Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Nedir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nedir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2024 Cumartesi

Neandertal Nedir? Kimdir? Neandertaller Hakkında Temel Bilgiler ve Gerçekler...

Neandertaller olarak bilinen Homo neanderthalensis türü günümüzden 440.000 yıl kadar önce evrimleşmiş, 40.000 ila 28.000 yıl kadar önceyse soyları tükenmiş bir insan türüdür.


Evet, Neandertaller de insandır. Çünkü her ne kadar "insan" sözcüğünü sürekli kendimiz için kullanıyor olsak da, bu sözcük Homo cinsi

9 Aralık 2022 Cuma

Pluviofil Nedir, Kime Denir? İşte, Pluviofil İnsanların Özellikleri (pluviophile)

"Pek çoğumuz için yağmurlu ve gök gürültülü karanlık havalar ruhsal olarak olumsuz bir ortamı hazırlarken, pluviofil insanlar için bu durum tam tersidir. Böyle düşündüğümüzde aslında pluviofil yaşam tarzının birçok pozitif yönü vardır. Peki hazır kış aylarındayken, pluviofil nedir, ne demek? Pluviofil kime denir gelin birlikte inceleyelim. İşte pluviofil insanların özellikleri..."



Başkaları bunun tuhaf olduğunu düşünürken yağmurda oynayacak kadar cesur olmak, özgüven geliştirmenin kesin bir yoludur. Pluviofiller hiçbir

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Sit Alanı Nedir?




Sit Alanı Nedir?

Doğal güzellikleri bozulmamış yerler, arkeolojik kalıntılar veya kendine özgü mimari anlayışıyla öne çıkan kasabalar, herkesin gezmekten zevk aldığı ve bozulmadan bugüne gelmesine hayret ettiği yerlerdir. Bu yerler için sit alanı tabiri kullanılır. Zaten o yerler de bugüne gelebilmelerini bu kavrama borçludurlar.

15 Aralık 2016 Perşembe

Green Screen Nedir? GreenBox Nedir?

Green Screen Nedir?
Green screen, en basit anlamda tek renk arka plan kullanarak iki farklı görüntüyü birbirinin üstüne oturtmaya yarayan özel bir teknolojidir. Bu teknoloji ile uzayda geçen bir film, hatta evrende hiç olmayan tamamen bilgisayar yapımı dünyalarda geçen bir film çekilebiliyor. Hem de fazla uzağa gitmeden, bir stüdyonun içinde...



GreenBox Nedir?

12 Haziran 2016 Pazar

Déjà Vu Nedir?

İlk kez başınıza gelen bir olayı sanki geçmişte de aynen yaşamışsınız düşüncesine kapılma durumu déjà vu olarak adlandırılıyor. İnsanların %60-%80’inin hayatları boyunca en az bir kez déjà vu yaşadığı biliniyor. Ancak déjà vu hâlâ anlaşılabilmiş değil. Bu durumun en önemli sebebi, déjà vu’yu tetikleyen herhangi bir etken bilinmediği için laboratuvar ortamında déjà vu ile ilgili çalışmalar yapmanın çok zor olması. Déjà vu hakkında tüm bilinenler bu deneyimi yaşamış insanların söylediklerine dayanıyor.

Anılar beyinde temporal lobda saklanır. Dolayısıyla déjà vu’nun anlaşılabilmesi için temporal lob ve hafıza

31 Ağustos 2015 Pazartesi

'Zihin gözü körlüğü' nedir? Zihin gözü körlüğü hakkında


Image copyrightThinkstock
Gözlerinizi kapatın ve bir kumsalda yürüdüğünüzü, Güneş'in doğuşuna doğru ilerlediğinizi düşünün. Aklınıza gelen görüntü ne

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Tarihte yaşamış en eski insan ismi kimin?

Sence en eski isim kime ait?
   

O kişi olduğunu iddia ediyorlardı geride bıraktıkları izlerde. Mağara duvarları aracılığı ile günümüze ulaştırdılar kendilerini. Belki ibadetlerinin bir parçasıydı, belki de öylesine bıraktıkları bir duvar yazısıydı, bilmiyoruz.

Sana tam 30.000 yıl evvelinden bahsediyoruz. Yani insanoğlunun yazıyı henüz bulmadığı zamanlardan. Dolayısı ile o zamanın insanlarının isimlerini yazabilecekleri şimdiki gibi araçları

24 Ocak 2014 Cuma

Sanatın İşlevi..

 Söz, insanların düşünce ve deneyimlerini birbirlerine aktarmaya yarar; böylece o insanları bir araya getirmenin, birleştirmenin aracı işlevini görür; sanatın işlevi de tıpkı bunun gibidir. Sanatın insanlar arasında kurduğu ilişkinin sözün kurduğu ilişkiden farkı, sözün insanların birbirine düşüncelerini, sanatın ise duyguları aktarmanın aracı olmasıdır.


Sanat, bir başkasının yansıttığı duyguları görerek ya da duyarak algılayan birinin, bu duyguların aynısını yaşaması temeline dayanan bir etkinliktir.

Lev Nikolayeviç Tolstoy, Sanat Nedir?

Yaşam ve İnsan için herşey Genel Kültür, Bilgi Bankası

8 Kasım 2013 Cuma

Hayat nedir?

 Bir profesör konferans vermek üzere salona girer ve dinleyicilere "Hayat nedir? " diye sorar.

Böyle bir soru beklemeyen dinleyicilerin
kısa sessizliğinden sonra sözlerine devam eder:

"Bir insan ortalama 70 yıl yaşar.

5 Ekim 2013 Cumartesi

Dünyanın en büyük limanları hangileridir?

 Dünyanın en büyük limanları hangileridir?
Dünyanın en büyük limanı olduğunu iddia eden birden fazla liman mevcut, çünkü liman başarımı ve trafiğini ölçmede standartlaştırılmış birr yöntem yok. Geçtiğimiz on yıl içerisinde Rotterdam limanı

1 Ocak 2012 Pazar

Uyku Nedir - Uyku Hakında Bilgi

Uyku Nedir?


Uykunun sebebi veya fonksiyonu bilinmemektedir. Chicago üniversitesi uyku araştırmalarından Allan Rechtschaffen uykunun hiç bir fonksiyonu olmadığını tespit etmiştir. Adale yorgunluklarının azalmasına rağmen vücudun dinlenmesi için uykuya ihtiyacı olmadığını söylemiştir. Çünkü vücudumuzdaki hücrelerin kendi kendilerini tamir etme yeteneği vardır.
Araştırmacıların tespitlerine göre bu esnada faaliyetten uzak olmasına, ya dinlenme veya uyku durumunda bulunmasına da gerek yoktur. Uyku sırasında alınan EEG kayıtları üzerinde yapılan incelemelerde beyinde faaliyetsizlik görülmemiştir.
İngiltere Milli Fizik Laboratuarı Kompütör ilimleri bölümünde psikolog araştırmacı Dr. Evans'a göre uykunun tek maksadı rüya görmemize Müsaade etmesi, zemin hazırlamasıdır. Stanford Tıp Merkezi Uyku Kliniği doktoru Dr.William Dument'in görüşüne göre ise; rüya görmek son derece önemlidir. Rüyalar fiziki dengenin oluşmasını sağlanmaktadır.
Temple Üniversitesinden Koruyucu ilaç profesörü Dr.Fred.Rofers uykunun aktif hayattan tamamıyla uzaklaşmak olmadığını, bilakis yavaşlayan kalp de dahil olmak üzere uzuvlarımızın değişik bir tip yaşayış durumuna girdiğine inanmaktadır.
Fakat yinede aklımıza şu sorunun gelmemesi mümkün değil. Uyku geceye ait bir alışkanlık olabilir mi?
Uyku araştırmacılarının babası olarak bilinen Nathaniel Klietman uyku haline geçebilmek için bir faaliyet sisteminde kritik bir seviyenin altında şiddetli bir durum olması gerektiği inancındadır. Bütün kainata ölçülü bir hareket,yani ritim hakimdir. Med-Cezir, güneş ve ayın doğup batmaları, mevsimler, dünyanın ekseni etrafında dönmesi ve daha pek çok düzenli ve maksatlı hareketler hep bu ritmi bize gösterirler.

Dr.Franz Halberg normal durumda ve 24 saatlik bir periyotta meydana gelen değişmeler için "circation" kelimesini kullanmıştır. Vücut dengesi zamana bağlı ritim değişmeleriyle sağlanır.
Azalarımızın ritminin en kifayetsiz olduğu anlarda uyku bastırır. Gecenin ilk uyku dönemine hızlı olamayan göz hareketi manasına gelen "NREM-non Raped Eye Movement" denilmektedir. Vücudun dinlendiği en sakin uykudur bu. Nefesimiz düzgün ve sakindir. EEG kayıtları ve beyin faaliyetleri düzgün ve imtiyazlıdır. Horlamada bu uyku döneminde vuku bulur.
Hızlı göz hareketi denilen (REM Ropel Eye Movement) faal uyku halidir. Vücut hareketsiz olmakla beraber yüzde ve parmak uçlarında düzensiz hareketler vardır. Horlama kesilir. Nefes düzensiz haldedir. Yani hızlı ve yavaş arasında ritim değişikliği görülür. Bazılarının kanaatlerine göre REM uyku hali değil bir çeşit sara nöbetidir.
Gece uykumuzun 1.5 ile 2 saati REM uykusudur. NRAM ve Rem dereleri 70 ile 110 dakika arasında değişir.Ortalama 90 dakika olarak kabul edilmektedir.
Ruhi depresyon geçirenler REM uykusu olmadığı sürece kendilerini daha rahat hissederler. Rüya görme hadisesi ekseriye REM döneminde olmaktadır.Pek çok kişi yatıştırıcı ve uyku verici ilaçları almalarına rağmen REM döneminde faal uyku halinden kurtulamazlar. Halbuki alınan ilaçlarda Rem'i tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması aranmaktadır.
Alternatif tıp, şifalı bitkiler, Yoga, Meditasyon, Reiki, Feng Shui Metafizik / Parapsikoloji Mistisizm, Spiritüalizm, Okultizm ... Astroloji Burçlar,fallar,tarot,Rüya Analizi

21 Temmuz 2011 Perşembe

Üzüm - Üzümdeki Besin Değerleri Nedir

Üzüm içerisinde oldukça farklı besin değerleri bulunmaktadır. İlk olarak bir kap üzüm yaklaşık olarak 100 kalori, 1 gram protein, 1,4 gram lif ve bazı ek vitamin ve mineraller içerir. Üzümün içerisinde C ve B vitaminleri, potasyum, fosfor, magnezyum, selenyum, manganez, bakır ve çinko bulunur.

Lif: Lif sindirim sağlığı için faydalıdır. Bağırsak hareketlerini düzenleyen lif kabızlık gibi sindirim sorunlarına iyi gelir. Diyetinize lifleri dahil etmek oldukça önemlidir.
C vitamini: C vitamini bağışıklık sistemini geliştirir. C vitamini aynı zamanda ciltte kolojen üretimine yardımcı olur.
B vitamini: B vitamini üzümde B1 ve B6 şeklinde bulunur. B vitaminleri metabolik süreçte önemli yer alır ve karbonhidrat, protein ve yağların enerjiye çevrilmesine yardımcı olur.
Potasyum: Potasyum kalp sağlığı için önemlidir.
Fosfor: Fosfor kalsiyumla birlikte kemik ve diş gelişimi için gereklidir.
Magnezyum: Magnezyum kas ve sinir fonksiyonlarının normal bir şekilde sürdürülmesi için gereklidir ve sağlıklı bir bağışıklık sistemine yardımcı olur.
Selenyum: Selenyum vücutta antioksidan enzimlerine çevrilir.
Manganez: Manganez vücuttaki enzimleri harekete geçirir.
Bakır: Bakır saç sağlığı ve rengi için faydalıdır. Bununla birlikte bakır bazı hormonları için de oldukça faydalıdır.
Çinko: Hücresel metabolizma açısından önemlidir ve bağışıklık sisteminin fonksiyonları açısından oldukça faydalıdır.
Alternatif tıp, şifalı bitkiler, Yoga, Meditasyon, Reiki, Feng Shui

Bitkisel Yastık Nedir, Nasıl Hazırlanır

Bitkisel yastık bir takım şifalı otlarla içi doldurulmuş yastıktır ve alternatif tıbbın muhteşem bir buluşudur. Uyku sorunu çekenlere ve baş ağrısı çekenlere bire birdir. Bebeklerin altına ya da başına koymak için de uygundur. 2 parça aynı boyuttaki kumaşı birbirine dikin. 3. tarafınıda iliştirip dikin. Bir tarafı açık bırakın buradan yastık içini doldurmaya başlayın. Bir kase içine sakinleştirici otları ekleyin. Otlar farklı şekillerde ve karışımlarda farklı etkiler gösterir.
img724
Dinlendirici otlar: Papatya, şerbetçiotu, lavanta yaprakları, limon mine çiçeği, nane, gül.
Ağlayan bebekler için: Lavanta, pelin, yaban sümbülü gibi otlar çok iyi gelir.
Rüyaları dinlendirici ve iyi gelen otlar: lavanta, biberiye, mercanköşktür.
Baş ağrılarını dindiren otlar: Papatya, lavanta ve biberiyedir.

Romantik bir gece ve uyku için ise, tatlı mercanköşk, lavanta, limon otu ve gül yaprakları kullanılır.
Bu yastığı dilediğiniz ot karışımlarıyla doldurun. Kullanmadan önce yastığı en az 1 gün kapalı hava geçirmez bir yerde tutun. Bu, kokusunu ve otların etkisini güçlendirmek için yapılmalıdır. Tedavi edici özelliklerini artırmaya yarar. Yatmadan önce ya da kestirmeden önce, yastık kılıfınızın içine bu yastığı yereştirin ve başınızın altına alın hatta bir tane daha yapıp yanınızda tutun. Amber ve misk ile otları sabitleştirin. Yumuşak olması için pamuk topları da doldurabilirsiniz.

Alternatif tıp, şifalı bitkiler, Yoga, Meditasyon, Reiki, Feng Shui

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Kimyasal Evrim Nedir

Kimyasal Evrim

Özetle belirtmek gerekirse, yerkürenin oluşumunu izleyen dönemlerle bugünkü atmosfer bileşimi farklıdır. Örneğin eski sediman kayaçlarında, okside olmuş demir ve uranyum minerallerine rastlanmazdı. Bu ise başlangıç dönemlerinde atmosferde oksijenin serbest halde bulunmadığının kanıtıdır. Yerkürenin ilk oluşum dönemini andıran başka gezegenlerin atmosferleri karşılatırılarak, yerkürenin ilk atmosferi ile ilgili bilgiler elde edilebilir. O zamanki atmosfer esas itibariyle N, C02 ve su buharı içermekte idi. Bunlara, amonyak, metan, H2S ve hatta serbest haldeki H2'i de ekleyebiliriz. O dönemdeki atmosferin, indirgeyici bir yapıda olduğunu rahatça söylemek olasıdır. İlk okyanuslarda fosfat, silikat ve metal iyonları çözünmüş halde bulunmakta idi. Bu maddeler arasında olacak kimyasal tepkimeler için yüksek enerji gerekiyordu. Bu da şimşek çakarken oluşan elektriki boşalım, volkanların neden olduğu jeotermal ısı ve radyoaktivite kanalıyla sağlanmıştır. Yine o dönemlerde atmosferin ozon tabakası taşımaması nedeniyle, güneşten gelen ultraviyole ışınlar yerküre için önemli bir enerji kaynağı oluşturuyordu.

Bu koşullar altında anorganik maddelerden, basit yapılı organik bileşikler oluşmaktaydı. Hatta canlıların önemli yapıtaşlarının da bu yolla meydana geldiği ortaya kondu.

Bu hususta önce MİLLER adlı bir"öğrencinin 1953 yılında yaptığı çalışmalar, daha sonra da diğer araştırıcıların gözlem ve deneyleri ışık tutucu oldu. MİLLER içinde su bulunan kabı ısınan yerküre kabuğu ile eşdeğer tuttu. Bu kab iki elektrod taşıyan bir cam küre ile ilişkidedir. Bunlar arasında bir jeneratör, yıldırımı andıran deşarjlar oluşturuyor. Yükselen gazın soğutulması ve alçalanın soğutulması için bir ara boru gaz dönüşümünü, sanki rüzgar varmış gibi, sağlıyordu. Ayrıca kabın iç kısmı metan ve amonyak karışımı ile ilkin atmosfere benzetmek için de ilaveten ısıtılan sudan oluşan buharla doldurulmuştu. MİLLER CH4, CO, H2, NH3 ve su buharından elde ettiği gaz karışımını, 8 gün süreyle elektriki bir ışık çevrimine tabi tutarak, formik asit, formaldehid, süt asidi ve aminoasitlerini elde etti. O dönemde ortaya çıkan bu maddeleri kullanarak yıkabilecek canlılar henüz oluşmamıştı. Bu yüzden oluşan bu maddeler ilk okyanusta bulamaç gibi bir kıvamda idiler. Bu maddelerin oluşturduğu akıcı maddeye İLKİN ya da İLK ÇORBA veya BULAMAÇ adı verilir. Bu ilk çorbanın yoğunluğu, özellikle kıyı lagünlerinin oluştuğu yerlerde çok yüksekti. Bu maddeler yüksek sıcaklıklarda, bazı maddeler arasında tepkimelere yol açtı. Bunun sonucunda yoğun çözeltiler bu maddelerce emildi ve bazı bileşiklerin oluşumu sağlandı. Makromoleküllerin de bu kanalla meydana gelmiş olabileceği sanılmaktadır.
Bu tip sentez olayları deneysel olarak da gerçekleştirilebilir. Örneğin aminoasit karışımı lav kayaçları ile ısıtılırsa protein içerikli PROTEİNOİD denen bileşikler elde edilir. Isınmış proteinoid çözeltilerinin soğutulması ile 1-2 fim büyüklüğünde küre şekilli oluşumlar elde edilmiştir. Bunlara da MİKROSFER adı verilir. Bunların yarı geçirgen olan bir membranı vardır. Mikrosferler büyüyüp tomurcukla çoğalabilir

Sosyobiyoloji Nedir

Sosyobiyoloji Nedir

Paviyan maymunlarında türü erişkin bir birey, diğerlerini düşmana karşı uyarır ve böylece sürünün yaşamını devam ettirmesini sağlar. Grubun hayatta kalmasını mümkün kılan bu davranışın bir seleksiyon avantajı vardır. Grubu düşmana karşı ikaz eden bireyin bu davranış şeklini sağlayan genler, yeterli miktarda döle aktarılmıştır. Böylece gruba yarayan bu davranış şekli sürdürülür. Bunun için gerekli olan koşulları, populasyo-nun biyolojik davranışı yardımı ile açıklayabiliriz. Çocukların genleri ebeveyn genlerinin yarısı kadarı ile müşterektir. Çocuklarına karşı kendisinin yararlanamadığı bir davranış, ana babadan herhangi birinin ölümüne neden oluyorsa ve buna bağlı olarak, populasyon-da ortalama ikiden fazla çocuk hayatta kalıyorsa, kendi yararına olmayan nedenden ötürü ana veya babanın ölmesi seleksiyon için bir avantajdır. Kuzenlerde genlerin 1/4'U müşterektir. Bu durumda ortalama olarak dört kuzenden daha fazlası yaşamalıdır ki, bir seleksiyon avantajı görülebilsin. Akrabalığa yararlı ve populasyon biyolojisi kurallarına uyan her davranış, evrimde sırf kendi yararına olan davranışa karşı koyabilir. Bu hususta en detaylı incelenen hayvan grubu sosyal arılardır. Bunlarda erkekler hoploid, dişiler (kraliçe ve dişi işçi arılar) diploiddir. Bir çiftin dişi dölleri, ortalama olarak genlerin 3/4'ü kadarına müştereken sahiptir. Bu nedenle davranışın seleksiyon avantajı vardır ve dişi kendisi döl üreteceği yerde kendi annesini destekler ve böylece çok sayıda kardeş oluşmasana katkıda bulunur. Eğer dişi bireyin kendisi yavru elde etseydi, çocuklarının genleri ancak kendisininki ile yarı yarıya müşterek olurdu.

Canlı grubuna hizmete yönelik bir davranış biçimi tamamen doğuştan itibaren olmaz. Buna sonradan öğrenilen davranışı da katabliriz. Grubun hizmetine yönelik davranış şekillerinin incelenmesi, onun biyolojik işlevi ve evrimsel nedeni SOSYO-BİYOLOJİ'nin konusudur.

Gen Bileşiminin Uyumu(=Harmonisi)

Fenotipin birçok özelliği çok sayıda gen ile belirlenir. Bu yüzden genlerin harmonik (=uyumlu) olarak birlikte çalışması gerekir. Her gen, uygun zamanda ve doğru miktarda oluşturulmalıdır. Zira seleksiyon fenotipde başlar ve birbirine uyan gen grupları müştereken korunur. Burada gen müşterekliğinden, yani GENETİK BİRLİKTELİK'ten söz edilir. Bir gen birlikteliği karışık yapılı ve amaca uyan organların oluşumu için önem*lidir. Örnek olarak gözün evrimini verebiliriz. En ilkel hayvan gruplarındaki düz gözden, çanak, çukur ve mercek göze gelişim olur. Gözün özelliğini belirleyen genler, hangi kro*mozomlarda bulunurlarsa bulunsunlar, genetik birliktelik nedeni ile bir aradadır. Bu durum gözdeki optik merkezin işlev ve yapısına, beyinde katılan genler için de geçerlidir.

Zürafanın boyun omuru sayısının 7 olmasının nedeni de genetik birikimdir. Normal olarak zürafanın boyun omur sayısının fazla olması, onun lehine bir durum arz eder. Halbuki omur sayısı 7'de kalmıştır. Bu durum omur sayısından sorumlu genlerin değişmesinden kaynaklanır. Genetik aşınma nedeniyle evrim içinde birçok tür ortadan kalkmıştır. Bunlar, çevrenin yeni gereksinimlerini karşılamayarak yok olmuşlardır.

19 Mayıs 2011 Perşembe

Zenciler - Zenci Nedir

Zenci, antropolojide insanların ayrıldığı ırklardan biri. Genel olarak zenci sözcüğü yalnızca bir ırkı değil, derileri kara olan tüm insanları kapsar. Zenci sözcüğü yerine siyah ya da siyahî sözcükleri de kullanılır. Batılı devletlerde yaygın olarak kullanılan Afro (Afrikalı) ve Karayipli sözcükleri de zaman zaman Türkçe'de kullanılır.

30 Nisan 2011 Cumartesi

İnisiyasyon (Süluk) - İnisiyasyon Nedir - İnisiyasyon Hakkında

İnisiyasyon (Süluk) kimi ansiklopedilerde bireyin spiritüel gelişimi için, ‘spiritüel tesir’i alıp aktarabilen bir üstadın sert ve sürekli kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınavlara dayalı tarzda, metodlu olarak eğitimi şeklinde tanımlanmaktadır. İnisiyasyon sözcüğünün kökeni, Latince’de “bir yere girme, iştirak etme, kabul edilme, başlama” anlamındaki “initium” sözcüğüdür. Osmanlı tarikat geleneğinde bulunan “süluk” kelimesi de, “iplik, sıra, dizi, yol, meslek, tutulan yol” anlamlarındaki Arapça “silk” sözcüğünden gelmektedir. Bir inisiyasyonda üstad (inisiyatör, mürşid) tektir, öğrenci (inisiye adayı, mürit) ancak inisiyasyonu tamamladığı zaman inisiye olur. İnisiyasyonu tamamlamamış olanlara inisiye denmez.





Aday seçimi
Tüm eski inisiyasyonlarda gizliliğe ve aday seçimine dikkat edilmiştir. İnisiyatik bir organizasyona her önüne gelen giremezdi, böyle bir organizasyon talip olan adayları kendi kriterlerine göre bir elemeden geçirirdi. Adayda geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral (manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılırdı. Adayda aranan gereken koşullar, gereken kapasite yeterli görüldüğünde aday birtakım sınavlardan geçirilirdi. Bu sınavlar her inisiyasyonda farklı olmuştur. Hakkında az çok bilgi sahibi olunan inisiyasyonlar arasında, eski Mısır, Moğolistan, Şamanizm, Maya, Mitraizm, Eleusis, Orfe ve Pisagor inisiyasyonları sayılabilir. Eski Mısır’daki gibi sert inisiyasyonlarda bazı sınavların ölümle sonuç verdiği anlatılmaktadır.

Eğitim
İnisiyasyonlarda üstad, bilgileri modern eğitimdeki gibi öğretmezdi. Yani bilgilerin hafızaya depolanması tarzında bir eğitim vermezdi. Yalnızca yolu ve yöntemleri gösterirdi. Öğrenci kurtuluş ya da aydınlanma denilen hedefe kendi iç çalışmasıyla erişmek zorundaydı. Nadiren de olsa, inisiyasyonu tamamlamadan ayrılmış olanların var olduğu belirtilmektedir. Bir inisiyatör, öğrencisinin kalbinden ve aklından geçenleri bilebilir ve hatta onun rüyalarını denetleyebilirdi. Bu yetenekten M.T.İ.A.D. eski başkanı Ergün Arıkdal psikoskopi adıyla söz eder. Asya’nın şamanist inisiyasyonlarında da üstadların öğrencisini öte-aleme götürüp geri getirdiği hakkında sayısız bilgi vardır. Mircea Eliade kitaplarıyla bu bilgilerin bir kısmını aktarmıştır. Benzer yetenekler Tibet’in eski Bon dininin şamanlarında da görülür.

İlk aşama ve ikinci doğuş
İlk eleme sınavlarını başarıyla atlatan öğrenciyi üç temel aşamanın ya da yedi tali aşamanın sözkonusu olduğu bir eğitim beklerdi. Bu üç temel aşamanın içerdiği ilahi hakikat bilgileri “sırlar” anlamına gelen misterler sözcüğüyle ifade edilir. Bunlar küçük misterler, büyük misterler ve hakiki misterler olarak bilinir. Kimileri küçük sırları çıraklık sırları, büyük sırları kalfalık sırları, hakiki (hakikata ait) sırları da ustalık sırları olarak adlandırır. Evrensel yasalar ile imajinasyon denetlemesi, nefs denetlemesi ve psişik yetenekler hakkındaki teorik bilgilerin verildiği birinci aşamanın sonlarina dogru aday ogrendikleri konusunda cesitli sinavlardan gecirilirdi. Bu sinavlardan basariyla gecen aday,sonunda “cehenneme iniş”,”yeraltına iniş” ya da “ölüm deneyimi” adı verilen, derin bir trans halinde geçmişiyle yüz yüze kaldığı bir gece geçirirdi. Bu tüm gerçek inisiyasyonlarda uygulanan bir deneyimdir. “İnisiyatik ölüm” de denilen bu deneyim sırasında trans halindeki aday, kimilerinin spatyum, kimilerinin esîrî, kimilerinin astral, kimilerinin gayb alemi dediği öte-alemde, görünmeyen alemde geçmişten getirmiş olduğu menfi birikimlerden vicdanî hesaplaşmayla kurtulmak zorundadır. Bu çok sarsıcı deneyimi sırasında, psişik yetenekleri çok güçlü olan üstadı onu yalnız bırakmaz, öte-alemdeki bu hesaplaşması sırasında kimilerinin astral seyahat, kimilerinin şuur projeksiyonu dediği yolla yanında olur. Platon ve Orfe, “vicdani hesaplaşma” da denilen bu deneyimin ilk etabını, zaten her insanın öldükten sonra yaşayacağı bir “kendi kendini yargılama” ve kefaretini ödeme olarak betimler. Deneyim sonunda aday, menfiliklerinden arınarak, yeryüzünde doğmadan önceki “saf şuur hali”ni elde etmiş bulunmaktadır. Kendisi ölüm-ötesi alemde yaşadıklarından sonra öyle büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmiştir ki, bir çocuk kadar, yeni doğmuş bir bebek kadar saflaşmış durumdadır. Aslında inisiyatik dilde “birinci doğuş” denilen bu deneyime, sonradan, egzoterik kesimce, anneden doğuş ilk doğuş olarak kabul edildiğinden, ikinci doğuş adı verilmiştir.

İkinci ve üçüncü aşama
kinci aşama inisiye adayının teorik olarak öğrendiklerini uygulama aşamasıdır. Adayın yüksek şuur hallerini, görünmez alemi ve birtakım realiteleri bizzat deneyimleyerek tanımasıyla edindiği bilgilerdir. Psişik yeteneklerin de geliştirildiği bir aşamadır. Tarihteki büyük majisyenlerin hepsi inisiyelerin içinden çıkmıştır. Fakat nefislerini denetleyebildikleri için bu güçlerini çıkarları için kullanmamışlardır.

Aslında inisiyatik dildeki ikinci doğuş bu aşamanın sonunda sözkonusu olurdu. Üçüncü aşama ise adayın spiritüel tesiri manevi alemden kendi başına, yani üstadı olmaksızın çekip aktarmayı başarmasıyla, daha doğrusu bu aktarıcılık halinin süreklilik kazanmasıyla tamamlanırdı. Bunun en belirgin belirtisi sezgi yoluyla (ilham, vahiy tarzında) bilgiler ifade etmesiydi. Artık karanlıkta yolunu görebilmesi için üstadının ışığına ihtiyacı yoktu kendi yolunu kendisi aydınlatabilir, hatta karanlıktaki diğerlerine de ışık tutabilirdi. Kendisine üç kez doğuş yaşatmış inisiyatörü elbette onun için “baba”ydı, o da “oğul”du. Bu yüzden inisiyelerden söz eden pek çok tradisyonda inisiyeler “oğullar” sözcüğüyle nitelendirilir. Ustasından manevi diplomasını alan inisiye isterse başka bir yerde kendi inisiyasyonunu kurabilirdi. Buna Anadolu’da el almak denir. İnisiye olmuş kişinin kendisi de başkalarını inisiye ettiği takdirde bir zincir meydana getirilmiş olur ki, bu zincire hermetik zincir, inisiyatik zincir, guru-parampara gibi çeşitli adlar verilmiştir.

İnisiyatik ünvanlar
Antik Yunan'daki inisiyasyonlarda kutsal misterleri açıklama fonksiyonunu belirtmek üzere, üstada verilen unvanlardan biri hiyerofanttır. Bu unvan “kutsal” anlamındaki “hiereos” sözcüğü ile “göstermek” anlamındaki “phainein” sözcüklerinden türetilmiş olup, “kutsalı gösteren” anlamına gelmektedir. Mistagog ise üstada verilen bir başka unvan olup, ilk aşamayı tamamlayan adayları sevk etme fonksiyonunu belirtir. “İnisiye edilen kişi” anlamına gelen “mystes” sözcüğü ile “sevk eden” anlamına gelen “agogos” sözcüklerinden türetilmiştir. Mist (mystes) sözcüğü kimilerine göre Grek tradisyonuna eski Mısır’dan geçmiş olup, ilk aşamayı tamamlayanlar için kullanılırdı. Fakat antik Yunan'da, ilk aşamayı tamamlayanlar için, “yeni yetişen bitki” anlamındaki neofit sözcüğü tercih edilmiştir.

Büyük inisiyeler
René Guénon gibi kimi yazarlar, İsa Peygamber ve Sakyamuni Buda’nın da aslında birer inisiye olduklarını ve onların üstad oldukları organizasyondan egzoterik kesime (avamı beşere) sızan bilgilerin sonradan birer din haline dönüşmüş olduklarından söz ederler. Batı kaynaklarında bilinen büyük inisiyeler arasında geçen belli başlı isimler Hermes Trismegistus, Sakyamuni Buda, Musa Peygamber, Pisagor, Platon, Orfe ve İsa Peygamber olarak belirtilir. Kuşkusuz bu isimlere Sufilik’ten, İslam ezoterizminden (Batınilik) birçok ismi eklemek gerekir. Bu liste aslında daha uzun olmalıdır. Çünkü inisiyasyonlarda gizlenme temel bir ilke olduğundan pek çok inisiyasyon ardında fazla kimlik bilgisi bırakmadan yok olmuştur.

İslami ezoterizmde inisiyasyon
İnisiyasyon denilen eğitim, Batınilikte, genel olarak “tedris, irşat” olarak ifade edilmekle birlikte, Tasavvufçular ve İslam İlahiyatçıları inisiyasyon sözcüğünün özel anlamdaki karşılığının tasavvuf olduğunu düşünürler. Bir inisiyasyonda tek olan üstad inisiyatör adı ile ifade edilir. İnisiye adı sözcük anlamıyla başlamış, kabul edilmiş anlamına gelmekteyse de terim günümüzde, inisiyasyonu tamamlayanları ifade etmek üzere kullanılan bir terim haline gelmiştir. Batınilikte üstad için mürşit, öğrencileri için mürit terimi kullanılır.
İnisiyasyon, tradisyonel ezoterik bilgilerin belli şartları taşıyanlar arasından seçilenlere uygulanan bazı deneysel sınavlar sonucunda başarılı olanlara aktarımı olarak da ifade edilebilmekle birlikte, inisiyasyon bilgi aktarımından ibaret değildir; hedef öğrencinin iç çalışmasıyla kendini geliştirerek, “kurtuluş” denilen hale ulaştırması ve spiritüel tesiri kendi başına aktarabilecek olgunluğa ulaşmasıdır.
Bu tür seçimler inisiyatörün sahip olduğu manevi nitelikleri taşıyanlar arasında yapılır; bu manevi nitelikler, kişinin irfanı kabul edip edemeyeceğini belli eden vasıflardır. Bu niteliklere sahip kişi manevi tekamül yoluna girmek üzere kendisi bizzat inisiyasyon merkezine gidebileceği gibi, bazen inisiyatör bu tür kişileri uzaktan takip edebilir ve belli bir noktadan sonra eğitim için yanına alabileceği gibi uzaktan da eğitebilir. Mevzu bahis vasıflara sahip kişiler belirli bazı yöntemlerle imtihan addedilen bir deneme sürecine sokulur; bunlar genelde manevi niteliklerin açığa çıkarılıp uygulanmasına dönük fiili sınavlardır.
Sınavlardan sonraki aşamada inisiyelere gizli sırlar öğretisi öğretilerek kişinin bilmek'le değil olmak'la sırları çözeceği gösterilir. Bununla birlikte inisiyasyon sürecinde devam eden eğitim üç ana başlık altında toplanır: Yaratıcı Mutlak Güç, İnsan ve Sırları, Kozmoloji.

Ezoterik bilgi ile egzoterik bilginin kıyaslanması
İnisiyatik bilgi, onun dışında kalan profan ya da egzoterik bilgiden tamamen farklı bir yapıda ve haldedir. Profan bilginin fiilen yaşama dahil edilmesi zor veya dolaylıdır. Oysa inisiyatik bilgi yaşamla daima iç içe olan belli bir tahakkuk süreci gerektiren bir bilgi türüdür. Zaten profan bilginin algı merkezi bilinçteki rasyonel akıl diyebileceğimiz dünyevi zeka ve kavrayışken inisiyatik bilgi kişinin hakikati idrak kabiliyeti olan müdrike, intelect'tir. Zaten entelektüel kelimesinin gerçek anlamı da bu irfanı kavramış yetkin kişilere işaret eder. İntelect rasyonelite gibi zekaya dayalı olarak değil bizzat idrake dayalı olarak hakikati sezer ve sonrasında açıkça görür. İnisiyasyonun temel konusu olan Yaratıcı Mutlak Güç insanı kendi kemali üzre var ettiği için inisiye eğitim sürecinde esasen öğrenmeye değil zaten kendi gerçekliğinde mevcut olanı hatırlamaya çalışır ve insanın bu yönüyle Kainat'ı incelemesi dahi aslında kendindeki bilgiye ulaşma çabasıdır. Bunun içinde tüm gayretini kendini tanımaya vererek kıyaslamalı olarak Kozmolojide gördüğü manaların kendindeki sembollerini bir bir açığa çıkararak kendini gerçekleştirir.

Gizlilik ilkesi
İnisiyatik bilginin avama anlatılamayacak sır nitelikli yapısı nedeniyle bu eğitimi aktaran merkezler tarih boyunca gizlilik ilkesiyle saklanmışlardır. Aksi taktirde aktarılan irfanın, dinin ezoterik yani içrek-batıni yönünü taşıması nedeniyle yanlış anlamalara ve inanç sapkınlıklarına yolaçacağı biliniyordu. Bu nedenle inisiyatik merkezler;
1.İnisiyelerin gizli seçimlerine dayalı bir yapısal genişlemeye sahip,
2.İnisiyatik öğrenimi tamamlamış inisiyelerin başkalarını yetiştirmek üzere oluşturulan hiyerarşik yapısı sayesinde öğretisi silsile ile aktarılan,
3.Öğretinin aktarımında hem kozmolojik varoluşla yapılacak olan kıyaslamalarda kolaylık sağlamaya hem de yine gizliliği devam ettirme de rol oynaması bakımından sembolizmin ağırlıklı olarak kullanıldığı toplumdan uzak merkezlerdir.

29 Nisan 2011 Cuma

Lightarian Reiki Nedir?



LIGHTARIAN REİKİ

Yuksek Katlardaki Master Buda’nın ruhunun ilham vermesi ve öğretisi ile ortaya çıkan Lightarian Reiki şu anda mevcut enerji sistemleri içindeki en güçlü ve etkili şifa verici tekniklerden biridir.

Lightarian Reiki, Lightarian Enstitüsünün kurucusu Jeannine Marie Jelm’in, Yüksek Katlardaki Master Buda’nın ruhuna kanal olması suretiyle, 1997 de ortaya çıkmıştır. Jeannine’ninBuda’ya kanallık ettiği sırada söylediğine gore Reiki’nin, enerji titreşiminin büyüklük ve şiddetine göre 8 değişik enerji bandı mevcuttur ve Lightarian bunlardan 3 ile 8 inci sırada olan, 6 bandı içinde barındırır.

Birinci Band Usui sistem enerji çalışmalarını içerir. Usui sistemde enerji kullanımına uyumlanmış kişiler kendi titreşimlerini arttırmaya ve ruhen gelişmeye calışırlar.

İkinci Banddaki enerji ile çalışan kişiler Karuna temelli Reiki ve Lightarian Buddhic Boost gibi enerjileri kullanırlar.

Üçüncü ile Sekizinci bant arasındaki enerji çalışmaları ise Lightarian Reiki çalışmalarını içerir. Enerji calışmalarını geliştirmek için kişi mutlaka Usui temelli Reiki Master Seviyesinden başlamalıdır. Bedeni yavaş yavaş bu enerjiye alışınca, 2. band olan Lightarian Buddhic Boost veya Karuna Reiki ile devam edip, kendini daha kuvvetli enerji titreşimlerine hazırlamalıdır. Bundan sonra kişi artık çok kuvvetli titreşimlere sahip Lightarian Reiki’ye başlangıç yapabilir. Master Buda tarafından öğretilen bu çok kuvvetli 6 enerji bandına kişi yavaş yavaş , belli zaman aralıkları ile uyumlanır. Usui Temelli master seviyesi denince Usui Reiki Master, Shamballa Reiki Master veya Seichim Reiki Master gibi seviyeler akla gelmelidir.

Lightarian Reiki’nin bu 6 enerji bandında hiçbir sembol öğretilmemiş ancak uyumlama sırasında öğretmen ve öğrencinin zihnini tamamen boşaltıp, temiz tutması istenmiştir. Eğitim verilirken 4 seviyede verilir:

1. Seviye: Lightarian Reiki 1&2
2. Seviye: Lightarian Reiki 3
3. Seviye: Lightarian Reiki 4
4. Seviye: Lightarian Reiki 5&6

1 Seviye eğitimde, Lightarian Reiki’nin temel prensipleri öğretilir, Master Buda’nın ruhu öğretmene ilk uyumlama için yol gösterir ve öğrenci ilk Ligharian Reiki uyumlamasını alır. Daha sonraki 3 seviye için öğrencinin vücudu enerjiye alıştırılır.

2. Seviye eğitimde, Gaia yani Ana Dünya enerjisi ile öğrenci arasında bağ kurulur.

3. Seviye eğitimde Yaratıcı’dan çok yüksek titreşimli, kuvvetli enerjileri bu uyumlama için göndermesi istenir.

4.Seviye eğitimde Master Sananda’nın ruhu ile ilişki kurulur, ayrıca Ana Dünya ve Yaratıcı’dan, Master Buda’nın ruhundan tekrar yardım istenir ve öğrenciye şifa çalışmalarında yardımcı Kutsal Şifa Grubu oluşturulur.

Her bir seviye uyumlama için 30 ar gün aralıklarla beklemek gerekmektedir.

Samsara Nedir?

SAMSARA

Evrensel Karma yasasıyla bağlantılı olan bir olgu da Samsara gerçeğidir. Samsara kelimesi evrende devamlı olarak gerçekleşen yeniden 'doğum, yaşam ve ölüm döngüsü' anlamına gelmektedir. Samsara döngüsü Karma sayesinde gerçekleşmektedir. Karma yasası Samsara döngüsünü düzenlemektedir.

Samsara olarak adlandırılan 'ölümden sonra yeniden doğum döngüsü' doğum, yaşam ve ölümden oluşan sonsuz bir kısırdöngüdür. Bu döngüyü günlük hayatımızda da yaşarız. Her gün uyanırız ("doğum"), gün boyunca bilinçlilik halinde yaşarız ve gece uyuruz ("ölüm").

Her yedi senede bir beden hücreleri yenilenir ve yeni bir bedene sahibiz. Bu bakış açısından, her yedi senede bir yeniden doğuruz ve yedi yıl önceki insan değilizdir. Geçen her gün, her yedi yılla bireyin deneyimleri farklılaşır ve farklı bir insana dönüşür.

Birey deneyimlerini hazmedip içselleştirerek değişmektedir. Bedende tek değişmeyen şey ruh'tur. Her yedi sene bir yeni bir bedene sahibiz ama ruh değişmezdir. Ruh ve ruh'tan gelen bilinç bizde aynı insan olduğumuza ilişkin hisse yol açar. Bilinç ve hafıza yaşamlarımıza süreklilik kazandırır, ama her yedi sene geçince önceki insanın aynısı değiliz. İnsan farkına varmadan değişmektedir, bireyde aynı insan olduğu izlenimini uyandıran bilincin sürekliliğidir. Böylece her yedi yıldan bir yeni bir bedene sahibiz. Tıpkı bunun gibi, fiziksel bedenin ölümünden sonra yeni bir beden almaktayız.

Ölüm ve yeniden doğum yaptığımız eylemlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Rasyonel evrende rastlantıya yer yoktur. Bu yüzden doğal felaketlerin de karmik nedenleri vardır. Doğal felaketler toplumların yaptığı olumsuz eylemlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bir çiftçi tarlasını sürerek karıncaların yuvalarını dağıtmakta ve külle kaplı zengin bir toprak elde etmek için tarlasını yakarak küçük hayvanları da ateşe vermektedir. Bu eylemlerin sonucu olarak çiftçinin evi yanıp kül olursa, buna şaşırmamalıdır.

Karma yasası edimlerin ürettiği tepkilerin biriktirilmesine, insanın eylemlerden sorumlu tutulmasına ve telafi edilmesine olanak sağlamaktadır. Peki, bu yaşamda telafi edilmemiş eylemlere ne olacaktır? Bunun için de yeniden bedenlenme vardır. Ruhi varlık yaptıklarının karşılığını almak için yeniden maddi beden almaktadır. Bu da tekrardoğuş yasasıdır.

Karma ve Tekrardoğuş yasaları birlikte işlemekte ve insanı geçmişe, şimdiye ve geleceğe bağlamaktadır. Ruhi varlık dünyaya birçok defa gelmektedir. Doğum, yaşam, ölüm ve tekrardoğuşun sürekliliği evrensel Karma yasası ile yönetilmektedir. Birey önceki hayatında yaptıklarının sonucunu bu yaşamda almaktadır ve bu yaşamda yaptıklarının sonuclarıyla sonraki hayatında yüzleşecektir. Böylece Karma sebep-sonuç ilişkisinin ahlaki yasasıdır.

Tekrardoğuş yasası gezegenimizde bulunan dini kitaplarda da verilmiştir. Fakat çeşitli dini tarikatlar bu yasanın mevcut olmadığına karar vermiştir. Örneğin, birçok Hristiyan tarikatı M.S. 553 yılında tekrardoğuş kavramını yasakşamıştır. Bu, tarikat uyelerini kontrol etmek için yapılmıştır. Eğer tarikat üyesi tarikat liderinin dediklerini yapmazsa, ebediyen cehennemde yanacaktır. Böylece insanları korku içinde tutarak kontrol etmek için birçok Hristiyan tarikatı evrensel tekrardoğuş yasasını inkar ederek uydurma kavramlar ortaya sürmüştür. Gerçi tekrardoğuş yasasını kabul eden Hristiyanlar da vardır, çünkü İsa tekrardoğuş yasasını çok net bir şekilde açıklamıştır.

Bazı "tantra" tarikatları dünyanın bir okul olduğuna ve ruhun bu dünyaya gelmesinin nedeni de öğrenmek ve gelişmek olduğuna inanmaktadır. Bu tarikatlara göre, ruhun tam gelişmesi için ruh bu evrende yedi veya ondört kere tekrar doğmalıdır. Bu mantıksız inançlar gerçeklere dayanmayan spekülasyonlardan kaynaklanmaktadır.

Birincil olarak Evrensel Ruhtan tezahür eden bireysel ruhlar mükemmeldir ve tam bilgiye sahiptir. Mükemmel bilgiye sahip olan bireysel ruhların bu cahaletle dolu maddi evrende öğreneceği hiçbir şey yoktur. Tam tersi, maddi evrene inen bireysel ruhlar illüzyon enerjisiyle örtülmekte ve sahip oldukları bilgileri unutmaktadır. Tabi ki, cehalet içinde olan bireysel ruhlar bir şeyler öğrenmek zorundadır ama onların maddi evrene gelme nedeni eğitim değildir. Bireysel ruhlar Tanrıdan özgür olma isteğiyle buraya gelmekte ve bu isteği gerçekleştirmek için Tanrıyı unutmak zorunda kalmaktadırlar. İllüzyon enerjisi bireysel ruhu örtmekte, Tanrıyı unutturmakta ve ona özgür olduğu hissini vermektedir.

İkincil olarak bireysel ruh ebedidir ve istediği kadar maddi evrende kalabilir. Maddi evrende kalmak için de bireysel ruh tekrar tekrar bedenlenmelidir. Böylece bireysel ruhlar bu evrende yüzlerce, binlerce, milyonlarca bazen ise sonsuza kadar tekrar doğmaktadır. Bu, ruhun isteğine bağlıdır.

Son zamanlar, varoluşun amacının bireyin ruhsal tekamülü olduğuna dair yaygın bir yanlış anlama ortaya çıkmiştir. Bu, bilgi yetersizliğinden kaynaklanan bir spekülasyondur. Her şeyden önce, eğer varoluşun amacı ruhsal tekamül olsaydı, o zaman etrafımızda sayısız çökmüş ruhlar olmazdı. İkincisi, eğer maddi evren tekamül etme yeriyse, o zaman ruhi düzeyden gelen ruhlar mükemmel değil ve gelişmeye ihtiyaçları var. Bu pürüzlü sonuç iddianın ne kadar mantıksız olduğunu göstermektedir. Gerçek şudur ki, ruhi varlıklar maddi evrene Tanrı'dan bağımsız olarak yaşamak ve Tanrı gibi olmak için gelmektedir. Bu sonuç, "Acaba Tanrı olabilirmiyim?" merakından kaynaklanmaktadır.

Maddi evrene gelen ruhlar bu merakı gidermek için eylemlerde bulunmakta ve Karma ağına yakalanarak Samsara döngüsünde dolaşmaktadır. Bu döngüden kurtulmak isteyen ruhlar ruhsal tekamül araçlarına baş vurmakta ve ruhsal tekamül o zaman başlamaktadır. Böylece maddi evren ruhsal tekamül için değil, meraklı ruhların isteklerini karşılamak için tezahür etmiştir.

Geçmiş hayatlardaki eylemler bireyin şimdiki kişiliğini oluşturmaktadır. Sebep-sonuç yasası olan Karma sürekli bir fenomen olan benliği yönetmektedir. Karma, hem kişiliğin genel özelliklerine, hem de pozitif veya negatif şartlara neden olmaktadır. Karma yasası anlaşıldığında, "masum" bir çocuğun neden feci bir kazada öldüğü ya da büyüyünce nasıl bir canavara dönüştüğü açıklanabilir. Bu yasa, iyi bir insanın niçin hep acı çektiğini ya da kötü bir kişinin neden başarılı olduğunu açıklamaktadır.

Karma hayatın her yönünü kontrol etse de, insan Yoga sayesinde kendi Karma'sını değiştirebilir, Karma'nın gidişatına müdahile edebilir, karmik tepkilerin tezahür etme şeklini etkileyebilir ve onlardan kurtulabilir.

Piyasada bulunan bir "karma" kitabında, "dünyada doğmamızın sebebinin çeşitli karmaların çözülmesi üzerine çalışmak olduğu" yazılmaktadır. Bu tür mantıksız iddia bilgi yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Aslında, bu dünyada doğmamızın nedeni önceki hayatlarda yaptıklarımızdır. Önceki hayatlarda ektiklerimizi biçmek için bu dünyada doğuyoruz. İnsan karmik etkilerden örülmüş bir ağ içinde doğmaktadır.

Ruhi varlığın Karma'sı ve tekrardoğuşu çok boyutlu bir gerçeklik yapısı içinde işler. İnsan aynı anda varoluşun üç boyutunda hareket etmektedir:
1. Fiziksel Boyut
2. Astral Boyut
3. Nedensel Boyut

Bir insan olarak içinde var olduğumuz üç boyut, çok daha büyük bir gerçeğin parçasıdır.

Zamanın akışıyla ruhi varlık "doğum" ve "ölüm" denilen bir süreç aracılığıyla bu üç boyutta bedenlenmektedir. Bu dünyada bir insan olarak hareket eden ruh üç boyuta denk gelen üç bedene sahiptir:
1. Fiziksel Beden
2. Astral Beden
3. Nedensel Beden

Astral boyut sıradan bir insanın algılamadığı bir düzeydir. Fiziksel beden öldükten sonra astral bedende bulunan ruh astral düzeye geçmektedir. Bu bakış açısından astral boyuta hayatın "öte tarafı" deyebiliriz.

Astral boyut üç düzeye ayrılmaktadır:
1. Üst Astral Düzey
2. Orta Astral Düzey
3. Alt Astral Düzey

Bazı kitaplarda üst astral düzeyin cennete, alt astral düzeyin ise cehenneme karşılık geldiği söylenmektedir. Bu yanlış bir yorumdur. Dini öğretilerde söz edilen cennet ve cehennem üst ve alt gezegen sistemleridir. Oysa astral düzeyler dünya gezegenine ait olan boyuttur.

Dünyanın fiziksel boyutuna hakim olan prensip maddedir, astral boyuta hakim olan prensip ise zihindir. Astral varlıkların ince enerjetik bedeni vardır. Ölüm zamanı fiziksel bedeni terk eden astral beden, fiziksel bedenin tam bir kopyasıdır. Yoga teknikleri sayesinde insan potansiyel teteneklerini geliştirince, astral boyutu görebilir ve astral varlıklarla doğrudan iletişim kurabilir.

Üst astral düzeyde pozitif enerjiyle yüklü varlıklar bulunmaktadır. Orta astral düzeyde pozitif ve negatif enerji arasında bir denge tutturmuş varlıklar bulunmaktadır. Alt astral düzeyde negatif enerjiyle yüklü varlıklar bulunmaktadır.

Mutluluk ve memnuniyyet içinde bedenini terk eden ruh üst astral düzeye yerleşir ve orada o mutluluğu yaşayarak uzun süre kalabilir. Dengeli bir insan olarak yaşayan, işine ve ailesine büyük bir bağlılık içinde bedenini terk eden ruh orta astral düzeye geçmekte ve kısa bir süre içinde yeniden doğmaktadır. Büyük acı, nefret ve öfke içinde bedeni terk eden ruh alt astral düzeye yerleşmekte ve orada kapana sıkışarak uzun süre kalmaktadır.

Ruhun yaşadığı duyguya olan bağlılık derecesi onu tutsak eder. Bu bağın ortadan kalkması uzun yıllar almakta ve bu süre boyunca ruhi varlığın olumsuz duygu ve düşünceleri çevresini olumsuz bir şekilde etkilemeye devam etmektedir. Astral varlıklar duygu ve zihinlerinin yarattığı bir dünyada yaşamakta ve çoğunlukla fiziksel bedenlerinin öldüğünün farkında bile olmamaktadırlar.

Yeniden bedenlenme süreci birçok kuralla idare edilir. Alt astral düzeyde bulunan varlıklar bedenlenmek için orta astral düzeye geçmelidirler. Astral varlıkların yeniden bedenlenmesi Karma tarafından yürütülmekte ve idare edilmektedir. Fiziksel dünyada yeniden doğmak için ruhi varlık belli bir ayıklama sürecinden geçmeli ve bir dizi şarta uymalıdır. Yeniden bedenlenmek kolay bir şey değildir.



Alt astral düzeyindeki varlıklar oradaki negatif koşullardan kurtulmak için bu dünyada doğmak ister. Güçlü istek sayesinde bu negatif varlıklar, bazen karmik güvenlik ağının arasından zorla bir yol açıp bir kadının rahmine girebilirler. Ancak böyle bir gebelik doğumla değil düşük ile sonuçlanmaktadır. Genellikle bu tür varlıklar düşürülür ve alt astral düzeye geri gönderilir. Bazen doğmak isteği o kadar şiddetli olur ki, varlık doğum aşamasına erişir. Fakat giriş yönteminin anormal olması sonuçu bu varlık deforme olarak doğmaktadır. Deforme beden varlığın eylemlerini engellemekte ve böylece negatif eğilimlerinin ortaya çıkmasını sınırlamaktadır. Birey ne kadar olumsuz eylemlerde bulunursa, o kadar sınırlı beden almaktadır. Böylelikle Karma bireyin negatif edimlerinin tezahür etmesini engellemektedir. Birey özgür iradesini ne kadar suistimal ederse, o kadar sınırlanır.

Çocukların ebeveynlerine fiziksel olarak benzemelerine rağmen karakterlerinin şaşırtıcı derecede farklı olmasının sebebi tabii ki Karma'dır. Çocuklar ebeveynlerin genetik havuzlarından yararlansalar bile, Karma gen zincirinde değişikliklere neden olmaktadır. Bu nedenle aynı ebeveynlerin çocukları farklı karakterlere sahipler.

Bir çocuk, dünya hakkında fazla bilgi ve deneyim edinmemiş ve sahip olduğu birçok özellik önceki hayatından gelen huyunun devamıdır. Çocuklar kısa süre önce ayrıldıkları astral boyutun anılarını doğumdan sonraki birkaç yıl boyunca taşır. Bu yüzden, bazen çocuklar önceki hayatlarını tüm detaylarıyla anlatır. Orta astral düzeyden gelenlerin önceki hayatındaki aileleri bulunabilir.

Ölüm anındaki hisler, duygular, düşünceler ve istekler astral boyuta götürülmekte ve öteki dünyada sürecek olan varoluş şartlarını belirlemektedir. Büyük bir bağlılık, korku ve acı içinde ölen kişi alt astral düzeye gitmektedir. Yogi ölüm anını bilinçli olarak seçmekte ve fiziksel bedenini terk ederek ruhi aleme yükselmektedir.

Sıradan insan karmik olarak belirlenmiş hayat sürecinin sonuna geldiğinde ölür. İnsan ömrünün sonuna gelmemişse, ağır hastalığa yakalansa bile, kesinlikle iyileşecek ve Karma izin verdiği güne kadar yaşayacaktır. Yogi Karma'nın etkisinden özgür olduğu için istediği kadar yaşayabilir.

Ruhi konularda farkındalığını geliştirmemiş sıradan bir insan ölüm esnasında da olup bitenlerin farkında değil. Fiziksel bedeni terk etmiş olmasına rağmen ölümün gerçekleştiğinin hemen farkına varamaz. Ruh fiziksel boyutta sahip olduğu enerjiyi tutmağa çalışır, bundan beslenir ve fiziksel boyutta faaliyet göstermeye çalışır. Bu enerji bir iki hafta içinde tükenir ve ruhi varlık fiziksel boyutta yaşayan insanlarla irtibat kurmak ve onların enerjisinden yararlanmak için çabalar.

Hala hayatta olduğunu düşünen ruhi varlık dayanılmaz bir açlık ve susuzluk hisseder ama bu hissi gideremez. Acı veren bu durum ruhi varlığın olup bitenleri anlayana kadar devam eder. Ruh fiziksel ölümü kabullendikten sonra Karma ile belirlenmiş yeni yaşamına doğru hareket etmeye başlar.

Yas törenleri ölen kişinin yeni durumunun farkına varmasına yardım etmektedir. Bir kazada veya bir savaşta ölen kişiler ölüm anında gelen korkuya kapılmakta ve alt astral düzeyde bu korku içinde yaşamaktadır. Bu kişiler için "öldüklerini" fark etmek çok zordur ve yüzlerce, bazen binlerce yıl astral boyutta kalmaktadırlar.

Ruhi evrim açısından fiziksel bedene sahip olarak fiziksel boyutta bulunmak çok daha avantajlıdır. Astral boyut, nesnel gerçeklikten daha çok öznel gerçeklik olduğu için tekamül etmek çok zordur. Bu yüzden, evrim etmek için astral boyuttaki varlıklar yeniden fiziksel beden almalıdırlar.

Ölüm anında kişinin bilincini ve enerjisini doğru yönde yönetmesi çok önemlidir. İnsan bilincini tümüyle Evrensel Ruh'a yöneltirse, ruhi boyuta yükselecektir. Ancak dünyadaki herhangi bir şeye veya kişiye zihinsel olarak takılıp kalırsa, astral boyuta geçecek ve yeniden bu gezegende bedenlenecektir.

Doğum ve ölüm detayları geçmiş olaylarla yakından bağlantılıdır. Eğer Yogi belli bir karmik düğümü çözümlemek isterse, ölümü bile erteleyebilir.

Karma ve Samsara olguları açıkça belirlenmiş kurallar tarafından idare edilmektedir. Bu olgular, yerçekimi ve elektromanyetizm gibi doğa yasaları tarafından inceden inceye düzenlenmektedir. Doğum ve ölüm olguları da belirli kurallara göre gerçekleşmektedir.

Ölüm anı geldiğinde kalp atışları durmaktadır. Eğer hayatta kalmak için Karma başka bir imkan sunmuyorsa, ölüm gerçekleşmektedir. Bu yaşamdaki eylemlerin sonuçlarını, karmik tohumlar şeklinde kaydeden astral beden harekete geçer.

Anahata Çakra merkezinde bulunan ruh astral bedene geçer. Bireyin bilinci hangi Çakra düzeyindeyse, ruh ölü bedenden dışarıya o Çakra'dan çıkar. Ruh bedeni terk ettiğinde yaşam güçü ve zihinsel enerji de onunla birlikte gider. Karma ruhun hangi boyuta gideceğini, nasıl yaşayacağını, nerede ve ne zaman doğacağını belirlemektedir. Bireyin Karma'sı ruhun hangi Çakra'dan çıkacağını belirler. Bu da ruhun bedenin ölümünden sonra hangi boyuta geçeceğini gösterir.

Karma yaşam boyunca tüm Çakra düzeylerinde birikmektedir. İnsanın bilinçi hangi Çakra düzeyindeyse, o düzeydeki karmik tepkiler bireyin davranışlarını ve karakterini en çok şekillendirmektedir. Bireyin ruhi gelişimi ölüm anındaki en aktif Çakra'yı belirler. Ruh bu Çakra düzeyinden bedeni terk eder ve bu düzeyde birikmiş Karma sonraki yaşamı en çok etkiler.

Güçlü maddi bağlılık Karma'sına sahip olan insanın ruhu Muladhara Çakra'dan bedeni terk eder ve astral boyutun alt düzeyinde ıstırap dolu bir yaşam sürer. Bu ruhi varlıklar çok bencildirler ve bağlılıkları o kadar kuvvetlidir ki uzun süre tekrar doğmaktadırlar.

Güçlü cinsel bağlılık Karma'sına sahip olan insanın ruhu Svadhisthana Çakra'dan bedeni terk eder ve kendini astral boyutun orta düzeyinde bulur. BU ruhi varlıklar Karma'larına göre bir süre sonra bedenlenmektedir.

İşine ve görevine kuvvetli bağlılık Karma'sına sahip olan insanın ruhu Manipura Çakra'dan bedeni terk eder ve astral boyutun üst düzeyinde zevkli yaşam sürer. Bu ruhi varlıklar rüya gibi neşeli yaşama kendilerini kaptırırlarsa, uzun süre yeniden doğmazlar.

Yaşamını kişisel kazancından ziyade insanların iyiliğine adamış, sevgi ve şefkatla dolu insanın ruhu Anahata Çakra'dan çıkmakta ve cennet denilen bir üst düzey gezegen sistemine ulaşmaktadır. Ruhi varlıklar cennet gezegenlerinde ya haz dolu yaşama kendini kaptırır ya da Yoga yaparak ruhi tekamülüne devam eder.

Spiritüel öğretmenlik yapan kişinin ruhu Vişuddha Çakra'dan bedeni terk eder ve daha üst gezegen sistemine ulaşır. Burası sevgi ve zeka ile dolup taşan bir boyuttur. Burada ruhi varlıklar Yoga yoluna devam eder.

28 Nisan 2011 Perşembe

Demokrasinin beşiği kabul edilen bir ülkede monarşi nasıl oluyor da varlığını sürdürüyor?

Romantizm, ihtişam, gelinlik vb gibi daha sürükleyici sohbet başlıklarının gerisinde kalsa da, "Demokrasinin beşiği kabul edilen bir ülkede, üstelik de 21. yüzyılda, monarşi nasıl oluyor da varlığını sürdürüyor?" sorusu hem İngiltere'de hem de dünyada bir kez daha sorulur oldu.
Bu soruya verilebilecek en temel yanıt, İngiltere kamuoyunda ve dolayısıyla da siyasetinde aksi yönde güçlü bir talep olmaması, monarşi karşıtlarının onu kaldıracak bir girişime yeterli destek bulamaması galiba.
Peki neden?