Bir zamanlar bir adam vardı. Kanatları rüzgâra dolanan hayallere dalardı. Hayallerinde hep kendini arardı. Arar arar bulamaz, bulamadıkça tekrar arar ve asla bırakmazdı. Bırakmadıkça o hayaller kendisini; ulaşamıyordu kendisine, hayalleri ona engeldi. Hayallerinde rüzgar ile savrulup giderdi. Rüzgâr olmayı hiç hayal etmemişti. Rüzgâr ile ilerler hayallerinde ve kendisinden geçerdi. O adam, hayal etmeyi çok severdi. Hayır! Hayal etmek kötü bir şey değildi. Hayaller insanların tamamen özgür olduğu gerçek yerdi. “İnsanlar hayallerinde özgürdür. İnsanlar hayal etmemektedirler. Hayalleri reddedip rüzgârı sevememektedirler. Oysa insanlar hayal değil midirler? Yoksa kaskatı kemik ve yumuşak et midirler? Nasıldırlar ve nedirler? İnsanlar niçin kendi gerçeklerini hiç merak etmemektedirler? Kendilerini bilinen addedip yaşamayı yok etmektedirler. İnsanlar neden bu kadar kendi öz varlıklarına uzak bir anlayış geliştirirler? Geliştirdikleri bu uzak anlayış onları kendilerine ne zaman yaklaştırdı? İnsanlar ne zaman kendi öz potansiyellerini ve öz gerçeklerini görüp aşkı anladı? Aşkı hep sahip olmak zannedip daima oyalandı” Sahip olunan şey maldır. Kişilerin sahip oldukları onları kontrol eden yapılardır. Olmak insanı kurtaracaktır” derdi.
Günlerden bir gün... Hayallerinde kendisini fark etti. Kendisi olmayı seçti. “Kendisi olmayan hiçbir şey olamaz” dedi. Her insan özgün ve özeldir düşüncesine sahipti. Bireysel varoluşun kendini seçerek olabileceğini bildi. Artık kendisini seçmişti ama bu bir bencillik değildi. Bencillik diğer iradeleri kabul etmemekti. Sahip olmayı seçip olmayı reddetmekti. İnsanın kendisini bilip seçmesi tüm insanları sevmekti. Kendini bilmek önce kendine değer vermeyi gerektirirdi. Bunun için de ilk yapılması gereken insanın kendisini bilmesiydi. Sonra kendisine değer vermeyen insanların huzursuz ve mutsuz halleri aklına geldi. Şöyle söyledi: Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeden huzurlu ve mutlu olamayız ve kendimizle savaş halinden kurtulup iç barışı yakalayamayız. Böylece içimizdeki eksiklik hissi devam eder ve çareyi hep dışarıda ararız. Aslında hep kendimizi özleriz. Öz gerçekliğimizi ve potansiyellerimizi biz dışarıda göremeyiz.
Böylece aradan uzun zamanlar geçti. Geçen o uzun zamanlarda bir şey fark etti. “Kendinden razı olursan eğer kendin olabilirsin” dedi. Sonra sözlerine devam etti: “Kendinden razı olmak hem çok zor hem de çok kolay bir iştir. Bu duruma göre değişir. Razı olmak kabul etmek demektir. Kendini kabul edip sevebilenler ancak üretebilir. Kendi gerçekliklerini görüp hatırlayanlar potansiyellerini fark edip kendileri olurlar. Böylece “Bir” olma halini içlerinde yaşarlar. Artık dışarıda bir gerçek aramazlar. Aydınlığın ve karanlığın kendi yapılarında bulunduğunu anlarlar. Yapılması gereken şey sadece seçimdir. Seçimlerimiz bizleri belirlemektedir. Özgür seçimler seçeneklerini de belirlerler. Kendisi olmak seçimi kendinden razı olmayı gerektirir. Her seçim gibi bu da sorumluluğu beraberinde getirir. Sorumluluk taşıyabilen ruhlar bu seçimle daha da yükselir. Sorumluluktan kaçan ruhlar ise kendilerini sevemeden bir ömür tüketir ve bağımlılıklar geliştirir. Onlar artık içlerinde ve dışlarında bağımlılıklarına göre kendilerini tanımlarlar ve o şekilde bir yaşam planına kendilerini adarlar. Kendisi olabilenler kendilerine tabidirler. İçsel birliği onlar bu şekilde gerçekleştirirler. Maddede sınırlı ama manada sınırsız bir varlık olduklarını bilirler.”
“Kendilerini kandırmamak için yoğun çaba harcarlar. Bilirler ki insanı en iyi kandıran kendisidir. Kendine insan çok ustaca yalanlar söyleyebilir. Sıyrılmak için içerideki ve dışarıdaki tüm yalanlardan, daima keskin bir gözle içine bakmalıdır her insan. Kendinden razı olanlar bunu bir süreç içinde yapmazlar. Bu razı oluş bir anda olur ve her an olarak ve oldurarak tüm süreçleri süreçlerden bağımsız olarak kapsar. Bu oluş anını onlar tüm zamanlara yayarlar. Her an oluş halinde, olmaya çalışmadan olurlar. Olmaya çalışanın işi: “Olmaya çalışmaktır”! Olmaya odaklanmıştır. Bu nedenle de olamamaktadır. Olmak kendin olmaktır. Olmak kendini bilmektir. Olanın ise yaptığı şey “kabul etmektir”. Bu kabul edişle o zaten olduğunu görecektir” dedi ve kanatlarını açıp sonrada rüzgâra sarılıp uçup gitti. Bir zamanlar bir adam vardı. Kanatları rüzgâra dolanan hayallere dalardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder