Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

9 Mart 2011 Çarşamba

İnsana akmak yaraşır… Ki akıştır, insanı İNSAN eden

Su Gibi Akalım
Şimdi dünyada yaşanan derin krizler, illüzyonun ne olduğunu tüm çıplaklığı ile insanlığın gözleri önüne sermiştir. İllüzyon hastalığının tek şifası, derin uykumuzdan uyanmaktır.

İnsan; çok boyutlu çok katmanlı gizemli ve sır dolu bir varoluştur.
Ki, Alemlerin; kendini kendinde gözlemlediği; -gözbebeğidir-, aynasıdır.
Kendine baktığını sanan ama göremeyen göz gibidir.
Bir diğerinde görebilir kendisini.
İstisnasız aynadır, bizden geriye kalan her şey, bizi kendimize yansıtır.
Kalbimizde uyanana kadar, bir diğerinin aynasında gördüğümüz her -Biz- bize yabancıdır. Yabancılık birbirimize çok örtülü katmanlardan baktığımızla ilgilidir. Bu katmanlardan ne kendimizi görebiliriz ne de bir diğeri sandığımız aynamızı…
Baktığımız sadece, gördüğümüzü sandıklarımızdır.
Duyduğumuz sadece işittiğimizi sandıklarımızdır.
Bildiklerimiz sadece hissettiğimizi sandıklarımızdır.
Aslında bir diğerine şimdiye kadar; ne işitmiş ne de görmüş ne de dokunmuşsuzdur...
Yabancıyızdır.
Yabancılık bizi, bizden uzaklaştırır, toplumsal düzenin kendi doğasını tanımamaktan türemiş ve kabul edilmiş; binlerce yılık yaşam modelleri; ki gelenekler, anlayışlar, algılayışlar, içinde devindiğimiz sistemlerin hepsi de buna dâhildir ve bizler bir bakarız ki inanılmaz devasa büyüklükte bir hapishane yarattığımızın ve bunun içinde ölü yaşamlar sürdüğümüzün farkına varırız.
Farkına varsak da ölü yaşamlarımızın, “böyle gelmiş böyle gider” misali aynı düzeni devam ettirme derdine düşeriz.
Bir inanılmaz dünya illüzyonunu hep birlikte yaratmaya gün be gün devam ederiz.
İllüzyonda yaşayan sanal kimlikler oluştururuz. Tıpkı internet ağı gibi bu sanal kimliklerle-maskelerle yoluyla toplumla iletişimdeyizdir. Asla toplum ve toplumu oluşturan bireyler ile -kendi doğamız- içinde bir etkileşime giremeyiz.
Maskelerimizin toplamı ve maskeler ile deney imlediklerimiz de illüzyonu var etmeye devam eder.
Şimdi dünyada yaşanan derin krizler, illüzyonun ne olduğunu tüm çıplaklığı ile insanlığın gözleri önüne sermiştir.
İllüzyon, önce tek tek her birimizin ürettiği sanrılar ve sonra toplumsal olarak birlikte ürettiklerimiz ve birbirinin içine geçmiş, kimsenin neyin nerede başlayıp nerede bittiğini bilmediği, neyin gerçek neyin gerçeklik dışı olduğunu kestiremediği, hiçbir tutarlı insanı değerin yaşanamadığı ve gün geçtikçe yaşamın nefesini tüketen bir korku yumağı oluşturmuştur.
İnsanın doğasına uymayan, insanı mutsuz eden, insanı birbirinden ayıran sahte-kurgulanmış ve belletilmiş sistem aklımıza gelebilecek her şey her şey ile illüzyonu devam ettirmektedir. (TV, diziler, medya, yiyecekler, sağlık, eğitim, moda, bilim, sanat, din, dernekler, kuruluşlar, aile, toplum…insanı ilgilendiren her alan, insana hizmet ürettiğini ve hizmet ettiğini iddia eden her şey ve her yerde gibidir, …v.s)
-illüzyon hastalığının- tek şifası, derin uykumuzdan uyanmaktır.
Maske yoksa ego da yoktur. Korku da yoktur. İllüzyon çözülmeye başlar. Çünkü yaratıcı enerjimiz her zaman odağımız da ne varsa ona akmaktadır.
