Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

29 Temmuz 2011 Cuma

Büyük bir bomba, küçük bir çocuk…

Gerçek bir hikayeden esinlenmiştir “Küçük bir çocuktum, şehrime Atom Bombası attılar'


Atom Bombası atıldığı sırada Hiroshima’da bulunan 6 yaşındaki Keiji büyüyüp çizer oldu. Babasını, kardeşlerini öldüren bombanın yarattığı Hiroshima cehennemini Yalınayak Gen adlı çizgi roman serisinde gözler önünde serdi. Bu, onun tüm sevdiklerini çalan Atom Bombası’ndan aldığı intikamdı. Yalınayak Gen şimdi Türkiye’de.

Temmuz 1945’te Nazi Almanyası yenilmiş, Avrupa’da savaş sona ermişti. Fakat Pasifik’te Japonlarla yapılan savaş hala devam ediyordu. Her bir ada için son derece kanlı geçen göğüs göğüse çarpışmalar yapılıyordu. İki taraf da büyük kayıplar veriyordu. Tabi Japonlar’ın kaybı Amerikalılar’a göre daha büyük oluyordu.
Japon ordusu mühimmat ve gıda konusunda büyük yokluklar içinde olsa da hala güçlü bir kara gücüne sahipti. ABD’nin eninde sonunda Japonya’ya çıkartma yapacağı biliniyordu ve Japonlar savaşın kaderini belirleyecek bu “nihai çarpışma”dan galip çıkacaklarına emindiler. Zaferden bu kadar emin olmalarının sebebi ise sahip olduklarına inandıkları güçlü bir silahtı: Japon halkının İmparator’ları uğruna ölme kararlılığı. Japonlar bu kararlılığın 2. Dünya Savaşı’nda kullanılacak en güçlü silah olduğu konusunda yanılıyorlardı elbette. Çünkü asıl en güçlü silah ABD’da üç yıllık bir araştırma sonucu, iki milyar harcanarak inşa edilen bir bombaydı: Atom Bombası.
Atom Bombası 16 Temmuz 1945’te New Mexico’da ilk kez denendi. Denemenin başarılı olduğu raporu hemen Başkan Truman’a ulaştırıldı. Çok büyük miktarda mal ve can kaybına yol açacak Japonya Çıkartması’na bir alternatif çıktığına memnun olan Truman, müttefik liderlerle görüştükten sonra 16 Temmuz’da Japonya’ya son bir kez daha teslim olma çağrısında bulundu. Gururlarından ve kibirlerinden önlerini göremeyecek durumda olan Japonlar bu çağrıyı dikkate almak yerine askerlerini, hastabakıcılarını, gençlerini ölmek üzere eğitmeye başladılar. Onlardan beklenen tam olarak buydu, ölmek. Bedenlerine bombalar bağlayıp topraklarına ayak basmaya cüret eden Amerikan tanklarının altına atacaklardı kendilerini. Bunu nasıl doğru düzgün yapacaklarının eğitimini alıyorlardı.
Büyük bir bomba, küçük bir çocuk…
Hiroshima’nın korkunç savaşın etkilerini gösteren bir şehir olduğunu söylemek haksızlık olurdu. ABD ülkeyi dize getirmek için Japon şehirlerini durmaksızın Napalm ile bombalarken Hiroshima savaşın başından beri bir kez bile bu bombaların hedefi olmamıştı. Askeri yığınak olarak kullanılmasına rağmen diğer şehirlerin korkunç kaderini hiç paylaşmamış olması, Hiroshima halkının süregiden yiyecek sıkıntısı dışında kendini güvende hissetmesini sağlıyordu. Ama bu durumun ardında tüyler ürpertici bir gerçek yatıyordu. Burayı Atom Bombası’nın olası hedeflerinden biri olarak çok önceden belirleyen ABD Hiroshima’yı Napalm’lardan esirgiyordu çünkü Atom Bombası’nın etkisini tam olarak görebilmeleri için şehrin sapasağlam ayakta olması daha uygun olacaktı.
6 Ağustos 1945 sabahı Hiroshima’da olağanüstü güzel bir hava vardı. Gökyüzünün yekpare mavisini bozan tek bir bulut bile yoktu havada. Şehrin koşuşturmacası yeni başlamıştı daha. Yetişkinler işlerine, çocuklar okullarına gitmek için yollardaydılar. Okul yolunda olanlardan biri de Nakazawa ailesinin
6 yaşındaki oğulları Keiji idi.
Keiji’nin kendinden küçük bir erkek kardeşi (Susumu) ve bir ablası (Eiko) vardı. Annesi bir ay kadar bir süre sonra ona bir kardeş daha verecekti. Atom Bombası şehrinin 600 metre üstünde patladığında Keiji okuluna yeni varmıştı. Bombanın neden olduğu 5000 derecelik ısı dalgasının pek çok arkadayı gibi onu da kavurması içten bile değildi. Ama gölgesinde bulunduğu beton duvar onu bu sondan korumuştu. Keiji Hiroshima’yı birkaç saniyede harita silen bir patlamadan kurtulmayı başarmıştı.
Ne yazık ki ailenin diğer bireyleri arasında Keiji kadar şanslı olmayanlar vardı. Patlama evlerini yerle bir etmiş, ikinci kat tamamen çökmüştü. Babası ve kardeşleri çöken evin krişi altında kalmışlardı. O sırada balkonda çamaşır asan annesi ise arka sokağa fırlamış ve bir mucize eseri tek bir çizik bile almadan kurtulmuştu.
Küçük Susumu’nun tek yaptığı ön kapının eşiğinde oturmuş oyuncak gemisiyle oynamaktı oysa. Ne savaşla, ne savaşın başlatanlarla hiçbir ilgisi yoktu. Tek derdi ağabeyi gelmeden olabildiğince gemiyle oynamanın tadını çıkarabilmekti. Sonra bir anda başını lanet olasıca bir bombanın çökerttiği krişin altında sıkışmış buldu. Bacaklarıyla deli gibi tekmeler savuruyor ve annesinden yardım istiyordu. O güne kadar annesinin çözemeyeceği bir sorunla karşılaşmamıştı. Böyle bir şeyin olabileceği de aklına gelmiyordu muhtemelen. Annesi gelip yine çekip çıkaracaktı bu beladan onu. O yaştaki her çocuk gibi Susumi’ye de anneler sanki tüm sorunların üstesinden gelebilirmiş gibi geliyordu.
Annesi de bunu farkında olduğunda 8 aylık hamile olmasına bakmadan krişi kaldırmaya çalıştı. İçeride kapalı kalan kocasının yardım çığlıklarını bile duymaz olmuştu. Krişin altında kalıp anında ölen kızını acısını da… Tek düşündüğü küçük oğlunu kurtarmaktı.
Ama gücü yetmedi bir türlü. Krişi yerinden oynatamadı. Yoldan geçenlerden yardım istedi ama kimsenin kimseye yardımı düşünecek hali yoktu. Herkes can derdine düşmüştü. Doğduklarından beri yaşadıkları şehrin bir anda cehenneme dönmesinin şokuyla patlamanın merkezinden uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Kendilerini kovalayan alevlere yakalanmamak için buna mecburlardı.
Ve o alevler sonunda Keiji’nin evine ulaştı. Susomi’nin çığlıkları artık daha da güçlenmişti. Keiji’nin babası karısına yardım bulması için yalvarıyordu ama kadının tek yapabildiği oturmak, ağlamak ve onlarla birlikte öleceğini söylemekti. Komşuları zamanında yetişip yarı deli haldeki kadını oradan sürükleyerek götürmesi, Keiji’nin annesinin dediğini yapacağına şüphe yoktu.
Yaşadığı şok Keiji’nin annesini erken doğuma zorladı. Binlerce canın ziyan olduğu bu cehennemde yeni bir yaşam filizlenmişti. Küçük kıza Tomoka adını verdiler anne, oğul. Ama bu mucize uzun ömürlü olmadı. Radyasyon tüm su ve yiyeceği kirletmiş, kadınlar sütten kesilmişti. Bu şartlara rağmen 4 ay yaşamayı başardı Tomoko. Cehennemde açan bir çiçekti ama cehennemin alevleri onu da kavurdu nihayetinde.
Keiji’nin annesi 1966 yılına kadar yaşadı. Ölene kadar kocasının ve oğlunun çığlıkları kulaklarındaydı. Kimse ona acısını dindirebilecek bir açıklama yapamadı. Hangi bombanın, hangi insanın, hangi inancın bir anneye evlat acısı yaşatmaya hakkı vardır? Bu sorunun yanıtı hala verilemedi. Görünüşe göre verilemeyecek de… Hatta bu soruyu sorabilirseniz bile kendinizi şanslı saymalısınız!
Daha 6 yaşında bunca acıyı gören, cehennemi bizzat tecrübe eden Keiji ise büyüdü. Savaş karşıtı ve geleneksel Japon boyama ustası babasının izinden gitti.
Gördüklerini, yaşadıklarını yarattığı çizgi romanlarla dünyaya duyurmaya karar verdi. Bu kararı annesinin küllerini toplamak için gittiği krematoryumda yaşadığı şok üstüne almıştı. Bombanın radyoaktif kalıntısı annesinin kemiklerini yok olma noktasına gelecek kadar yemişti. Bomba annesinin kemiklerini bile ondan çalmıştı.
“Öfkeden deliye dönmüştüm. Savaşı başlatan Japon askeri kanadını ve bombayı çok normal bir şeymiş gibi kafamıza atan Amerikalıları asla affetmeyeceğime yemin ettim. Annemin öcünü almak için atom bombası hakkında çizgi romanlar çizmeye başladım.”

Keiji Nakazawa’nın öfkesindeki haklılığı kim sorgulayabilir ki?
Keiji Nakazawa’nın 1972 yılında çizmeye başladığı Yalınayak Gen (Barefoot Gen) 10 kitaplık bir dizi halini aldı. Şimdi ülkemizde de yayımlanmaya başlanan Yalınayak Gen, Nakazawa’nın Hiroshima’daki gerçek deneyimlerine dayanıyor. Gen’in hikayesini okurken bugüne kadar yalnızca Hiroshima’nın hikayesini bildiğinizi “zannettiğinizi” fark edeceksiniz. Belki başka şeyleri bildiğinizi zannettiğinizi de…
“İnsanlar aptal. Dar kafalılık, dini fanatiklik ve açgözlülük yüzünden dünya asla barış içinde olamıyor ve bir nükleer savaşın gölgesi asla çok uzaklarda değil. Umuyorum ki Gen’in hikayesi okuyuculara barışın değerini ve yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz cesareti anlatır.”
Keiji Nakazawa
Yaşam ve İnsan için herşey

Hiç yorum yok: