Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2014 Cumartesi

Mükemmel insanı yaratmak mümkün mü?



genetik,bilim,insan,biyoloji,DNA,üstün,ırk,nesil,sağlık,hastalık,tedaviBilim isterse istediği şekilde davranan, istediği şekilde düşünen mükemmel insanı yaratabilir. Ancak bu noktaya gelen bilim dünyasını etik kavramlar frenliyor.


Bilimin amacının; tek tip insan veya mükemmel insan oluşturmak değil daha sağlıklı bir nesil çıkarabilmek olduğunu belirten ve gen haritalanmasının teknoloji ile mümkün hale geldiğini vurgulayan Tıbbi Genetik Uzmanı Dr. Gülay Özgön, genetik çalışmalarda gelinen noktayı anlattı: "Genom Projesi olarak da adlandırılan gen haritalanması ile daha sağlıklı nesiller için daha geniş kapsama genetik tarama kapsama şansı oluştu fakat bununla birlikte bir çok etik problem de gündeme geldi. Çünkü hiçbir insan mükemmel bir genom içermiyor. İnsanın eksiğiyle fazlasıyla bir bireydir. Eğer genom projesi hayata geçerse tek tip insan oluşturmaya doğru gidilebilir. Yeni gelişen teknolojilerle belki beş yıl sonra bütün genomu taramak ve bunun datasını değerlendirmek şansına

6 Mart 2014 Perşembe

Gözler kalbin aynasıdır!


Bilim insanları, yaptıkları yeni bir çalışmada göz bebekleriyle ilgili yeni bir bulguya ulaştı.


göz,bebeği,insan,biyoloji,sağlık,yalan,söyleme,düşünceGöz bebekleri duyguların bir aynası gibi. Korktuğumuz ya da neşelendiğimiz zaman büyüyor. Yeni bir araştırmaya göre, göz bebekleri verilecek kararları da gösterebiliyor.

Göz bebeklerimizin büyüklüğü ışığa göre sürekli değişir. Karanlıkta her türlü ışık parçacığını, yani fotonları alabilmek için büyürken, çok fazla güneş ışığında da deriyi aşırı ışıktan korumak için küçülür. Bu değişimden sorumlu olan ise göze rengini veren damarlı bölge, yani iris. İris, iki kasın yardımıyla doğru ışık akışını sağlıyor.
Ancak göz bebeğimizin büyüklüğünü etkileyen tek faktör ışık değil. Işık aynı kaldığında da göz bebeğinde değişikliğe yol açan başka faktörler mevcut.

27 Ağustos 2013 Salı

"başarmış olmak" budur.

 "sık ve çok gülmek; zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini, şefkatini kazanmak; 

dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak ve yanlış arkadaşların ihanetlerine katlanabilmek; 
güzelliği takdir edebilmek, başkalarındaki "en iyiyi bulabilmek";
 sağlıklı bir çocuk, bahçelik bir arazi ya da daha iyi duruma getirilmiş bir sosyal durum yoluyla bu dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek;
 bir tek yaşamın bile sırf siz yaşadınız diye daha rahat soluk almış olduğunu bilmek. işte "başarmış olmak" budur. "

Ralph Waldo Emerson



Yaşam ve İnsan için herşey Genel Kültür, Bilgi Bankası

12 Temmuz 2011 Salı

Romalıların 2 bin yıllık bitki ilaçları

İtalya'nın Piambino şehri açıklarında bulunan bir geminin enkazından ilkyardım çantası çıktı.
Antik Romalılara ait geminin milattan önce 130 yılında battığı belirlenirken, İtalyan araştırmacılar ağzı sımsıkı kapalı olduğu için günümüze kadar suyun altında bozulmadan saklanmış ilaçlara DNA analizi yaparak içeriklerini öğrendi.

Tahta bir sandığın içindeki 136 küçük ilaç şişesinde saklanan ilaçların kereviz, soğan, havuç, kabak ve kestane çeşitli bitkilerin tozlarından yapıldığı ortaya çıktı.

İlaçların içinde mide rahatsızlıklarını tedavi etmek için günümüzde de kullanılan kil maddesine de rastlandı. Uzmanlar çantanın antik medeniyetlerin tıp bilgisine ışık tuttuğunu söylüyor.
Alternatif tıp, şifalı bitkiler, Yoga, Meditasyon, Reiki, Feng Shui

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Yazar, insan hakkı aktivisti Doğan Akhanlı Röportajı -Söyleşi

"Yazar olarak algılanmak istiyorum"

Yazar, insan hakkı aktivisti Doğan Akhanlı, 19 yıl sonra geldiği Türkiye'de tutuklanıp 4 ay hapis yatınca, dünya çapında tanındı. Avrupa'da, edebiyat söyleşilerinin aranan ismi oldu. Savcının mahkumiyet ısararına anlam veremediğini söyleyen Akhanlı, "Ben yazar olarak algılanayım istiyorum, hukuk mağduru olarak değil" diyor.
Doğan Akhanlı Röportajı
Cezaevinden çıkınca Artvin’e, köyüne giden Akhanlı, “Babamın öldüğünü, hapiste, gazeteden öğrendiğimde, 'bir daha Türkçe konuşmayacağım' demiştim. Köylüler beni o duygu çukurundan çıkarttılar” diyor. 40 yıl sonra gittiği mezarlıkta, her insanla yeniden bağ kurduğunu, babasının, annesinin ve kardeşinin mezarına kitaplarını götürdüğünü anlatıyor: “Mezarlıktaki kitapları, köylüler alıp okudular. Bir daha gidince, mezarlık kütüphanesi yapacağım. Her mezarın bir kitabı olacak... ” Kitaplarını köyde yazma hayalini ertelemek zorunda kaldığını, bir yıllık yasaktan sonra yine geleceğini söyleyerek “İnsanın, köklerinin bulunduğu ülkeye girebilmesi için de mücadele etmesi kadar saçma bir şey yok” diyor.

“Vietnam'dan kart aldım”

22 Mart 2011 Salı

Pentagram Nedir - Pentagram hakkında

Pentagram, daire içindeki 5 köşeli yıldız sembolüne verilen isimdir. Majikal bir sembol olarak kullanılmasının nedeni, 4 element –toprak, hava, ateş ve su- ile bunları birleştiren ana gücü (ether/aether) betimlemesi dolayısıyladır. Bir köşesinin yukarıda kalacak şekilde çizilmesi, bu tamamlayıcı anlayışa tekabül eder. Pentacle’da; çember içindeki yıldız motifi (kozmik yumurta) insan ve evren, mikrokozmos ve makrokozmos bütünlüğünün metaforudur.

Elmayla ilişkilendirilen bir diğer pagan betimlemede, tanrıça için kutsal sayılan elma –bilgelik ağacı- ‘nın içindeki sırlardan biridir. Ceremonial çalışmalarda kullanılmasının dışında da en önemli özelliği çoğu popüler bilginin aksine pek az kişinin bildiği şekilde 5 köşeli yıldız sembolünün tıpkı güneş ve ayda olduğu gibi İştar –ki anlamı bir yerde batı diline ‘star’ olarak geçer zaten- ve Venüs ile alakalı olarak Anatanrıça’yı temsil etmesidir. 4 element+quinta essentia tamamlayıcıdır ve tanrıçanın kadim yaşam veren gücüne işaret eder, simya uygulamalarında da sembolizm bu yöndedir. Anadolu’da tanrıça Kibele’nin –Matar-ideogramı küp, mührü 5 köşeli yıldızdır.

Sembol, folklorik gelenekte Anadolu’da nazar boncuğunun sahip olduğu özellik gibi koruyucu ve negatif enerjiyi uzakta tutma anlamını taşır. İbrani geleneğinde ahdi atik’in ilk beş kitabını –torah- temsil eder ve ceremonial uygulayıcılarca “Star

2 Mart 2011 Çarşamba

İlk modern insan 400 bin yıl önce mi çıktı?

İsrailli arkeologlar, "modern insanın" varlığına ilişkin en erken kanıt olarak gösterilebilecek, 400 bin yıl yaşında bir "diş" bulduklarını açıkladı.
Bilimadamlarının yeni savına göre, Tel Aviv'in 12 kilometre doğusundaki Roş Ha'Ayin'de, Kesem Mağarası'nda bulunan 400 bin yaşındaki diş, insanın evrim tarihini değiştirebilecek nitelik taşıyor. Tel Aviv Üniversitesi'nden bir ekip, İsrail'in merkezindeki mağarada yaptığı çalışmada ortaya çıkardığı dişin, 400 bin yıl yaşında olduğunu ve bilimsel olarak "Homo Sapiens" olarak tanımlanan modern insana çok benzeyen özellikler taşıdığını belirtiyor.
Bilinen en erken homo sapiens kalıntısı, bulunan dişin yarı yaşında. Bu sonuca ulaşmanın "çok heyecan verici" olduğunu bildiren arkeolog Avi Gopher, elde edilen sonucu kesinleştirmek için daha fazla araştırma gerektiğini ve bu keşifle "bütün evrim tablosunun değişebileceğini" ifade etti. Kabul edilen bilimsel teoriye göre, Neanderthal insan ve modern insan, Afrika'da 700 bin yıl önce yaşayan atalarından türedi. Bir grup, Afrika'dan Avrupa'ya göç etti ve Neanderthalleri oluşturdu. Başka bir grup Afrika'da kaldı ve bugünkü modern insanı oluşturdu.

'Modern insan şimdiki İsrail'de ortaya çıkmış olabilir'


Gopher, kılıntıların modern insanın atalarıyla bağlantılı olduğu kesin olarak tespit edilirse, modern insanın orijininin şimdiki İsrail olduğunun ortaya çıkacağını da söyledi. İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi tarih öncesi dönem uzmanı Sir Paul Mellers, "Kesem Mağarası diş buluşu önemli. Ancak dişin insana ait olduğu tam kanıtlanamadı. Kesem'de kazı sürecek ve kafatasları ve kemiklere bakılarak kesin sonuca varılacak" dedi.
İsrailli arkeolog Gopher ise, kazıya devam eden ekibinin, kemik ve kafataslarına da ulaşacağına inandığını ifade etti. Tarih öncesi döneme ait Kesem Mağarası, 2000 yılında keşfedildi ve 2004 yılında kazılara başlandı. Paleontoloji, antropoloji ve arkeoloji alanlarında uzman araştırmacılar Gopher, Ran Barkay ve İsrail Herşkovitz, sözkonusu buluşu, "American Journal of Physical Anthropology" adlı dergide yayımladı.

Teknoloji insan evrimine etkisi

Charles Darwin 1859 yılında, Dünya'da yaşamın nasıl geliştiğine yönelik algılarımızı değiştiren "Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Hayat Kavgasında Avantajlı Irkların Korunumu Üzerine" adlı kitabını yayımladı.


Ancak bilim adamları o tarihten bu yana, insanların kendilerini doğal seçilim sürecinin etkisinden kurtarmak için yeterli kaynaklara sahip olup olmadığını merak ediyor.


İnsanoğlu kendisini sert doğa koşullarından, başka hiçbir canlının başaramadığı kadar koruyacak teknolojiler geliştirdi.
Örneğin kutup ayıları, kendilerini dondurucu soğuktan korumak için özel bir yağ geliştirirken, insanlar ayı derisinden yaptıkları giysilerle kendilerini sıcak tutabiliyor.
Peki bu bir anlamda, teknolojide gözlenen dönüşümün, evrim sürecini durdurduğu anlamına mı geliyor?
Bu sorunun yanıtının büyük bölümü genlerimizde yatıyor ve onların sıralaması cevabı bulmamıza yardımcı oluyor.
Bilim adamları, dünyanın dört bir yanından insanların genlerini mukayese ederek, onların ne kadar farklı olduklarını, ne kadar farklı şekilde evrim geçirdigimizi görebiliyor.
Metobolizmamızın, geçmişte sindiremediğimiz bazı şeyleri artık sindirmemizi sağlayacak sekilde değiştiği bir gerçek.
Bunun en açık örneği, laktozda yani süt şekerinde görülebilir.
Yaklaşık 10 bin yıl önce, insanlar tarıma başlamadan, birkaç yaşı aşan hiç kimse süt şekerini sindiremiyordu.
Bugün ise dünyanın çesitli bölgelerinde süt şekeri sindirim oranına bakıldığında, tarımin farklı yerlerde nasıl farklı şekilde geliştiği görülebiliyor.
Örnegin süt şekeri sindirim oranı İrlandalılarda yüzde 99, tarım geleneğinin çok farklı olduğu Güneydoğu Asya'da ise yüzde 5'ten az.
Yine de teknolojimizin ve keşiflerimizin, geçmişte evrim geçirmemizi durdurmadığı bir gerçek.
University College London'dan kalıtım bilimci Profesör Steve Jones, Shakespeare'ın döneminde İngiltere'de yeni doğan her üç bebekten sadece birinin 21 yaşını görebildiğini söylüyor ve ekliyor:
"Tüm bu ölümler, doğal seçilim sürecinin ham maddeleriydi. Bu çocuklarin çoğu, taşıdıkları genlerden dolayı öldü. Şimdi ise yeni doğan bebeklerin yaklaşik yüzde 99'u 21 yaşını görebiliyor."
Steve Jones, "Doğal seçilim süreci, eğer durmadıysa, en azından yavaşladı" diyor.
Bir ABD kasabasında evrim

Amerika Birleşik Devletleri'nin Massachusetts eyeletinde küçük bir kasaba olan Framingham'da, biyalog Stephen Stearns öncülügünde bir ekip, 20. yüzyılın ortasına dek gidip, kasabadaki binlerce kadının tıbbi özgeçmişini inceledi.
Bilim adamları, üreyen kadınları incelediklerinde, en azından Framingham'da evrim sürecinin devam ettigini gördü.
Stephen Stearns, "Doğal seçilim sürecinin temelde boyu azaltacak kiloyu ise artıracak şekilde geliştiğini bulduk." diyor.

Bu, insanların daha fazla yemek yedikleri, sürekli boylarının kısalacaği, kilolarının artacağı anlamına gelmiyor.
Ancak her halükarda tüm bu değişiklikler, tıpkı Darwin'in evrimsel çalışmalarında olduğu gibi çok küçük çaplı ve süreç de çok yavas ilerliyor.
Teknoloji evrimsel güçlerin etkisini sınırlandırmış olabilir ancak bu evrim sürecinin durduğu anlamına gelmiyor.
Tam tersine, küreselleşme dünyasında, tıpta ve genetik biliminde görülen hızlı ilerlemelerle, insanoğlunun yaşamıyla ilgili seçimleri yapma gücü artıyor, daha etkin bazı güçler rol oynayabiliyor.
Evrimin gelecekteki şeklini muhtemelen doğa kadar biz de etkileyebileceğiz.
Bu süreç, dünyanın bizi ne kadar değistirdiğine daha az bağımlı olabilir.
Daha çok bağımlı olacağı süreç ise bizim gelişen dünyayı değiştirme kapasitemiz olacak.

21 Ocak 2011 Cuma

Şifalanmak için bunları yapın !..

Şifalanmanın üç yolu

Sağlıklı bir insan olmaya başlamak için disiplinler, terapiler ve şamanik çalışmalar gibi üç farklı yaklaşıma şifa yolculuğumuzda yer vermek gerekiyor.
Sağlıklı insan tanımını Krish Hoca şu şekilde yapar: Hayatında insanlarla aranda sevgi varsa, bedenin ve sağlığınla iyi bir ilişkin varsa, yaratıcı olabiliyorsan ve dünyaya bir katkın oluyorsa, parayla iyi bir ilişkin varsa, - seks yapanlar için - seksten zevk alabiliyorsan, spiritüel bir inancın varsa sağlıklısın. Bu konulardan birinde takılıyorsan, o zaman hâlâ kendi üzerinde çalışma yapman gerekir! Bu üç yöntem insana çok farklı yaklaşıyor.

1.Disiplinler (yoga, Tai-chi, Vipassana, çeşitli meditasyon tarzları)
2.Terapiler (Aile Dizimi gibi duygusal boyutta çalışmalar)
3.Şamanik çalışmalar (Homeopati, Reiki, Melek Enerjileri ve bu gibi bir yardımcı vasıtası ile elde edilen enerjetik dönüşümler)

Disiplinler,
gündelik ya da haftalık olarak yaşamımıza kattığımız, kabadan inceye farkındalığın uyanmasını sağlayan uygulamalardır. Bunlar doğada yürümek, yüzmek, yoga, Tai-chi, herhangi bir meditasyon metodu gibi bireysel olarak yaptığımız, içe odaklanabildiğimiz uygulamalardır. Farkındalık, öğrenci kendini tek bir sisteme adadığında uyanmaya başlar. 3-5 ay yoga ya da meditasyon yapmak, zaman olarak yeterli değil. 10 dakika meditasyonda kalmak ile 60 dakika kalmak arasında da fark var. Beden/nefes/zihin farkındalığı yıllar içerisinde tekniğin yinelenerek ve uzun süre uygulanmasıyla uyanır. Biraz yoga sonra onu boşverip biraz Tai-chi sonra ondan sıkılıp Pilates'e başlamak, kuyuyu hep sığ kazmak ve verim alamamak anlamına gelir. Kişi hep kendi sıkıntılarını o tekniğe yansıtmaya başladığında tekniği bırakırsa, derin bir yüzleşme yaşayamaz. Kişisel tecrübemde, 15 yıldır uyguladığım 30 kadar yoga pozu büyük dönüşümlere uğradı. Bedenimi hissetmeyi, rahatı rahatsızdan ayırt etmeyi yıllar geçtikçe öğreniyorum. Hissetmek, olanları olduğu gibi algılamak, sanıldığı kadar otomatik olan bir şey değil. Fikirlerimin ve inançlarımın, arzularımın ve beklentilerimin ötesinde, bedenimi olduğu gibi hissetmeye başlamam, bir pozu bin kez yapmanın sonucunda olgunlaştı. Zihin o kadar fikirlerle ve inançlarla dolu ki gerçekte olanı algılamamız, imkânsıza yakın oluyor! Zaman içerisinde uygulamayı yinelemek, farkındalığın uyanması için en önemli unsur oluyor. Bu uyanış için kendini adamak ve beklentisiz olmak gerekir. Disiplinler derin boyutta şifa getirir.

Terapiler, daha az sıklıkla, belki yılda birkaç kurs biçiminde, üzüntü, öfke, utanç ve korkularımızla yüzleşip duygusal olarak rahatlamaya başladığımız çalışmalardır. Her gün ya da haftalık olarak sarsıcı boyutta çalışmayı kaldıramayabiliriz. Ancak bir tıkanma, gündelik hayatımızda sorun olduğunu hissedersek böyle bir çalışmaya başvururuz. Kanımca herkes hayatında travma ve şok yaşamıştır. ‘Benim sorunum yok’ diyenler, ya aydınlanmışlar ya da farkında değiller! İyi bir terapist ile bire bir görüşme, aile dizimi çalışması, ya da ilişkilere bakan, sevginin kaynaklarını keşfetmemizi sağlayan grup kursları bu içgörü için uygun. Duygusal olarak keşfe çıkan kişinin bir taraftan topraklanması, yoga ya da meditasyon gibi bir uygulamayla dengelenmesi önerilir. Bu boyutta terapi, uzmanlar tarafından yapılmalıdır. Kişi, kendi karanlık yüzüyle karşılaşmaya hazır olmalı. Terapiler duygusal anlamda denge sağlar.

Şamanik çalışmalar, kendi bireysel çabamızı gerektirmez. Dışardan biri bu işi bizim için yapar - şaman ya da günümüzün şamanları - homeopatlar, enerji şifacıları, Reiki üstatları, melek enerjileri. Biz kendimizi ortaya koyarız, onlar da bildikleri biçimde bizim üzerimizde çalışırlar. Biz de seans sonu biraz garip ve yorgun hissetsek de hemen (eğer şaman hakikiyse) faydalarını hissederiz. Bu şifa yolu, en kolay (ama en pahalı!) yoldur. Çok kez bir şifacıdan öbürüne koşan, ama derin sonuç alamayan kimselerle karşılaştım. Ancak kendi disiplini ve çabasıyla kendisiyle yüzleşmeye hazır kişi, bu tarz şifacılardan kalıcı bir etki görür; yoksa olay, kırık dökük bir arabayı cilalamaya benzer. Bu çalışmalarda da duygusal olarak yüzleşme gerekir. Örneğin bio-enerji ya da homeopati bir hastalığa şifa getirse bile, o hastalığın köküne inmeden, duygusal boyutta bir yüzleşme geçirmeden o sıkıntıyı çözemeyiz.

Her sıkıntıyı bir anlayışa varma ve şükredebilme potansiyeli olarak görüyorum. Bu anlayışa varmak kolay değildir çünkü sıkıntılarımız bizi öfkeli, yüzeysel ve küskün kılabilir. Dikkati oradan başka bir yöne kaydırmak isteriz ama kendimize bakmak istemeyiz. Oysa hayat için şundan farklı bir amaç göremiyorum: Bize sunulan güzellikler ve zorluklardan öğrenmek ve zevk almak. Kendi yolculuğumda yoga bir başlangıç ve dayanak oldu. Hâlâ yoga yaptığımda kendimi harika hissediyorum, enerjim iyi akıyor ve sağlığım yerine geliyor. Ancak, Osho terapistleriyle yaptığım kurslar, daha derinden bir anlayışın belirmesine neden oldu. Yogada kesinlikle bulamadığım hayat anlayışına aile dizimi terapileri sayesinde eriştim, travmalarıma şifa gelmeye başladı. Bu derin dönüşümü yine haftalık yoga uygulamamla destekledim. Kimi zaman melek enerjileri ya da elleri ile şifa veren şamanlar ile sağlığımı fiziksel ve ruhsal boyutta arındıran kişilerle karşılaştım. Çok inanıp inanmadığımı bilmesem de belki de bir şeyler olur diye bu terapistlerin programlarına da yılda 2-3 kez katılma fırsatım oluyor!

Rahatlama, bir soğanın katmanları gibi. Kat kat gerginlikler soyuldukça, sürekli çaba ve yüzleşmeyle yıllar içinde geri dönüşü olmayan bir dönüşüme uğradığımızı görürüz. Bir ilaç gibi değil spiritüel uygulama. Hızlı çözüm yok. Ömür boyunca süren bir çalışma bu - bir ağacı sulamak ve budamak gibi.

12 Kasım 2010 Cuma

Etimizi pişirirken insan olduk, dâhi olduk, sanatçı olduk, filozof olduk

Mutfakta biri var!

Kaşığına güvenen her hamarat ruhu okşayacak teoriye göre, etimizi pişirirken insan olduk, dâhi olduk, sanatçı olduk, filozof olduk ve hatta çifte kumrular olduk.




Evrim sürecine dair bulgular, şaşırtıcı bir yöne işaret ediyor: mutfak. Harvard Üniversitesi’nde biyolojik antropoloji alanında çalışan Dr. Richard Wrangham ve aynı görüşü paylaşan birçok biliminsanı, yemek pişirme kültürünün gelişmesiyle insan zekâsında büyük bir sıçrama olduğunu savunuyor. Kaşığına güvenen her hamarat ruhu okşayacak bu teoriye göre, etimizi pişirirken insan olduk, dâhi olduk, sanatçı olduk, filozof olduk ve hatta çifte kumrular olduk.

Modern insan beyni, diğer primatlarla Karşılaştırıldığında oldukça farklı. Algı ve bilinç bir yana, insanlarda beyin kütlesinin vücut ağırlığına oranı, şempanze, goril ve diğer maymun türlerine kıyasla çok yüksek. Diğer memeli türleri, günlük enerjilerinin yüzde 3’ünü beyin fonksiyonlarına ayırırken, bu oran maymun türlerinde yüzde 8-10 ve insanlarda yüzde 25!
Evet, metabolik enerji bütçemizin dörtte birini beynimize ayırıyoruz. Bu şaşırtıcı değil, çünkü her 1 gram beyin dokusunda, her 1 gram kas dokusundan bile tam 16 kat fazla enerji yakıyoruz. Kısacası, beyin çok pahalı bir organ! Bizi insan yapan her şey-alet kullanabilmemiz, problem çözme yeteneğimiz, hatta sosyal iliskilerimiz-beyin tarafından yönetiliyor.


Yaklaşık 2 milyon yıl önce, Afrika’nın savanlarında avlanan ilk insanlar, arkeolojik bulgulardan anlaşıldığı üzere ne büyük bir beyne, ne de soyut düşünce yeteneğine sahiplerdi. Daha sonra, iki büyük sıçrama oldu. Birincisi, yaklaşık 1,5 milyon yıl önce, beyin kütlesinin iki kata yakın artması.Bilim dünyası, bu ilk sıçramanın insanların et yemeye başlaması ve besin kalitesinin artışı nedeniyle olduğu konusunda hemfikir. Büyüyen beynimize rağmen, yüz binlerce yıl aynı taş aletleri yapmaya devam ettik. İşte bu yüzden, arkeolojik olarak sıkıcı geçen 1 milyon yıldan sonra, yani günümüzden 400.000 – 200.000 yıl önce, insan beyni evriminin ikinci büyük sıçraması gerçekleşti. Bu, beynimizin ağırlığından ziyade, işlem gücünde bir artıştı; daha çok beyin kıvrımı, daha çok soyut düşünce, daha derin bir algı, sosyal bağların kuvvetlenmesi, yeni alet tasarımları ve bu yıllara ait kazılarda bulunan boncuklar, iğneler ve sanatın doğuşu… Aynı kazılarda bulunan ocak kalıntıları tesadüf değil. Bugün çoğu biliminsanı, beyin evrimindeki ikinci büyük sıçrayışı, yemek pişirme kültürünün günlük diyetimize getirdiği kaliteye bağlıyor.

YÜKSEK ATEŞTE 400 BİN YIL
İlk ocak kalıntıları, elimizdeki ilk modern insan fosilinden 400.000 yıl öncesine dayanıyor. İlkel ‘ocak’lar, etrafı taşlarla örülü ve ortasında ateş yakılan çukurlardan ibaret. Yerleşik mutfaklar ortaya çıkmadan, yani ilk insanlar daha gezgin bir hayat tarzına sahipken de, yemeklerini pişirdikleri düşünülüyor. Sözünü ettiğimiz ‘mangalcı’ yaşam tarzı, arkasında arkeolojik izler bırakmayacağı için, ancak diş ve çene yapısında meydana gelen anatomik değişikliklerden okunabiliyor. Evrim uzun bir süreç; insanlığın geçirdiği değişim, çarpıcı olduğu kadar ağır ve kademeli de...
İlk insanların yemeklerini pişirmeye başlaması, günlük diyetlerinde iki temel değişime neden oldu. Birincisi, yediklerinden aldıkları enerji ve besini çok daha etkili kullanabilmeleri. Daha önce sindirilemeyen kompleks karbonhidratlarda, liflerde ve yumru köklerde açığa çıkmayan enerji ve besin, insan metabolizması tarafından kullanılabilir hale geldi. İkincisi, bu yeni sindirim açılımıyla yiyecek yelpazesinin genişlemesi, daha fazla çeşit bitki ve hayvanın enerji kaynağı olarak kullanılabilmesi. Bir canlının hayatta kalması için ekosistemindeki en önemli unsur olan yemek, pişirme işlemiyle insanlığın kontrolüne geçti.
Kısacası doğada erişebildiğimiz kalori ve besin miktarı arttığı gibi, sindirim de ağızda değil ateşin üzerinde başlar oldu. Bu, diğer primatların aksine daha ufak bir sindirim sistemi ve daha büyük bir beyni taşıyabilecek bir metabolizma anlamına da geliyordu. Bugün bir şempanzenin,
metabolizmasının yüzde 25’ini beyin fonksiyonlarına ayırması imkânsızdır. Fakat insan, etkili enerji alımı ve sindirimden sağladığı enerji tasarrufu sayesinde, bunu yapabilecek şekilde evrilmiştir. 2005’te Alman biliminsanları tarafından yapılan Giessen çiğ yemek deneyinde, yiyeceklerini pişirmeden beslenen 500 denek uzun süre izlendi. Araştırmanın sonunda, sadece çiğ bir diyetle beslenen insanların sağlıklı bir yaşam tarzı sürdüremediği görüldü. Kadın deneklerin yüzde 50’si, kısa süreliğine doğurganlık problemleri yaşadılar.
ATEŞ BACAYI SARIYOR
Günümüzde, pişen yemek her zaman sosyalleştirir. Mangalcılar bir yandan et çevirir, bir yandan laflar. Komşuda pişer, bize de düşer. En önemlisi, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer. Bu sosyal kodların, aslında çok eskilere, evrim tarihimizin tozlu sayfalarına dayandığını söylemek çok da yanlış olmaz. İnsanlar yemeklerini pişirmeye başladıklarında, çok önemli sosyal değişimler yaşadıkları düşünülüyor.
Artık, yolda bulduğunu yiyen, avının etrafına üşüşerek bir anda yiyip bitiren bir gruptan değil, yemeğini belirli bir toplama noktasında biriktirip, pişmesini bekleyen insanlardan bahsediyoruz. Bu bekleme, 20 dakika da olabilir, 2 saat de, yarım gün de… Bu, insan davranışı ve hayat tarzı açısından kritik bir değişim. Artık yemek, çalınmaya müsait, fırsatçıların akınına uğrayabilecek, sadece diğer insanlardan değil, hayvanlardan da korunması gereken bir hazine. İnsanların, hem dostlarıyla hem de düşmanlarıyla daha karmaşık, daha sadık, daha kurnaz ve daha derin bağlar kurmaları gerekiyor.
Sosyal zekâ işte burada devreye giriyor. Yakın geçmişe ait arkeolojik bulgular, çoğu medeniyette ve avcıtoplayıcı insan gruplarında kadının yemeği pişiren taraf olduğunu gösteriyor. Daha uzak geçmişimize, yani ateşin insan kontrolüne geçtiği ilk yıllara bakarsak, bu tarihlerde erkeklerin boyut olarak kadınlardan yaklaşık iki kat daha iri olduğunu ve sosyal rol dağılımının bu şekilde açıklanabileceğini görüyoruz. Yemeğinizi topladığınız noktada, o yemeği pişirecek birini bırakıyor ve tekrar ava çıkıyorsanız, aynı zamanda arkanızda bıraktığınız ‘eşinizi’, etraftaki yağmacılardan korumak ve hem kendinizi hem eşinizi hem de yemeğinizi koruma altına almak zorundasınız. Dr. Richard Wrangham bu durumu şöyle açıklıyor:
“Hem erkekler hem kadınlar, artık koruma ve beslenmeye dayalı kalıcı bağlar geliştirmek zorundaydılar, çünkü hayatta kalmanın en etkili yolu buydu. Beslenme evriminin göz ardı edilemeyecek derecede önemli bir soru ve kadın-erkek arasındaki kalıcı bağların da kaynağı olduğuna inanıyoruz.”
ATEŞ SENİ ÇAĞIRIYOR
Daha büyük ve daha aktif bir beynin evrilmesine imkân sağlaması, sosyal ilişkileri derinleştirmesi, hayatımıza kattığı entrika, sadakat ve aşk… Hepsinin kaynağının ateş olabileceğini düşünmek gerçekten ilginç. Prometheus’un insanlığa hediyesinin evrim eksenimizde yarattığı etki tartışılmaz derecede büyük. Elbette insan zekâsının sadece pişen yemekle geliştiğini söylemek doğru olmaz, ama enerji bütçemizde yarattığı değişiklik ve beraberinde getirdiği sosyal bağlar zinciriyle, zekâ evrimimize katkıda bulunan en önemli faktörlerden biri, yemek pişirme kültürümüz.
Kaynaklar
Leonard ve ark., “Effects of Brain Evolution on Human Nutrition and Metabolism”, Annu. Rev. Nutr. 2007. 27:311–27.
Carmody ve ark., “Energetic Significance of Cooking”, Journal of Human Evolution 57 (2009) 379–391.
R. Wrangham, Catching Fire: How Cooking Made Us Human. Basic Books, New York 2009.

1 Ekim 2010 Cuma

Ego, kendimizi algılayışımızdır

İçimizdeki Sahte ‘Ben’lik; Ego
Ego, kendimizi algılayışımızdır. Bir nevi, içimizdeki diğer Ben’i oynayandır.

Ego, hayatına alıştığı düzende, korunaklı bir şekilde devam edebilmek için her şeyin olduğu gibi kalması yönünde direnç gösterir. Değişiklik dönemlerinde, alıştığımızdan farklı durumlarla karşılaştığımızda, aslında direnç gösteren içimizdeki şişirilmiş Ben olan, Ego’dur. Farklı bir düşünce kalıbı, ya da bakış açısıyla düşündüğümüzde ego bu değişimleri kendi varlığına yapılan bir tehdit olarak algılar. Ego değişimi istemez çünkü kendimizde yapacağımız her değişim, egonun yokluğuna; yani bir anlamda onun “ölümüne” yol açabilir.

28 Mayıs 2010 Cuma

İnsan Olmanın Kuralları



Doğarken dünyaya bir kullanma kılavuzu ile gelmediniz; aşağıdaki
kurallar yaşamınızı daha iyi kılmak içindir.

1. Size bir vücut verilecektir. Onu beğenebilir ya da ondan nefret
edebilirsiniz, ancak kesin olan bir şey varsa o da ömrünüzün geri
kalanı boyunca ona sahip olacağınızdır.

2. Dersler öğreneceksiniz. "Yeryüzünde Yaşam" isimli tam zamanlı gayrı
resmi bir okula kaydoluyorsunuz. Her kişi veya her olay birer Evrensel
Öğretmen'dir..

29 Nisan 2010 Perşembe

Siz Hiç Arıyı Sokan Bir Arı Biliyormusunuz?


500 gram bal icin arılar, 3 milyon 750 bin defa ciçeğe konup kalkıyor.
Bir kg bal icin ise 40 bin tane ari, 6 milyon cicegi dolaşıyor.
Bal arılari bir peteği doldurabilmek icin 100 milyon ciceğin nektarını emiyor, 100.000 km kanat çırpıyor.

Bu deli calışmanın arasında,
donup "öbür arı benim kadar dolasiyor mu?" diye kontrol gereği de duymuyor.

Birbirlerine tam bir güven icinde sadece hedeflerine odaklanmislar!...