Maske takmadığımızda, gerçek doğamız, gerçek biz ortaya çıkacağı için ve kendi gerçeğimizin yeri her zaman kalbimiz olduğu için, yaratıcı enerjimiz doğal olarak kalbimizdeki oldurmak istediklerimize akacaktır.
Akış kalptedir ve kalbidir.
Kalıcı olan her şey kalpten odaklanılarak yaratılabilir.
Odağımızdaki her zaman istediğimizdir.
İstediğimiz ne ise odaklandığımızdır.
İster bilelim ister bilmeyelim; her An yeni bir yaratımdır.
Ve An’ın gerçekliği bizim, duygularımızla, düşüncelerimizle, sözlerimizle eylemlerimizle birlikte yaratılmaktadır.
Duygulanmak, düşünmek, söylemek, eylemek hepside birer odaklanmadır.
Duygularımız, en güçlü odaklanma aletimizdir.
İllüzyon sisteminde, insanın yaşam gücünü emen hastalığın en büyük hasarları ve kemirmeleri, fiziksel bedenimizden sonra duygusal bedenimizde gerçekleşir. (fiziksel bedenimizde oluşan hastalıklar, duygusal bedenimizin korkuları ve endişeleri, zihnimizin gevezelikleri gibi hepsi de rahatsızlık ifadeleridir ve bu bedenlerimizin yaşam güçlerinin sürekli illüzyona akması bir çeşit kemirilmedir aynı zamanda…)
Bu nedenle duygusal bedenimizin özellikle arındırılması gerekir. Çünkü insanlar -duyguları- ile yönlendirilir ve yönetilir. Tüm alışkanlıklar-bağımlılıklar duygu bedeninde oluşur. Korku kültürü de genelde duygu bedeninde çalışır.
Oysa hislerimiz -Bilinçli- olmamızla- ve Biliş ile ilgilidir. Bilinçli olmak bir varoluş halidir. Nasıl ve ne olacağımızı belirleyen bilincimizdir. İnsanlık şu anda bilinçli olmadığı içini, kendisine sunulan ve insanlığın hiç de hayrına olmayan ve korku kültürünü açığa çıkaran sahte bilinç sunuları ile yaşamaktadır.
Ismarlama hayatlar yaşadığımız için, yaşamlarımızın enerjilerini de sunulanlara aktarıyoruz.
2011-değişimin yılına girerken, Yeni Çağın işbirliğinden, paylaşımdan, sevgiden, birlikten uyumdan, dengeden bütünlükten oluşan bilincini açığa çıkarmak ve yeni -kendi sunularımızı ve düşlerimizi- tasarlayıp paylaşmak ve takipçisi olmamız çok önemlidir. Ve her birimiz için kaçınılmazdır.
Bilinç bedenimize ulaşmak önemlidir. Ulaşmak -kendini- bilmektir. Tanrısal Orijinal Plan ve Kendiliğimizin Orijinal Planı, Bilinç bedenimizde bulunur. Bilinçli Bedenimiz; sezgilerimizle birlikte, ruhsal gücümüzü tezahür ettirdiğimiz içrek bedenimizdir.
Bu nedenle hiçbir İnsanın kaderi yoktur. İnsan -kukla- değildir. Fakat korku kültürüyle beslendiği sürece (korku endişe yargı sanrı alınganlık, v.s) kendiliği olmadığı için kukla kaderciliğine maruz kalmaktadır. Pekaladır.
Kukla kaderciliği, dünya okuluna giriş yaparken buraya girmenin şartı olan ve gösterimde ki oyunun biletinden başka bir şey değildir.
Fakat şimdi oyunun evrilmekte olduğu yeni oyun, canlı ve hareketli bir oyundur. Oyunda kendinizi gerçekleştirdiğinizde dilerseniz kendinize bir KADER çizebilirsiniz.
Kader ruhsal güçle birlikte (bilinçli beden ile uyanık iken) yaratılabilen OYUN demektir.
Çünkü; korku bekleyiş kurtarılma medet ummalar kişinin sürekli zihnine vurgu yaparak kalbinin dışında bırakan durumlardır. Kişi bir türlü içeri yönelemediği için, SAHTE olanın zihne vurgu yapanın ---yapay tadından--- MAHRUM olmak istemez
Halbuki asıl mahrumiyet, kendiliğinin -yuvaya varışın- yokluğudur.
Ama insanın GERÇEĞİ elde etmesi için bir süre bu yapay taddan mahrum kalması, yapay tada ait tüm izlerin silinmesi (arınması) gerekmektedir. Bu yapay tad asal TAD için feda edilmelidir. Yoksa gerçek TAD asla anlaşılamaz.
Gerçek TAD (kişinin Hakikati), yapay tad (illüzyon) arasında bir aralığına parlasa bile kişi yapay tadı uzun süredir kullandığından (bağımlılık) o kadar alışılmış olacaktır ki yapaylığa, yapaylığın arasında parlayıp sönen gerçek TAD (Hakiki Yaşamın Tadı) fark edilmeyecektir bile…
Bu tıpkı, her gün önünden geçip gittiğimiz ve hiç fark edemediğimiz çiçek gibi, seher vakti tanıklık etmediğimiz güneşin doğuşu gibidir…
Ne ise insan, kendi Hakikatinin de yanından gelir geçer ve hiç fark etmez.
Hakikatimizin fark edilmesi, bu dünya toprağına ekilecek bir ağaçtır. Ağacı ekmek için Toprak elzemdir. Ve Rahimdir. Toprak dünyadır. Dünya toprağına emek verilmesi, taş üstüne taş konması gerekir. Bu bazen -ağır- ışık işçiliğidir. Kendimizi arındırarak, en azından dünyayı, kendi korkularımızdan -nefsimizden- kurtarmaktır.
Nefs her şeyi kullanabilir. Ruhun tüm erdemlerinin taklidini yapar.
Mesela, nefsin elinde sabır; atalete, asalet; kibre, soğukkanlılık; duyarsızlığa, kararlılık; hırsa dönüşebilir. Tüm bu duygular bağımlılık yaratıcı konfor kuşağı alışkanlıklarını oluşturur. Nefs sanal olan doğası nedeniyle, kalıcı bir şeylerin peşindedir ve kaybetmeye dayanamaz, dolayısıyla konfor kuşağını bırakmak istemez.
Herkesin konfor alanı başka başkadır.
Kalpten olmamıza engel olan her şey konforumuzdur. (mesela her olan hayırlıdır söylemi gibi, kurtarıcı mitlerine inanmak ve kurtarıcı beklemek, vs gibi)
Bazen konfor bir inanca saplanıp kalmaktır. (dinsel inançlar, geleneksel inançlar, v.s gibi )
Bazen görünüşlere aldanma kolaycılığı olabilir. (size sunulanları kabul etmek gibi, ailenizin sunduğu fiziksel zihinsel yapılardan tutun da, tüm dünyanım size sunduğu yapılara kadar hepsi konfor kuşağına girebilir. (mesela tv dizileri ile sunulan yapay hayatlar gibi, spritüel kitaplarda sunulan -iste olsunlar- kolaycılığı gibi, yeniçağ oyuncakları, v.s gibi)
Farkındalık ve kendiliğimizin doğasına odaklı yaşamak her şeydir ve hayr’dır. Kalbimize adanmışlığımız Yol’umuzu aydınlatır.
Yeni dünya, 3boyutlu dünyadan farklı bir varoluş olacaktır. Frekansların artışından, bilincimizin gelişiminden dolayı, zaman daha da hızlanacak ve algılar hisler incelecek ve bilebileceğimiz her şeyler giderek daha da süptilleşecektir.
Süptillik, akışkanlığı, su gibi tüm bedenlerimizde akmayı, bütünleşmeyi ve birleşmeyi ifade eder.
Yeni Dünya süptildir. Akışkandır. Hislerimizle fark edilebildiğimiz ve An’da içine akabildiğimizdir. Ne kadar çok akabilirsek, o kadar gerçek Ol’acaktır.
Sevgili Üstat ne de güzel söylemiş:
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi bulanmadan donmadan akmak ne hoş. Her gün bir yere konmak ne güzel. Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar laf varsa düne ait simdi yeni şeyler söylemek lazım” Mevlana
Şu Sonsuz Alemde tıpkı bir SU gibi akmak gerek.
Kir pas tutmadan
Kendimizden kendimize
Kendimizden Bize
Bizden İNSANa
Ve Dünyanaya
İnsana akmak yaraşır…
Ki AKIŞtır, insanı İNSAN eden.

Hiç yorum yok: