen doğa kadar biz de etkileyebileceğiz.
Bu süreç, dünyanın bizi ne kadar değistirdiğine daha az bağımlı olabilir.
Daha çok bağımlı olacağı süreç ise bizim gelişen dünyayı değiştirme kapasitemiz olacak.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Baykuşlar ve Nuşirevan

Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan tahta geçtiği ilk yıllarda, halka karşı o kadar zalim ve gaddarca davranmış, o kadar zevk-ü sefasına düşkünmüş ki, millet artık canından bıkar hale gelmiş, en ufak ses çıkaran olsa kellesi gidermiş. İşte bu zalim hükümdar Nuşirevan, bir gün maiyetiyle beraber ava çıkmıştı. Yanında gayet zeki bir de veziri vardı. Avlanırken bir ara diğerlerinden ayrılan hükümdar, yanında veziri olduğu halde bir suyun başına varıp atından indi ve bir müddet istirahata çekildi.

Öldürmeyi seviyoruz!

Bir şeyleri öldürmeyi seviyoruz!

Bir aile oyuncularına silahsız düşmanlarının evlerini yıkmak için canlarını feda etmeyi öğreten bir oyunun büyüsüne kapılır. Sevilmeyecek nesi var? Etgar Keret'in 'Kuşbakışı' adlı makalesi :




Annem devreye girmeseydi muhtemelen her şeyin yolunda olduğunu sanmaya devam edecektik. Annem bize torununun ondan kendisiyle Anne’nin telefonunda oynanan özel bir oyun oynamasını istediğini söylediğinde sıradan bir cumartesi sabahıydı. Oyun gerçekten basit: Bütün yapman gereken yeşil domuzların yaşadıkları binaları başlarına yıkmak için sapanla kuş fırlatmak.



“Ha, Angry Birds,” dedik karım ve ben aynı anda, “En sevdiğimiz oyun.” “Benim bu oyundan haberim yok,” dedi annem.
“Bir tek sizin yok muhtemelen,” dedi karım. “II. Dünya Savaşı’nın bittiğinden habersiz ormanda saklanan

19 Şubat 2011 Cumartesi

''seni seviyorum'' demek

Seviyorum demek çok mu zor?

Sevildiğimizi duyabilmek, başka biçimiyle de "eveti duymak " için elimizden geleni yaparız. Sonra da "bu kadar sevdiğim bir insan, bana nasıl böyle bir kötülük yapar?" diye küçücük bir haksızlığa uğradığımızda acılar içinde kıvranırız. Erkekler sevgilerini dile getirmekte neden zorlanıyorlar, hiç düşündünüz mü? Keşke, keşke... dememek için burcunuzu dinleyin.

Koç burcuna göre seni seviyorum demek
"Bana hep sevdiğini söyle!" Koç erkeğne bunu söyletmek, inişli çıkışlı bir yolda ilerlemeye benzer. Kadınlar durmadan tekrarlanmasını isterler sevgi sözcüklerinin. Koç erkeklerinin böyle bir sorunu yoktur, çünkü her aklınıza geldiğinde söylediğinden bolca duyarlar zaten. Kalbinizin yolunu izlediğinde onu 'Bay Mükemmel' olarak görebilirsiniz. Onun hakkında hiçbir şey bilmez, ama bir şekilde sizin için yaratılmış olduğunu hissedersiniz. Gerçek aşk bu mudur bilinmez, ama kalbin yolunu izlediğinizde İçgüdüler yanıltmazlar ve aşkın bu halini seçen haklı çıkar ve güzel bir ilişkiye adım atarsınız.


17 Şubat 2011 Perşembe

Kısa boylu bir topluluk

Bu topluluk kansere yakalanmıyor

Ekvador'da yerleşim birimlerinden uzakta yaşayan kısa boylu bir topluluğun, kansere ve şeker hastalığına yakalanmadığı belirlendi.
Bilim adamları, And dağlarının eteklerinde yaşayan kısa boylu yüz kadar kişi ile bu kişilerin normal boya sahip 1600 aile bireyini 22 yıl boyunca izledi.

10 Şubat 2011 Perşembe

Karşılıksız sevgiyle; Rahibe Teresa

Temiz Bir Su Damlası
Rahibe Teresa
Karşılıksız sevgiyle; kimseyi ırkından, cinsiyetinden ya da inancından dolayı ayırmadan, Tanrı’nın tüm kullarına yardım elini uzatmak! Bundan daha büyük bir ibadet olabilir mi?





Rahibe Teresa, bugünkü Arnavut topraklarında doğdu. Ölümünden altı yıl sonra “Kutsal Kişi” olarak ilan edildi. Rahip arkadaşına yazdığı mektupların, ölümünden sonra ortaya çıkmasıyla Teresa’nın inancıyla ilgili birçok yorum yapıldı. “Teresa, yoksa Tanrı’ya inanmıyor muydu?” “Dini inancı aslında yok muydu?”
Onun hisleri ya da düşünceleri, bildiğimiz kalıplar dâhilinde incelenecek olduğunda; belki öyleydi belki de değildi? Ancak, Teresa’nın sözlerine kulak verildiğinde ve onun tüm yaptıklarına bakıldığında şu çok iyi anlaşılır: Onun Tanrısı: Sevgi, inancı: Sevmek ve ibadeti: Sevgiyle yapılan her şeydi! Rahibe Teresa’yı, diğer rahibelerden ayıran en önemli özelliklerinden birisi şudur:

Nefes Alan Ölüler

Ölmeden Önce Ölenler…
 
Günümüzde hiç kimse ıssız bir adada tutsak değil artık. Hâlbuki bizler gerçek tutsaklığı ruhlarımızda yaşıyoruz. Hepimizin ruhlarının derinliklerinde prangalarla sımsıkı bağlı olduğu bir tinsel adası mevcut. Bizi o adalara bağlayan prangalardan ancak bağımlılıklarımızdan ve bizi tutsak eden her şeyden özgürleşerek kurtulabiliriz. Aşkımızdan, sevgimizden, nefretimizden ve bizi biz yaptığını sandığımız tüm o saçma sapan sanrılardan özgürleştiğimizde ancak o zaman gerçekten özgür olmuş sayılırız. Egolarımızdan özgürleştiğimizdeyse kocaman bir boşlukla karşılaşmaya hazır olmalıyız. Çünkü yokluk hissinin kendisi bile kalmadığında, biz olmayacağız artık. Gerçek özgürlük budur. Gerçek özgürlük, kişinin egosundan özgürleşmesidir.

Özgürlük Üzerine Düşünsel Denemeler

Ne büyük filozoflar ne büyük laflar ettiler özgürlük üzerine. Ne büyük siyasetçiler ne ahkâmlar kestiler. Özgür insanlar olduğumuza bizi inandırmaya çalıştılar yıllarca. Ve de inandık… Peki, gerçekten özgür müydük?

İşte bu yazıda özgürlükle ilgili milyonlarca bakış açısından sadece birkaçını bulacaksınız. Zaten her şey bakış açımızı genişletmek için, dünyaya daha geniş bir açıdan bakabilmek için değil mi? Her şey daha iyi görebilmek için, her şey görünenin ardındaki sırrı bulabilmek için. Gözlerimizin önündeki sır perdelerinin hepsi açılana kadar düşünmeye devam. Öyleyse açılsın perde ve oyun başlasın…


Nedir bu özgürlük?

Issız ada…

İnanıyorum öyleyse özgürüm…

Aforizma

Köle Isaura Gerçeği

Köle Olmanın Avantajları

Ölmeden Önce Ölenler

Özgür Olmak

25 Ocak 2011 Salı

Hipnoz şarlatanlık mı mucize mi?

Migren, ağrısız doğum, diş çekimi, psikolojik sorunlar, cinsel işlev bozuklukları, kekemelik, sınav kaygısı ya da sigara bağımlılığı gibi sağlık sorunlarının tedavisinde kullanılan "hipnoz", alanında uzman hekimlerce kendi dallarında uygulandığında başarılı tedavi metodlarından birisi olarak gösteriliyor.
Uzmanlar, kimsenin zorla hipnoz edilmesinin mümkün olmadığını, yurt dışında da uygulanan ve hipnoz yapma yetkisinin sadece tedavi amacıyla hipnoz ve hipnoterapi eğitimi almış hekimlere, diş hekimlerine ve klinik psikologlara tanındığını belirtiyor. Ancak Türkiye’de hipnoz ve hipnoterapi uygulaması için henüz yasal bir düzenleme bulunmadığına dikkati çeken uzmanlar, konu ile ilgili yasal düzenlemenin bir an önce yürürlük kazandırılması gerektiği görüşünde.


Türkiye Psikiyatri Derneği Hipnoz ve Hipnoterapi Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü Dr. Şeref Özer, hipnozun bakışla, sözle ya da bazen yardımcı gereçler kullanılarak telkin ile oluşturulan özel bir bilinç hali olarak tanımlandığını belirtiyor.

Hipnoz halindeki kişinin dıştan gelen uyaranlara karşı adeta bilincinin kapalıymışçasına duyarsızlık ve aldırmazlık içinde ve hiç yanıt vermez bir haldeyken; buna karşı hipnoz yapan kişiye karşı artmış bir uyanıklık içinde bulunduğunu belirten Özer, kişinin bu süreçte dinlediğini, anladığını hatta yargıladığını ve yanıt verdiğini belirtti.

Özer, dışarıdan bakıldığında kişinin derin bir uykudaymış görünmesine rağmen, hipnozun kesinlikle bir uyku hali olmadığını vurgulayarak, “Hipnoz sırasında kişi, gönüllü olarak hipnoz yapan kişinin verdiği telkinleri alır, gönüllü olarak kabul eder ve uygular. Sanılanın tersine, hipnozdaki kişi kendi sosyal ya da ahlaki değerlerine aykırı telkin verildiğinde telkini kabul etmez, ısrar edilirse hipnozdan çıkar” diye konuştu. Hipnozun “şarlatanlık” ya da “her derde çare” sihirli bir yöntem olmadığına, buna karşı uygun hastalık ve sorunlarda uygun kişilere uygulandığı zaman son derece olumlu sonuçlar alınabilen bir tedavi tekniği olduğuna dikkati çekiyor.

Özer’in verdiği bilgiye göre, hipnoz yapma yetkisi sadece tedavi amacıyla, hipnoz ve hipnoterapi eğitimi almış hekimler, diş hekimleri ve klinik psikologlara tanınıyor. Hipnoterapi uygulamak, hipnoz bilgisinin yanı sıra söz konusu hastalıklar ve tedavileri hakkındaki özel mesleki bilgileri de ayrıntılı bilmeyi ve bu konuda yetkili olmayı gerektiriyor.

Hekimlerin, hipnoterapiyi eğitimini aldıkları kendi uzmanlık alanlarında uygulamaları şart koşuluyor. Örneğin, astım hastalığı konusunda göğüs hastalıkları uzmanı, ağrısız doğumda kadın-doğum uzmanı, ruhsal hastalıklarda psikiyatri uzmanı, hem bilgi ve yeterlilik hem de yasal olarak yetkili sayılıyor.

“Türkiye’de hipnoz ve hipnoterapi uygulaması için henüz yasal bir düzenleme bulunmadığını” ifade eden Özer, şunları kaydetti:“Bu nedenle kimlerin hangi durumlarda hipnoz uygulanabileceği, kimlerin eğitim verebileceği belirsizlik taşıyor. Hekimlerin yanı sıra, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere kendilerine astrolog, medyum, yaşam koçu gibi adı veren hemen herkes hipnoz uyguladığını, hastalıkları tedavi ettiğini söyleyebiliyor ve internet ortamında bunu ilan ediyor.

“Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Hipnoz ve Hipnoterapi Uygulanması Hakkında Yönetmelik taslağı’ hazırlanarak 17.02.2004 tarihinde tartışılması amacıyla bakanlık web sitesine konulmuş, ancak günümüze değin hala bu taslağa resmiyet kazandırılmamıştır. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 19.10.2008 tarih ve 44103 sayılı yazısı ile ‘Hipnoz ve Hipnoterapi Uygulaması Hakkında Yönetmelik Taslağı’ üzerinde çalışmalar devam ettiğinden Bakanlıkça bir değerlendirme yapılıncaya kadar ‘muayenehanelerde ve diğer sağlık kuruluşlarında hipnoz uygulaması yapıldığının tabela, kartvizit ile basılı ve elektronik ortam materyallerinde tanıtımın yapılmasının uygun olmadığı’ duyurulmuştur. Ancak takibi yapılmadığı için net ortamı ehil olmayan yetkisiz yüzlerce kişinin yaptığı hipnoterapileri ve verilmekte olan hipnoz eğitimlerinin duyurularını yapan sitelerle doludur... Hipnozun uzmanları tarafından doğru zamanda doğru kişilere yapılabilmesi için, söz konusu taslağın tekrar gözden geçirilmesi ve bir an önce yürürlük kazandırılması, eğitim hastaneleri ve üniversitelerde hipnoz ve hipnoterapi eğitim ve araştırma birimleri kurulması gerekir.”

Özer, “Bu merkezlerden yeterli teorik ve pratik eğitim almış olan ya da aldıkları eğitim bu kurumlar tarafından yeterli bulunarak onaylanan hekimler, diş hekimleri ve klinik psikologlara hipnoz yapma yetkisi verilmelidir. Her uzmanın, hipnozu kendi uzmanlıkları alanıyla sınırlı olmak üzere uygulaması gerekir, hipnozun gösteri ve eğlence amacıyla televizyon kanallarında ya da sahnede yapılmasının engellenmelidir.”

23 Ocak 2011 Pazar

Sizin Güç Hayvanınız Hangisi?

Masa başında oturmak bu kadar mı zordu? Önünde çözülmeyi bekleyen tonlarca soru dururken cevabın olumlu olması kaçınılmazdı. Gireceği sınava kısa bir zaman kalmıştı. Ev halkı ve neredeyse tanıdık bildik herkes geleceğini bu sınava bağlamış, evde, okulda başka bir şey konuşulmaz olmuştu. Hiç de mutlu değildi. Her gün bir öncekinden daha fazla soru çözmekle övünen arkadaşları da iyice moralini bozuyordu.
Ne zaman masanın başına geçse aklına eksik kalan bir başka şey takılıyor, üç, beş sorudan sonra ayaklanıyordu; onarılması gereken gitar teli ya da tamamlanması gereken bir yapboz. Zorlukla bir testi daha tamamlamıştı ki gözüne masanın üzerindeki kalem tomarı arasında kıpırdayan bir şey ilişti. Ufacık bir kaplumbağa! Yaşasın! Masadan kurtulmak için yeni bir fırsat çıkmıştı. Isırdığı elmadan bir parça kopardı, kaplumbağaya uzattı. Sıra ona uygun bir ortam bulmaya gelmişti. Sorularla daha sonra da ilgilenebilirdi. Kaplumbağayı avucuna oturttu, bahçenin yolunu tuttu.

Hangimiz artık bir insanı tanımlamak için erdemli sözünü kullanıyoruz ki?

Erdem Bir Özel İsim midir?
Hangimiz artık bir insanı tanımlamak için erdemli sözünü kullanıyoruz ki?

Güzel Türkçemizin güzel kelimelerinden biri olan erdem günümüzde pek rağbet görmemektir. Her şeyden önce bir sözcük olarak ki bu da kavram olarak da yaşantılarımızda baş tacı edilmediğinin bir göstergesidir. Hangimiz artık bir insanı tanımlamak için erdemli sözünü kullanıyoruz ki? Olsa olsa iyi bir insan der, geçeriz. Erdemli biri desek insanlar tuhaf tuhaf bakarlardı herhalde? Öyle ya, o da ne öyle? Erdemli nasıl ola ki?
Erdem kelimesinin sözlükteki anlamına baktığımızda, “Ahlakın övdüğü, iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet” anlamına geldiğini görüyoruz. Bunlar çok da gözde nitelikler olmasa gerek günümüzde.
Çok sevdiğim yazar Dostoyevski’nin hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir romanında, roman kahramanı bir erkeğin bir kadına âşık olması anlatılırken, erkeğin kadının erdemlerinden çok etkilendiği belirtiliyordu. O zaman bana bu açıklama garip gelmişti. Bir insan diğerine erdemli diye âşık olabilir mi? Gerçi aşk bambaşka ve belli bir nedene bağlanamayacak bir şey de. Yine de hani hep romanlarda, filmlerde karşısındakinin güzelliğine vurulur ya insanlar ya da öyle sanırlar veya bize öyle aktarılır.

Sahip çıkmak; fikirlerine, yaptıklarına, sevdiğine…

Kalp ve Beyin
Sahip çıkmak; fikirlerine, yaptıklarına, sevdiğine… Yanlış da olsa, bile bile ardından gitmek isteklerinin. Bir an bile pişman olmadan yaşamak hayatı. Her şey bittiğindeyse güzel şeyleri alıp uzaklaşmak, sessizce, bir şey olmamışçasına gitmek. Belki de budur hayatın gizli anahtarı. Hepimiz geleceğin merakıyla geçiriyoruz bugünlerimizi. “Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, Dünün yarınları değil midir ?” Victor Hugo’nun bu sözü aslında çoğumuzun düştüğü hatayı özetliyor.

Çoğumuz bugünlerimizin kıymetini bilmeden yaşıyoruz. Belki geçmiş günlere olan özlemden belki de geleceğe karşı duyduğumuz meraktan anın verdiklerini göz ardı ediyoruz. Gerek ikili ilişkiler gerek çevremizle olan ilişkilerimizde olmayanın derdine düşüp olana haksızlık ediyoruz. Hunharca harcıyoruz önümüzdeki varlıkları.

21 Ocak 2011 Cuma

Şifalanmak için bunları yapın !..

Şifalanmanın üç yolu

Sağlıklı bir insan olmaya başlamak için disiplinler, terapiler ve şamanik çalışmalar gibi üç farklı yaklaşıma şifa yolculuğumuzda yer vermek gerekiyor.
Sağlıklı insan tanımını Krish Hoca şu şekilde yapar: Hayatında insanlarla aranda sevgi varsa, bedenin ve sağlığınla iyi bir ilişkin varsa, yaratıcı olabiliyorsan ve dünyaya bir katkın oluyorsa, parayla iyi bir ilişkin varsa, - seks yapanlar için - seksten zevk alabiliyorsan, spiritüel bir inancın varsa sağlıklısın. Bu konulardan birinde takılıyorsan, o zaman hâlâ kendi üzerinde çalışma yapman gerekir! Bu üç yöntem insana çok farklı yaklaşıyor.

1.Disiplinler (yoga, Tai-chi, Vipassana, çeşitli meditasyon tarzları)
2.Terapiler (Aile Dizimi gibi duygusal boyutta çalışmalar)
3.Şamanik çalışmalar (Homeopati, Reiki, Melek Enerjileri ve bu gibi bir yardımcı vasıtası ile elde edilen enerjetik dönüşümler)

Disiplinler,
gündelik ya da haftalık olarak yaşamımıza kattığımız, kabadan inceye farkındalığın uyanmasını sağlayan uygulamalardır. Bunlar doğada yürümek, yüzmek, yoga, Tai-chi, herhangi bir meditasyon metodu gibi bireysel olarak yaptığımız, içe odaklanabildiğimiz uygulamalardır. Farkındalık, öğrenci kendini tek bir sisteme adadığında uyanmaya başlar. 3-5 ay yoga ya da meditasyon yapmak, zaman olarak yeterli değil. 10 dakika meditasyonda kalmak ile 60 dakika kalmak arasında da fark var. Beden/nefes/zihin farkındalığı yıllar içerisinde tekniğin yinelenerek ve uzun süre uygulanmasıyla uyanır. Biraz yoga sonra onu boşverip biraz Tai-chi sonra ondan sıkılıp Pilates'e başlamak, kuyuyu hep sığ kazmak ve verim alamamak anlamına gelir. Kişi hep kendi sıkıntılarını o tekniğe yansıtmaya başladığında tekniği bırakırsa, derin bir yüzleşme yaşayamaz. Kişisel tecrübemde, 15 yıldır uyguladığım 30 kadar yoga pozu büyük dönüşümlere uğradı. Bedenimi hissetmeyi, rahatı rahatsızdan ayırt etmeyi yıllar geçtikçe öğreniyorum. Hissetmek, olanları olduğu gibi algılamak, sanıldığı kadar otomatik olan bir şey değil. Fikirlerimin ve inançlarımın, arzularımın ve beklentilerimin ötesinde, bedenimi olduğu gibi hissetmeye başlamam, bir pozu bin kez yapmanın sonucunda olgunlaştı. Zihin o kadar fikirlerle ve inançlarla dolu ki gerçekte olanı algılamamız, imkânsıza yakın oluyor! Zaman içerisinde uygulamayı yinelemek, farkındalığın uyanması için en önemli unsur oluyor. Bu uyanış için kendini adamak ve beklentisiz olmak gerekir. Disiplinler derin boyutta şifa getirir.

Terapiler, daha az sıklıkla, belki yılda birkaç kurs biçiminde, üzüntü, öfke, utanç ve korkularımızla yüzleşip duygusal olarak rahatlamaya başladığımız çalışmalardır. Her gün ya da haftalık olarak sarsıcı boyutta çalışmayı kaldıramayabiliriz. Ancak bir tıkanma, gündelik hayatımızda sorun olduğunu hissedersek böyle bir çalışmaya başvururuz. Kanımca herkes hayatında travma ve şok yaşamıştır. ‘Benim sorunum yok’ diyenler, ya aydınlanmışlar ya da farkında değiller! İyi bir terapist ile bire bir görüşme, aile dizimi çalışması, ya da ilişkilere bakan, sevginin kaynaklarını keşfetmemizi sağlayan grup kursları bu içgörü için uygun. Duygusal olarak keşfe çıkan kişinin bir taraftan topraklanması, yoga ya da meditasyon gibi bir uygulamayla dengelenmesi önerilir. Bu boyutta terapi, uzmanlar tarafından yapılmalıdır. Kişi, kendi karanlık yüzüyle karşılaşmaya hazır olmalı. Terapiler duygusal anlamda denge sağlar.

Şamanik çalışmalar, kendi bireysel çabamızı gerektirmez. Dışardan biri bu işi bizim için yapar - şaman ya da günümüzün şamanları - homeopatlar, enerji şifacıları, Reiki üstatları, melek enerjileri. Biz kendimizi ortaya koyarız, onlar da bildikleri biçimde bizim üzerimizde çalışırlar. Biz de seans sonu biraz garip ve yorgun hissetsek de hemen (eğer şaman hakikiyse) faydalarını hissederiz. Bu şifa yolu, en kolay (ama en pahalı!) yoldur. Çok kez bir şifacıdan öbürüne koşan, ama derin sonuç alamayan kimselerle karşılaştım. Ancak kendi disiplini ve çabasıyla kendisiyle yüzleşmeye hazır kişi, bu tarz şifacılardan kalıcı bir etki görür; yoksa olay, kırık dökük bir arabayı cilalamaya benzer. Bu çalışmalarda da duygusal olarak yüzleşme gerekir. Örneğin bio-enerji ya da homeopati bir hastalığa şifa getirse bile, o hastalığın köküne inmeden, duygusal boyutta bir yüzleşme geçirmeden o sıkıntıyı çözemeyiz.

Her sıkıntıyı bir anlayışa varma ve şükredebilme potansiyeli olarak görüyorum. Bu anlayışa varmak kolay değildir çünkü sıkıntılarımız bizi öfkeli, yüzeysel ve küskün kılabilir. Dikkati oradan başka bir yöne kaydırmak isteriz ama kendimize bakmak istemeyiz. Oysa hayat için şundan farklı bir amaç göremiyorum: Bize sunulan güzellikler ve zorluklardan öğrenmek ve zevk almak. Kendi yolculuğumda yoga bir başlangıç ve dayanak oldu. Hâlâ yoga yaptığımda kendimi harika hissediyorum, enerjim iyi akıyor ve sağlığım yerine geliyor. Ancak, Osho terapistleriyle yaptığım kurslar, daha derinden bir anlayışın belirmesine neden oldu. Yogada kesinlikle bulamadığım hayat anlayışına aile dizimi terapileri sayesinde eriştim, travmalarıma şifa gelmeye başladı. Bu derin dönüşümü yine haftalık yoga uygulamamla destekledim. Kimi zaman melek enerjileri ya da elleri ile şifa veren şamanlar ile sağlığımı fiziksel ve ruhsal boyutta arındıran kişilerle karşılaştım. Çok inanıp inanmadığımı bilmesem de belki de bir şeyler olur diye bu terapistlerin programlarına da yılda 2-3 kez katılma fırsatım oluyor!

Rahatlama, bir soğanın katmanları gibi. Kat kat gerginlikler soyuldukça, sürekli çaba ve yüzleşmeyle yıllar içinde geri dönüşü olmayan bir dönüşüme uğradığımızı görürüz. Bir ilaç gibi değil spiritüel uygulama. Hızlı çözüm yok. Ömür boyunca süren bir çalışma bu - bir ağacı sulamak ve budamak gibi.

18 Ocak 2011 Salı

Zeytin şehri Akçay Tatil Konaklama

Zeytin şehri Akçay Tatil Konaklama: "- Ege'nin billur mavisi sularının, altın sarısı kumsal ve güneşle buluştuğu gizemli cennet Akçay AKÇAY otelleri, AKÇAY pansiyonları, AKÇAY Apart Oteller, AKÇAY Apart Pansiyonlar, AKÇAY Ucuz"

Düşünce tedavi (thought treatment) Düşünce Gücüyle Tedavi



Düşünce gücünün mucizesi artık her alanda etkinliğini hissettiriyor. Migren, Alfizem gibi fiziksel hastalıklar, düşünce gücüyle tedavi edilebiliyor. Tek yapmanız gereken, hastalıktan kurtulmayı gerçekten istemek. Hastalığın oluşma nedeni ve düşünce gücüyle tedavi ;


Fiziksel bir sorunun olduğunda listeyi kullanma yolu:


1. Sorunun zihinsel nedenine bak ve bunun senin için doğru olup olmadığını düşün.
Değilse, sessizce otur ve kendine sor: “Bende bunu yaratan hangi düşünceler olabilir”
2. Şu sözleri tekrar et: “Bilincimde bu koşulları yaratan düşünce kalıbını bırakmaya
hazırım.”
3. Yeni düşünce modelini birçok kez tekrar et.
4. İyileşmenin zaten başlamış olduğunu varsayıp, iyileşmeyi kabul et.

Addison hastalığı: (Derin boyutta duygusal yoksunluk. Kendine duyulan kızgınlık.)
“Bedenimin, düşüncelerimin, duygularımın bakımını sevgiyle yapıyorum.”

Adrenal sorunlar: (Yenilgi duygusu. Kendine aldırış etmemek. Endişe) “Kendimi seviyorum
ve onaylıyorum. Kendime bakma isteğini duyuyorum.”

Ağlamak: (Gözyaşları hayatın ırmaklarıdır. Üzüntü ve korkudaki kadar sevinçte de gözyaşı
dökülür.) “Tüm duygularımda huzur içindeyim. Kendimi seviyorum ve onaylıyorum.”

Ağrılar, Sızılar:
(Sevgiye hasret çekmek. Dokunulmayı özlemek.) “Kendimi seviyorum ve
onaylıyorum. Sevecen ve sevilen bir insanım.”

AIDS: (Kendini reddetmek, cinsel suçluluk ve yetersizlik duygusu.) “Hayatın kutsal ve
görkemli bir ifadesiyim. Cinselliğimden haz duyuyorum. Kendimi seviyorum.”

Akciğer sorunları: (Hayatı kabul etmemek. Depresyon. Üzüntü. Dolu dolu bir yaşama
kendini layık görmeme.) “Hayatım mükemmel bir denge içinde. Hayatı dolu dolu yaşamaya
hakkım ve kapasitem var.”

Akıntı: (Eşe duyulan kızgınlık. Cinsel suçluluk duygusu. Kendini cezalandırma.) Başkaları,
kendime duyduğum sevgi ve saygının aynalığını yapıyor. Cinselliğimin coşkusunu
yaşıyorum.”

Allerjiler: (Kime allerji duyuyorsunuz? Kendi gücünü reddetmek) “Dünya güvenli ve dostça.
Güvencedeyim. Hayatla barış içindeyim.”

Alkolizm: (Ne yararı var? Yararsızlık, suçluluk, yetersizlik duygusu. Kendini reddetme.) “Şu
anda yaşıyorum. Her an yeni bir an. Özdeğerimi görmeyi seçiyorum. Kendimi seviyorum ve
onaylıyorum.”

Alzheimer hastalığı: (Yaşamı terketme arzusu. Hayatı olduğu gibi kabul edememek)
“Herşey doğru zaman ve mekan sıralaması içinde gelişiyor. Her şey olması gerektiği gibi
oluyor.”

Amfizem: (Yaşam korkusu. Kendini yaşamaya layık bulmama.) “Dolu dolu ve özgür
yaşamak en doğal hakkım. Hayatı ve kendimi seviyorum.”

Amnezi: (Korku, hayattan kaçış. Kendi ayakları üzerinde duramama.) “Zeka, cesaret ve
özdeğere daima sahibim. Hayatta olmayı seviyorum.”

Kaynak : "Düşünce Gücüyle Tedavi” kitabı- Louise Hay

Beynimiz için faydalı 4 bitki

Birçok şifalı bitki ve baharatın tıbbi etkisi bulunuyor. Bunların içinde beyin sağlığını da destekleyenler de var. İşte daha keskin bir zekaya sahip olmak için yemeniz gereken bitkiler!

Reader's Digest dergisinde yer alan habere göre, beyninizi, hafızanızı korumak ve kuvvetlendirmek istiyorsanız özellikle bu dört şifalı bitkiye odaklanmalısınız:
1. Zerdeçal: Bu hardal sarısı toz bir antioksidan ve aynı zamanda güçlü bir anti-inflamatuardır. Zerdeçalın her gün acı baharatların içinde yendiği Hindistan'da Alzheimer gelişme riskinin Amerika'dan yüzde 25 daha az olduğu belirtiliyor. Laboratuar çalışmalarında, zerdeçalın içindeki aktif madde olan "Curcumin" ile beslenen farelerde Alzheimer'la ilişkili amiloid plaklarının daha az oluştuğu belirlendi.
Zerdeçalı baharatlı yemeklerinize ya da yumurta salatanıza toz olarak atabilirsiniz. Ya da şehriye çorbasına ekleyebilirsiniz.
2. Adaçayı: Nane ailesinin bir üyesi olan adaçayı, hafıza artırıcı olarak biliniyor ve beyni Alzheimer'a
neden olan belirli süreçlere karşı koruyor. İngiltere'de yapılan bir araştırmada, sağlıklı genç yetişkinlerin adaçayı hapları içtikten sonra kelime hatırlama testlerinde daha başarılı oldukları tespit edildi.
Adaçayını omletlere, domates sosuna, kızarmış tavuğunuza ekleyebilirsiniz. Ya da 2 çay kaşığı kurutulmuş adaçayını kaynamış suya atıp şifalı bir etkiye sahip çay elde edebilirsiniz.
3. Wasabi: "Japon Hardalı" olarak da bilinen ve bayır turpundan elde edilen yeşil renkli macun Wasabi, hardal ailesinden geliyor. Genellikle suşi ile birlikte yeniyor. Sinir hücrelerinin birbirleriyle iletişim kurmalarına yardım ediyor.
Herhangi bir balık çeşidiyle iyi giden bu gıdayı tüp ya da toz şeklinde satın alabilirsiniz. Bu sosu ayrıca salata süslemelerinde veya lahana salatasının üzerinde kullanabilirsiniz.
4. Sarımsak: Kan pıhtılaşmasını önlemeye yardımcı olmak için kanı incelten sarımsak, kolesterolü de düşürebiliyor. Sarımsağın strese direnmeye yardım eden kimyasalların üretimini harekete geçirerek yaralanma ya da hastalıklardan kaynaklanan nöronları koruduğu düşünülüyor.
Kıyılmış sarımsağı her türlü salamurada ya da salata soslarında kullanabilirsiniz. Etinizde, tavuğunuzda, bifteğinizde, hamur işlerinizde veya sebze yemeklerinizde de rahatça sarımsak tüketebilirsiniz.

Parlayan Güzellik İçten Gelir..

Tatminsiz, üzgün,stres altın altında veya depresif bir durum içinde olduğunuzda tüm kremler, makyaj malzemeleri işe yaramaz.



Kendi içinde dengeyi sağlamışsanız stresin ve sorunların daha kolay üstesinden gelen kişi olursunuz. Yaşama karşı mutlu ve güvende hissedersiniz.. Bu memnunluk ve denge yüz ifadenize yansır.

İçimiz nasılsa dışımız da öyledir !..


İçinde yaşadığımız zihinsel ve duygusal dünya yüzümüzde, mimiklerimize ifademize, zamanla yüz hatlarımızda kendini gösterir.


Bize, çevremize tüm yaşamımıza ışık verecek tek şey içimizdeki sevgidir.
Böylece, her durumda kendimize ve çevremizdeki canlılara nasıl davranacağımızın kararı bize aittir !..


S.PEKGÖZ

Nane ve Faydaları

Dolmalarda, çorbalarda ve daha birçok yemekte güzel bir tat veren nanenin aynı zamanda sağlığınıza da sayısız yararı bulunuyor.

Bozulan midenize iyi gelen nanenin yağı düz kaslarınızın gevşemesini sağlıyor, böylece kramplarınızın iyileşmesine yardım ediyor.
Reader's Digest dergisinde yer alan habere göre, nanenin faydasının bunlarla sınırlı olmadığını söyleyen uzmanlar, nanenin evde uygulayacağınız tedavilerde mükemmel bir baharat olduğunu belirtiyorlar. İşte nanenin 20 faydası:
Akne, eklem iltihabı, midede toplanan gazın çıkarılması, vücut kokularının giderilmesi, soğuk algınlığı ve grip, öksürük, ekstra enerji, yorgunluk, ayak problemleri, baş ağrısı, hazımsızlık, geğirme, irritabl bağırsak sendromu, hamilelik döneminde oluşan sabah bulantıları, bulantı ve kusma, ağrı kesici, cilt bakımı, boğaz ağrısı, böcek sokmaları ve ısırmaları, sinüzit.

Nanenin içeriği: Nanenin içinde 100'den fazla bileşen bulunduğunu tespit eden uzmanlar, nanenin kesin niteliği bitkinin nerede ve nasıl yetiştiğine bağlı olarak farklılık gösteriyor. Genel olarak nane bağırsakla ilgili spazmları gevşeten, karın ağrısını geçiren, burun açıcı ve topikal ağrı kesici olarak görev yapan mentol, menton, flavonoidler, fenoller, triperten ve tanen içeren uçucu yağ içeriyor.
Bilim adamları ne diyor?
Uzmanlar birçok araştırmanın bitkinin kendisinden çok nane yağı üzerine ve irritabl bağırsak sendromunu iyileştirme özelliğine odaklandığını belirttiler. Son yapılan araştırmada Tahran Üniversitesi Tıbbi Bilimler bölümünde görevli araştırmacılar, irritabl bağırsak sendromu olan 90 hastaya 8 hafta boyunca boş ilaç ile günde 3 kez nane yağı kapsülü verdiler. çalışmanın sonunda, nane yağı kapsülü içen 14 kişi ağrılarından kurtulduğunu açıkladı.
Tayvan'da yapılan bir araştırmaya göre ise, yemeklerden 15-30 dakika önce içilen nane yağı kapsülü karındaki şişkinliği, gazı ve gurultuyu önemli ölçüde azaltıyor. Bazı vakalarda ise karın ağrısının azaldığı ya da tamamen ortadan kaybolduğu belirtildi.

Kemoterapinin yan etkilerine karşı yeşilçay

Yeşilçayın, kanser hastalığının tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçlarının etkilerini azalttığı ve ilacın etkisini ise artırdığı belirlendi.
ABD'den Emory Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Küçük ile Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Doğukan ve Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kazım Şahin tarafından yürütülen bir araştırma kapsamında, yeşil çay, kemoterapi ilacı verilen ve böbrek hastalığı oluşturulan ratlarda (büyük sıçan) denendi.

Prof. Dr. Kazım Şahin, kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçlarının oksidatif stres gibi bilinen birçok yan etkisi olduğunu belirterek, ratlarda denenen yeşil çayın, bu yan etkileri azalttığını saptadıklarını bildirdi. Deneyde kullanılan ve böbrek rahatsızlığı oluşturulan ratlara, 2 hafta süreyle kemoterapi ilacı ile birlikte yeşil çaydan elde edilen ''epigallocatechin-3-gallate'' maddesini verdiklerini anlatan Prof. Dr. Şahin, bu ratların, yeşil çay verilmeyen kontrol gurubundaki ratlarla karşılaştırmasını yaptıklarını belirterek, şunları kaydetti:
''Kemoterapi ilaçları kontrolsüz çoğalan kanser hücrelerine etki ederken aynı şekilde vücudumuzdaki fonksiyonların devamı için aşırı çoğalan normal canlı vücut hücreleri üzerine de etki ederler. Bu da normal hücrelerin zarar görmesine ve yan etkilerinin ortaya çıkmasına neden olur. İşte bizim ratlar üzerinde yaptığımız çalışmada bu yan etkinin yeşil çay ile azaltılabileceğini tespit ettik. Yeşil çay verilmeyen ratlarda kemoterapi ilaçlarının bilinen birçok yan etkisi ortaya çıkarken, yeşil çayda bulunan 'epigallocatechin-3-gallate'' maddesini verdiğimiz ratlarda kemoterapi ilacının olumsuz etkisinin azaldığı, kemoterapi ilacının etkisini ise olumlu yönde artırdığını saptadık.''
Prof. Dr. Şahin, araştırma sonucunda elde edilen bulguların kanser hastaları için büyük önem taşıdığını ifade ederek, ''Yeşil çayın antikanserojen bir özelliğe sahip olduğu biliniyordu. Bizim araştırmamızda hangi mekanizma ile etkili olduğunu ortaya koyduk. Bundan sonra kemoterapi ilacı alan kanser hastalarına yeşil çaydaki 'epigallocatechin-3-gallate' maddesi de verilerek hastalığın yan etkileri azaltmak mümkün olacak'' diye konuştu.