Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Kendimizi Ne Kadar Yaşayabiliyoruz?

Kendimizi Ne Kadar Yaşayabiliyoruz? Oysa…
Beni ne tanımlayabilir? Hissetmeye çalışıyorum kendimi, bir an orada, bir an burada olan ben nasıl kalıplara sığarım ve ‘sanki’ gibi yaşarım? J Her an keşfederken yeni bir beni, öyleymişim gibi nasıl yaşayabilirim?

Belki pek çoğumuzun yaşayıp fark ettiği bu durum beni kendi içimde kaybolmaya götürmüştür, derin düşünce hallerinde bulabildiğim kendimle coşku dolmuşumdur her defasında. Ve gerçekten yaşayan insanlar her zaman ilgimi çekmişlerdir. Aslında kendime olan merakım, kendimi bilmek isteğim, beni birçok olay ve kişiyle karşılaştırmıştır. Yaşamıma eşlik eden tüm yansımalarıma birer parçamı bana gösterdikleri için minnettarım.
Çocukluk dönemimden itibaren yeteneklerimin, ilgi alanlarımın üzerinde yoğunlaşırdım. Şimdi bakıyorum da, yetişemediğim sadece zaman. Her dalda bir tat, bir renk, bir koku buluyorum ben olan. Bana ait diyemeyeceğim ama benden olan her biri. Rengarenk yansımalar…
“Ben şöyleyim, şunu severim, şunu bilirim” vs tanımlamaları ne kadar da kısıtlayıcı ve durağan. Oysa insan öyle mi? İnanılmaz eşsiz bir potansiyel. Şimdi doğan bebeklere ve çocuklara baktıkça inanılmaz mutlu oluyorum. Her biri beni bana hatırlatırken, coşkumu arttırıyor yaşama… Sevgimi arttırıyor kendime ve tüme. Onları tanımlamak neredeyse imkânsız! Tüm donanımlarıyla yaşamdalar her biri. Onlar kendilerini yaşayabilen yeni bilinçler. Aileleri şaşkın. J İçsel olarak bilseler de pek çoğu bu eşsiz güzellikteki çocuklarla yaşayabilmek, uygun iletişimi bulmak ve yönlenebilmek için çeşitli kişisel gelişim derslerine koşuyorlar. Bu arada kendilerini kurslarda kaybetmeyenler ise, bu çok değerli hazinelerle sevgi dolu iletişimleri ve özlerinin seçimleriyle kendilerini yaşayabilmeyi öğreniyorlar.
İhanet! Kime ihanet?
Kendiniz olanı yaşamadıysanız eğer, ihanet yok mudur siz olana? Toplumun ve bilindik ahlak kurallarının mutsuz insanları, şu dünyada daha ne kadar rol yapacaklar asıl kendilerine? Ve daha kaç yıllarca kendi sahte dünyalarında, benliklerinde mutsuz nesilleri yetiştirecekler?

Evli veya ilişkisi olan pek çok kişi ihanete uğrarken, ihanet etmediğini düşünen diğerleri de ihanete uğramakta. Kendilerine ihanet edilmesin diye eşlerini veya sevgililerini abluka altına almaya çalışanlar sevgilerine sadık kalmış oluyorlar. Sevginin tanımı belki de yeniden yapılıyor yeni insanla birlikte.
Erkek diyor ki; “Benimki yapmaz, benden başkasına bakmaz, bana ihanet etmez!” ama kendisi yapıyor. J (Olsun, onun evindeki, yanındaki kadın yapmasın da).
Kadın diyor ki; “Hiçbir erkeğe güvenmem. Erkek bu, yapar! Yaparsa da ben bilmeyeyim, görmeyeyim. J (Görmüyor, duymuyor, taa ki birileri ona duyurana kadar).
Bu insanların birbirleriyle olan yaşamları çok sıkıcı, sıradan, neredeyse ölü… Bir çeşit ortaklık, yaşam arkadaşlığı denilebilir belki. Sevgi, saygı var, dürüstlük ve coşku yok! Olamıyor çünkü, insan yerleşmiş kalıp düşüncelerden kendini arındıramıyor.
Ruhların öldüğü ilişkiler, donuk, kısıtlayıcı, baskılayıcı yaşamlar insanlara ne verebilir? Sevgi adı altında esaret! Sahip olmak ama neye, kime? Sevginize sahip olabilirsiniz ancak! Ve kendinizedir ihanet en çok! Kalbinizin seçimlerine saygı duymuyorsanız, sürekli baskılıyorsanız ruhunuzun isteklerini, size yaşıyor denilebilir mi? Asıl bu ihanet değil mi? Böylece ihanet etmiş olmuyor musunuz size?
Kaç kişi şöyle diyebilir acaba? “Kendine ihanet etmediğin için, coşku dolusun… Her geçen gün seni daha da çok seviyorum!” J
Bu arada günübirlik ilişkiler, sevgi arayışları, erkeğin avcı, kadının av durumunda arayışları ve karşılığında yaşanan ilişkilerle ruha yaşatılan ihanetler de başka bir boyut.
Erkek ve kadının, birbirlerinin sınırlarını görme arzuları arasında yaşanan oyunlar. Duygulara yapılan ihanetler…
İnsan büyümeye başladığı ilk yıllardan itibaren kendine ihanet etmesi öğretilen bir varlık. Ve dolayısı ile diğerlerine…
Takındığı maskeler ve rollerle mutluluk oyunu oynayan insan artık uyanabilir, silkelenip kendine ihanetten vazgeçerek, özünü yaşama geçirebilir.

Özlem! Kime ve neye Özlem?
Özlem öylesine yoğun ki,
Damarlarımda yangın var sanki.
Düşünmek istemiyorum belki unuturum diye,
Nefes alamıyorum onu düşüncesizliğimde,
Yok oluyorum,
Kayboluyorum…

Kendim olana özlem, beni bulmaya, tatmaya, koklamaya…
Özlüyorum,
Öylesine derin,
Tenim tenine değmedi aşkın,
Sevmedi,
Yaşamadı böylesine aşkı…

Bilmediğini özler mi insan? Nedir bu kavuşmak için yanıp tutuşmalar sevgiliye?
Sevgi ve Aşk!
Sevgi ve aşkın tanımı yapılır durmadan… Şu iki kelime; “seni seviyorum!”
Bu iki kelimeyi kullanırız da nedir bu sevgi?
Sevgi, öğrenilebilen, derece derece artan bir hal… Bilmeden sevmiyoruz diyemeyiz. Sevgiyi yaşadıkça daha çok sevmeyi öğreniriz. Emek verdikçe sevdiklerimize, bilinç. düzeyimizle de ilgili olarak sevgimiz artar. Sevgi, bilmek, bulmak için çeşitli hallere girerek, sürekli olarak hareket eder.
Sevgi aşkı yaşama geçiren enerjidir. Bizi birbirimize bağlayan bağ! Yaşam, aşk için vardır. Yaşam aşk halindeki akıştır. Oysa bilmeden aşık oluruz. Bilmediğimiz halde aşkı yaşarız. Bilinmeyenedir aşk! Bilindikçe o sevgi ya da sevgisizlik haline bürünür olur. Aşk, taşan, yaşayan enerjidir. Sevgi enerjisidir. Aşk halinde kalabilmek insan bedeninde pek te kolay değildir. En azından şu dünyada şu bilinçle… Zaman zaman tek başına olup, kendi tamlığını hissedip, yeterliliğini yaşayıp, içsel bütünlüğüne dokunmak için yansımalar yaratırsın. Bu ihtiyaç değildir, vermektir taşanı.

İnsan doğduğu anda sevginin taşıyıcısı birer âşıktır, aşkla doğar. Ve doğduğu andan itibaren kalıba sokulmaya çalışılır, şekillendirilir. Anne-baba kendi ailesinin ve tüm koşullanmışlıklarının kalıbına sokmaya, kendi elbiselerini giydirmeye çalışırlar çocuğa. Ve insan uyanmaya başladığı andan itibaren bu elbiseden soyunmaya başlar. J İlk defa kendisiyle kalmaya başlar. Aşkla… Kendi başına, sevgisiyle. Yaşama da başıboş bakamaz, özünde bulduğu aşkla, her an daha da canlanarak, tatlanarak yansır. Aşk dolu yansımalarda kalabilmek dileğiyle...

Hiç yorum yok: