TÜBİTAK'ın dergisinde Darwin'in sansür edilmesi birdenbire gündemin başına oturdu. Darwin ve karşıtlarının mücadelesi, dünyada akıl ve bilime karşı dogmanın mücadelesini simgeler. Bu nedenle Türkiye’de bilimin kalesi olması gereken bir kurumun akıl - dogma mücadelesinde dogmadan yana bir davranış göstermesi üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir olaydır. Atatürk'ün "en hakiki mürşit ilimdir" ilkesinden yıllar sonra ülkemizin en önemli bilim kurumu dogmadan yana tavır koyuyorsa, bunun nedenlerini ve almamız gereken önlemleri bulmalıyız.
Bilim Teknik
Keyifli ve Doygun zaman geçirmek isteyenlerin tek adresi... Unusual Life Game Forums
30 Kasım 2010 Salı
Darwin olayı ve tarihte akılcılık-nakilcilik mücadelesi
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
akılcılık,
aristo,
bilim teknik,
cumhuriyet,
darwin,
farabi,
ibni sina,
mücadelesi,
nakilcilik,
olayı,
tarihte
Gerçek, Hipotez, Yasa, Kuram nedir?
Bilimin Doğasını Anlatmakta Kullanılan Terimler
Gerçek: Bilimde, tekrar tekrar doğrulanan bir gözlem pratik olarak "doğru" kabul edilir. Ancak bilimdeki "doğru"luk hiç bir zaman son değildir. Bugün için doğru kabul edilen yarın bir değişime uğrayabilir ya da tümüyle yanlış olduğu gösterilebilir.
Hipotez: Doğal dünyaya ilişkin ve sınanabilecek çıkarımları olan, değişmeye açık bir öneri. Çıkarımlar doğrulanırsa, hipotezin doğru olma olasılığı artar. Eğer yanlışlığı gösterilirse, önerilen biçimiyle hipotez terk edilir veya değişikliğe uğrar. Hipotezler daha karmaşık ilişkiler ve açıklamalar oluşturmakta kullanılabilir.
Yasa: Belirtilen koşullarda doğal evrenin bir parçasının nasıl davranacağını gösteren bir genelleme.
Kuram (Teori): Bilimde, doğal evrene ilişkin olarak bilimsel anlamda gerçekleri, yasaları, çıkarımları ve sınanmış hipotezleri içeren ve kuvvetle desteklenen bir açıklama.
Evrimin "bir bilimsel gerçek olarak değil, yalnızca bir kuram" olarak öğretilmesini isteyenler, gerçekte bu sözcüklerin genel kullanım anlamlarıyla, bilimsel anlamlarını karıştırmaktadırlar. Bilimde, bulguların birikimiyle kuramlar gerçeğe dönüşmezler. Tam tersine, kuramlar bilimin son noktasıdır. Kuramlar, yoğun bir gözlem, deney ve bilimsel yaratıcılık sonucu geliştirilmiş ileri bir anlayışı gösterirler. Çok büyük miktarda bilimsel gerçek, sınanmış hipotez ve mantıksal çıkarım içerirler. Bu anlamda evrim, en güçlü ve yararlı bilimsel kuramlardan biridir.
Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (NAS)
Gerçek: Bilimde, tekrar tekrar doğrulanan bir gözlem pratik olarak "doğru" kabul edilir. Ancak bilimdeki "doğru"luk hiç bir zaman son değildir. Bugün için doğru kabul edilen yarın bir değişime uğrayabilir ya da tümüyle yanlış olduğu gösterilebilir.
Hipotez: Doğal dünyaya ilişkin ve sınanabilecek çıkarımları olan, değişmeye açık bir öneri. Çıkarımlar doğrulanırsa, hipotezin doğru olma olasılığı artar. Eğer yanlışlığı gösterilirse, önerilen biçimiyle hipotez terk edilir veya değişikliğe uğrar. Hipotezler daha karmaşık ilişkiler ve açıklamalar oluşturmakta kullanılabilir.
Yasa: Belirtilen koşullarda doğal evrenin bir parçasının nasıl davranacağını gösteren bir genelleme.
Kuram (Teori): Bilimde, doğal evrene ilişkin olarak bilimsel anlamda gerçekleri, yasaları, çıkarımları ve sınanmış hipotezleri içeren ve kuvvetle desteklenen bir açıklama.
Evrimin "bir bilimsel gerçek olarak değil, yalnızca bir kuram" olarak öğretilmesini isteyenler, gerçekte bu sözcüklerin genel kullanım anlamlarıyla, bilimsel anlamlarını karıştırmaktadırlar. Bilimde, bulguların birikimiyle kuramlar gerçeğe dönüşmezler. Tam tersine, kuramlar bilimin son noktasıdır. Kuramlar, yoğun bir gözlem, deney ve bilimsel yaratıcılık sonucu geliştirilmiş ileri bir anlayışı gösterirler. Çok büyük miktarda bilimsel gerçek, sınanmış hipotez ve mantıksal çıkarım içerirler. Bu anlamda evrim, en güçlü ve yararlı bilimsel kuramlardan biridir.
Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (NAS)
Evrimle İlgili Sık Sorulan Sorular
Evrim nedir?
Evrim geniş anlamda, bugün gözlemlediğimiz dış dünyanın geçmişte varolandan farklı olduğu anlamına gelir. Galaksiler, yıldızlar, güneş sistemi, ve dünyamız akan zaman süresince değişmiştir; yeryüzündeki yaşam da bu değişime uymuştur.
Biyolojik evrim dünyadaki yaşamın tarihi süresince yaşayan canlılardaki değişimleri ele alır. Evrim yaşayan organizmaların ortak atalara sahip olduklarını açıklamaktadır. Zamanla doğal seçilim gibi biyolojik süreçler sonucunda yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olur. Darwin bu değişimi "değişerek türeme" olarak isimlendirmiştir Bu terim bugün için de biyolojik evrimi en iyi açıklamaktadır.
Evrim sadece bir çıkarım değil midir?
Hiç kimse tek toynaklı atların, üç toynaklı atlardan evrimleştiğini görmemiştir, fakat bu atların evrimleştiğine emin olamayacağımız anlamına gelmez. Bilim, doğrudan gözlem ve deneyin haricindeki başka yöntemleri de kullanır. Pek çok bilimsel buluş, çıkarımlara ulaşmayı olası kılan dolaylı deneyler ve gözlemler sayesinde yapılır ve bu çıkarımlar sayesinde ortaya konulan hipotezler sınanırlar.
Örneğin kuantum fizikçileri atomaltı parçacıkları doğrudan gözleyemezler, çünkü bu parçacıklar çok küçüktürler. Belirli gözlemlere dayanarak parçacıkların diğer özellikleri, ağırlıkları, hızları, konusunda sonuç çıkarırlar. Mantıksal bir hipotez şöyle olmalıdır: Eğer bir parçacığın ağırlığı Y ise, biz onu başka parçacıklarla bombardımana tabi tutarsak, X olayı olacaktır. Eğer X olayı olmazsa, hipotezin geçersizliği gösterilmiş olur. Böylece, bir olguyu doğrudan gözlemleyemesek bile doğa hakkında bilgi edinebiliriz; bu geçmiş için de geçerlidir.
Astronomi, jeoloji, evrim biyolojisi, arkeoloji gibi geçmişi araştıran bilimlerde, mantıksal çıkarımlar yapılır ve bunlar verilerle sınanırlar. Bazen bu sınama yeni veriler elde edilene kadar gerçekleşmeyebilir, fakat geçmişi anlamamıza yardımcı olabilecek pek çok bulgu elde edilmiştir. Örneğin, akrepsinekleri (Mecoptera) ve gerçek sinekler (Diptera), entomologların (böcekbilimcileri) bu ikisinin birbirleriyle yakın ilişkisi olduğunu söyleyebilecekleri kadar benzerliklere sahiptirler. Akrepsineklerinin, birbirine eşit büyüklükte dört kanadı vardır, gerçek sineklerin ise büyük iki ön kanadının yanısıra arka kanatlar küçük yumru şeklindeki yapılarla yer değiştirmiştir. Karşılaştırmalı anatominin önerdiği gibi, eğer iki kanatlı gerçek sinekler akrepsineklerine benzeyen atalardan evrimleşmişlerse, mutlaka ara dört kanatlı gerçek geçiş sinekleri var olmuşlardır; gerçekten de 1976'da böyle bir sineğe ait fosil keşfedilmiştir. Bundan başka, genetikçiler sineklerdeki kanat sayılarının tek bir gendeki mutasyon sayesinde değiştirilebileceğini bulmuşlardır.
Bu nedenle geçmişte gerçekleşmiş bir olgu, bilimsel çalışmanın sınırları ötesinde değildir. Bu tip olaylarla ilgili hipotezler öne sürülebilir ve bu hipotezler sınanabilir ve sağlam sonuçlara varılmasını sağlayabilirler. Ayrıca evrimin pek çok anahtar mekanizması oldukça kısa sürelerde gerçekleşebilir ve antibiyotiklere direnç geliştiren bakterilerin geçirdiği evrimde olduğu gibi doğrudan gözlenebilirler.
Evrim çeşitli veri kaynaklarıyla desteklenen sağlam temellere oturmuş bir kuramdır. Bu veriler fosil kayıtları, genetik bilgi, bitkilerin ve hayvanların dağılımı ve türlerin anatomik ve gelişimsel açıdan benzerlikleri gibi gözlemleri içerir. Bilim insanları, bu gözlemler için en iyi bilimsel açıklamanın değişerek türeme olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Evrim bir gerçek midir, yoksa bir kuram mıdır?
Evrim Kuramı dünyada yaşamın nasıl değiştiğini açıklamaktadır. Bilimsel terim olarak teori (kuram), günlük kullanımdaki gibi "sanma" veya "önsezi" anlamında kullanılmamaktadır. Bilimsel kuramlar, doğal olaylar hakkında sınanabilen gözlemlerden ve hipotezlerden mantıksal çıkarımla oluşturulan açıklamalardır. Biyolojik evrim, yaşayan dünya ile ilgili çok fazla sayıdaki gözlemden elde edilen en geçerli bilimsel açıklamadır.
Bilim insanları, genellikle bir gözlemi tanımlamak için "gerçek" sözcüğünü kullanırlar. Aynı zamanda bilimciler, gerçek sözcüğünü yeni araştırmalara ve örneklerin bulunmasına gereksinim bırakmayacak kadar çok sınanmış veya defalarca gözlenerek varlığından artık kuşku duyulmayan olgular için de kullanırlar. Bu anlamda evrimin oluşumu bir gerçektir. Bilim adamları artık değişerek türemenin olup olmadığını sorgulamamaktadırlar, çünkü bu düşünceyi destekleyen kanıtlar çok güçlüdür.
Pek çok ünlü bilim insanı evrim kuramını reddetmiyor mu?
Hayır. Evrim hakkındaki bilimsel fikir birliği çok güçlüdür. Evrim kuramının öğretilmesine karşı çıkanlar, bazen ünlü bilim insanlarından gerçek anlamlarıyla bağlantılı olmayan alıntılar yaparak onların evrimi desteklemediğini iddia etmektedirler. Fakat, bu cümleler dikkatle incelendiğinde bilim insanlarının evrimin nasıl gerçekleştiği konusundaki bazı görüşleri tartıştığı, ama evrimin olup olmadığını sorgulamadığı görülmektedir. Örneğin biyolog Stephan Jay Gould, bir zamanlar, "fosil kayıtlarında geçiş formlarının aşırı seyrek olması, paleontoloji dalının gizemlerinden birisidir" demişti. Fakat Gould, başarılı bir paleontolog ve evrimin açık sözlü bir savunucusu ve eğitimcisi olarak, evrimin nasıl gerçekleştiğini sorgulamaktaydı. Türlerin değişiminin yavaş ve küçük adımlarla mı, yoksa küçük değişimlerin olduğu uzun dönemlerden sonra görülen büyük hamleler (bu sıçramalı denge [punctuated equilibrium] olarak bilinir) biçiminde mi olduğunu tartışmaktaydı. Gould'un yanıtında belirttiği üzere, "Alıntı yapıldığı bölümüyle doğru gibi algılanabilecek bu ifade gerçekte dürüstlükten uzak bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Çünkü benim gerçek amacımı açıklayan, evrim gerçeğini değil evrimsel değişimin hızını tartışmayı öneren bölüm alıntı dışı bırakılmıştır". Gould sıçramalı dengeyi şöyle açıklıyor:
Sıçramalı denge (punctuated equilibrium) ne bir yaratılışçı düşüncedir, ne de tek bir kuşakta birdenbire yeni bir tür oluşmasını sağlayan ani bir değişim hakkındaki Darwinist olmayan bir evrim kuramıdır. Sıçramalı denge yeni türlerin yüzlerce ya da binlerce kuşak süresince oluştuğunu ve ara geçiş dönemleri dizgesinden geçtiğini ileri süren geleneksel kuramı kabul eder. Fakat jeolojik zaman o kadar büyüktür ki, pek çok türün oluşumunda geçen birkaç milyon yıllık süreye göreli olarak, birkaç bin yıl bile çok küçük bir "an" gibi görünebilir. Böylece, türlerin evrimlerinin hızı büyük ölçüde değişebilir ve yeni türler jeolojik zamanda "birden" ortaya çıkmışlar gibi görünebilirler. Tabii insanın yaşam süresi ile karşılaştırıldığında bu sırada geçen zaman çok uzun ve değişimler çok yavaştır.
Evrim geniş anlamda, bugün gözlemlediğimiz dış dünyanın geçmişte varolandan farklı olduğu anlamına gelir. Galaksiler, yıldızlar, güneş sistemi, ve dünyamız akan zaman süresince değişmiştir; yeryüzündeki yaşam da bu değişime uymuştur.
Biyolojik evrim dünyadaki yaşamın tarihi süresince yaşayan canlılardaki değişimleri ele alır. Evrim yaşayan organizmaların ortak atalara sahip olduklarını açıklamaktadır. Zamanla doğal seçilim gibi biyolojik süreçler sonucunda yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olur. Darwin bu değişimi "değişerek türeme" olarak isimlendirmiştir Bu terim bugün için de biyolojik evrimi en iyi açıklamaktadır.
Evrim sadece bir çıkarım değil midir?
Hiç kimse tek toynaklı atların, üç toynaklı atlardan evrimleştiğini görmemiştir, fakat bu atların evrimleştiğine emin olamayacağımız anlamına gelmez. Bilim, doğrudan gözlem ve deneyin haricindeki başka yöntemleri de kullanır. Pek çok bilimsel buluş, çıkarımlara ulaşmayı olası kılan dolaylı deneyler ve gözlemler sayesinde yapılır ve bu çıkarımlar sayesinde ortaya konulan hipotezler sınanırlar.
Örneğin kuantum fizikçileri atomaltı parçacıkları doğrudan gözleyemezler, çünkü bu parçacıklar çok küçüktürler. Belirli gözlemlere dayanarak parçacıkların diğer özellikleri, ağırlıkları, hızları, konusunda sonuç çıkarırlar. Mantıksal bir hipotez şöyle olmalıdır: Eğer bir parçacığın ağırlığı Y ise, biz onu başka parçacıklarla bombardımana tabi tutarsak, X olayı olacaktır. Eğer X olayı olmazsa, hipotezin geçersizliği gösterilmiş olur. Böylece, bir olguyu doğrudan gözlemleyemesek bile doğa hakkında bilgi edinebiliriz; bu geçmiş için de geçerlidir.
Astronomi, jeoloji, evrim biyolojisi, arkeoloji gibi geçmişi araştıran bilimlerde, mantıksal çıkarımlar yapılır ve bunlar verilerle sınanırlar. Bazen bu sınama yeni veriler elde edilene kadar gerçekleşmeyebilir, fakat geçmişi anlamamıza yardımcı olabilecek pek çok bulgu elde edilmiştir. Örneğin, akrepsinekleri (Mecoptera) ve gerçek sinekler (Diptera), entomologların (böcekbilimcileri) bu ikisinin birbirleriyle yakın ilişkisi olduğunu söyleyebilecekleri kadar benzerliklere sahiptirler. Akrepsineklerinin, birbirine eşit büyüklükte dört kanadı vardır, gerçek sineklerin ise büyük iki ön kanadının yanısıra arka kanatlar küçük yumru şeklindeki yapılarla yer değiştirmiştir. Karşılaştırmalı anatominin önerdiği gibi, eğer iki kanatlı gerçek sinekler akrepsineklerine benzeyen atalardan evrimleşmişlerse, mutlaka ara dört kanatlı gerçek geçiş sinekleri var olmuşlardır; gerçekten de 1976'da böyle bir sineğe ait fosil keşfedilmiştir. Bundan başka, genetikçiler sineklerdeki kanat sayılarının tek bir gendeki mutasyon sayesinde değiştirilebileceğini bulmuşlardır.
Bu nedenle geçmişte gerçekleşmiş bir olgu, bilimsel çalışmanın sınırları ötesinde değildir. Bu tip olaylarla ilgili hipotezler öne sürülebilir ve bu hipotezler sınanabilir ve sağlam sonuçlara varılmasını sağlayabilirler. Ayrıca evrimin pek çok anahtar mekanizması oldukça kısa sürelerde gerçekleşebilir ve antibiyotiklere direnç geliştiren bakterilerin geçirdiği evrimde olduğu gibi doğrudan gözlenebilirler.
Evrim çeşitli veri kaynaklarıyla desteklenen sağlam temellere oturmuş bir kuramdır. Bu veriler fosil kayıtları, genetik bilgi, bitkilerin ve hayvanların dağılımı ve türlerin anatomik ve gelişimsel açıdan benzerlikleri gibi gözlemleri içerir. Bilim insanları, bu gözlemler için en iyi bilimsel açıklamanın değişerek türeme olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Evrim bir gerçek midir, yoksa bir kuram mıdır?
Evrim Kuramı dünyada yaşamın nasıl değiştiğini açıklamaktadır. Bilimsel terim olarak teori (kuram), günlük kullanımdaki gibi "sanma" veya "önsezi" anlamında kullanılmamaktadır. Bilimsel kuramlar, doğal olaylar hakkında sınanabilen gözlemlerden ve hipotezlerden mantıksal çıkarımla oluşturulan açıklamalardır. Biyolojik evrim, yaşayan dünya ile ilgili çok fazla sayıdaki gözlemden elde edilen en geçerli bilimsel açıklamadır.
Bilim insanları, genellikle bir gözlemi tanımlamak için "gerçek" sözcüğünü kullanırlar. Aynı zamanda bilimciler, gerçek sözcüğünü yeni araştırmalara ve örneklerin bulunmasına gereksinim bırakmayacak kadar çok sınanmış veya defalarca gözlenerek varlığından artık kuşku duyulmayan olgular için de kullanırlar. Bu anlamda evrimin oluşumu bir gerçektir. Bilim adamları artık değişerek türemenin olup olmadığını sorgulamamaktadırlar, çünkü bu düşünceyi destekleyen kanıtlar çok güçlüdür.
Pek çok ünlü bilim insanı evrim kuramını reddetmiyor mu?
Hayır. Evrim hakkındaki bilimsel fikir birliği çok güçlüdür. Evrim kuramının öğretilmesine karşı çıkanlar, bazen ünlü bilim insanlarından gerçek anlamlarıyla bağlantılı olmayan alıntılar yaparak onların evrimi desteklemediğini iddia etmektedirler. Fakat, bu cümleler dikkatle incelendiğinde bilim insanlarının evrimin nasıl gerçekleştiği konusundaki bazı görüşleri tartıştığı, ama evrimin olup olmadığını sorgulamadığı görülmektedir. Örneğin biyolog Stephan Jay Gould, bir zamanlar, "fosil kayıtlarında geçiş formlarının aşırı seyrek olması, paleontoloji dalının gizemlerinden birisidir" demişti. Fakat Gould, başarılı bir paleontolog ve evrimin açık sözlü bir savunucusu ve eğitimcisi olarak, evrimin nasıl gerçekleştiğini sorgulamaktaydı. Türlerin değişiminin yavaş ve küçük adımlarla mı, yoksa küçük değişimlerin olduğu uzun dönemlerden sonra görülen büyük hamleler (bu sıçramalı denge [punctuated equilibrium] olarak bilinir) biçiminde mi olduğunu tartışmaktaydı. Gould'un yanıtında belirttiği üzere, "Alıntı yapıldığı bölümüyle doğru gibi algılanabilecek bu ifade gerçekte dürüstlükten uzak bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Çünkü benim gerçek amacımı açıklayan, evrim gerçeğini değil evrimsel değişimin hızını tartışmayı öneren bölüm alıntı dışı bırakılmıştır". Gould sıçramalı dengeyi şöyle açıklıyor:
Sıçramalı denge (punctuated equilibrium) ne bir yaratılışçı düşüncedir, ne de tek bir kuşakta birdenbire yeni bir tür oluşmasını sağlayan ani bir değişim hakkındaki Darwinist olmayan bir evrim kuramıdır. Sıçramalı denge yeni türlerin yüzlerce ya da binlerce kuşak süresince oluştuğunu ve ara geçiş dönemleri dizgesinden geçtiğini ileri süren geleneksel kuramı kabul eder. Fakat jeolojik zaman o kadar büyüktür ki, pek çok türün oluşumunda geçen birkaç milyon yıllık süreye göreli olarak, birkaç bin yıl bile çok küçük bir "an" gibi görünebilir. Böylece, türlerin evrimlerinin hızı büyük ölçüde değişebilir ve yeni türler jeolojik zamanda "birden" ortaya çıkmışlar gibi görünebilirler. Tabii insanın yaşam süresi ile karşılaştırıldığında bu sırada geçen zaman çok uzun ve değişimler çok yavaştır.
Eğer insanlar kuyruksuz maymunlardan evrimleştiyse, neden halen kuyruksuz maymunlar vardır?
İnsanlar modern kuyruksuz maymunlardan evrimleşmemişlerdir, ama insanlar ve modern kuyruksuz maymunlar artık varolmayan ortak bir ataya sahiptirler. Şempanzeler ve goriller ile ortak bir ataya sahip olduğumuz için bu Afrikalı büyük maymunlarla pek çok anatomik, genetik, biyokimyasal ve hatta davranışsal benzerliklere de sahibiz. İnsanlar Asya kuyruksuz maymunlarına (orangutan ve gibbonlar gibi) daha az benzemektedir, maymunlarla olan benzerliklerimiz ise daha da azdır, çünkü bu gruplarla çok daha eskilere dayanan ortak ataları paylaşmaktayız.
Evrim, populasyonların birbirinden kopup ayrıldığı ve zamanla başkalaştığı, bir çeşit dallanma ya da ayrımlaşma sürecidir. İki grup birbirlerinden yalıtıldığında aynı genleri paylaşmaları sona erer, zamanla artan kalıtımsal farklılıklar grupların aralarında çiftleşerek üremelerini olanaksız kılar. Bu noktada, bunlar farklı türler haline gelirler. Zamanla bu iki yeni tür de başka türlerin oluşmasını sağlayabilir ve bu binlerce yıl böyle devam edip gider.
Neden okullarımızda yaratılış bilimini öğretemeyiz?
Mahkemeler "Yaratılış Biliminin" aslında bir dinsel görüş olduğunda kesin görüş birliğine varmışlardır. Amerikan anayasasına göre, halk okulları dinsel açıdan tarafsız kalmak zorunda olduklarından, mahkemeler yaratılış biliminin okullarda okutulmasını hukuksal açıdan anayasaya aykırı bulmuştur.
Yaratılış bilimini destekleyenlerin kendi görüşlerini destekler biçimde tanıklık etmelerine karşın bir bölge mahkemesi "yaratılış bilimi"nin bilim insanlarının kullandığı biçimiyle bilimin ilkelerine uymadığı hükmünü vermiştir (Mc Lean'a karşı Arkansas Eğitim Komisyonu). A.B.D. anayasa mahkemesi ise yaratılış biliminin, evrim kuramının okutulduğu yerlerde okutulmasını öngören kararları yasalara aykırı bulmuştur (Edwards'a karşı Aguillard). Buna ek olarak, bölge mahkemeleri öğretmenlerin kendi başlarına yaratılış biliminin okutulup okutulmayacağına karar veremeyecekleri sonucuna varmıştır. (Peloza'ya karşı San Juan Capistrano Okul Bölgesi ve Webster'a karşı New Lennox Okul bölgesi). (Evrimi ve Bilimin Doğasını Öğretme, Teaching About Evolution and the Nature of Science, NAS, 1998)
Ulusal Bilim Öğretmenleri Kurumu, Ulusal Biyoloji Öğretmenleri Kurumu, Ulusal Bilim Eğitimi Liderliği Kurumu gibi, öğretmenlerin oluşturduğu kurumlar ve diğerleri, devlet okullarında yaratılış biliminin okutulmasının bilimselliğine ve konunun pedagojik yönlerine kesinlikle karşı çıkmışlardır. Buna ek olarak, dinsel ve diğer organizasyonların koalisyonundan oluşan bir grup, şu anda mevcut olan yasa hakkında bir ortak deklerasyon sunmuşlardır. Buna göre, "Bilim sınıflarında, dünyada yaşamı açıklamak için bilimdışı görüşlerin değil, gerçek bilimsel görüşlerin, bilimsel kanıtların ve açıklamaların okutulmasını" istemişlerdir. (Bkz. Teaching about Evolution and the Nature of Science, NAS, Washinton D.C. 1998)
Bazıları, dürüst davranış biçiminin yaratılışçılığın evrimle birlikte okutulmasını gerektirdiğini söylemektedirler. Fakat, bilim müfredatı, sadece bilimi içerebilir, bazı grupların veya kişilerin bireysel dini görüşlerini değil.
Evrim okullarda okutuluyorsa, yaratılışçılığın da eşit miktarda okutulması gerekmez mi?
Bazı dinci grupların mikroorganizmaların hastalıkları oluşturduğunu reddetmelerine rağmen, bilim müfredatı bu inanç yüzünden değiştirilmemelidir. Pek çok kişi öğrencilerin her alanda en iyi eğitimi almalarını arzulamaktadırlar. Bu eğitim ise, bu konulardaki profesyoneller ve eğitimciler tarafından verilmelidir. Hem eğitimciler, hem de bilim insanları evrimin bilim derslerinde okutulması gerektiğini söylemektedir, çünkü bu kuram bugünkü evreni irdeleyen en iyi bilimsel açıklamadır.
Pek çok kişi, çocuklarının okullarda yaratılışçılığı öğrenmesini istemektedirler. Fakat yeryüzündeki halkların yaratılışa bakışları ve inanışlarında büyük farklılıklar vardır. Karşılaştırmalı olarak dinleri anlatmak uygun bir çalışma olabilir, ama bu bilim derslerinin konusu dışındadır. Ayrıca, Amerikan anayasası, okulların dinsel açıdan tarafsız olması gerektiğini belirtmektedir. Bu nedenle bir öğretmenin, herhangi bir yaratılışçı dünya görüşünü diğerlerinden sanki daha "doğru" imiş gibi öğretmeye kalkması yasalara aykırıdır.
Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (NAS)
İnsanlar modern kuyruksuz maymunlardan evrimleşmemişlerdir, ama insanlar ve modern kuyruksuz maymunlar artık varolmayan ortak bir ataya sahiptirler. Şempanzeler ve goriller ile ortak bir ataya sahip olduğumuz için bu Afrikalı büyük maymunlarla pek çok anatomik, genetik, biyokimyasal ve hatta davranışsal benzerliklere de sahibiz. İnsanlar Asya kuyruksuz maymunlarına (orangutan ve gibbonlar gibi) daha az benzemektedir, maymunlarla olan benzerliklerimiz ise daha da azdır, çünkü bu gruplarla çok daha eskilere dayanan ortak ataları paylaşmaktayız.
Evrim, populasyonların birbirinden kopup ayrıldığı ve zamanla başkalaştığı, bir çeşit dallanma ya da ayrımlaşma sürecidir. İki grup birbirlerinden yalıtıldığında aynı genleri paylaşmaları sona erer, zamanla artan kalıtımsal farklılıklar grupların aralarında çiftleşerek üremelerini olanaksız kılar. Bu noktada, bunlar farklı türler haline gelirler. Zamanla bu iki yeni tür de başka türlerin oluşmasını sağlayabilir ve bu binlerce yıl böyle devam edip gider.
Neden okullarımızda yaratılış bilimini öğretemeyiz?
Mahkemeler "Yaratılış Biliminin" aslında bir dinsel görüş olduğunda kesin görüş birliğine varmışlardır. Amerikan anayasasına göre, halk okulları dinsel açıdan tarafsız kalmak zorunda olduklarından, mahkemeler yaratılış biliminin okullarda okutulmasını hukuksal açıdan anayasaya aykırı bulmuştur.
Yaratılış bilimini destekleyenlerin kendi görüşlerini destekler biçimde tanıklık etmelerine karşın bir bölge mahkemesi "yaratılış bilimi"nin bilim insanlarının kullandığı biçimiyle bilimin ilkelerine uymadığı hükmünü vermiştir (Mc Lean'a karşı Arkansas Eğitim Komisyonu). A.B.D. anayasa mahkemesi ise yaratılış biliminin, evrim kuramının okutulduğu yerlerde okutulmasını öngören kararları yasalara aykırı bulmuştur (Edwards'a karşı Aguillard). Buna ek olarak, bölge mahkemeleri öğretmenlerin kendi başlarına yaratılış biliminin okutulup okutulmayacağına karar veremeyecekleri sonucuna varmıştır. (Peloza'ya karşı San Juan Capistrano Okul Bölgesi ve Webster'a karşı New Lennox Okul bölgesi). (Evrimi ve Bilimin Doğasını Öğretme, Teaching About Evolution and the Nature of Science, NAS, 1998)
Ulusal Bilim Öğretmenleri Kurumu, Ulusal Biyoloji Öğretmenleri Kurumu, Ulusal Bilim Eğitimi Liderliği Kurumu gibi, öğretmenlerin oluşturduğu kurumlar ve diğerleri, devlet okullarında yaratılış biliminin okutulmasının bilimselliğine ve konunun pedagojik yönlerine kesinlikle karşı çıkmışlardır. Buna ek olarak, dinsel ve diğer organizasyonların koalisyonundan oluşan bir grup, şu anda mevcut olan yasa hakkında bir ortak deklerasyon sunmuşlardır. Buna göre, "Bilim sınıflarında, dünyada yaşamı açıklamak için bilimdışı görüşlerin değil, gerçek bilimsel görüşlerin, bilimsel kanıtların ve açıklamaların okutulmasını" istemişlerdir. (Bkz. Teaching about Evolution and the Nature of Science, NAS, Washinton D.C. 1998)
Bazıları, dürüst davranış biçiminin yaratılışçılığın evrimle birlikte okutulmasını gerektirdiğini söylemektedirler. Fakat, bilim müfredatı, sadece bilimi içerebilir, bazı grupların veya kişilerin bireysel dini görüşlerini değil.
Evrim okullarda okutuluyorsa, yaratılışçılığın da eşit miktarda okutulması gerekmez mi?
Bazı dinci grupların mikroorganizmaların hastalıkları oluşturduğunu reddetmelerine rağmen, bilim müfredatı bu inanç yüzünden değiştirilmemelidir. Pek çok kişi öğrencilerin her alanda en iyi eğitimi almalarını arzulamaktadırlar. Bu eğitim ise, bu konulardaki profesyoneller ve eğitimciler tarafından verilmelidir. Hem eğitimciler, hem de bilim insanları evrimin bilim derslerinde okutulması gerektiğini söylemektedir, çünkü bu kuram bugünkü evreni irdeleyen en iyi bilimsel açıklamadır.
Pek çok kişi, çocuklarının okullarda yaratılışçılığı öğrenmesini istemektedirler. Fakat yeryüzündeki halkların yaratılışa bakışları ve inanışlarında büyük farklılıklar vardır. Karşılaştırmalı olarak dinleri anlatmak uygun bir çalışma olabilir, ama bu bilim derslerinin konusu dışındadır. Ayrıca, Amerikan anayasası, okulların dinsel açıdan tarafsız olması gerektiğini belirtmektedir. Bu nedenle bir öğretmenin, herhangi bir yaratılışçı dünya görüşünü diğerlerinden sanki daha "doğru" imiş gibi öğretmeye kalkması yasalara aykırıdır.
Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (NAS)
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
evrimle,
ilgili,
mikroorganizmalar,
sık sorulan sorular
Fosil Nedir?
Tarih öncesi çok eski çağlarda toprak altına gömülüp kalmış, değişik bir yapı ve görünüş alarak adeta " taşlaşmış " hayvan ve bitki kalıntıları "fosil" diye tanımlanır. Fosilleri bulunan ilk bitkiler 500. 000. 000 yıl önceden kalmış yosunlar ve bakterilerdir. Sözkonusu fosillerin incelenmesiyle,dünyada var olduğu bilinen ilk bitki türlerinin mavimsi yeşil,yeşil, kırmızı,kahverengi yosunlardan ibaret bulunduğu anlaşılmıştır.
Fosiller, insanın kendi geçmişini ve milyonlarca yıl önce yaşamış olan hayvanların, bitkilerin türlerini, niteliklerini incelemek bakımından büyük ölçüde yarar sağlar. Fosillerin incelenmesine ve daha başka yöntemlere, uygulamalara dayanarak bu konuda bilgi edinmemizi sağlayan bilim dalı "paleontoloji" adını taşır.
Bilimsel bir açıdan bakılacak olursa,fosiller milyonlarca yıl önce gömülüp kalmış gövdelerin kalıntıları değildir. Gerçekte üç tür fosil vardır. Bunlardan biri, herhangi bir organizmanın gerçek gövdesinin parçasıdır. Diğer bir tür fosil vardır ki, bu da gövdenin kalıbı veya modeli niteliğindedir. Bir hayvanın, ya da bitkinin gerçek gövdesinin orada olmamasına rağmen,bu gövdenin kalıbı, modeli kalmıştır. Üçüncü tür fosil, hayvanın çamur ya da balçık tabakası üzerinde bıraktığı "iz" niteliğini taşır. Bir ayak izi, pençe izi vs. görüşündedir.
Organizmanın kendinden kalıntı niteliğindeki fosil, sadece kabuk ya da iskelet yapısında olur. Organizmanın yumuşak kısımları bozuşmuştur. Buna rağmen,yapısının %99'u su olan ve kayalıklar içinde mükemmel fosiller bırakan
" mürekkep balığı" türünden yumuşak gövdeli hayvanların varlığı bilinmektedir. Gene bunun gibi,buzdan kalıplar içinde bulunan belirli bazı fosillerde sadece iskelet değil, kemiklerin üzerindeki et ve deri de bozulmaksızın kalmıştır.
Fosillerin incelenmesinde büyüklük ve küçüklüğün önemi yoktur. Milyonlarca yıl önce yaşamış çok küçük bazı hayvancıkların fosilleri,kehribar içinde mükemmelen muhafaza edilmiş durumda bulunabilir. Hayvanların fosillerinin muhafaza edilebilmesi şansı ve oranı,daha ziyade bu hayvanların yaşadıkları çevre-ortamla ilgilidir. En yaygın ölçüde bulunan fosiller suda yaşayan hayvanlara aittir. Bunların gövdeleri tez zamanda çamurla kaplanmış ve bozuşmaksızın korunabilmeleri mümkün olmuştur. Karada yaşayan hayvan ve bitkiler için, onların bozulmaları bakımından büyük rol oynayan su ve hava unsurlarının etkileri söz konusudur.
Fosillerin dikkatle ve bilimsel yöntemlerle incelenmesi sonucu, milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce yaşamış olan hayvanın hayatı hakkında bilgi edinebiliriz.Nitekim belirli kayalardan alınan fosillerin incelenmesi, bize milyonlarca yıl önce bir "Sürüngenler Çağı" olduğunu öğretir. Bu çağda uzunluğu (boyu) 25 metreyi, ağırlığı 40 tonu bulan "sürüngen" bazı hayvanların yaşadığına ilişkin bilgi verir. Sözkonusu hayvan "dinozor" dur
Deniz hayvanlarının fosilleri genellikle kireçtaşında,kara hayvanlarının fosilleri ise kumtaşı ve balçık kökenli kayalarda bulunur. Fosillerin bulunduğu toprak tabakaları ve kayalar, genel olarak, suların sürükleyerek alçaklıklara yığıştırdığı sertleşmiş kumlardan, toprak birikintilerinden oluşmuştur.
Evrim teorisiyle ilgili en güvenilir bilgiler fosillerin incelenmesiyle elde edilebilmektedir. Bitki ve hayvan fosilleri dışında,ilk insanlardan kalma fosiller de bulunmuştur.Bu fosillerden bir kısmında insanla kıyaslanmaya meydan bırakmayacak kadar ilkel nitelikler vardır.
Fosiller - Fosillere Ait Resimler
Fosiller, insanın kendi geçmişini ve milyonlarca yıl önce yaşamış olan hayvanların, bitkilerin türlerini, niteliklerini incelemek bakımından büyük ölçüde yarar sağlar. Fosillerin incelenmesine ve daha başka yöntemlere, uygulamalara dayanarak bu konuda bilgi edinmemizi sağlayan bilim dalı "paleontoloji" adını taşır.
Bilimsel bir açıdan bakılacak olursa,fosiller milyonlarca yıl önce gömülüp kalmış gövdelerin kalıntıları değildir. Gerçekte üç tür fosil vardır. Bunlardan biri, herhangi bir organizmanın gerçek gövdesinin parçasıdır. Diğer bir tür fosil vardır ki, bu da gövdenin kalıbı veya modeli niteliğindedir. Bir hayvanın, ya da bitkinin gerçek gövdesinin orada olmamasına rağmen,bu gövdenin kalıbı, modeli kalmıştır. Üçüncü tür fosil, hayvanın çamur ya da balçık tabakası üzerinde bıraktığı "iz" niteliğini taşır. Bir ayak izi, pençe izi vs. görüşündedir.
Organizmanın kendinden kalıntı niteliğindeki fosil, sadece kabuk ya da iskelet yapısında olur. Organizmanın yumuşak kısımları bozuşmuştur. Buna rağmen,yapısının %99'u su olan ve kayalıklar içinde mükemmel fosiller bırakan
" mürekkep balığı" türünden yumuşak gövdeli hayvanların varlığı bilinmektedir. Gene bunun gibi,buzdan kalıplar içinde bulunan belirli bazı fosillerde sadece iskelet değil, kemiklerin üzerindeki et ve deri de bozulmaksızın kalmıştır.
Fosillerin incelenmesinde büyüklük ve küçüklüğün önemi yoktur. Milyonlarca yıl önce yaşamış çok küçük bazı hayvancıkların fosilleri,kehribar içinde mükemmelen muhafaza edilmiş durumda bulunabilir. Hayvanların fosillerinin muhafaza edilebilmesi şansı ve oranı,daha ziyade bu hayvanların yaşadıkları çevre-ortamla ilgilidir. En yaygın ölçüde bulunan fosiller suda yaşayan hayvanlara aittir. Bunların gövdeleri tez zamanda çamurla kaplanmış ve bozuşmaksızın korunabilmeleri mümkün olmuştur. Karada yaşayan hayvan ve bitkiler için, onların bozulmaları bakımından büyük rol oynayan su ve hava unsurlarının etkileri söz konusudur.
Fosillerin dikkatle ve bilimsel yöntemlerle incelenmesi sonucu, milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce yaşamış olan hayvanın hayatı hakkında bilgi edinebiliriz.Nitekim belirli kayalardan alınan fosillerin incelenmesi, bize milyonlarca yıl önce bir "Sürüngenler Çağı" olduğunu öğretir. Bu çağda uzunluğu (boyu) 25 metreyi, ağırlığı 40 tonu bulan "sürüngen" bazı hayvanların yaşadığına ilişkin bilgi verir. Sözkonusu hayvan "dinozor" dur
Deniz hayvanlarının fosilleri genellikle kireçtaşında,kara hayvanlarının fosilleri ise kumtaşı ve balçık kökenli kayalarda bulunur. Fosillerin bulunduğu toprak tabakaları ve kayalar, genel olarak, suların sürükleyerek alçaklıklara yığıştırdığı sertleşmiş kumlardan, toprak birikintilerinden oluşmuştur.
Evrim teorisiyle ilgili en güvenilir bilgiler fosillerin incelenmesiyle elde edilebilmektedir. Bitki ve hayvan fosilleri dışında,ilk insanlardan kalma fosiller de bulunmuştur.Bu fosillerden bir kısmında insanla kıyaslanmaya meydan bırakmayacak kadar ilkel nitelikler vardır.
Fosiller - Fosillere Ait Resimler
Evrim - Türleşmenin doğal seçimi
DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ
6. Türleşmenin doğal seçimi
Evrim kuramı ıraksak (birbirinden uzaklaşan) doğal seçimin, türleşmede her zaman anahtar bir rolü olduğunu öngörür. Dikenli balıkgillerin (lat. Gasterosteus aculeatus) üreme yalıtımının (reproductive isolation), vücut büyüklüğü seçiminin bir yan ürünü olarak evrimleştiğini, Whitewater Wisconsin Üniversitesi'nden Jeffrey McKinnon ve arkadaşları 2004 yılında açıkladılar. Bu çalışma üreme yalıtımının artması ile ekolojik olarak önemli bir özelliğin ıraksaklığı arasındaki bağlantıyı ortaya koydu.
Bu çalışma olağanüstü büyük bir coğrafi alanda gerçekleşti; Alaska, British Columbia, İzlanda, İngiltere, Norveç ve Japonya'dan alınan balıklar arasında eşleştirme denemeleri yapıldı. Bu araştırma, akarsularda yaşamaya uyum sağlamış balıkların tekrar tekrar denizde yaşayan atalarından ya da okyanusta yaşayan, ama tatlı suya yumurtlamak için dönen balıklardan evrildikleri yönünde, moleküler genetik analizler tarafından da desteklenen sağlam kanıtlar sağladı. Araştırmada saptanan göçmen popülasyonlar, akarsularda yaşayanlara göre daha büyük vücutlara sahiptiler. Balıklar benzer büyüklükteki bireylerle eşleşme eğilimi gösterdiler, bu da değişik akarsu ekotipleri ile onların yakın, denizde yaşayan komşuları arasındaki üreme yalıtımının iyi bir açıklamasıydı.
Evrimsel ilişkiler göz önüne alındığında, akarsu ya da deniz türü olsun, değişik dikenli balıkgil türleri arasında yapılan bir kıyaslama, değişen çevre koşullarına uyumun üreme yalıtımına neden olduğu görüşünü destekledi. Araştırmacıların deneyleri ayrıca büyüklük ıraksaması ile üreme yalıtımının arttığını kesinleştirdi - gerçi belli bir dereceye kadar büyüklükten başka özelliklerin de üreme yalıtımına katkıda bulunduğu da saptandı.
Referanslar
McKinnon, J. S. et al. Nature 429, 294–298 (2004).
Ek kaynaklar
Gillespie, R. G. & Emerson, B. C. Nature 446, 386–387 (2007).
Kocher, T. D. Nature 435, 29–30 (2005).
Emerson, B. C. & Kolm, N. Nature 434, 1015–1017 (2005).
Yazar web siteleri
Jeffrey McKinnon: McKinnon
David Kingsley: http://kingsley.stanford.edu
Dolph Schluter: http://www.zoology.ubc.ca/~schluter
6. Türleşmenin doğal seçimi
Evrim kuramı ıraksak (birbirinden uzaklaşan) doğal seçimin, türleşmede her zaman anahtar bir rolü olduğunu öngörür. Dikenli balıkgillerin (lat. Gasterosteus aculeatus) üreme yalıtımının (reproductive isolation), vücut büyüklüğü seçiminin bir yan ürünü olarak evrimleştiğini, Whitewater Wisconsin Üniversitesi'nden Jeffrey McKinnon ve arkadaşları 2004 yılında açıkladılar. Bu çalışma üreme yalıtımının artması ile ekolojik olarak önemli bir özelliğin ıraksaklığı arasındaki bağlantıyı ortaya koydu.
Bu çalışma olağanüstü büyük bir coğrafi alanda gerçekleşti; Alaska, British Columbia, İzlanda, İngiltere, Norveç ve Japonya'dan alınan balıklar arasında eşleştirme denemeleri yapıldı. Bu araştırma, akarsularda yaşamaya uyum sağlamış balıkların tekrar tekrar denizde yaşayan atalarından ya da okyanusta yaşayan, ama tatlı suya yumurtlamak için dönen balıklardan evrildikleri yönünde, moleküler genetik analizler tarafından da desteklenen sağlam kanıtlar sağladı. Araştırmada saptanan göçmen popülasyonlar, akarsularda yaşayanlara göre daha büyük vücutlara sahiptiler. Balıklar benzer büyüklükteki bireylerle eşleşme eğilimi gösterdiler, bu da değişik akarsu ekotipleri ile onların yakın, denizde yaşayan komşuları arasındaki üreme yalıtımının iyi bir açıklamasıydı.
Evrimsel ilişkiler göz önüne alındığında, akarsu ya da deniz türü olsun, değişik dikenli balıkgil türleri arasında yapılan bir kıyaslama, değişen çevre koşullarına uyumun üreme yalıtımına neden olduğu görüşünü destekledi. Araştırmacıların deneyleri ayrıca büyüklük ıraksaması ile üreme yalıtımının arttığını kesinleştirdi - gerçi belli bir dereceye kadar büyüklükten başka özelliklerin de üreme yalıtımına katkıda bulunduğu da saptandı.
Referanslar
McKinnon, J. S. et al. Nature 429, 294–298 (2004).
Ek kaynaklar
Gillespie, R. G. & Emerson, B. C. Nature 446, 386–387 (2007).
Kocher, T. D. Nature 435, 29–30 (2005).
Emerson, B. C. & Kolm, N. Nature 434, 1015–1017 (2005).
Yazar web siteleri
Jeffrey McKinnon: McKinnon
David Kingsley: http://kingsley.stanford.edu
Dolph Schluter: http://www.zoology.ubc.ca/~schluter
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
doğal,
evrim,
seçimi,
türleşmenin
Değişerek Türeme
Evrimi, ortak bir atadan değişerek türeme olarak tanımlamıştık. Peki değişen tam olarak nedir? Evrim ancak bir popülasyonun gen sıklığında zamanla bir değişim olduğunda gerçekleşir. Bu genetik farklılıklar kalıtsaldır ve bir sonraki nesle aktarılabilir – ki bu da evrim için asıl önemli olan “uzun vadeli değişim”ler demektir.
Böcek popülasyonlarındaki değişimle ilgili verilen şu iki örneği karşılaştırın. Sizce bunlardan hangisi bir evrim örneğidir?
1. Böcekler rejimde
Böceklerin yiyebileceği bitkilerin az olduğu bir ya da iki yıl süren bir kuraklık dönemi düşünün.
Tüm böcekler üreme ve sağkalım açısından eşit şansa sahipler. Ancak yiyecek miktarının azalması, bu nesildeki bireylerin bir önceki nesile göre biraz daha küçük olmasına yol açmış.
2. Başka bir renkten böcekler
Popülasyondaki bireylerin büyük kısmında, örneğin %90'ında, parlak yeşil renk genleri bulunurken, küçük bir kısmında (%10) onları daha kahverengi yapan bir gen bulunmaktadır.
Birkaç nesil sonra, durum değişir: Popülasyonda kahverengi böcekler eskiden olduklarından daha yaygınlaşıp, popülasyonun %70’ini oluşturur hale gelmişlerdir.
Hangi örnekte değişerek türeme, yani gen sıklıklarındaki bir değişim anlatılıyor?
Birinci örnekte, böcek popülasyonunun vücut ağırlığı, genlerin sıklığındaki değişimden dolayı değil, çevresel etkiler (besin miktarındaki azalma) nedeniyle değişmiştir. Bu yüzden birinci örnek evrim değildir. Popülasyonun vücut büyüklüğü genetik olarak belirlenmediği için, küçük vücutlu böcek nesli normal miktarda besin kaynağına sahip olduğunda normal boyutlara ulaşacak nesiller üretecektir.
İkinci örnekteki renk değişimi ise açıkça evrimdir: Aynı popülasyonun iki nesli genetik olarak farklıdır. Peki ama, bu nasıl oldu?
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
değişerek,
değişerek türeme,
evrim,
türeme
Mutasyon ( Değişim ) Nedir
Mutasyon, canlının genetik yapılarında meydana gelen değişmelerdir. Bireyin kalıtsal özelliklerinin ortaya çıkmasının sağlayan genetik şifre herhangi bir nedenden dolayı (X ışını, radyasyon, ultraviyole, bazı ilaç ve kimyasal maddeler, ani sıcaklık değişimleri ) bozulabilir. Bu durumda DNA’nın sentezlediği protein veya enzim bozulur. Böylece canlının, proteinden dolayı yapısı, enzimlerinden dolayı metabolizması değişebilir. Mutasyonlar spontan ya da uyarılmış olarak oluşabilir. Spontan mutasyonlar genellikle doğada kendiliğinden oluşan mutasyonlar olup bir bazın yer değiştirmesi şeklindedirler. Uyarılmış mutasyonlarda ise bir X ışını gibi yapay bir faktör bulunur.
Bununla birlikte mutasyonun en önemli sonuçlarından biri, bir sonraki kuşağa farklı genetik özellikler aktarılmasına neden olmasıdır. Bu ise farklı fiziksel özelliklere sahip bireylerin üremesidir.
Çekinik olan mutasyonlar ileriki döllerde ortaya çıkabilir. Dominant olanları fenotip yapıda hemen ortaya çıkabilir.
Mutasyonun diğer bir sonucu da hücre bölünmesindeki kontrol mekanizmasını ortadan kaldırabilmesidir. Bunun bilinen en tehlikeli sonucu ise hücrenin kontrolsüz bölünmesi yani kanserdir.
Mutasyon(Değişim)
Yeni döllere aktarılacak kalıtsal bilgide,genellikle fiziksel ya da kimyasal dış etkenlerin uyarısıyla,bazen de kendiliğinden ortaya çıkan değişiklik. Mutasyon,hücredeki kalıtsal bilgiyi taşıyan,çift nükleotid zincirinden oluşan,DNA(deoksiribo nükleik asit) molekülündeki GEN adı verilen ve belirli bir özelliği kodlayan bölümündeki değişiklikten kaynaklanır.Mutasyonlar, bir DNA zincirindeki bazın(A,T,G,C) başka bir bazla yer değiştirmesi sonucunda ortaya çıkabileceği gibi,zincire bir ya da daha çok bazın eklenmesi veya zincirdeki bazların eksilmesi sonucunda da ortaya çıkabilir.
DNA zincirindeki tek bir baz çiftinin(A-T veya G-C) değişmesiyle oluşan mutasyonlara nokta mutasyonu(nokta değşinimi) denir.Bu tür mutasyonlar: Karşılıklı olan bir pürin-pirimidin(örn. A-T) çiftiyle başka bir pürin-pirimidin(örn. G-C) çiftinin yer değiştirmesiyle oluşabileceği gibi, bir pirimidin-pürin (örn. C-G) ile bir pürin-pirimidin (örn. G-C) bazının çaprazlama olarak yer değiştirmesiyle de oluşabilir.Bu tür mutasyonlar kendiliğinden oluşabileceği gibi, bazı bazların benzerleriyle yer değiştirmesiyle de ortaya çıkabilir.
Nokta mutasyonları genellikle tek bir kodonu etkilediğinden çok büyük değişimlere yol açmaz. Örneğin: Mutasyona uğramış kodon aynı aminoasidi kodlamaya devam eder ya da proteinin işlevini değiştirmeyen başka bir aminoasit kodlanabilir. Ama bazı durumlarda, DNA molekülündeki tek bir nükleotidin değişmesi bile çok önemli sonuçlar doğurabilir. Örnek olarak orak hücreli kansızlık verilebilir. Bu hastalık kalıtsaldır. Eğer bu hastalık böyle bir nokta mutasyonu nedeniyle meydana geliyorsa ve eğer çocuk mutasyona uğramış geni iki ebeveyninden de alıyorsa bunun sonuçları kötü olabilir.
Bir aminoasidi kodlayan bir kodonu hiçbir a.a’yı kodlamayan bir kodona, örneğin bir sonlama kodonuna (stop kodonu) dönüştüren mutasyonlara “Anlamsız Mutasyon” denir. Bu tür mutasyonlar, protein sentezinin normalden önce sonlanmasına, dolayısıyla genin biyolojik işlevini görememesine yol açar. Bir a.a.’yı kodlayan kodonun, başka bir a.a.’yı kodlayan kodona dönüşmesine ise “Yanlış Anlamlı Mutasyon” denir.
Eksilme ya da eklenme mutasyonları, nokta mutasyonlarından çok daha önemli değişikliklerin sorumlusudur. DNA zincirinde bir ya da birden fazla bazın eksilmesi ya da eklenmesi, genellikle eklenme ya da eksilmenin olduğu noktadan başlayarak kod okuma çerçevesinin kaymasına yol açar. Bu yüzden gen yapısında önemli değişiklikler meydana getirir. Örneğin: TAG GGC ATA ACG ATT dizisinde, ilk kodonda oluşan bir mutasyonla bir A bazının eklendiği varsayılırsa, bu yeni dizi TAA GGG CAT AAC GAT T şeklinde okunmaya başlanacak ve bu farklı dizi, okuma çerçevesindeki kayma nedeniyle bambaşka bir aminoasidi kodlayacaktır.Birden fazla kodonda ortaya çıkan bu tür değişikliklerin daha önemli ve ciddi sonuçlar doğurması doğaldır. Mutasyona uğramış DNA dizileri de tıpkı normal DNA dizileri gibi eşlenir,çoğalır ve dölden döle normal diziler gibi aktarılır. Mutasyon geçirmiş kalıtsal bilgi ancak yeni bir mutasyonla eski durumuna dönebilir. Geri dönüşlü mutasyon denen ikinci mutasyon özgün genin yapısını onarır ve yeniden normal işlevini kazandırabilir; bazen de, ilk mutasyonun oluştuğu bölgeden başka bir bölgede ortaya çıkan baskılayıcı mutasyon denen ikinci bir mutasyonun ilk mutasyonun etkisini tamamen ya da bir ölçüde yok edebilir. Eşeyli olarak üreyen insanda ve diğer tüm üstün yapılı canlılarda mutasyonlar, oluştukları hücreleri cinsinden iki grupta incelenebilir. Eşey hücrelerinde oluşan mutasyonlara “Tohumsal Mutasyon”, bunların dışındaki tüm diğer hücrelerdeki mutasyonlara ise “Somatik Mutasyon” denir.
Somatik mutasyonların en çarpıcı örneği mavi gözlü insanlarda gözlenebilir. Mavi göz, bir pigmentin eksikliğinden ileri gelen çekinik(resesif) bir karakterdir. Ortaya çıkabilmesi için hem anneden hem de babadan çekinik karakter genini(b) alması gerekir. Baskın karakter geninden(B) bir tane bile alan insanlar kahverengi gözlü (Bb) olurlar. Bazen ender olarak, mavi gözlü insanların -genelde bir- gözünde kahverengi bir bölge görülür. Bu özellik büyük olasılıkla, göz hücrelerinde oluşan ve b genini B’ye değiştiren bir somatik mutasyonla oluşur. Ancak bu tür mutasyonlar eşey hücrelerini etkilemediğinden kuşaklara aktarılamaz. Ama mavi gözlü iki insanın kahverengi gözlü çocuklarının olması ancak eşey hücrelerindeki bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar. Özellikle tohumsal mutasyonlar, kalıtımın incelenmesinde ve insan evriminin gelecekteki yönünü belirleyen ipuçları olarak da incelenmeye değer olgulardır.
Yeni oluşan mutasyonların çoğu doğal dengeyi bozduğu için zararlı,hatta kalıtsal hastalıkların birçoğunda olduğu gibi ölümcüldür. Bu zararlı genlerin toplumda yayılmasını önleyebilmek, ancak mutasyona uğramış kalıtsal bilgiyi taşıyan canlının üreme yeteneğinin azalmasına ya da yok olmasına bağlıdır.
Mutasyonun gözlenebilen bir etki olmadan ortaya çıkması çok az gözlenen bir olgudur. Daha çok çevreden gelen kimyasal ya da fiziksel etkiler nedeniyle olur. Bir dış etkinin mutasyona yol açabilmesi (mutajen olması) için hücre içine girip etkinliğini gösterebilmesi gerekir. Örneğin Güneş’in morötesi ışınları, girim gücü düşük olduğu için yalnızca deri hücrelerinde somatik mutasyona yol açabilirken, girim gücü yüksek olan X ışınları ya da atom bombası ışımaları tohumsal mutasyona yol açabilen çok güçlü etkenlerdir. Bu tür mutasyonların bir çok örneği yakın zamanda Çernobil patlaması sonucunda çevredeki bir çok canlı türünde gözlenmiştir. Günümüzde bile bu patlama sonrası etrafa saçılan radyoaktif maddelerin neden olduğu somatik mutasyonların görünür sonuçları vardır. Halen Rusya ve Karadeniz Bölgesi’ndeki kanser oranları çok yüksektir.
Bununla birlikte mutasyonun en önemli sonuçlarından biri, bir sonraki kuşağa farklı genetik özellikler aktarılmasına neden olmasıdır. Bu ise farklı fiziksel özelliklere sahip bireylerin üremesidir.
Çekinik olan mutasyonlar ileriki döllerde ortaya çıkabilir. Dominant olanları fenotip yapıda hemen ortaya çıkabilir.
Mutasyonun diğer bir sonucu da hücre bölünmesindeki kontrol mekanizmasını ortadan kaldırabilmesidir. Bunun bilinen en tehlikeli sonucu ise hücrenin kontrolsüz bölünmesi yani kanserdir.
Mutasyon(Değişim)
Yeni döllere aktarılacak kalıtsal bilgide,genellikle fiziksel ya da kimyasal dış etkenlerin uyarısıyla,bazen de kendiliğinden ortaya çıkan değişiklik. Mutasyon,hücredeki kalıtsal bilgiyi taşıyan,çift nükleotid zincirinden oluşan,DNA(deoksiribo nükleik asit) molekülündeki GEN adı verilen ve belirli bir özelliği kodlayan bölümündeki değişiklikten kaynaklanır.Mutasyonlar, bir DNA zincirindeki bazın(A,T,G,C) başka bir bazla yer değiştirmesi sonucunda ortaya çıkabileceği gibi,zincire bir ya da daha çok bazın eklenmesi veya zincirdeki bazların eksilmesi sonucunda da ortaya çıkabilir.
DNA zincirindeki tek bir baz çiftinin(A-T veya G-C) değişmesiyle oluşan mutasyonlara nokta mutasyonu(nokta değşinimi) denir.Bu tür mutasyonlar: Karşılıklı olan bir pürin-pirimidin(örn. A-T) çiftiyle başka bir pürin-pirimidin(örn. G-C) çiftinin yer değiştirmesiyle oluşabileceği gibi, bir pirimidin-pürin (örn. C-G) ile bir pürin-pirimidin (örn. G-C) bazının çaprazlama olarak yer değiştirmesiyle de oluşabilir.Bu tür mutasyonlar kendiliğinden oluşabileceği gibi, bazı bazların benzerleriyle yer değiştirmesiyle de ortaya çıkabilir.
Nokta mutasyonları genellikle tek bir kodonu etkilediğinden çok büyük değişimlere yol açmaz. Örneğin: Mutasyona uğramış kodon aynı aminoasidi kodlamaya devam eder ya da proteinin işlevini değiştirmeyen başka bir aminoasit kodlanabilir. Ama bazı durumlarda, DNA molekülündeki tek bir nükleotidin değişmesi bile çok önemli sonuçlar doğurabilir. Örnek olarak orak hücreli kansızlık verilebilir. Bu hastalık kalıtsaldır. Eğer bu hastalık böyle bir nokta mutasyonu nedeniyle meydana geliyorsa ve eğer çocuk mutasyona uğramış geni iki ebeveyninden de alıyorsa bunun sonuçları kötü olabilir.
Bir aminoasidi kodlayan bir kodonu hiçbir a.a’yı kodlamayan bir kodona, örneğin bir sonlama kodonuna (stop kodonu) dönüştüren mutasyonlara “Anlamsız Mutasyon” denir. Bu tür mutasyonlar, protein sentezinin normalden önce sonlanmasına, dolayısıyla genin biyolojik işlevini görememesine yol açar. Bir a.a.’yı kodlayan kodonun, başka bir a.a.’yı kodlayan kodona dönüşmesine ise “Yanlış Anlamlı Mutasyon” denir.
Eksilme ya da eklenme mutasyonları, nokta mutasyonlarından çok daha önemli değişikliklerin sorumlusudur. DNA zincirinde bir ya da birden fazla bazın eksilmesi ya da eklenmesi, genellikle eklenme ya da eksilmenin olduğu noktadan başlayarak kod okuma çerçevesinin kaymasına yol açar. Bu yüzden gen yapısında önemli değişiklikler meydana getirir. Örneğin: TAG GGC ATA ACG ATT dizisinde, ilk kodonda oluşan bir mutasyonla bir A bazının eklendiği varsayılırsa, bu yeni dizi TAA GGG CAT AAC GAT T şeklinde okunmaya başlanacak ve bu farklı dizi, okuma çerçevesindeki kayma nedeniyle bambaşka bir aminoasidi kodlayacaktır.Birden fazla kodonda ortaya çıkan bu tür değişikliklerin daha önemli ve ciddi sonuçlar doğurması doğaldır. Mutasyona uğramış DNA dizileri de tıpkı normal DNA dizileri gibi eşlenir,çoğalır ve dölden döle normal diziler gibi aktarılır. Mutasyon geçirmiş kalıtsal bilgi ancak yeni bir mutasyonla eski durumuna dönebilir. Geri dönüşlü mutasyon denen ikinci mutasyon özgün genin yapısını onarır ve yeniden normal işlevini kazandırabilir; bazen de, ilk mutasyonun oluştuğu bölgeden başka bir bölgede ortaya çıkan baskılayıcı mutasyon denen ikinci bir mutasyonun ilk mutasyonun etkisini tamamen ya da bir ölçüde yok edebilir. Eşeyli olarak üreyen insanda ve diğer tüm üstün yapılı canlılarda mutasyonlar, oluştukları hücreleri cinsinden iki grupta incelenebilir. Eşey hücrelerinde oluşan mutasyonlara “Tohumsal Mutasyon”, bunların dışındaki tüm diğer hücrelerdeki mutasyonlara ise “Somatik Mutasyon” denir.
Somatik mutasyonların en çarpıcı örneği mavi gözlü insanlarda gözlenebilir. Mavi göz, bir pigmentin eksikliğinden ileri gelen çekinik(resesif) bir karakterdir. Ortaya çıkabilmesi için hem anneden hem de babadan çekinik karakter genini(b) alması gerekir. Baskın karakter geninden(B) bir tane bile alan insanlar kahverengi gözlü (Bb) olurlar. Bazen ender olarak, mavi gözlü insanların -genelde bir- gözünde kahverengi bir bölge görülür. Bu özellik büyük olasılıkla, göz hücrelerinde oluşan ve b genini B’ye değiştiren bir somatik mutasyonla oluşur. Ancak bu tür mutasyonlar eşey hücrelerini etkilemediğinden kuşaklara aktarılamaz. Ama mavi gözlü iki insanın kahverengi gözlü çocuklarının olması ancak eşey hücrelerindeki bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar. Özellikle tohumsal mutasyonlar, kalıtımın incelenmesinde ve insan evriminin gelecekteki yönünü belirleyen ipuçları olarak da incelenmeye değer olgulardır.
Yeni oluşan mutasyonların çoğu doğal dengeyi bozduğu için zararlı,hatta kalıtsal hastalıkların birçoğunda olduğu gibi ölümcüldür. Bu zararlı genlerin toplumda yayılmasını önleyebilmek, ancak mutasyona uğramış kalıtsal bilgiyi taşıyan canlının üreme yeteneğinin azalmasına ya da yok olmasına bağlıdır.
Mutasyonun gözlenebilen bir etki olmadan ortaya çıkması çok az gözlenen bir olgudur. Daha çok çevreden gelen kimyasal ya da fiziksel etkiler nedeniyle olur. Bir dış etkinin mutasyona yol açabilmesi (mutajen olması) için hücre içine girip etkinliğini gösterebilmesi gerekir. Örneğin Güneş’in morötesi ışınları, girim gücü düşük olduğu için yalnızca deri hücrelerinde somatik mutasyona yol açabilirken, girim gücü yüksek olan X ışınları ya da atom bombası ışımaları tohumsal mutasyona yol açabilen çok güçlü etkenlerdir. Bu tür mutasyonların bir çok örneği yakın zamanda Çernobil patlaması sonucunda çevredeki bir çok canlı türünde gözlenmiştir. Günümüzde bile bu patlama sonrası etrafa saçılan radyoaktif maddelerin neden olduğu somatik mutasyonların görünür sonuçları vardır. Halen Rusya ve Karadeniz Bölgesi’ndeki kanser oranları çok yüksektir.
Genetik Çeşitlenme > Evrim genetik çeşitlilik gerektirir
Genetik Çeşitlenme
Evrim genetik çeşitlilik gerektirir. Eğer hiç koyu renk güve olmasaydı, populasyon çoğunluğu açık renk olandan çoğunluğu koyu renk olana evrilemezdi. Evrimin devam etmesi için genetik çeşitlenmeyi arttıracak ya da yaratacak mekanizmalar ile onu azaltacak mekanizmaların olması gerekir. Mutasyon gendeki bir değişimdir. Bu değişimler yeni genetik çeşitlenmenin kaynağıdır. Doğal seçilim bu çeşitlenme üzerinde çalışır.
Genetik çeşitlenmenin iki unsuru vardır: alelsel farlılık ve alellerin tesadüfi olmayan eşleşmesi. Aleller aynı genin farklı versiyonlarıdır. Örneğin insanlar kan gruplarının bir yanının oluşturan A, B ya da O alellerine sahip olabilirler. İnsanlar dahil pek çok hayvan diploiddir—her lokusta biri annelerinden biri babalarından gelen iki alel taşırlar. Lokus bir genin kromozomdaki yeridir. İnsanların kan grubu lokusları AA, AB, AO, BB, BO ya da OO olabilir. Eğer bir lokustaki iki alel birbirinin aynıysa (iki A aleli gibi) bu bireye homozigot denir. Lokusunda iki farklı alel bulunan bir birey (örneğin bir AB bireyi) heterozigot olarak adlandırılır. Bir populasyondaki her lokusta pek çok farklı alel, tek bir canlının taşıyabileceğinden çok daha fazla alel bulunabilir. Örneğin hiçbir insan hem A hem B hem O aleline sahip olamaz.
Doğal populasyonlarda hatrı sayılır miktarda çeşitlenme vardır. Bitkilerin lokuslarının %45’inin gen havuzunda birden fazla alel vardır. [alel: bir genin (mutasyonlarla yaratılmış) alternatif versiyonu] Bir bitki genellikle lokusların %15’inde heterozigot olur. Hayvanlarda genetik çeşitlenme düzeyi kuşlarda lokusların neredeyse %15’inde birden fazla alel bulunmasından (polimorfik olmasından), böceklerde lokusların %50’sinden fazlasının polimorfik olmasına kadar değişir. Memeliler ve sürüngenlerin lokuslarının yaklaşık %20’si polimorfiktir. Amfibiler ve balıklar %30 oranında polimorfik olur. Pek çok populasyonda tek yumurta ikizleri hariç her bireyin kendine özgü bir alel kombinasyonun sahip olmasını sağlayacak sayıda lokus ve değişik alel bulunmaktadır.
Bağlantı dengesizliği iki farklı genin alelleri arasındaki bağlantının bir ölçütüdür [alel: bir genin alternatif versiyonu]. Eğer iki alel canlılarda beklenenden daha büyük sıklıkla birlikte bulunuyorsa, bu alellerde bağlantı dengesizliği vardır. Eğer iki lokus (A ve B) ve herbirinde ikişer alel (A1, A2, B1, B2) olduğunu düşünürsek bağlantı dengesizliği (D) D=f(A1B1)*f(A2B2)-f(A1B2)*f(A2B1) şeklinde hesaplanır (burda f(X), X’in populasyonda bulunma oranı). [Lokus= bir genin kromozomdaki yeri] D – ¼ ile ¼ arasında değişir; sıfırdan ne kadar uzaksa bağlantı o kadar güçlüdür. Artı-eksi işareti yalnızca genleri nasıl numaralandırdığımızın bir sonucu. Bağlantı dengesizliği genler arasındaki fiziksel yakınlığın bir sonucu olabilir. Ya da eğer bazı alel kombinasyonları takım halinde daha iyi çalışıyorsa doğal seçilim tarafından da sağlanabilir.
Papilio memnon’da renk ve şekil alelleri arasında bağlantı dengesizliğini doğal seçilim sağlamaktadır. [bağlantı dengesizliği= farklı lokuslardaki aleller arasındaki bağlantı] Bu güve türünde kanat biçimini belirleyen bir gen var. Bu lokustaki bir alel kuyruklu bir güveye, başka bir alel kuyruksuz bir güveye yol açıyor. Başka bir gen kanadın açık renk mi yoksa koyu renk mi olacağını belirliyor. Öyleyse dört muhtemel güve tipi var. Güveler laboratuara koyulup üremeleri sağlandığında dört tip de üretilebiliyor. Fakat doğada bu güve tiplerinden yalnızca ikisi bulunabiliyor: kuyruklu açık renk güveler ve kuyruksuz koyu renk güveler. Tesadüfi olmayan eşleşme doğal seçilim tarafından sağlanıyor. Açık renk kuyruklu güveler lezzetli olmayan türleri taklit ediyorlar. Koyu güvelerse gizleniyorlar. Diğer iki kombinasyon ne taklitçi ne de gizlenebiliyor, ve kuşlar tarafından çabucak yeniyorlar.
Karışık eşleşme alellerin bir lokusta tesadüfi olmayan dağılımına neden olur. Eğer bir lokusta oranları p ve q olan iki alel (A ve a) varsa, üç muhtemel genotipin oranları (AA, Aa ve aa) sırasıyla p2,2pq,q2 olacaktır. Örneğin A’nın frekansı 0.9 ise, a’nınki de 0.1 ise, AA, Aa ve aa bireylerinin frekansları 0.81, 0.18, 0,01 olur. Bu dağılıma Hardy-Weinberg dengesi denir.
Tesadüfi olmayan eşleşme Hardy-Weinberg dengesinden sapmaya yol açar. İnsanlar ırklarına göre karışık olarak eşleşirler; başka bir ırktansa kendi ırkımızdan biriyle eşleşmemiz daha olası. Bu şekilde eşleşen populasyonlarda, tesadüfi eşleşmede bulunması gerekenden daha az heterozigot bulunur. [heterozigot= bir lokusunda iki farklı alel bulunan organizma]
Heterozigotlarda azalma eş seçiminin ya da basitçe populasyon içi bölünmenin bir sonucu olabilir. Pek çok canlının sınırlı bir hareket olanağı vardır, bu yüzden eşlerinin yerel populasyondan seçerler.
Evrim genetik çeşitlilik gerektirir. Eğer hiç koyu renk güve olmasaydı, populasyon çoğunluğu açık renk olandan çoğunluğu koyu renk olana evrilemezdi. Evrimin devam etmesi için genetik çeşitlenmeyi arttıracak ya da yaratacak mekanizmalar ile onu azaltacak mekanizmaların olması gerekir. Mutasyon gendeki bir değişimdir. Bu değişimler yeni genetik çeşitlenmenin kaynağıdır. Doğal seçilim bu çeşitlenme üzerinde çalışır.
Genetik çeşitlenmenin iki unsuru vardır: alelsel farlılık ve alellerin tesadüfi olmayan eşleşmesi. Aleller aynı genin farklı versiyonlarıdır. Örneğin insanlar kan gruplarının bir yanının oluşturan A, B ya da O alellerine sahip olabilirler. İnsanlar dahil pek çok hayvan diploiddir—her lokusta biri annelerinden biri babalarından gelen iki alel taşırlar. Lokus bir genin kromozomdaki yeridir. İnsanların kan grubu lokusları AA, AB, AO, BB, BO ya da OO olabilir. Eğer bir lokustaki iki alel birbirinin aynıysa (iki A aleli gibi) bu bireye homozigot denir. Lokusunda iki farklı alel bulunan bir birey (örneğin bir AB bireyi) heterozigot olarak adlandırılır. Bir populasyondaki her lokusta pek çok farklı alel, tek bir canlının taşıyabileceğinden çok daha fazla alel bulunabilir. Örneğin hiçbir insan hem A hem B hem O aleline sahip olamaz.
Doğal populasyonlarda hatrı sayılır miktarda çeşitlenme vardır. Bitkilerin lokuslarının %45’inin gen havuzunda birden fazla alel vardır. [alel: bir genin (mutasyonlarla yaratılmış) alternatif versiyonu] Bir bitki genellikle lokusların %15’inde heterozigot olur. Hayvanlarda genetik çeşitlenme düzeyi kuşlarda lokusların neredeyse %15’inde birden fazla alel bulunmasından (polimorfik olmasından), böceklerde lokusların %50’sinden fazlasının polimorfik olmasına kadar değişir. Memeliler ve sürüngenlerin lokuslarının yaklaşık %20’si polimorfiktir. Amfibiler ve balıklar %30 oranında polimorfik olur. Pek çok populasyonda tek yumurta ikizleri hariç her bireyin kendine özgü bir alel kombinasyonun sahip olmasını sağlayacak sayıda lokus ve değişik alel bulunmaktadır.
Bağlantı dengesizliği iki farklı genin alelleri arasındaki bağlantının bir ölçütüdür [alel: bir genin alternatif versiyonu]. Eğer iki alel canlılarda beklenenden daha büyük sıklıkla birlikte bulunuyorsa, bu alellerde bağlantı dengesizliği vardır. Eğer iki lokus (A ve B) ve herbirinde ikişer alel (A1, A2, B1, B2) olduğunu düşünürsek bağlantı dengesizliği (D) D=f(A1B1)*f(A2B2)-f(A1B2)*f(A2B1) şeklinde hesaplanır (burda f(X), X’in populasyonda bulunma oranı). [Lokus= bir genin kromozomdaki yeri] D – ¼ ile ¼ arasında değişir; sıfırdan ne kadar uzaksa bağlantı o kadar güçlüdür. Artı-eksi işareti yalnızca genleri nasıl numaralandırdığımızın bir sonucu. Bağlantı dengesizliği genler arasındaki fiziksel yakınlığın bir sonucu olabilir. Ya da eğer bazı alel kombinasyonları takım halinde daha iyi çalışıyorsa doğal seçilim tarafından da sağlanabilir.
Papilio memnon’da renk ve şekil alelleri arasında bağlantı dengesizliğini doğal seçilim sağlamaktadır. [bağlantı dengesizliği= farklı lokuslardaki aleller arasındaki bağlantı] Bu güve türünde kanat biçimini belirleyen bir gen var. Bu lokustaki bir alel kuyruklu bir güveye, başka bir alel kuyruksuz bir güveye yol açıyor. Başka bir gen kanadın açık renk mi yoksa koyu renk mi olacağını belirliyor. Öyleyse dört muhtemel güve tipi var. Güveler laboratuara koyulup üremeleri sağlandığında dört tip de üretilebiliyor. Fakat doğada bu güve tiplerinden yalnızca ikisi bulunabiliyor: kuyruklu açık renk güveler ve kuyruksuz koyu renk güveler. Tesadüfi olmayan eşleşme doğal seçilim tarafından sağlanıyor. Açık renk kuyruklu güveler lezzetli olmayan türleri taklit ediyorlar. Koyu güvelerse gizleniyorlar. Diğer iki kombinasyon ne taklitçi ne de gizlenebiliyor, ve kuşlar tarafından çabucak yeniyorlar.
Karışık eşleşme alellerin bir lokusta tesadüfi olmayan dağılımına neden olur. Eğer bir lokusta oranları p ve q olan iki alel (A ve a) varsa, üç muhtemel genotipin oranları (AA, Aa ve aa) sırasıyla p2,2pq,q2 olacaktır. Örneğin A’nın frekansı 0.9 ise, a’nınki de 0.1 ise, AA, Aa ve aa bireylerinin frekansları 0.81, 0.18, 0,01 olur. Bu dağılıma Hardy-Weinberg dengesi denir.
Tesadüfi olmayan eşleşme Hardy-Weinberg dengesinden sapmaya yol açar. İnsanlar ırklarına göre karışık olarak eşleşirler; başka bir ırktansa kendi ırkımızdan biriyle eşleşmemiz daha olası. Bu şekilde eşleşen populasyonlarda, tesadüfi eşleşmede bulunması gerekenden daha az heterozigot bulunur. [heterozigot= bir lokusunda iki farklı alel bulunan organizma]
Heterozigotlarda azalma eş seçiminin ya da basitçe populasyon içi bölünmenin bir sonucu olabilir. Pek çok canlının sınırlı bir hareket olanağı vardır, bu yüzden eşlerinin yerel populasyondan seçerler.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
çeşitlilik,
evrim,
genetik,
genetik çeşitlenme,
gerektirir
200. yılında Darwin ''Darwin titiz bir araştırmacı, arşivci ve deney insanıydı''
Doğumunun 200. yılında, 'evrim teorisi'nin en önemli savunucularından İngiliz bilim adamı Charles Robert Darwin'in yaşamı, fikirleri ve etkisi, başta İngiltere'de olmak üzere dünyadaki pek çok üniversitede ve bilim müzelerlerinde neredeyse bir festival havasında etkinliklerle anılıyor.
Darwin titiz bir araştırmacı, arşivci ve deney insanıydı
UNESCO'nun Darwin Yılı ilan ettiği 2009'da, fikirleri dünyanın hemen her yerinde yayılmaya ve tartışma yaratmaya devam ediyor.
Charles Darwin'in doğumunun 200'üncü, Türlerin Kökeni kitabının yayımlanmasının 150'nci yıldönümü dolayısıyla, çalışmalarını iki bölümlük bir dizi halinde değerlendirdik.
200. yılında Darwin' dizimizin ilk bölümü için tıklayın
200. yılında Darwin' dizimizin ikinci bölümü için tıklayın
Bilim, yaşamın olağanüstü karmaşıklığını, uzun bir süre açıklanamaz bir sır olarak gördü.
Darwin'in evrimi 'doğal seleksiyon'un bir süreci olarak açıklaması, bilim adamlarına dünyayı daha anlaşılır kılmak için çok geniş bir çalışma alanı sundu.
Aslında, Darwin evrim fikrini ilk ortaya atan kişi değil. Evrim fikri daha önce de biliniyordu... Ama, evrim fikrinin Antik Yunan'a ve belki de daha eskilere giden kökeni, Darwin'in önemini azaltmıyor.
Çünkü, bu fikre iskeletini kazandıran, evrimin nasıl işlediğine ilişkin en önemli teoriyi ortaya koyan yine Darwin oldu.
2009 yılı da bilim tarihinin en önemli yapıtlarından, Türlerin Kökeni adlı kitabının yayınlanmasının 150. yılı. Bu yıl, aynı zamanda kitabın yazarı Darwin'in de 200. doğum yılı.
***
Charles Darwin'in yaşamın kökeni ve insanın doğadaki yeri konusundaki yaygın fikirleri temellerinden sarsmaya ve modern düşünceyi etkilemeye devam eden düşüncelerinin kökeni 1830'larda çıktığı araştırma yolculuğuna dayanıyor.
Darwin İngiltere Kralı'nın gönderdiği Beagle adlı araştırma gemisininin yolculuğuna 22 yaşında genç bir doğa bilimci olarak katılana kadar, evrim teorisinin en önemli savunucusu olacağını bilmiyordu.
Beagle'ın Güney Amerika kıyıları boyunca ilerleyen beş yıl sürecek bu gezisinde gördükleri, Darwin'i İncil'deki yaratılış düşüncesini sorgulamaya itecekti.
Darwin türlerin yaşam ağacının dallarına yerleştirilebileceğine inanıyordu
Darwin'in biyografisini yazan Jim Moore, bilimadamının beş yıllık yolculukta, herşeyin başında doğadaki kalıpları ya da şablonları öğrendiğini düşünüyor.
Moore, ''Öğrenmek istediği; bazı şeylerin neden bazı yerlerde görünüp başka coğrafyalarda görünmediğiydi. Dolayısıyla bir filozof gözüyle bakan bir doğa bilimciydi. Nedenlerle ilgileniyordu... 'Neden benzer türler farklı doğa koşullarının hakim olduğu yerlerde görülebiliyor?' ya da 'Neden, aynı doğa kouşllarının hakim olduğu yerlerde farklı türler görülebiliyor?' diye soruyordu'' diyor.
Aslında Cambridge din bilim okumak amacıyla gidip sonra da doğa bilimlerine geçen Darwin'de kuşku uyandıran gözlemlerden biri de, Güney Amerika gezisi sırasında bazı kuş türlerinin, birbirine yakın adalarda küçük farklılıklar göstermesi oldu.
Darwin'e göre bu farklılıklar, bir yaratıcının çeşitlilik arzusundansa, türlerin farklı koşullara uyum sağlamasıyla ilgiliydi. Ayrıca, bazı canlıların soyu tükenirken yakın akrabalarının yaşamlarını sürdürüyor olmaları, değişen koşullar altında farklı canlı türlerinin yaşıyor olması da ona birbirleriyle ilişkili türlerin koşullar altında değiştiğini anlatıyordu.
University College London'dan Genetik Bilimci Steve Jones, Darwin'in bunun temeli olarak gördüğü doğal seçme teorisini şöyle özetliyor:
"Doğal seçme, en basit biçimiyle kalıtımsal farklılıkların yeniden üreme şansına etkisini anlatıyor. Örneğin bir birey, onun hayatta kalmasını ve çiftleşecekk bir eş bulmasını daha olası hale getirecek bir değişkene sahip iken, başka bireyler hayatta kalmalarını daha az olası hale getirecek farklı değişkenlere sahip iseler bu bireylerden biri hayatta kalır ve diğeri yok olur. Bu süreç nesiller boyunca devam ettiğinde ise değişiklikler artar ve ortaya giderek yeni yaşam biçimleri çıkar."
Darwin Türlerin Kökeni Üzerine'yi basmak için kitabın bitmesinin ardından neredeyse 17 yıl, iddialarını güçlendirmek ve doğrulamak için bekledi.
Kitabında yer alan bazı varsayımları kanıtlamak için elinde yeterli fosil verisi yoktu, ayrıca bazı teorilerinin doğrulanabilmesi için genetik biliminin ilerlemesi gerekecekti.
Darwin Türlerin Kökeni kitabı 'insan'a pek değinmedi
Kitap ilk basıldığı andan itibaren büyük bir etki uyandırdı ve ilk basımı kısa süre içinde tükendi. Evrimin doğal seçme yoluyla ilerlediği bilim dünyasında ve ötesinde büyük bir heyecan yaratmıştı.
Ancak, o günlerde kitabın herkesçe olumlu karşılandığını söylemek mümkün değil. Bilimadamı, özellikle din ve Tanrı karşıtlığı motivasyonuyla hareket ettiği ettiği suçlamalarıyla karşılaştı.
Darwin, bilim dünyasında yalnızca biyolojiyle de sınırlı kalmayan büyük bir etki bırakırken, geride kanıtlayamadığı ya da teorisinde açıklayamadığı pek çok olgu da bıraktı.
Doğal seçme teorisindeki sorunlar bugün Darwin'in izinden giden bilim adamlarının işi.
'Tehlikeli fikirler'
Darwin'in fikirleri, başta biyoloji olmak üzere genetik ve tıp gibi alanlarda temel bir öneme sahip. Ancak bu teorinin bazılarınca tehlikeli bulunduğu alanlar doğa bilimlerinin çok ötesine siyaset, kültür ve dine ilişkin görüşlerimize uzanıyor.
Darwin'in teorisini benimseyen siyasetçiler ve sosyal bilimciler, tüm çeşitliliği ile birlikte yaşamın tek bir kaynaktan nasıl evrimleşerek geldiğini gösteren bu teoriyle tarihi, günlük yaşamı ve sosyal olayları anlamaya ve açıklamaya çalıştılar.
Kimileri onun görüşlerini dine karşı bilimi savunmak için kullanırken; kimileri de emperyalizmi, savaşları ve hatta soykırımları meşrulaştırmak için kullandı.
Darwin'in teorisi siyasal olarak birbirine zıt kamplar tarafından büyük ölçüde olumlu karşılanmış bir teori.
Naziler Darwin'in fikirlerini kendi çıkarları için çarpıttı
Bir yandan Marx ve Engels'in, diğer tarafta bazı muhafazakar yazarların ve hatta Hitler gibi Nasyonal Sosyalist, faşist figürlerin dahi övgüsünü kazanbildiğini belirten pek çok kaynak var.
Temellerini Darwin'den aldıklarını söyleyen bazı ırkçılar tarafından kötüye kullanıldığı da oldu.
Siyaset bilimci John Gray, Nazizm de dahil olmak üzere faşist hareketlerin Darwinizm'in bazı özelliklerini kaba yorumlayarak kendilerine mal ettiğine dikkat çekiyor:
"Darwin'le yüzeysel bir ilişkileri olsa da, görüşlerinin Darwin'e dayandığını söyleyip, ırkçı anlayışlarının bilimsel temeli olduğunu savunmuşlardır. Oysa Darwin, kendi zamanında köleciliğe karşı olmuş biridir ve düşüncesinin ırkçılığa temel yapılmasını isteyemez."
Darwin'in fikirleri günümüzde bilimadamlarına ışık tuttuğu kadar, tartışma yaratmaya da devam ediyor.
Anthony Grayling, özellikle evrim teorisi ve yaradılış inancı safları arasındaki tartışmayı şöyle açıklıyor:
''Darwin'in açıkladığı canlıların zaman içinde geçirdikleri değişimlerin mekanizmasıdır. Fakat, karmaşık yapılara sahip canlıların daha basit yaşam formlarından evrilebildiğini göstermesi, canlıların da canlı olmayan moleküllerden ortaya çıkabileceğine işaret eder. Dolayısıyla, yaşamın kökenini açıklamak için bir yaratıcının gerekli olduğu türünden bir hipotez Darwin için gerekli değildir.''
''Tabi bu tartışma, Darwin'den önce de olan bir tartışmadır. Ancak Darwin, yaşamı açıklamada dini varsayımların gerekli olduğu düşüncesini ciddi bir şekilde sarsmıştır. Bu nedenle farklı dinler, varoluşa ilişkin çok eski zamanlardan bu yana benimsedikleri inanışları savunmak için karşı bir baskı oluşturuyorlar. Yaradılış inanışının asıl olarak Amerika'da olsa da, Türkiye gibi ülkelerde de yeniden gündeme gelmesinin nedeni de bu çabalardır.''
BBC
Darwin titiz bir araştırmacı, arşivci ve deney insanıydı
UNESCO'nun Darwin Yılı ilan ettiği 2009'da, fikirleri dünyanın hemen her yerinde yayılmaya ve tartışma yaratmaya devam ediyor.
Charles Darwin'in doğumunun 200'üncü, Türlerin Kökeni kitabının yayımlanmasının 150'nci yıldönümü dolayısıyla, çalışmalarını iki bölümlük bir dizi halinde değerlendirdik.
200. yılında Darwin' dizimizin ilk bölümü için tıklayın
200. yılında Darwin' dizimizin ikinci bölümü için tıklayın
Bilim, yaşamın olağanüstü karmaşıklığını, uzun bir süre açıklanamaz bir sır olarak gördü.
Darwin'in evrimi 'doğal seleksiyon'un bir süreci olarak açıklaması, bilim adamlarına dünyayı daha anlaşılır kılmak için çok geniş bir çalışma alanı sundu.
Aslında, Darwin evrim fikrini ilk ortaya atan kişi değil. Evrim fikri daha önce de biliniyordu... Ama, evrim fikrinin Antik Yunan'a ve belki de daha eskilere giden kökeni, Darwin'in önemini azaltmıyor.
Çünkü, bu fikre iskeletini kazandıran, evrimin nasıl işlediğine ilişkin en önemli teoriyi ortaya koyan yine Darwin oldu.
2009 yılı da bilim tarihinin en önemli yapıtlarından, Türlerin Kökeni adlı kitabının yayınlanmasının 150. yılı. Bu yıl, aynı zamanda kitabın yazarı Darwin'in de 200. doğum yılı.
***
Charles Darwin'in yaşamın kökeni ve insanın doğadaki yeri konusundaki yaygın fikirleri temellerinden sarsmaya ve modern düşünceyi etkilemeye devam eden düşüncelerinin kökeni 1830'larda çıktığı araştırma yolculuğuna dayanıyor.
Darwin İngiltere Kralı'nın gönderdiği Beagle adlı araştırma gemisininin yolculuğuna 22 yaşında genç bir doğa bilimci olarak katılana kadar, evrim teorisinin en önemli savunucusu olacağını bilmiyordu.
Beagle'ın Güney Amerika kıyıları boyunca ilerleyen beş yıl sürecek bu gezisinde gördükleri, Darwin'i İncil'deki yaratılış düşüncesini sorgulamaya itecekti.
Darwin türlerin yaşam ağacının dallarına yerleştirilebileceğine inanıyordu
Darwin'in biyografisini yazan Jim Moore, bilimadamının beş yıllık yolculukta, herşeyin başında doğadaki kalıpları ya da şablonları öğrendiğini düşünüyor.
Moore, ''Öğrenmek istediği; bazı şeylerin neden bazı yerlerde görünüp başka coğrafyalarda görünmediğiydi. Dolayısıyla bir filozof gözüyle bakan bir doğa bilimciydi. Nedenlerle ilgileniyordu... 'Neden benzer türler farklı doğa koşullarının hakim olduğu yerlerde görülebiliyor?' ya da 'Neden, aynı doğa kouşllarının hakim olduğu yerlerde farklı türler görülebiliyor?' diye soruyordu'' diyor.
Aslında Cambridge din bilim okumak amacıyla gidip sonra da doğa bilimlerine geçen Darwin'de kuşku uyandıran gözlemlerden biri de, Güney Amerika gezisi sırasında bazı kuş türlerinin, birbirine yakın adalarda küçük farklılıklar göstermesi oldu.
Darwin'e göre bu farklılıklar, bir yaratıcının çeşitlilik arzusundansa, türlerin farklı koşullara uyum sağlamasıyla ilgiliydi. Ayrıca, bazı canlıların soyu tükenirken yakın akrabalarının yaşamlarını sürdürüyor olmaları, değişen koşullar altında farklı canlı türlerinin yaşıyor olması da ona birbirleriyle ilişkili türlerin koşullar altında değiştiğini anlatıyordu.
University College London'dan Genetik Bilimci Steve Jones, Darwin'in bunun temeli olarak gördüğü doğal seçme teorisini şöyle özetliyor:
"Doğal seçme, en basit biçimiyle kalıtımsal farklılıkların yeniden üreme şansına etkisini anlatıyor. Örneğin bir birey, onun hayatta kalmasını ve çiftleşecekk bir eş bulmasını daha olası hale getirecek bir değişkene sahip iken, başka bireyler hayatta kalmalarını daha az olası hale getirecek farklı değişkenlere sahip iseler bu bireylerden biri hayatta kalır ve diğeri yok olur. Bu süreç nesiller boyunca devam ettiğinde ise değişiklikler artar ve ortaya giderek yeni yaşam biçimleri çıkar."
Darwin Türlerin Kökeni Üzerine'yi basmak için kitabın bitmesinin ardından neredeyse 17 yıl, iddialarını güçlendirmek ve doğrulamak için bekledi.
Kitabında yer alan bazı varsayımları kanıtlamak için elinde yeterli fosil verisi yoktu, ayrıca bazı teorilerinin doğrulanabilmesi için genetik biliminin ilerlemesi gerekecekti.
Darwin Türlerin Kökeni kitabı 'insan'a pek değinmedi
Kitap ilk basıldığı andan itibaren büyük bir etki uyandırdı ve ilk basımı kısa süre içinde tükendi. Evrimin doğal seçme yoluyla ilerlediği bilim dünyasında ve ötesinde büyük bir heyecan yaratmıştı.
Ancak, o günlerde kitabın herkesçe olumlu karşılandığını söylemek mümkün değil. Bilimadamı, özellikle din ve Tanrı karşıtlığı motivasyonuyla hareket ettiği ettiği suçlamalarıyla karşılaştı.
Darwin, bilim dünyasında yalnızca biyolojiyle de sınırlı kalmayan büyük bir etki bırakırken, geride kanıtlayamadığı ya da teorisinde açıklayamadığı pek çok olgu da bıraktı.
Doğal seçme teorisindeki sorunlar bugün Darwin'in izinden giden bilim adamlarının işi.
'Tehlikeli fikirler'
Darwin'in fikirleri, başta biyoloji olmak üzere genetik ve tıp gibi alanlarda temel bir öneme sahip. Ancak bu teorinin bazılarınca tehlikeli bulunduğu alanlar doğa bilimlerinin çok ötesine siyaset, kültür ve dine ilişkin görüşlerimize uzanıyor.
Darwin'in teorisini benimseyen siyasetçiler ve sosyal bilimciler, tüm çeşitliliği ile birlikte yaşamın tek bir kaynaktan nasıl evrimleşerek geldiğini gösteren bu teoriyle tarihi, günlük yaşamı ve sosyal olayları anlamaya ve açıklamaya çalıştılar.
Kimileri onun görüşlerini dine karşı bilimi savunmak için kullanırken; kimileri de emperyalizmi, savaşları ve hatta soykırımları meşrulaştırmak için kullandı.
Darwin'in teorisi siyasal olarak birbirine zıt kamplar tarafından büyük ölçüde olumlu karşılanmış bir teori.
Naziler Darwin'in fikirlerini kendi çıkarları için çarpıttı
Bir yandan Marx ve Engels'in, diğer tarafta bazı muhafazakar yazarların ve hatta Hitler gibi Nasyonal Sosyalist, faşist figürlerin dahi övgüsünü kazanbildiğini belirten pek çok kaynak var.
Temellerini Darwin'den aldıklarını söyleyen bazı ırkçılar tarafından kötüye kullanıldığı da oldu.
Siyaset bilimci John Gray, Nazizm de dahil olmak üzere faşist hareketlerin Darwinizm'in bazı özelliklerini kaba yorumlayarak kendilerine mal ettiğine dikkat çekiyor:
"Darwin'le yüzeysel bir ilişkileri olsa da, görüşlerinin Darwin'e dayandığını söyleyip, ırkçı anlayışlarının bilimsel temeli olduğunu savunmuşlardır. Oysa Darwin, kendi zamanında köleciliğe karşı olmuş biridir ve düşüncesinin ırkçılığa temel yapılmasını isteyemez."
Darwin'in fikirleri günümüzde bilimadamlarına ışık tuttuğu kadar, tartışma yaratmaya da devam ediyor.
Anthony Grayling, özellikle evrim teorisi ve yaradılış inancı safları arasındaki tartışmayı şöyle açıklıyor:
''Darwin'in açıkladığı canlıların zaman içinde geçirdikleri değişimlerin mekanizmasıdır. Fakat, karmaşık yapılara sahip canlıların daha basit yaşam formlarından evrilebildiğini göstermesi, canlıların da canlı olmayan moleküllerden ortaya çıkabileceğine işaret eder. Dolayısıyla, yaşamın kökenini açıklamak için bir yaratıcının gerekli olduğu türünden bir hipotez Darwin için gerekli değildir.''
''Tabi bu tartışma, Darwin'den önce de olan bir tartışmadır. Ancak Darwin, yaşamı açıklamada dini varsayımların gerekli olduğu düşüncesini ciddi bir şekilde sarsmıştır. Bu nedenle farklı dinler, varoluşa ilişkin çok eski zamanlardan bu yana benimsedikleri inanışları savunmak için karşı bir baskı oluşturuyorlar. Yaradılış inanışının asıl olarak Amerika'da olsa da, Türkiye gibi ülkelerde de yeniden gündeme gelmesinin nedeni de bu çabalardır.''
BBC
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
araştırmacı,
arşivci,
darwin,
deney,
evrim,
insanıydı,
titiz
Ernst Haeckel’in embriyo çizimleri üzerine Yaratılışçı çarpıtmalar
Bir grup bilimci, bilgi birikimine katkı sağlamak için emek sarf ediyor ve birtakım bulgular ortaya koyuyor. Fakat bu sonuçlar, bilgi üretmeyen, bilim asalağı durumundaki Yaratılışçılar tarafından, Darwin ve Evrim Kuramını karalamak için sömürülüyor. Araştırmacılar sonunda, bilim dünyasında görmeye pek alışık olmadığımız bir şekilde, çalışmalarının Yaratılışçılar tarafından çarpıtıldığını, Ernst Haeckel’in kimi çalışmalarının bilimsel gerçeklere uymasa da, konuya genel bakışının doğru olduğunu ve embriyoloji biliminin Darwin’in çalışmaları ve Evrim Kuramıyla tam bir uyum içinde bulunduğunu dünyaya duyurmak zorunda kalıyor.
Yaratılışçıların propaganda dokümanlarına baktığımda aklıma hep, çöl yaşamının güçlü ve mağrur hayvanı deveye atfedilen ve çoğumuzun bildiği küçük öykü gelir. Hani, “Boynun neden eğri?” diye sorulduğunda, onun “Nerem doğru ki!” dediği öykü.
Yaratılışçıların iddialarıyla ilgili hangi konuya el atılsa, içinden mutlaka bir bit yeniğinin çıkması, artık çocukların dahi fark ettiği sıradan bir gerçek haline gelmiş vaziyette.
Bu bağlamda Türk halkının aydınlanma mücadelesine katkı amacıyla, Yaratılışçıların bir çarpıtmasını daha insanımızın bilgisine sunmak istiyorum:
Science’daki haber ve Yaratılışçının yorumu
Yaratılışçıların propaganda amacıyla yaygın olarak kullandıkları dokümanlardan biri açıldığında, “Bilim Tarihinin En Büyük Sahtekarlığı: Evrim Teorisi” başlığı görülür. Fakat başlığın hemen altına bakıldığında, büyük sahtekârlığı ifşa edenin kendisinin de sahte bir ad kullandığı fark edilir. Peki Evrim Kuramı, uzmanlık isteyen bir konu olduğuna göre, bunu ifşa edenin en azından bir yüksek eğitiminin olması gerekmez mi? Ne gezer, adam lise mezunu.
Sahte isimli, sahte uzman, bilim sahtekârlığını açıklıyor!
Bakalım bu işin mümkünü var mı? İnternetteki sayfayı okumaya devam edelim:
Bilimci Michael Richardson’un açıklamaları
Şimdi işin aslına bakalım…
Öncelikle Science dergisindeki “Haeckel’in Embriyoları: Sahtekârlık Yeniden Keşfedildi” başlıklı yazıyla ilgili bir iki şey söylemek gerekli: Bu yazı, bilimsel bir araştırma makalesi değildir. Derginin “Araştırma Haberleri” kısmında yer alan, uzunluğu bir sayfadan daha kısa, bir yorum yazısıdır (1). Yazıyı yazan Elizabeth Pennisi ise, derginin kadrolu yazarlarından biri olup, kendisinin herhangi bir akademik ya da araştırmacı kimliği yoktur.
Pennisi yazısının başlığına ne koymuştu? “Sahtekârlık Yeniden Keşfedildi.” Yaratılışçı bu yazıya dayanarak ne demişti: “Her ideolojinin olduğu gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarları vardır ve bunlar evrimi her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler.”
Şimdi bundan sonraki gelişmeleri izleyelim…
Makalelerinin (2) yayımlanmasından birkaç ay sonra, Pennisi’nin yazısından yola çıkarak Yaratılışçıların, kendi araştırmalarını bilinçli şekilde çarpıtıp, Evrim Kuramına saldırı için kullanmalarından çok rahatsız olan Michael Richardson ve arkadaşları, en sonunda Science dergisine bir mektup göndermek zorunda kalırlar. Yaratılışçıların gerçek yüzünü göstermesi açısından bu önemli mektubun dikkatle okunması gerekiyor: Yaklaşık bir sayfalık mektubun burada sadece ilk paragrafının çevirisini aktarmak istiyorum:
Çarpıtmalarına destek için kullandıkları araştırmacıların yanıtlarını tokat gibi yiyen safsata erbabının yazdığını tekrar anımsayalım, sevgili dostlar. Ne demişti: “Evrim Teorisini desteklemek uğruna yapılan bu tüm bu bilimsel sahtekârlıklar ya da önyargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan ziyade, bir tür ideoloji olduğunu göstermektedir.”
Şimdi kime inanılacak? Sahte isimli, sahte uzmana mı?
Yoksa onun, emeklerini sömürdüğü bilim insanlarına mı?
Bu, insanın önünde duran yaşamsal önemde bir seçimdir…
Prof. Dr. Haluk Ertan
İÜ Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü
Biyologlar Derneği İstanbul Şubesi
Bir grup bilimci, bilgi birikimine katkı sağlamak için emek sarf ediyor ve birtakım bulgular ortaya koyuyor. Fakat bu sonuçlar, bilgi üretmeyen, bilim asalağı durumundaki Yaratılışçılar tarafından, Darwin ve Evrim Kuramını karalamak için sömürülüyor. Araştırmacılar sonunda, bilim dünyasında görmeye pek alışık olmadığımız bir şekilde, çalışmalarının Yaratılışçılar tarafından çarpıtıldığını, Ernst Haeckel’in kimi çalışmalarının bilimsel gerçeklere uymasa da, konuya genel bakışının doğru olduğunu ve embriyoloji biliminin Darwin’in çalışmaları ve Evrim Kuramıyla tam bir uyum içinde bulunduğunu dünyaya duyurmak zorunda kalıyor.İÜ Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü
Biyologlar Derneği İstanbul Şubesi
Yaratılışçıların propaganda dokümanlarına baktığımda aklıma hep, çöl yaşamının güçlü ve mağrur hayvanı deveye atfedilen ve çoğumuzun bildiği küçük öykü gelir. Hani, “Boynun neden eğri?” diye sorulduğunda, onun “Nerem doğru ki!” dediği öykü.
Yaratılışçıların iddialarıyla ilgili hangi konuya el atılsa, içinden mutlaka bir bit yeniğinin çıkması, artık çocukların dahi fark ettiği sıradan bir gerçek haline gelmiş vaziyette.
Bu bağlamda Türk halkının aydınlanma mücadelesine katkı amacıyla, Yaratılışçıların bir çarpıtmasını daha insanımızın bilgisine sunmak istiyorum:
Science’daki haber ve Yaratılışçının yorumu
Yaratılışçıların propaganda amacıyla yaygın olarak kullandıkları dokümanlardan biri açıldığında, “Bilim Tarihinin En Büyük Sahtekarlığı: Evrim Teorisi” başlığı görülür. Fakat başlığın hemen altına bakıldığında, büyük sahtekârlığı ifşa edenin kendisinin de sahte bir ad kullandığı fark edilir. Peki Evrim Kuramı, uzmanlık isteyen bir konu olduğuna göre, bunu ifşa edenin en azından bir yüksek eğitiminin olması gerekmez mi? Ne gezer, adam lise mezunu.
Sahte isimli, sahte uzman, bilim sahtekârlığını açıklıyor!
Bakalım bu işin mümkünü var mı? İnternetteki sayfayı okumaya devam edelim:
Ünlü bilim dergisi Science, 5 Eylül 1997 tarihli sayısında, Haeckel’in embriyo çizimlerinin bir sahtekarlık ürünü olduğunu açıklayan bir makale yayınlamıştır. ‘Haeckel’in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi’ başlıklı yazıda şöyle denmektedir:Bu alıntıdan sonra sahte isimli, sahte uzmanımız bilgiççe bir değerlendirme yapıyor:
“Londra’daki St. George’s Hospital Medical School’dan embriyolog Michael Richardson, ‘(Haeckel’in çizimlerinin) verdiği izlenim, yani embriyoların birbirine çok benzedikleri izlenimi yanlış’ diyor… O ve arkadaşları Haeckel’in çizdiği türdeki ve yaştaki canlıların embriyolarını yeniden inceleyerek ve fotoğraflayarak kendi karşılaştırmalarını yapmışlar. Richardson, Anatomy and Embryology dergisine yazdığı makalede, ‘embriyolar çoğu zaman şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar’ diye not ediyor.
Haeckel’in, embriyolorı benzer gösterebilmek için, bazı organları kasıtlı olarak çizimlerinden çıkardığını ya da hayali organlar eklediğini bildiren Science dergisi, yazının devamında şu bilgileri vermektedir:
“Richardson ve ekibinin bildirdiğine göre, Haeckel sadece organlar eklemek ya da çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda farklı türleri birbirlerine benzer gösterebilmek için büyüklükleri ile oynamış, bazen embriyoları gerçek boyutlarından on kat farklı göstermiş. … Richardson ‘(Haeckel’in çizimleri) biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri haline geliyor’ diyor.
Evrim teorisini desteklemek uğruna yapılan tüm bu bilimsel sahtekarlıklar ya da önyargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan ziyade, bir tür ideoloji olduğunu göstermektedir. Her ideolojinin olduğu gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarları vardır ve bunlar evrimi her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler. Ya da teoriye o denli dogmatik bir biçimde bağlanmışlardır ki, ellerine geçen her bulguyu, evrimle hiçbir ilgisi olmasa da, teorinin büyük bir kanıtı olarak algılamaktadırlar. Bu kuşkusuz bilim adına üzücü bir tablodur; çünkü bilim dünyasının temelsiz bir dogma uğruna yanlış yönlendirildiğini gösterir.Şimdi bu yazıyı okuyan bir kişi ne düşünür? Kafasında büyük olasılıkla Ernst Haeckel, çalışmaları ve Evrim Kuramı hakkında ciddi sorular oluşur. En azından bir şüphe doğar. Hatta, tanınmış bilim dergisi Science bile konuyu ele aldığına göre, acaba Yaratılışçıların söylemleri doğru olabilir mi, diye de düşünebilir.
Bilimci Michael Richardson’un açıklamaları
Şimdi işin aslına bakalım…
Öncelikle Science dergisindeki “Haeckel’in Embriyoları: Sahtekârlık Yeniden Keşfedildi” başlıklı yazıyla ilgili bir iki şey söylemek gerekli: Bu yazı, bilimsel bir araştırma makalesi değildir. Derginin “Araştırma Haberleri” kısmında yer alan, uzunluğu bir sayfadan daha kısa, bir yorum yazısıdır (1). Yazıyı yazan Elizabeth Pennisi ise, derginin kadrolu yazarlarından biri olup, kendisinin herhangi bir akademik ya da araştırmacı kimliği yoktur.
Pennisi yazısının başlığına ne koymuştu? “Sahtekârlık Yeniden Keşfedildi.” Yaratılışçı bu yazıya dayanarak ne demişti: “Her ideolojinin olduğu gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarları vardır ve bunlar evrimi her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler.”
Şimdi bundan sonraki gelişmeleri izleyelim…
Makalelerinin (2) yayımlanmasından birkaç ay sonra, Pennisi’nin yazısından yola çıkarak Yaratılışçıların, kendi araştırmalarını bilinçli şekilde çarpıtıp, Evrim Kuramına saldırı için kullanmalarından çok rahatsız olan Michael Richardson ve arkadaşları, en sonunda Science dergisine bir mektup göndermek zorunda kalırlar. Yaratılışçıların gerçek yüzünü göstermesi açısından bu önemli mektubun dikkatle okunması gerekiyor: Yaklaşık bir sayfalık mektubun burada sadece ilk paragrafının çevirisini aktarmak istiyorum:
Bizlerin bazısının yardımcı yazar olarak yer aldığı ve Elizabeth Pennisi tarafından da konu edilmiş (Araştırma Haberleri, 5 Eylül 1997 s. 1436) yeni bir çalışma, Ernst Haeckel tarafından geçen yüzyılda yayımlanmış embriyo çizimlerindeki hataları inceledi. Çalışmamız, ulusal kanalda yayımlanan bir tartışma programında Evrim Teorisine saldırmak ve evrimin embriyolojiyi açıklayamayacağını göstermek için kullanılmıştır. Bizler bu bakış açısına kesinlikle katılmıyoruz. Embriyolojiden elde edilen bulgular Darwinci evrim ile tamamen uyumludur. Haeckel’in tanınmış çizimleri, uzun zamandır bilinen Yaratılışçı bir tartışma konusudur. (Bu çizimlerin) ilk sürümleri, farklı omurgalı türlerinde oldukça benzer görünen genç embriyoları gösterir. Temelde, Haeckel haklıydı. Bütün omurgalılar (notokorda, vücut bölmeleri, farinks keseleri içeren) benzer bir vücut taslağı geliştirirler. Bu ortak gelişme planı, ortak bir evrimsel geçmişi yansıtır. Bu bilgi, farklı hayvanlardaki gelişimin ortak genetik mekanizmalar tarafından kontrol edildiğini bildiren çok yeni ve önemli kanıtla da uyumludur. (…)Saygıdeğer okuyucular düşünebiliyor musunuz, bir grup bilimci, bilgi birikimine katkı sağlamak, gerçeğe ulaşmak için emek sarf ediyor ve birtakım bulgular ortaya koyuyor. Fakat bu sonuçlar, bilgi üretmeyen, bilim asalağı durumundaki Yaratılışçılar tarafından, Darwin ve Evrim Kuramını karalamak için sömürülüyor. Çaresiz kalan araştırmacılar sonunda, bilim dünyasında görmeye pek alışık olmadığımız bir şekilde, çalışmalarının Yaratılışçılar tarafından çarpıtıldığını, Ernst Haeckel’in kimi çalışmalarının bilimsel gerçeklere uymasa da, konuya genel bakışının doğru olduğunu ve embriyoloji biliminin Darwin’in çalışmaları ve Evrim Kuramıyla tam bir uyum içinde bulunduğunu tüm dünyaya duyurmak zorunda kalıyorlar.
[Michael K. Richardson, James Hanken, Lynne Selwood, Glenda M. Wright, Robert J. Richards, Claude Pieau, Albert Raynaud, (1998). Science. 280(5366), s.983]
Michael Richardson’un embriyo fotoğrafları
Bundan birkaç yıl sonra aynı araştırmacının, hazırladığı kapsamlı bir derleme yazısında, konuya son noktayı net bir şekilde koyduğu görülüyor:“Haeckel’in çok eleştirilen embriyo çizimleri, filogenetik hipotezler, eğitime destek ve evrime kanıt olmaları açısından önemlidir. Çizimlerle ilgili bazı eleştiriler mantıklı ve akla yatkın iken, diğerleri daha çok art niyetlidir.” (Richardson ve Keuck) (3)http://www.yasamoyunu.net/evrim_evrim_teorisi/1649-ernst_haeckel8217in_embriyo_cizimleri_uzerine_yaratilisci_carpitmalar.html
Çarpıtmalarına destek için kullandıkları araştırmacıların yanıtlarını tokat gibi yiyen safsata erbabının yazdığını tekrar anımsayalım, sevgili dostlar. Ne demişti: “Evrim Teorisini desteklemek uğruna yapılan bu tüm bu bilimsel sahtekârlıklar ya da önyargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan ziyade, bir tür ideoloji olduğunu göstermektedir.”
Şimdi kime inanılacak? Sahte isimli, sahte uzmana mı?
Yoksa onun, emeklerini sömürdüğü bilim insanlarına mı?
Bu, insanın önünde duran yaşamsal önemde bir seçimdir…
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
çarpıtmalar,
çizimleri,
embriyo,
ernst haeckel’,
Üzerine,
yaratılışçı
22 Kasım 2010 Pazartesi
Avrupa'ya ilk ayak basan bir kadın !
İspanyol ve İzlandalı bilim adamlarının yaptığı bir araştırma, Amerika kıtasından Avrupa kıtasına ayak basan ilk kişinin bir kadın olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırmaya göre, Vikingler, bin yıl önce Amerika kıtasında doğan bir kadını İzlanda'ya getirdi. Bu tez, Vikinglerin Cristof Colomb'dan yüzyıllar önce Amerika kıtasına ulaştığını ortaya koyuyor.
Araştırmaya göre, Vikingler, bin yıl önce Amerika kıtasında doğan bir kadını İzlanda'ya getirdi. Bu tez, Vikinglerin Cristof Colomb'dan yüzyıllar önce Amerika kıtasına ulaştığını ortaya koyuyor.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
archeology,
avrupaya,
ayak,
basan,
bir,
europe,
history,
ilk,
kadınmış,
science
19 Kasım 2010 Cuma
İçimizdeki Güç Reiki
İÇİMİZDEKİ GÜÇ
REİKİ
Seda PEKGÖZ
Uzakdoğu Şifa Yöntemi olarak anılan Reiki yi tanımlamak tan kaçınmış, Yaşam Biçimi olarak algıladığımı paylaşmıştım.
Reiki (yaşam enerjisi) diğer şifa yöntemlerinden ayrı değildir hepsini içinde barındırır. Reiki yapmanın amacı, iyileşmek ve iyileştirmeye yardımcı olmaktır. Hedefimiz, gerçekte kim olduğumuzu bilmek, gerçeklik içinde mutlu ve huzurlu yaşamaktır.
Reiki için kaynakların verdiği metodolojik bilgileri akış için de bulacaksınız.
Reikinin bu kadar olmadığını yol aldıkça farkedecek, anlamaya başlıyacak ve kendi deneyimlerinizle tanımınızı siz yapacaksınız.
Bu anlamda benim tanımım; Reiki elle, gözle, söz ve davranışlarımızla, duygu ve düşüncelerimizle, yaşam içindeki duruşumuzla gerçekleşen bir şifa gücüdür.
Şifa ancak, gerçek senin kişiliğin sevginin renkleriyle boyandığında gerçekleşir.
Şifa ancak, Tüm kavgalara son verdiğin, korkunun gölgesini aydınlanmanın ışığıyla yok ettiğin de gerçekleşir.
Şifa gücünü tanımladığın zaman göremezsin, ancak seninle bir araya geldiğinde tanımlıyabilirsin.
Varoluşumuzla DNA larımıza kodlanan Reiiki enerjisine açık hale geldiğimiz de o bizim için işler...
İnsan içselleştiremediği hiç bir olguya uyumlanamaz. Bir çok teknik öğrenip yol almaya yönelsek de zoraki bir yolculuk olur bu.
Daha önce, uyumlama yapıp yapmadığımı soran bir arkadaşıma ''Hayır'' demiştim. Reikiyi öğrenmek isteyen sayısız öğrencim den çok az sayı da kişiye uyumlama verdim. Sanırım yukar da verilen kısa bilgiler nedenini vurgulamıştır. Reiki nin amacına ters olduğunu bildiğim den kazanç kaygım hiç olmadı.
Ve karşıma çıkan vermeme olanak sağlayan herşeye teşşekkür içindeyim.
Siz de eğer ilgi duyuyorsanız; Yolculuğu başlatan siz. yardımcınız reiki olacaktır. Yola çıktığınız andan itibaren Reiki nin anlamını anlıyacaksınız. Reiki yi anlamaya çalışırken bakmamız gereken ilk yer; olumsuz duygu ve düşünce kalıplarımız, yanılgılarımız olacaktır. Hasta yanlarımız.
Bu anlam; İçimiz deki Güç tür.
DeliMiDeli @Mi_DeliMiDeli
Seda Pekgöz
REİKİ
Seda PEKGÖZ
Uzakdoğu Şifa Yöntemi olarak anılan Reiki yi tanımlamak tan kaçınmış, Yaşam Biçimi olarak algıladığımı paylaşmıştım.
Reiki (yaşam enerjisi) diğer şifa yöntemlerinden ayrı değildir hepsini içinde barındırır. Reiki yapmanın amacı, iyileşmek ve iyileştirmeye yardımcı olmaktır. Hedefimiz, gerçekte kim olduğumuzu bilmek, gerçeklik içinde mutlu ve huzurlu yaşamaktır.
Reiki için kaynakların verdiği metodolojik bilgileri akış için de bulacaksınız.
Reikinin bu kadar olmadığını yol aldıkça farkedecek, anlamaya başlıyacak ve kendi deneyimlerinizle tanımınızı siz yapacaksınız.
Bu anlamda benim tanımım; Reiki elle, gözle, söz ve davranışlarımızla, duygu ve düşüncelerimizle, yaşam içindeki duruşumuzla gerçekleşen bir şifa gücüdür.
Şifa ancak, gerçek senin kişiliğin sevginin renkleriyle boyandığında gerçekleşir.
Şifa ancak, Tüm kavgalara son verdiğin, korkunun gölgesini aydınlanmanın ışığıyla yok ettiğin de gerçekleşir.
Şifa gücünü tanımladığın zaman göremezsin, ancak seninle bir araya geldiğinde tanımlıyabilirsin.
Varoluşumuzla DNA larımıza kodlanan Reiiki enerjisine açık hale geldiğimiz de o bizim için işler...
İnsan içselleştiremediği hiç bir olguya uyumlanamaz. Bir çok teknik öğrenip yol almaya yönelsek de zoraki bir yolculuk olur bu.
Daha önce, uyumlama yapıp yapmadığımı soran bir arkadaşıma ''Hayır'' demiştim. Reikiyi öğrenmek isteyen sayısız öğrencim den çok az sayı da kişiye uyumlama verdim. Sanırım yukar da verilen kısa bilgiler nedenini vurgulamıştır. Reiki nin amacına ters olduğunu bildiğim den kazanç kaygım hiç olmadı.
Ve karşıma çıkan vermeme olanak sağlayan herşeye teşşekkür içindeyim.
Siz de eğer ilgi duyuyorsanız; Yolculuğu başlatan siz. yardımcınız reiki olacaktır. Yola çıktığınız andan itibaren Reiki nin anlamını anlıyacaksınız. Reiki yi anlamaya çalışırken bakmamız gereken ilk yer; olumsuz duygu ve düşünce kalıplarımız, yanılgılarımız olacaktır. Hasta yanlarımız.
Bu anlam; İçimiz deki Güç tür.
DeliMiDeli
Seda Pekgöz
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
Biyo Enerji,
güç,
İçimizdeki Güç,
reİkİ,
yaşam enerji
Gıdı ve alt yanak sarkmaları için egsersiz
Gıdı ve alt yanak sarkmaları için
Kalem yerine bu defa bir kaşık alın dudaklarınızın arasına. Alt dudağı, çeneyi öne doğru çıkarın ve yukarı bakın. Alt yanak kasları, çene, boyun kasları, gıdı tümünün gerildiğini göreceksiniz.
Kas gerilince çalıştığınız bölgenin kısaldığını ve alt yanaktaki sarkmaların sıkılaştığını göreceksiniz. Prensip kasları kısaltmak. Mutfakta yemek yaparken kolaylıkla yapabileceğiniz bir hareket......
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
alt,
gıdı,
için,
sarkmaları,
yanak
Geleneksel Reiki'nin Öyküsü
GELENEKSEL REİKİ'nin ÖYKÜSÜ
Geleneksel Reiki nin öyküsü 1800'lerin ortaların da Japonya'da bir Üniversite Rektörü ve aynı zamanda Hıristiyan rahip olan Mikao Usui ile başlar...
Öğrencileri ondan; ''İsa nın şifa yöntemini''öğretmesini isterler. Usui bunu öğrenmek için 10 yılını verir. Japon ya daki Hıristiyan otoriteleri bu şifadan bahsetmenin ve öğrenmenin sözkonusu bile olamayacağını söylerler.
Usui, Hindistan'da ki Buda ve İsa'nın hayatı arasında çarpıcı benzerlikler bulur.
Hindistan'a gider. Budist keşişler -eski ruhsal şifa yöntemlerinin- kaybolduğunu ve ona ancak Budizm in Aydınlanma Yolu ile ulaşabileceğini söyler.
Bunun üzerine Usui ABD ye gider ve 7 yıl kalır. Oradaki Hıristiyan yetkililerden de cevapları alamayınca Chicago Üniversitesi nin İlahiyat Fakültesine yazılır ve -Karşılaştırmalı Dinler ve Felsefe- üzerine doktora yapar.
Bundan sonra Mikao Usui nin ne Hıristiyan ne de rahip olarak adı geçmez.
Japonya ya döndüğünde o artık bir Budist dir. Ve manastıra yerleşir.
Şifa formüllerini anlatan orjinal metinleri Zen Budist Manastır ında bulur.
Ne var ki bulduğu metinler enerjinin nasıl kullanılacağı bilgisini vermez.
Japon ya daki Kurama Dağın da inzivaya çekilir. 21 günlük oruç, dua ve meditasyon sonunda USUi 1920 de Şifa yöntemlerini çözmüş ve semboller kendisine gönderilmiştir.
(Bu oluşun ayrıntıları Reiki2 ve Reiki3 bilgilerinde verilir.)
USUİ bu şifalı enerjiye; Evrensel Yaşam Gücü Enerjisi adını verir.
Başarılı bir şekilde Reiki yi uygulamak için, enerjinin çıkış noktası hk. herhangi bir inanç geliştirmek son derece sakıncalıdır.
Reiki, hiç bir izm'e ve hiçbir ist'e ait değildir. Her yana aittir.
Böylece kişisel olarak kimsenin de tekelin de değildir. Herkese aittir. Ve zaten her birimiz de bulunmaktadır. Sadece hatırlamaya ihtiyacımız var. Kendimizde ve yaşamda zaten varolan bu öğretiyi tekrar geri almak için ücret ödemeyelim.
**** Bir kaç dakika da Reiki ci yaratacağımızı söyleyip, Usui hocanın kemiklerini sızım sızım sızlatmayalım. (Bu sözün gittiği yere...)
Sizler sevgiyle kalın arkadaşlar...
Reiki Master
Geleneksel Reiki nin öyküsü 1800'lerin ortaların da Japonya'da bir Üniversite Rektörü ve aynı zamanda Hıristiyan rahip olan Mikao Usui ile başlar...
Öğrencileri ondan; ''İsa nın şifa yöntemini''öğretmesini isterler. Usui bunu öğrenmek için 10 yılını verir. Japon ya daki Hıristiyan otoriteleri bu şifadan bahsetmenin ve öğrenmenin sözkonusu bile olamayacağını söylerler.
Usui, Hindistan'da ki Buda ve İsa'nın hayatı arasında çarpıcı benzerlikler bulur.
Hindistan'a gider. Budist keşişler -eski ruhsal şifa yöntemlerinin- kaybolduğunu ve ona ancak Budizm in Aydınlanma Yolu ile ulaşabileceğini söyler.
Bunun üzerine Usui ABD ye gider ve 7 yıl kalır. Oradaki Hıristiyan yetkililerden de cevapları alamayınca Chicago Üniversitesi nin İlahiyat Fakültesine yazılır ve -Karşılaştırmalı Dinler ve Felsefe- üzerine doktora yapar.
Bundan sonra Mikao Usui nin ne Hıristiyan ne de rahip olarak adı geçmez.
Japonya ya döndüğünde o artık bir Budist dir. Ve manastıra yerleşir.
Şifa formüllerini anlatan orjinal metinleri Zen Budist Manastır ında bulur.
Ne var ki bulduğu metinler enerjinin nasıl kullanılacağı bilgisini vermez.
Japon ya daki Kurama Dağın da inzivaya çekilir. 21 günlük oruç, dua ve meditasyon sonunda USUi 1920 de Şifa yöntemlerini çözmüş ve semboller kendisine gönderilmiştir.
(Bu oluşun ayrıntıları Reiki2 ve Reiki3 bilgilerinde verilir.)
USUİ bu şifalı enerjiye; Evrensel Yaşam Gücü Enerjisi adını verir.
Başarılı bir şekilde Reiki yi uygulamak için, enerjinin çıkış noktası hk. herhangi bir inanç geliştirmek son derece sakıncalıdır.
Reiki, hiç bir izm'e ve hiçbir ist'e ait değildir. Her yana aittir.
Böylece kişisel olarak kimsenin de tekelin de değildir. Herkese aittir. Ve zaten her birimiz de bulunmaktadır. Sadece hatırlamaya ihtiyacımız var. Kendimizde ve yaşamda zaten varolan bu öğretiyi tekrar geri almak için ücret ödemeyelim.
**** Bir kaç dakika da Reiki ci yaratacağımızı söyleyip, Usui hocanın kemiklerini sızım sızım sızlatmayalım. (Bu sözün gittiği yere...)
Sizler sevgiyle kalın arkadaşlar...
YasamOyunu
Seda P.Reiki Master
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
geleneksel reiki,
öyküsü,
reİkİ,
reiki fiatları,
reiki ücreti,
reki,
reyki
“Kehribar Taşı“, “Şifalı Taşlar”
“Kehribar Taşı“, “Şifalı Taşlar” arasında sarı renk skalasında yer alır.
Pozitif düşünce üzerine çok etkili bir taştır.
Mutluluk, kendine güven, stres azaltıcı, depresyon üzerinde etkili bir taştır. Geçmişten günümüze kazanç taşı olarak bilinir.
Bunun yanında özellikle “negatif enerji” “astım , bronşit , alerji , guatr” üzerinde şifalı etkiye de sahiptir.
Pozitif düşünce üzerine çok etkili bir taştır.
Mutluluk, kendine güven, stres azaltıcı, depresyon üzerinde etkili bir taştır. Geçmişten günümüze kazanç taşı olarak bilinir.
Bunun yanında özellikle “negatif enerji” “astım , bronşit , alerji , guatr” üzerinde şifalı etkiye de sahiptir.
- Astım, bronşit, alerji, guatr, grip gibi rahatsızlıklar için tedavi edici özelliktedir.
- Sol el ile taşındığı zaman bedendeki negatif elektriği toplar ve depresyonu giderir.
- Ağrıyan bölgeler üzerinde tutulduğu zaman ağrıları azaltır.
- Şifa yüklü enerji vererek bedeni canlandırır.
- Zihinsel ve ruhsal gelişimi etkiler.
- Para getiren taşlardan olduğuna inanılır ve bu sebepten dolayı para kasalarına da konur.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
alerji,
astım,
bronşit,
guatr,
kehribar,
şifalı,
Şifalı taşlar,
taş
Çürükler, Kesikler, Sıyrıklar ve Kıymıklar İçin Bitkisel Tedavi
Bitkiler, ailelerin ilkyardım çantalarında bulunan antiseptik ve iltihaplanmayı önleyici kimyasal ilaçlara, kullanışlı ve etkili alternatifler oluştururlar. Evden uzakta, elinizde acil bir tedavi için kullanabileceğiniz yol kenarındaki bitkilerden başka imkan yokken, bitkisel tedavi gerçekten de değerli bir yöntemdir.
ÇÜRÜKLER İÇİN BİTKİSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Çürüklere, yaralanma sonucu derinin altında zarar görmüş damarlardan kaçan kan neden olur. iyileşme sürecinde birçok renk alan bu bölge, altındaki kanın işle¬mez hale geldiğini ve dağıldığını gösteren bir belirtidir.
Arnika ve karakafes iyileşme sürecini hızlandıracak bitkilerdendir.
500 ml sıcak suyun içine, bir çay kaşığı arnika tentürü karıştırın. Yeni oluşmuş morluğa kompres yapacağınız bezi bu karışımla ıslatın. Soğuyan kumaş parçasını sıcak ve yeni bir taneyle değiştirin ve bu işlemi ağrı hafifleyene kadar tekrarlayın. Alternatif olarak, arnika veya karakafes kremini ya da eğer bahçenizde karakafes bitkisi varsa, bir avuç yaprağını öğüterek yapabileceğiniz yara lapasını çürüğe uygulayabilirsiniz.
KESİKLER VE SIYRIKLAR İÇİN BİTKİSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Küçük kesik ve yaralanmalarda, tedavi için yarayı sıcak suyla temizlemekten biraz daha fazlasına ihtiyaç olacaktır. Kanamayı durdurmak, iyileşmeyi hızlandırmak ve enfeksiyonu önlemek için bitkisel bir losyon veya krem daha etkili bir yöntemdir. Kiri tamamen temizleyebilmek için yarayı her zaman merkezden kenarlara doğru yıkayın. İyice süzülmüş kadifeçiçeği karışımı iyi bir antiseptik losyondur.
Kanamayı durdurmak için bir çay kaşığı çobançantası tentürünü sıcak suya karıştırın ve temiz bir bezi bu karışımla ıslatıp bir süre yaranın üzerine bastırın. Kadifeçiçeği veya çayağacı kremini antiseptik olarak yaraya sürün ve uygun bir yara bandı veya bandajla üzerini kapatın. Küçük sıyrıklar için, yarayı iyice yıkadıktan sonra aloe vera yaprağının suyunu bölgenin üzerine sürün.
KIYMIKLAR İÇİN BİTKİSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Kıymıkları iğne veya cımbız yardımıyla çıkarmak genelde kolaydır; fakat kıymık derine battıysa, bitkisel merhemler çıkarmanıza yardımcı olabilir. Karaağaç veya serçedili merhemi kıymığın olduğu bölgeye doğrudan sürülür, yara bandıyla kapatılır ve en az üç saat bu şekilde bekletilir. Bu yöntem genelde kıymığı derinin yüzeyine çıkarır ve kıymık kolayca çıkarılır. Eğer ilk seferde işe yaramazsa, merhemi tazeleyerek işlemi tekrarlamaya devam edin.
ÇÜRÜKLER İÇİN BİTKİSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Çürüklere, yaralanma sonucu derinin altında zarar görmüş damarlardan kaçan kan neden olur. iyileşme sürecinde birçok renk alan bu bölge, altındaki kanın işle¬mez hale geldiğini ve dağıldığını gösteren bir belirtidir.
Arnika ve karakafes iyileşme sürecini hızlandıracak bitkilerdendir.
500 ml sıcak suyun içine, bir çay kaşığı arnika tentürü karıştırın. Yeni oluşmuş morluğa kompres yapacağınız bezi bu karışımla ıslatın. Soğuyan kumaş parçasını sıcak ve yeni bir taneyle değiştirin ve bu işlemi ağrı hafifleyene kadar tekrarlayın. Alternatif olarak, arnika veya karakafes kremini ya da eğer bahçenizde karakafes bitkisi varsa, bir avuç yaprağını öğüterek yapabileceğiniz yara lapasını çürüğe uygulayabilirsiniz.
KESİKLER VE SIYRIKLAR İÇİN BİTKİSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Küçük kesik ve yaralanmalarda, tedavi için yarayı sıcak suyla temizlemekten biraz daha fazlasına ihtiyaç olacaktır. Kanamayı durdurmak, iyileşmeyi hızlandırmak ve enfeksiyonu önlemek için bitkisel bir losyon veya krem daha etkili bir yöntemdir. Kiri tamamen temizleyebilmek için yarayı her zaman merkezden kenarlara doğru yıkayın. İyice süzülmüş kadifeçiçeği karışımı iyi bir antiseptik losyondur.
Kanamayı durdurmak için bir çay kaşığı çobançantası tentürünü sıcak suya karıştırın ve temiz bir bezi bu karışımla ıslatıp bir süre yaranın üzerine bastırın. Kadifeçiçeği veya çayağacı kremini antiseptik olarak yaraya sürün ve uygun bir yara bandı veya bandajla üzerini kapatın. Küçük sıyrıklar için, yarayı iyice yıkadıktan sonra aloe vera yaprağının suyunu bölgenin üzerine sürün.
KIYMIKLAR İÇİN BİTKİSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Kıymıkları iğne veya cımbız yardımıyla çıkarmak genelde kolaydır; fakat kıymık derine battıysa, bitkisel merhemler çıkarmanıza yardımcı olabilir. Karaağaç veya serçedili merhemi kıymığın olduğu bölgeye doğrudan sürülür, yara bandıyla kapatılır ve en az üç saat bu şekilde bekletilir. Bu yöntem genelde kıymığı derinin yüzeyine çıkarır ve kıymık kolayca çıkarılır. Eğer ilk seferde işe yaramazsa, merhemi tazeleyerek işlemi tekrarlamaya devam edin.
18 Kasım 2010 Perşembe
Soylar Arası Evrim - Makroevrim - Ortak Ata ve Makroevrime Kanıt
Soylar Arası Evrim
Makroevrimin Şeması
Evrim bir ilerleme değildir. Evrimin basit hücrelerden daha karmaşık yaşam formlarına ve insanlara (evrimin tepe noktasına) doğru bir gelişmeler dizisi olarak düşünülebileceğine dair populer anlayış doğanın sıralanması kavramına dayandırılabilir. Bu görüş yanlıştır.
Bütün türler ortak bir atadan gelmiştir. Zamanla farklı canlı aileleri çevrelerine uyum sağlayabilmek için atalarından farklılaşmıştır. Bu yüzden evrim en iyi dallanan, her dalın ucunun yaşamakta olan bir türü temsil ettiği bir ağaç ya da çalı olarak gösterilebilir. Bugün yaşayan hiçbir canlı bizim atamız değildir. Yaşamakta olan her tür kendilerine özgü evrimsel tarihçeleriyle bizim kadar moderndir. Varlığını sürdüren hiçbir tür “düşük yaşam formu” ya da insanlığa ulaşan yolda basamak değildir.
Evrimle ilgili buna benzer yaygın bir yanlış insanların bazı yaşayan insansı maymun türlerinden evrildiğidir. Aslında durum bu değildir –insanlar ve insansı maymunlar ortak bir atayı paylaşır. Hem insanlar hem de yaşayan insansı maymunlar tamamen modern türlerdir; evrildiğimiz ata bir insansı maymundu, ama şimdi soyu tükenmiş bulunmakta ve bugünkü insansı maymunlarla (ya da insanlarla) aynı değildir. İnsanların kendini beğenmişliği olmasaydı biz de insansı maymun olarak sınıflandırılırdık. En yakın akrabalarımız şempanze ve cüce şempanzedir. Bir sonraki en yakın akrabamız gorildir.
http://www.yasamoyunu.net/evrim_evrim_teorisi/1650-soylar_arasi_evrim_makroevrim_ortak_ata_ve_makroevrime_kanit.html
Makroevrimin Şeması
Evrim bir ilerleme değildir. Evrimin basit hücrelerden daha karmaşık yaşam formlarına ve insanlara (evrimin tepe noktasına) doğru bir gelişmeler dizisi olarak düşünülebileceğine dair populer anlayış doğanın sıralanması kavramına dayandırılabilir. Bu görüş yanlıştır.
Bütün türler ortak bir atadan gelmiştir. Zamanla farklı canlı aileleri çevrelerine uyum sağlayabilmek için atalarından farklılaşmıştır. Bu yüzden evrim en iyi dallanan, her dalın ucunun yaşamakta olan bir türü temsil ettiği bir ağaç ya da çalı olarak gösterilebilir. Bugün yaşayan hiçbir canlı bizim atamız değildir. Yaşamakta olan her tür kendilerine özgü evrimsel tarihçeleriyle bizim kadar moderndir. Varlığını sürdüren hiçbir tür “düşük yaşam formu” ya da insanlığa ulaşan yolda basamak değildir.
Evrimle ilgili buna benzer yaygın bir yanlış insanların bazı yaşayan insansı maymun türlerinden evrildiğidir. Aslında durum bu değildir –insanlar ve insansı maymunlar ortak bir atayı paylaşır. Hem insanlar hem de yaşayan insansı maymunlar tamamen modern türlerdir; evrildiğimiz ata bir insansı maymundu, ama şimdi soyu tükenmiş bulunmakta ve bugünkü insansı maymunlarla (ya da insanlarla) aynı değildir. İnsanların kendini beğenmişliği olmasaydı biz de insansı maymun olarak sınıflandırılırdık. En yakın akrabalarımız şempanze ve cüce şempanzedir. Bir sonraki en yakın akrabamız gorildir.
http://www.yasamoyunu.net/evrim_evrim_teorisi/1650-soylar_arasi_evrim_makroevrim_ortak_ata_ve_makroevrime_kanit.html
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
arası,
ata,
evrim,
kanıt,
makroevrim,
makroevrime,
ortak,
soylar
Mikroevrimin mekanizmaları
Mikroevrimsel değişime neden olan birkaç temel yol vardır: mutasyon, göç, genetik sürüklenme ve doğal seçilim. Bunların hepsi bir popülasyondaki gen havuzunu doğrudan etkileyen süreçlerdir.
Bir böcek popülasyonunda kahverengi genlerinin sıklığında bir artış, yeşil renk genlerinin sıklığında ise bir azalma gözlemlediğinizi düşünün. Mikroevrim mekanizmalarından birkaç tanesi bir araya gelip bu örüntüye yol açmış olabilir ve bilim insanının görevlerinden biri de bu mekanizmalardan hangilerinin bu değişime yol açtığını ortaya çıkarmaktır.
Mutasyon
Bazı “yeşil genler” gelişigüzel bir şekilde “kahverengi genlere” dönüştüler. Mutasyonlar genellikle çok ender görüldüğü için, bir kuşakta ciddi boyutlarda meydana gelen alel sıklığı değişimlerinin nedeni tek başına bu süreç, yani mutasyon olamaz.)
Image:Evrim101_39_1.gif
Göç (ya da gen akışı)
Kahverengi genlere sahip bazı böcekler başka bir popülasyondan bu popülasyona göç ettiler, ya da yeşil renk geni taşıyan bazı böcekler, bu popülasyondan dışarı göç ettiler.
Genetik sürüklenme
Böcekler ürediklerinde şans eseri, yeşil gene sahip yavruların sayısı kahverengi gene sahip yavrularınkinden daha fazla oldu. Aşağıdaki şekilde, kahverengi gen yavrularda (%29) ebeveynlere (%25) göre biraz daha yüksek sıklıkta ortaya çıkıyor.
Doğal Seçilim
Kahverengi genlere sahip böcekler avcılardan daha iyi kaçmış ve hayatta kalıp yeşil genli böceklere göre daha sık üremişler, böylece bir sonraki kuşağa daha fazla kahverengi gen aktarmışlar.
Bir böcek popülasyonunda kahverengi genlerinin sıklığında bir artış, yeşil renk genlerinin sıklığında ise bir azalma gözlemlediğinizi düşünün. Mikroevrim mekanizmalarından birkaç tanesi bir araya gelip bu örüntüye yol açmış olabilir ve bilim insanının görevlerinden biri de bu mekanizmalardan hangilerinin bu değişime yol açtığını ortaya çıkarmaktır.
Mutasyon
Bazı “yeşil genler” gelişigüzel bir şekilde “kahverengi genlere” dönüştüler. Mutasyonlar genellikle çok ender görüldüğü için, bir kuşakta ciddi boyutlarda meydana gelen alel sıklığı değişimlerinin nedeni tek başına bu süreç, yani mutasyon olamaz.)
Image:Evrim101_39_1.gif
Göç (ya da gen akışı)
Kahverengi genlere sahip bazı böcekler başka bir popülasyondan bu popülasyona göç ettiler, ya da yeşil renk geni taşıyan bazı böcekler, bu popülasyondan dışarı göç ettiler.
Genetik sürüklenme
Böcekler ürediklerinde şans eseri, yeşil gene sahip yavruların sayısı kahverengi gene sahip yavrularınkinden daha fazla oldu. Aşağıdaki şekilde, kahverengi gen yavrularda (%29) ebeveynlere (%25) göre biraz daha yüksek sıklıkta ortaya çıkıyor.
Doğal Seçilim
Kahverengi genlere sahip böcekler avcılardan daha iyi kaçmış ve hayatta kalıp yeşil genli böceklere göre daha sık üremişler, böylece bir sonraki kuşağa daha fazla kahverengi gen aktarmışlar.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
evrim,
mekanizmaları,
Mikroevrim,
mikroevrimin
Evrimin Bilimsel Duruşu ve Eleştirisi
Evrim ve ortak ata teorileri bir zamanlar bilimsel çevrelerde tartışmalıydı. Artık böyle birşey söz konusu değil. Evrimin çeşitli yönlerinin nasıl çalıştığı konusunda tartışmalar sürüyor. Örneğin ilişki şemalarının bütün ayrıntıları ortaya çıkarılmış değil. Yine de evrim ve ortak ata teorileri bilim dünyasında bir gerçeklik olarak görülüyor.
Bilimsel yaratılışçılık %100 saçmalıktır. Sözde ‘bilimsel’ yaratılışçılar itirazlarını bilimsel mantığa ya da verilere dayandırmazlar. Düşünceleri dinsel dogmalara dayanır, ve yaklaşımları yalnızca evrime saldırmaktan ibarettir.
Kullandıkları iddialar birkaç kategoriye ayrılır: bilimsel ilkelerin çarpıtılması (termodinamiğin ikinci yasası iddiası), evrimin karikatürize edilmiş versiyonları (“tesadüfen evrilemeyecek kadar düşük ihtimalli” iddiası), verilerin dürüstçe olmayan kullanımı (ışığın hızının azalması iddiası) duygulara ve inanma isteğine hitap etme (“bir maymundan gelmiş olmak istemiyorum”), kişisel şüpheciliğe hitap etme (“bunun nasıl evrilmiş olabileceğini anlamıyorum”), bilim insanlarından dürüstçe olmayan bir şeklide alıntı yapmak (Darwin’in gözün evrimi üzerine yorumları) ve iddialarına uygun veriler uydurmak (Gish’in öküz kurbağası proteinleri)
En önemlisi bilimsel yaratılışçıların evrimin yerine koyabilecekleri test edilebilir, bilimsel bir teorileri yok. Evrim yanlış çıksa bile yalnızca başka bir bilimsel teoriyle değiştirilir. Yaratılışçılar bilimsel deneyler yapmaz ya da referans verilen bilimsel dergilerde çalışmalarını yayımlamaya kalkmazlar. Yaptıklarını çoğu “klise korosuna vaaz vermekten (tereciye tere satmaktan)” ibarettir.
Yaratılışçıların en makul savları bilimsel olmayan bir sav –adil muamele talep etmeleridir. “Tartışmanın her iki yönünü de ortaya koymamız gerekmez mi?” diye sorarlar. Cevap hayırdır –yapılacak en adil şey bilimsel yaratılışçılığı devlet okullarındaki fen derslerinden çıkarmaktır. Bilim insanları evrimi 150 yıl boyunca inceleyip test ettiler. Yığınlarca kanıt var. Bilim dünyasında evrime rakip başka teoriler yok. Bilimsel yaratılışçıların, bilimsel bir teori kurup, test etmedikçe fen derslerinde düşüncelerini sunmak için eşit zaman talep etmeye hakları yok. Evrim bilim müfredatında kendisine bir yer kazandı, yaratılışçılık kazanmadı.
Bilim verilere açık ve dürüst bir gözle bakmaya dayanır. Yaratılışçılık çoğunlukla dürüst olmayan tartışma tekniklerine ve verilerin desteklemediği konuların yanlışlığını görmezden gelmeye dayanıyor. Bilimin yeri bilim dersleridir. Evrim bilimdir. Yaratılışçılık değil. Bu kadar basit.
Devlet okullarında yaratılışçı saldırı demek, okul çocuklarının biyolojinin en güçlü ve zarif teorisini öğrenme olanaklarının ellerinden alınması demek. Siyasetçiler oy karşılığında bilimsel açıdan cahil ama siyasal açıdan güçlü olanların eğitim sistemini mahvetmelerine izin vermeye niyetli. Evrimler ve genel anlamda bilim eğitimiyle ilgilenen insanların okul komitesi seçimlerini yakından izlemeleri gerekiyor. Gizli yaratılışçı adaylar pek çok bölgede seçildi. Neyseki görüşleri ortaya çıkınca oy çoklğuyla atılabildiler.
Amerikalıların çoğunluğu dindardır, ama yalnızca azınlıkta kalan bir kısım dinci kaçıklardır. Dinin aşırı sağın Amerika’ya dayatmak istediği versiyonu ılımlı hristiyanlara diğer dinlerin mensuplarına , ateistlere ve agnostiklere olduğu kadar akıldışı geliyor. Pek çok bilinçli dindar insan biyolojik gerçekliklerin ve teorilerin dini inançlarına karışması için bir neden görmüyor.
Evrimin Biyolojideki Önemi
“Evrimin ışığında bakılmadığı sürece biyolojideki hiçbirşey bir anlam ifade etmiyor.” –Theodosius Dobzhansky
Evrime biyolojinin temel yapıtaşı denildi ve bunun iyi nedenleri var. Biyolojide evrim hakkında hiçbir şey bilmeden ya da çok az şey bilerek araştırma yapmak mümkündür. Pek çok biyolog bunu yapar. Ama evrim olmadan birbirinden ayrı araştırma alanları grubu haline gelir. Evrimsel açıklamalar bütün biyoloji alanlarına yayılır ve onları tek bir kuramsal şemsiye altında toplar.
Mikroevrimsel kuramdan biliyoruz ki doğal seçilim bir populasyonda var olan genetik çeşitlenmeyi üretimsel başarıyı en üste çıkarmaya uygun seviyede tutmalıdır. Bu çeşitli biyolojik özellikleri ve onların birbirine oranla önemlerini yorumlayacak bir model sunar. Örneğin karşı cinsi etkilemek niyetiyle kullanılan bir sinyal avcılar tarafından algılanabilir. Doğal seçilim karşı cinsi çekme ve bundan dolayı avcılara yakalanma arasında bir tercih dayatması yaratmıştır. Eğer üretimsel başarıda başka bir şeyin en uygun seviyeye getirildiğini varsayarsanız biyolojideki pek çok şey pek bir anlam ifade etmez. Evrim teorisi olmadan yaşam tarihi stratejileri çok az anlaşılabilir.
Makroevrimsel teori de yaşayan şeylerin nasıl çalıştığına dair pek çok şeyin açıklanmasına yardım eder. Canlılar zaman içinde biriken doğal seçilimle değişime uğradılar. Doğadaki elde olan malzemenin yamalanmasıyla tasarımlara dair çok sayıda örnek bunun doğrudan bir sonucudur. Genetik kökenli özelliklerin gruplar arasındaki dağılımı soyların ayrışması ve mutasyonlar sürekli yeni özellikler üretilmesiyle açıklanıyor. Özellikler içinde ortaya çıktıkları soylarla sınırlı.
Geçmişe dair ayrıntılar da biyolojide açıklayıcı bir güce sahip. Bitkiler karbonlarını karbondioksit gazını hücrelerindeki organik bir molekülle birleştirerek sağlarlar. Buna karbon sabitlemesi denir. Karbonu sabitleyen müzik RuBP carboxlyase’dır. C3 fotosentezi kullanan bitkiler sabitledikleri karbondioksitin 1/3 ile ½’si arasındaki bir kısmını kaybederler. RuBP carboxlyase oksijen yokluğunda iyi çalışıp, oksijen olduğu zaman kötü çalışıyor. Bunun nedeni fotosentezin gaz halindeki oksijenin çok az bulunduğu zamanlarda evrilmiş olmasıdır. Daha sonraları oksijen yaygın hale gelince fotosentezin işlevselliği azaldı. Fotosentetik canlılar bunu enzimi arttırarak karşıladılar. RuBP carboxylase gezegendeki en yaygın protein çünkü en az işlevsel olanlarından biri.
Ekosistemlerin, türlerin, canlıların ve genlerinin hepsinin uzun tarihçeleri var. Herhangi bir biyolojik özelliğin tam açıklamasının iki etkeni olmalıdır. Birincisi son haline dair bir açıklama –nasıl işliyor? Ve ikincisi nihai bir açıklama –neyden uyarlandı? Yüzyıllardır insanlar “Neden burdayız?” diye soruyorlar. Bu sorunun cevabı bilim alanının dışında kalıyor. Fakat biyologlar “buraya nasıl geldik?” sorusuna zarif bir cevap sağlayabiliyorlar.
Kaynak: Introduction to Evolutionary Biology
Mikroevrimin Mekanizmaları
Bilimsel yaratılışçılık %100 saçmalıktır. Sözde ‘bilimsel’ yaratılışçılar itirazlarını bilimsel mantığa ya da verilere dayandırmazlar. Düşünceleri dinsel dogmalara dayanır, ve yaklaşımları yalnızca evrime saldırmaktan ibarettir.
Kullandıkları iddialar birkaç kategoriye ayrılır: bilimsel ilkelerin çarpıtılması (termodinamiğin ikinci yasası iddiası), evrimin karikatürize edilmiş versiyonları (“tesadüfen evrilemeyecek kadar düşük ihtimalli” iddiası), verilerin dürüstçe olmayan kullanımı (ışığın hızının azalması iddiası) duygulara ve inanma isteğine hitap etme (“bir maymundan gelmiş olmak istemiyorum”), kişisel şüpheciliğe hitap etme (“bunun nasıl evrilmiş olabileceğini anlamıyorum”), bilim insanlarından dürüstçe olmayan bir şeklide alıntı yapmak (Darwin’in gözün evrimi üzerine yorumları) ve iddialarına uygun veriler uydurmak (Gish’in öküz kurbağası proteinleri)
En önemlisi bilimsel yaratılışçıların evrimin yerine koyabilecekleri test edilebilir, bilimsel bir teorileri yok. Evrim yanlış çıksa bile yalnızca başka bir bilimsel teoriyle değiştirilir. Yaratılışçılar bilimsel deneyler yapmaz ya da referans verilen bilimsel dergilerde çalışmalarını yayımlamaya kalkmazlar. Yaptıklarını çoğu “klise korosuna vaaz vermekten (tereciye tere satmaktan)” ibarettir.
Yaratılışçıların en makul savları bilimsel olmayan bir sav –adil muamele talep etmeleridir. “Tartışmanın her iki yönünü de ortaya koymamız gerekmez mi?” diye sorarlar. Cevap hayırdır –yapılacak en adil şey bilimsel yaratılışçılığı devlet okullarındaki fen derslerinden çıkarmaktır. Bilim insanları evrimi 150 yıl boyunca inceleyip test ettiler. Yığınlarca kanıt var. Bilim dünyasında evrime rakip başka teoriler yok. Bilimsel yaratılışçıların, bilimsel bir teori kurup, test etmedikçe fen derslerinde düşüncelerini sunmak için eşit zaman talep etmeye hakları yok. Evrim bilim müfredatında kendisine bir yer kazandı, yaratılışçılık kazanmadı.
Bilim verilere açık ve dürüst bir gözle bakmaya dayanır. Yaratılışçılık çoğunlukla dürüst olmayan tartışma tekniklerine ve verilerin desteklemediği konuların yanlışlığını görmezden gelmeye dayanıyor. Bilimin yeri bilim dersleridir. Evrim bilimdir. Yaratılışçılık değil. Bu kadar basit.
Devlet okullarında yaratılışçı saldırı demek, okul çocuklarının biyolojinin en güçlü ve zarif teorisini öğrenme olanaklarının ellerinden alınması demek. Siyasetçiler oy karşılığında bilimsel açıdan cahil ama siyasal açıdan güçlü olanların eğitim sistemini mahvetmelerine izin vermeye niyetli. Evrimler ve genel anlamda bilim eğitimiyle ilgilenen insanların okul komitesi seçimlerini yakından izlemeleri gerekiyor. Gizli yaratılışçı adaylar pek çok bölgede seçildi. Neyseki görüşleri ortaya çıkınca oy çoklğuyla atılabildiler.
Amerikalıların çoğunluğu dindardır, ama yalnızca azınlıkta kalan bir kısım dinci kaçıklardır. Dinin aşırı sağın Amerika’ya dayatmak istediği versiyonu ılımlı hristiyanlara diğer dinlerin mensuplarına , ateistlere ve agnostiklere olduğu kadar akıldışı geliyor. Pek çok bilinçli dindar insan biyolojik gerçekliklerin ve teorilerin dini inançlarına karışması için bir neden görmüyor.
Evrimin Biyolojideki Önemi
“Evrimin ışığında bakılmadığı sürece biyolojideki hiçbirşey bir anlam ifade etmiyor.” –Theodosius Dobzhansky
Evrime biyolojinin temel yapıtaşı denildi ve bunun iyi nedenleri var. Biyolojide evrim hakkında hiçbir şey bilmeden ya da çok az şey bilerek araştırma yapmak mümkündür. Pek çok biyolog bunu yapar. Ama evrim olmadan birbirinden ayrı araştırma alanları grubu haline gelir. Evrimsel açıklamalar bütün biyoloji alanlarına yayılır ve onları tek bir kuramsal şemsiye altında toplar.
Mikroevrimsel kuramdan biliyoruz ki doğal seçilim bir populasyonda var olan genetik çeşitlenmeyi üretimsel başarıyı en üste çıkarmaya uygun seviyede tutmalıdır. Bu çeşitli biyolojik özellikleri ve onların birbirine oranla önemlerini yorumlayacak bir model sunar. Örneğin karşı cinsi etkilemek niyetiyle kullanılan bir sinyal avcılar tarafından algılanabilir. Doğal seçilim karşı cinsi çekme ve bundan dolayı avcılara yakalanma arasında bir tercih dayatması yaratmıştır. Eğer üretimsel başarıda başka bir şeyin en uygun seviyeye getirildiğini varsayarsanız biyolojideki pek çok şey pek bir anlam ifade etmez. Evrim teorisi olmadan yaşam tarihi stratejileri çok az anlaşılabilir.
Makroevrimsel teori de yaşayan şeylerin nasıl çalıştığına dair pek çok şeyin açıklanmasına yardım eder. Canlılar zaman içinde biriken doğal seçilimle değişime uğradılar. Doğadaki elde olan malzemenin yamalanmasıyla tasarımlara dair çok sayıda örnek bunun doğrudan bir sonucudur. Genetik kökenli özelliklerin gruplar arasındaki dağılımı soyların ayrışması ve mutasyonlar sürekli yeni özellikler üretilmesiyle açıklanıyor. Özellikler içinde ortaya çıktıkları soylarla sınırlı.
Geçmişe dair ayrıntılar da biyolojide açıklayıcı bir güce sahip. Bitkiler karbonlarını karbondioksit gazını hücrelerindeki organik bir molekülle birleştirerek sağlarlar. Buna karbon sabitlemesi denir. Karbonu sabitleyen müzik RuBP carboxlyase’dır. C3 fotosentezi kullanan bitkiler sabitledikleri karbondioksitin 1/3 ile ½’si arasındaki bir kısmını kaybederler. RuBP carboxlyase oksijen yokluğunda iyi çalışıp, oksijen olduğu zaman kötü çalışıyor. Bunun nedeni fotosentezin gaz halindeki oksijenin çok az bulunduğu zamanlarda evrilmiş olmasıdır. Daha sonraları oksijen yaygın hale gelince fotosentezin işlevselliği azaldı. Fotosentetik canlılar bunu enzimi arttırarak karşıladılar. RuBP carboxylase gezegendeki en yaygın protein çünkü en az işlevsel olanlarından biri.
Ekosistemlerin, türlerin, canlıların ve genlerinin hepsinin uzun tarihçeleri var. Herhangi bir biyolojik özelliğin tam açıklamasının iki etkeni olmalıdır. Birincisi son haline dair bir açıklama –nasıl işliyor? Ve ikincisi nihai bir açıklama –neyden uyarlandı? Yüzyıllardır insanlar “Neden burdayız?” diye soruyorlar. Bu sorunun cevabı bilim alanının dışında kalıyor. Fakat biyologlar “buraya nasıl geldik?” sorusuna zarif bir cevap sağlayabiliyorlar.
Kaynak: Introduction to Evolutionary Biology
Mikroevrimin Mekanizmaları
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
bilimsel,
duruşu,
eleştirisi,
evrimin
Soy İçi Evrimin Özeti
Evrim bir populasyonun gen havuzunda zaman içinde oluşan değişimdir; birkaç nedenden ötürü oluşabilir. Gen havuzuna yeni aleller ekleyen üç mekanizma vardır: mutasyon, rekombinasyon ve gen akışı. Alelleri yok eden iki mekanizma vardır; genetik sürüklenme ve doğal seçilim. Sürüklenme gen havuzundan alelleri rastgele çıkarır. Seçilim zararlı alelleri gen havuzundan çıkarır. Bir populasyonda bulunan genetik çeşitlenmenin miktarı bu mekanizmaların hareketleri arasındaki dengeden gelir.
Doğal seçilim bir alelin oranını da arttırabilir. Zararlı alelleri ayıklayan seçilime negatif seçilim denir. Yararlı alellerin oranını arttıran seçilime pozitif ya da bazen pozitif Darwinci seçilim denir. Yeni bir alel de yüksek bir orana sürüklenebilir. Her nesilde bir alelin oranındaki değişim tesadüfi olduğu için, pozitif ya da negatif sürüklenmeden söz edilemez.
Yüksek gen akışının olduğu istisnai durumlar haricinde, yeni aleller gen havuzuna tek kopya olarak girer. Gen havuzuna eklenen yeni alellerin çoğu sürüklenmeye ve seçilime bağlı olarak neredeyse anında yok olurlar; yalnızca küçük bir bölümü populasyonda yüksek bir orana ulaşabilir. Oldukça yararlı aleller bile ortaya çıktıklarında sürüklenme nedeniyle yok olabilirler. Fakat bir mutasyon defalarca tekrar ortaya çıkabilir.
Yeni bir alelin kaderi büyük ölçüde ortaya çıktığı organizmaya bağlıdır. Bu alel birkaç nesil boyunca çevresindeki diğer alellere bağlı olur. Mutant bir alelin oranı sırf yakınındaki lokustaki yararlı bir alele bağlı olduğu için artabilir. Bu, mutant alel zararlı bile olsa diğer alelin yararını bastıracak kadar zararlı olmaması şartıyla gerçekleşebilir. Aynı şekilde yararlı olma potansiyeline sahip yeni bir alel ilk ortaya çıktığında zararlı bir alelle bağlantılı olduğu için gen havuzundan silinebilir. Yararlı bir alelin kuyruğuna takılıp taşınan bir alele otostopçu denir. Sonunda rekombinasyon iki lokusu bağlantı dengesine getirir. Ama daha yakın bağlantılı alellerde otostop daha uzun sürer.
Seçilim ve sürüklenmenin etkileri bağlantılıdır. Seçilim baskısı arttıkça sürüklenme yoğunlaşır. Bunun nedeni artan seçilimin (bir populasyondaki organizmalar arasındaki üreme başarısı farkının artması gibi) etkin populasyon büyüklüğünü, bir sonraki nesile alel ekleyen bireylerin sayısını azaltmasıdır.
Uyum sağlama üstüste eklenen doğal seçilim sonucu, mutasyonların doğal seçilim tarafından ayıklanmasının tekrarlanmasıyla oluşur. Seçilimin lehlerine hareket ettiği hareket ettiği küçük değişimler daha ileri düzeydeki değişimlerin temeli olabilir. Bu şekilde çok sayıda değişimin toplamı makroevrimdir.
Doğal seçilim bir alelin oranını da arttırabilir. Zararlı alelleri ayıklayan seçilime negatif seçilim denir. Yararlı alellerin oranını arttıran seçilime pozitif ya da bazen pozitif Darwinci seçilim denir. Yeni bir alel de yüksek bir orana sürüklenebilir. Her nesilde bir alelin oranındaki değişim tesadüfi olduğu için, pozitif ya da negatif sürüklenmeden söz edilemez.
Yüksek gen akışının olduğu istisnai durumlar haricinde, yeni aleller gen havuzuna tek kopya olarak girer. Gen havuzuna eklenen yeni alellerin çoğu sürüklenmeye ve seçilime bağlı olarak neredeyse anında yok olurlar; yalnızca küçük bir bölümü populasyonda yüksek bir orana ulaşabilir. Oldukça yararlı aleller bile ortaya çıktıklarında sürüklenme nedeniyle yok olabilirler. Fakat bir mutasyon defalarca tekrar ortaya çıkabilir.
Yeni bir alelin kaderi büyük ölçüde ortaya çıktığı organizmaya bağlıdır. Bu alel birkaç nesil boyunca çevresindeki diğer alellere bağlı olur. Mutant bir alelin oranı sırf yakınındaki lokustaki yararlı bir alele bağlı olduğu için artabilir. Bu, mutant alel zararlı bile olsa diğer alelin yararını bastıracak kadar zararlı olmaması şartıyla gerçekleşebilir. Aynı şekilde yararlı olma potansiyeline sahip yeni bir alel ilk ortaya çıktığında zararlı bir alelle bağlantılı olduğu için gen havuzundan silinebilir. Yararlı bir alelin kuyruğuna takılıp taşınan bir alele otostopçu denir. Sonunda rekombinasyon iki lokusu bağlantı dengesine getirir. Ama daha yakın bağlantılı alellerde otostop daha uzun sürer.
Seçilim ve sürüklenmenin etkileri bağlantılıdır. Seçilim baskısı arttıkça sürüklenme yoğunlaşır. Bunun nedeni artan seçilimin (bir populasyondaki organizmalar arasındaki üreme başarısı farkının artması gibi) etkin populasyon büyüklüğünü, bir sonraki nesile alel ekleyen bireylerin sayısını azaltmasıdır.
Uyum sağlama üstüste eklenen doğal seçilim sonucu, mutasyonların doğal seçilim tarafından ayıklanmasının tekrarlanmasıyla oluşur. Seçilimin lehlerine hareket ettiği hareket ettiği küçük değişimler daha ileri düzeydeki değişimlerin temeli olabilir. Bu şekilde çok sayıda değişimin toplamı makroevrimdir.
Cinsel Seçilim
Cinsel Seçilim
Pek çok türde erkekler müthiş bir ikinci cinsel karakteristik geliştirirler. Bazı sık gösterilen örnekler tavuskuşunun kuyruğu, erkek kuşların genelindeki renk ve şekil özellikleri, kurbağaların sesli çağrıları ve ateş böceklerinin ışıklarıdır. Bu özelliklerin pek çoğu hayatta kalma açısından bir yüktür. Her türlü gösterişli özellik ya da gürültülü dikkat çekici davranış potansiyel eşleri olduğu kadar avcıları da uyaracaktır. Öyleyse doğal seçilim bu özellikleri nasıl destekleyebilir?
Doğal Seçilim hayatta kalmanın içlerinden yalnızca birini oluşturduğu pek çok bileşene ayrılabilir. Cinsel çekicilik seçilimin çok önemli bir bileşenidir ki biyologlar doğal seçilimin bu yönünden söz ederken cinsel seçilim terimini kullanırlar.
Cinsel seçilim doğal seçilimin bir organizmanın çiftleşme başarısını oluşturan etkenler üzerinde çalışmasıdır. Hayatta kalma açısından yük oluşturan özellikler bir özelliğin cinsel çekiciliği hayatta kalma konusunda getirdiği yüke baskın çıkarsa evrilebilir. Kısa süre yaşayıp pek çok yavru üreten bir erkek, uzun yaşayıp az üretenden çok daha başarılıdır. Sonunda ilkinin genleri kendi türünün gen havuzunda baskın hale gelecektir. Pek çok türde, özellikle birkaç erkeğin bütün dişileri tekeline aldığı çok eşli türlerde cinsel seçilim belirgin cinsel iki biçimliliğe yol açmıştır. Bu türlerde erkekler dişiler için diğer erkeklerle rekabet ederler. Rekabet doğrudan ya da dişilerin seçimi aracılığıyla olabilir. Dişilerin seçim yaptığı türlerde erkekler çarpıcı fenotipik özellikler göstererek ve/veya alengirli kur yapma davranışları sergileyerek rekabet ederler. Dişiler bu durumda en çok ilgilerini çeken erkeklerle genelde en sıradışı olanlarıyla çiftleşirler. Dişilerin bu göstergelerden neden etkilendiklerine dair çeşitli teoriler var.
İyi gen modeline göre bu göstergeler erkeğin uyumluluğuna işaret ediyor. Bir iyi gen savunucusu erkek kuşlarda parlak renklerin parazitlerin azlığını gösterdiğini söyler. Dişiler hayatta kalmakla ilgili bazı özelliklerle bağlantılı sinyaller arıyorlar.
İyi genlere yönelik seçilim dikenli balıklarda görülebilir. Bu balıklarda erkeklerin yanlarında kırmızılıklar vardır. Milinski ve Bakker renk yoğunluğunun hem parazit miktarı hem de cinsel çekicilikle bağlantılı olduğunu gösterdi. Dişiler daha kırmızı erkekleri tercih ediyor. Kırmızılık daha az parazit taşıdığına işaret ediyor.
Evrim pozitif geri besleme döndüsüne sıkışabilir. İkincil cinsel özellikleri açıklayan başka bir model de runaway cinsel seçilim modeli. R. A. Fisher dişilerde bazı erkek özelliklerine yönelik bu özellikler henüz populasyonda ortaya çıkmadan önce saklı bir tercih eğiliminin bulunduğunu öne sürüyor. Özellik ortaya çıktığında dişiler bu özelliği taşıyanlarla çiftleşebilirler. Bu çiftleşmeden doğan yavrular hem bu özelliğin hem de bu özelliğe yönelik tercih eğiliminin genlerini taşırlar. Sonuç olarak bu süreç doğal seçilim tarafından kontrol edilene kadar yuvarlanan kartopu gibi ilerler. Farz edelim dişi kuşlar ortalamadan daha uzun kuyruk tüyüne sahip erkekleri tercih ediyorlar. Ortalamadan daha uzun tüye sahip mutant erkekler kısa tüylülere oranla daha fazla üreyecektir. Bir sonraki nesilde ortalama kuyruk uzunluğu artmış olacaktır. Nesiller ilerledikçe kuyruk uzunluğu artacak çünkü dişiler belli bir uzunluktaki kuyruğu değil ortalamadan uzun kuyruğu tercih ediyorlar. Sonunda kuyruk uzunluğu hayatta kalma konusunda getirdiği yükün bu özelliğin sağladığı cinsel çekiciliğe denk olduğu noktaya kadar artacak ve denge kurulacak. Pek çok egzotik kuşta erkeklerin tüyleri genellikle gösterişlidir ve pek çok türdeki erkekler gerçekten de çok uzun tüylere sahiptir. Bazı durumlarda bu tüyler üreme mevsiminden sonra dökülür.
Yukarıdaki modellerin hiçbiri bütün durumları kapsamıyor. Bu gezegende milyonlarca cinsel açıdan dimorfik tür var ve cinsel seçilim şekilleri muhtemelen türler arasında farklılık gösteriyor.
Pek çok türde erkekler müthiş bir ikinci cinsel karakteristik geliştirirler. Bazı sık gösterilen örnekler tavuskuşunun kuyruğu, erkek kuşların genelindeki renk ve şekil özellikleri, kurbağaların sesli çağrıları ve ateş böceklerinin ışıklarıdır. Bu özelliklerin pek çoğu hayatta kalma açısından bir yüktür. Her türlü gösterişli özellik ya da gürültülü dikkat çekici davranış potansiyel eşleri olduğu kadar avcıları da uyaracaktır. Öyleyse doğal seçilim bu özellikleri nasıl destekleyebilir?
Doğal Seçilim hayatta kalmanın içlerinden yalnızca birini oluşturduğu pek çok bileşene ayrılabilir. Cinsel çekicilik seçilimin çok önemli bir bileşenidir ki biyologlar doğal seçilimin bu yönünden söz ederken cinsel seçilim terimini kullanırlar.
Cinsel seçilim doğal seçilimin bir organizmanın çiftleşme başarısını oluşturan etkenler üzerinde çalışmasıdır. Hayatta kalma açısından yük oluşturan özellikler bir özelliğin cinsel çekiciliği hayatta kalma konusunda getirdiği yüke baskın çıkarsa evrilebilir. Kısa süre yaşayıp pek çok yavru üreten bir erkek, uzun yaşayıp az üretenden çok daha başarılıdır. Sonunda ilkinin genleri kendi türünün gen havuzunda baskın hale gelecektir. Pek çok türde, özellikle birkaç erkeğin bütün dişileri tekeline aldığı çok eşli türlerde cinsel seçilim belirgin cinsel iki biçimliliğe yol açmıştır. Bu türlerde erkekler dişiler için diğer erkeklerle rekabet ederler. Rekabet doğrudan ya da dişilerin seçimi aracılığıyla olabilir. Dişilerin seçim yaptığı türlerde erkekler çarpıcı fenotipik özellikler göstererek ve/veya alengirli kur yapma davranışları sergileyerek rekabet ederler. Dişiler bu durumda en çok ilgilerini çeken erkeklerle genelde en sıradışı olanlarıyla çiftleşirler. Dişilerin bu göstergelerden neden etkilendiklerine dair çeşitli teoriler var.
İyi gen modeline göre bu göstergeler erkeğin uyumluluğuna işaret ediyor. Bir iyi gen savunucusu erkek kuşlarda parlak renklerin parazitlerin azlığını gösterdiğini söyler. Dişiler hayatta kalmakla ilgili bazı özelliklerle bağlantılı sinyaller arıyorlar.
İyi genlere yönelik seçilim dikenli balıklarda görülebilir. Bu balıklarda erkeklerin yanlarında kırmızılıklar vardır. Milinski ve Bakker renk yoğunluğunun hem parazit miktarı hem de cinsel çekicilikle bağlantılı olduğunu gösterdi. Dişiler daha kırmızı erkekleri tercih ediyor. Kırmızılık daha az parazit taşıdığına işaret ediyor.
Evrim pozitif geri besleme döndüsüne sıkışabilir. İkincil cinsel özellikleri açıklayan başka bir model de runaway cinsel seçilim modeli. R. A. Fisher dişilerde bazı erkek özelliklerine yönelik bu özellikler henüz populasyonda ortaya çıkmadan önce saklı bir tercih eğiliminin bulunduğunu öne sürüyor. Özellik ortaya çıktığında dişiler bu özelliği taşıyanlarla çiftleşebilirler. Bu çiftleşmeden doğan yavrular hem bu özelliğin hem de bu özelliğe yönelik tercih eğiliminin genlerini taşırlar. Sonuç olarak bu süreç doğal seçilim tarafından kontrol edilene kadar yuvarlanan kartopu gibi ilerler. Farz edelim dişi kuşlar ortalamadan daha uzun kuyruk tüyüne sahip erkekleri tercih ediyorlar. Ortalamadan daha uzun tüye sahip mutant erkekler kısa tüylülere oranla daha fazla üreyecektir. Bir sonraki nesilde ortalama kuyruk uzunluğu artmış olacaktır. Nesiller ilerledikçe kuyruk uzunluğu artacak çünkü dişiler belli bir uzunluktaki kuyruğu değil ortalamadan uzun kuyruğu tercih ediyorlar. Sonunda kuyruk uzunluğu hayatta kalma konusunda getirdiği yükün bu özelliğin sağladığı cinsel çekiciliğe denk olduğu noktaya kadar artacak ve denge kurulacak. Pek çok egzotik kuşta erkeklerin tüyleri genellikle gösterişlidir ve pek çok türdeki erkekler gerçekten de çok uzun tüylere sahiptir. Bazı durumlarda bu tüyler üreme mevsiminden sonra dökülür.
Yukarıdaki modellerin hiçbiri bütün durumları kapsamıyor. Bu gezegende milyonlarca cinsel açıdan dimorfik tür var ve cinsel seçilim şekilleri muhtemelen türler arasında farklılık gösteriyor.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
cinsel,
Cinsel Seçilim,
evrim,
seçilim,
Sexual Selection
Evrim - Seçilimle ilgili Genel Yanlış Anlaşılmalar
Seçilimle ilgili Genel Yanlış Anlaşılmalar
Seçilim yer çekimi ya da güçlü nükleer kuvvet gibi bir kuvvet değildir. Fakat anlaşılırlık için biyologlar bazen öyleymiş gibi davranırlar. Bu biyologlar “seçilim baskısı”ından söz ettiğinde kafa karışılığına yol açar. Bu çevrenin bir populasyonu daha uyumlu bir duruma “itmesi” anlamını içerir. Durum bu değildir. Seçilim yalnızca şans eseri ortaya çıkmış yararlı genetik değişimleri destekler –ortaya çıkmalarını sağlamaz. Seçilimin işleme potansiyeli seçilebilir genetik çeşitlenmenin ortaya çıkmasına öncülük edebilir. Seçilimden bir kuvvet olarak söz edildiğinde sanki kendine ait bir zihni varmış ya da doğanın kişileşmiş haliymiş gibi anlaşılıyor. Bu genelde biyologlar seçilim hakkında şairaneleştiklerinde oluyor. Bunu evrim üzerine bilimsel bir tartışmada hiçbir yeri yok. Seçilim iradeli ya da bilinçli bir varlık değil sadece bir etki.
Seçilimi tartışırken karşılaşılan bununla ilgili bir zorluk yaşayan varlıkları kişileştirilmesidir. Evrim tartışılırken çoğu zaman canlılara hatta genlere bilinçli güdüler atfedilir. Bu en çok hayvan davranışları tartışılırken yapılır. Hayvanların seçilim tarafından destekleneceği için bir takım davranışlarda bulunduğu söylenir. Bu daha doğru bir şekilde şöyle söylenebilir: ”genetik bileşimleri nedeniyle bu davranışta bulunan hayvanların, genetik bileşenleri nedeniyle bu davranışta bulunmayanlara oranla doğal seçilim tarafından desteklenmesi daha olası.” Bu şekilde söyleyince akıcı olmuyor. Bunu önlemek için biyologlar çoğu zaman kişileştirme yaparlar. Maalesef bu yüzden evrimsel hükümler kulağa saçma gelir. Unutmayın ki bu yalnızca ifade uygunluğu için yapılır.
“En uyumlu olanın hayatta kalması (survival of the fittest)” sözü doğal seçilimle eş anlamlı kullanılır. Bu söz hem eksiktir hem de yanlış yönlendiriyor. Bir kere hayatta kalma seçilimin yalnızca bir yönü –muhtemelen pek çok populasyon için en önemsiz olanı. Örneğin çok eşli türlerde erkeklerin bir kısmı üreme çağına kadar hayatta kalır, ama yalnızca çok azı çiftleşir. Erkeklerin hayatta kalma yetenekleri arasında çok az fark vardır, ama eş bulma yetenekleri arasında çok fazla fark vardır –üreme başarısındaki fark asıl ikincisinden kaynaklanır. Ayrıca “fit” (uyumlu) sözcüğü fiziksel açıdan fit olmakla; formda olmakla karıştırılır. Evrimsel anlamda uyumluluk, gen havuzundaki bir genetik çeşitlenme sınıfının ortalama üremesidir. Uyumlu illa ki en büyük, en hızlı ya da en güçlü anlamına gelmek zorunda değil.
Seçilim yer çekimi ya da güçlü nükleer kuvvet gibi bir kuvvet değildir. Fakat anlaşılırlık için biyologlar bazen öyleymiş gibi davranırlar. Bu biyologlar “seçilim baskısı”ından söz ettiğinde kafa karışılığına yol açar. Bu çevrenin bir populasyonu daha uyumlu bir duruma “itmesi” anlamını içerir. Durum bu değildir. Seçilim yalnızca şans eseri ortaya çıkmış yararlı genetik değişimleri destekler –ortaya çıkmalarını sağlamaz. Seçilimin işleme potansiyeli seçilebilir genetik çeşitlenmenin ortaya çıkmasına öncülük edebilir. Seçilimden bir kuvvet olarak söz edildiğinde sanki kendine ait bir zihni varmış ya da doğanın kişileşmiş haliymiş gibi anlaşılıyor. Bu genelde biyologlar seçilim hakkında şairaneleştiklerinde oluyor. Bunu evrim üzerine bilimsel bir tartışmada hiçbir yeri yok. Seçilim iradeli ya da bilinçli bir varlık değil sadece bir etki.
Seçilimi tartışırken karşılaşılan bununla ilgili bir zorluk yaşayan varlıkları kişileştirilmesidir. Evrim tartışılırken çoğu zaman canlılara hatta genlere bilinçli güdüler atfedilir. Bu en çok hayvan davranışları tartışılırken yapılır. Hayvanların seçilim tarafından destekleneceği için bir takım davranışlarda bulunduğu söylenir. Bu daha doğru bir şekilde şöyle söylenebilir: ”genetik bileşimleri nedeniyle bu davranışta bulunan hayvanların, genetik bileşenleri nedeniyle bu davranışta bulunmayanlara oranla doğal seçilim tarafından desteklenmesi daha olası.” Bu şekilde söyleyince akıcı olmuyor. Bunu önlemek için biyologlar çoğu zaman kişileştirme yaparlar. Maalesef bu yüzden evrimsel hükümler kulağa saçma gelir. Unutmayın ki bu yalnızca ifade uygunluğu için yapılır.
“En uyumlu olanın hayatta kalması (survival of the fittest)” sözü doğal seçilimle eş anlamlı kullanılır. Bu söz hem eksiktir hem de yanlış yönlendiriyor. Bir kere hayatta kalma seçilimin yalnızca bir yönü –muhtemelen pek çok populasyon için en önemsiz olanı. Örneğin çok eşli türlerde erkeklerin bir kısmı üreme çağına kadar hayatta kalır, ama yalnızca çok azı çiftleşir. Erkeklerin hayatta kalma yetenekleri arasında çok az fark vardır, ama eş bulma yetenekleri arasında çok fazla fark vardır –üreme başarısındaki fark asıl ikincisinden kaynaklanır. Ayrıca “fit” (uyumlu) sözcüğü fiziksel açıdan fit olmakla; formda olmakla karıştırılır. Evrimsel anlamda uyumluluk, gen havuzundaki bir genetik çeşitlenme sınıfının ortalama üremesidir. Uyumlu illa ki en büyük, en hızlı ya da en güçlü anlamına gelmek zorunda değil.
Genetik Çeşitlenme > Evrim genetik çeşitlilik gerektirir
Genetik Çeşitlenme
Evrim genetik çeşitlilik gerektirir. Eğer hiç koyu renk güve olmasaydı, populasyon çoğunluğu açık renk olandan çoğunluğu koyu renk olana evrilemezdi. Evrimin devam etmesi için genetik çeşitlenmeyi arttıracak ya da yaratacak mekanizmalar ile onu azaltacak mekanizmaların olması gerekir. Mutasyon gendeki bir değişimdir. Bu değişimler yeni genetik çeşitlenmenin kaynağıdır. Doğal seçilim bu çeşitlenme üzerinde çalışır.
Genetik çeşitlenmenin iki unsuru vardır: alelsel farlılık ve alellerin tesadüfi olmayan eşleşmesi. Aleller aynı genin farklı versiyonlarıdır. Örneğin insanlar kan gruplarının bir yanının oluşturan A, B ya da O alellerine sahip olabilirler. İnsanlar dahil pek çok hayvan diploiddir—her lokusta biri annelerinden biri babalarından gelen iki alel taşırlar. Lokus bir genin kromozomdaki yeridir. İnsanların kan grubu lokusları AA, AB, AO, BB, BO ya da OO olabilir. Eğer bir lokustaki iki alel birbirinin aynıysa (iki A aleli gibi) bu bireye homozigot denir. Lokusunda iki farklı alel bulunan bir birey (örneğin bir AB bireyi) heterozigot olarak adlandırılır. Bir populasyondaki her lokusta pek çok farklı alel, tek bir canlının taşıyabileceğinden çok daha fazla alel bulunabilir. Örneğin hiçbir insan hem A hem B hem O aleline sahip olamaz.
Doğal populasyonlarda hatrı sayılır miktarda çeşitlenme vardır. Bitkilerin lokuslarının %45’inin gen havuzunda birden fazla alel vardır. [alel: bir genin (mutasyonlarla yaratılmış) alternatif versiyonu] Bir bitki genellikle lokusların %15’inde heterozigot olur. Hayvanlarda genetik çeşitlenme düzeyi kuşlarda lokusların neredeyse %15’inde birden fazla alel bulunmasından (polimorfik olmasından), böceklerde lokusların %50’sinden fazlasının polimorfik olmasına kadar değişir. Memeliler ve sürüngenlerin lokuslarının yaklaşık %20’si polimorfiktir. Amfibiler ve balıklar %30 oranında polimorfik olur. Pek çok populasyonda tek yumurta ikizleri hariç her bireyin kendine özgü bir alel kombinasyonun sahip olmasını sağlayacak sayıda lokus ve değişik alel bulunmaktadır.
Bağlantı dengesizliği iki farklı genin alelleri arasındaki bağlantının bir ölçütüdür [alel: bir genin alternatif versiyonu]. Eğer iki alel canlılarda beklenenden daha büyük sıklıkla birlikte bulunuyorsa, bu alellerde bağlantı dengesizliği vardır. Eğer iki lokus (A ve B) ve herbirinde ikişer alel (A1, A2, B1, B2) olduğunu düşünürsek bağlantı dengesizliği (D) D=f(A1B1)*f(A2B2)-f(A1B2)*f(A2B1) şeklinde hesaplanır (burda f(X), X’in populasyonda bulunma oranı). [Lokus= bir genin kromozomdaki yeri] D – ¼ ile ¼ arasında değişir; sıfırdan ne kadar uzaksa bağlantı o kadar güçlüdür. Artı-eksi işareti yalnızca genleri nasıl numaralandırdığımızın bir sonucu. Bağlantı dengesizliği genler arasındaki fiziksel yakınlığın bir sonucu olabilir. Ya da eğer bazı alel kombinasyonları takım halinde daha iyi çalışıyorsa doğal seçilim tarafından da sağlanabilir.
Papilio memnon’da renk ve şekil alelleri arasında bağlantı dengesizliğini doğal seçilim sağlamaktadır. [bağlantı dengesizliği= farklı lokuslardaki aleller arasındaki bağlantı] Bu güve türünde kanat biçimini belirleyen bir gen var. Bu lokustaki bir alel kuyruklu bir güveye, başka bir alel kuyruksuz bir güveye yol açıyor. Başka bir gen kanadın açık renk mi yoksa koyu renk mi olacağını belirliyor. Öyleyse dört muhtemel güve tipi var. Güveler laboratuara koyulup üremeleri sağlandığında dört tip de üretilebiliyor. Fakat doğada bu güve tiplerinden yalnızca ikisi bulunabiliyor: kuyruklu açık renk güveler ve kuyruksuz koyu renk güveler. Tesadüfi olmayan eşleşme doğal seçilim tarafından sağlanıyor. Açık renk kuyruklu güveler lezzetli olmayan türleri taklit ediyorlar. Koyu güvelerse gizleniyorlar. Diğer iki kombinasyon ne taklitçi ne de gizlenebiliyor, ve kuşlar tarafından çabucak yeniyorlar.
Karışık eşleşme alellerin bir lokusta tesadüfi olmayan dağılımına neden olur. Eğer bir lokusta oranları p ve q olan iki alel (A ve a) varsa, üç muhtemel genotipin oranları (AA, Aa ve aa) sırasıyla p2,2pq,q2 olacaktır. Örneğin A’nın frekansı 0.9 ise, a’nınki de 0.1 ise, AA, Aa ve aa bireylerinin frekansları 0.81, 0.18, 0,01 olur. Bu dağılıma Hardy-Weinberg dengesi denir.
Tesadüfi olmayan eşleşme Hardy-Weinberg dengesinden sapmaya yol açar. İnsanlar ırklarına göre karışık olarak eşleşirler; başka bir ırktansa kendi ırkımızdan biriyle eşleşmemiz daha olası. Bu şekilde eşleşen populasyonlarda, tesadüfi eşleşmede bulunması gerekenden daha az heterozigot bulunur. [heterozigot= bir lokusunda iki farklı alel bulunan organizma]
Heterozigotlarda azalma eş seçiminin ya da basitçe populasyon içi bölünmenin bir sonucu olabilir. Pek çok canlının sınırlı bir hareket olanağı vardır, bu yüzden eşlerinin yerel populasyondan seçerler.
Evrim genetik çeşitlilik gerektirir. Eğer hiç koyu renk güve olmasaydı, populasyon çoğunluğu açık renk olandan çoğunluğu koyu renk olana evrilemezdi. Evrimin devam etmesi için genetik çeşitlenmeyi arttıracak ya da yaratacak mekanizmalar ile onu azaltacak mekanizmaların olması gerekir. Mutasyon gendeki bir değişimdir. Bu değişimler yeni genetik çeşitlenmenin kaynağıdır. Doğal seçilim bu çeşitlenme üzerinde çalışır.
Genetik çeşitlenmenin iki unsuru vardır: alelsel farlılık ve alellerin tesadüfi olmayan eşleşmesi. Aleller aynı genin farklı versiyonlarıdır. Örneğin insanlar kan gruplarının bir yanının oluşturan A, B ya da O alellerine sahip olabilirler. İnsanlar dahil pek çok hayvan diploiddir—her lokusta biri annelerinden biri babalarından gelen iki alel taşırlar. Lokus bir genin kromozomdaki yeridir. İnsanların kan grubu lokusları AA, AB, AO, BB, BO ya da OO olabilir. Eğer bir lokustaki iki alel birbirinin aynıysa (iki A aleli gibi) bu bireye homozigot denir. Lokusunda iki farklı alel bulunan bir birey (örneğin bir AB bireyi) heterozigot olarak adlandırılır. Bir populasyondaki her lokusta pek çok farklı alel, tek bir canlının taşıyabileceğinden çok daha fazla alel bulunabilir. Örneğin hiçbir insan hem A hem B hem O aleline sahip olamaz.
Doğal populasyonlarda hatrı sayılır miktarda çeşitlenme vardır. Bitkilerin lokuslarının %45’inin gen havuzunda birden fazla alel vardır. [alel: bir genin (mutasyonlarla yaratılmış) alternatif versiyonu] Bir bitki genellikle lokusların %15’inde heterozigot olur. Hayvanlarda genetik çeşitlenme düzeyi kuşlarda lokusların neredeyse %15’inde birden fazla alel bulunmasından (polimorfik olmasından), böceklerde lokusların %50’sinden fazlasının polimorfik olmasına kadar değişir. Memeliler ve sürüngenlerin lokuslarının yaklaşık %20’si polimorfiktir. Amfibiler ve balıklar %30 oranında polimorfik olur. Pek çok populasyonda tek yumurta ikizleri hariç her bireyin kendine özgü bir alel kombinasyonun sahip olmasını sağlayacak sayıda lokus ve değişik alel bulunmaktadır.
Bağlantı dengesizliği iki farklı genin alelleri arasındaki bağlantının bir ölçütüdür [alel: bir genin alternatif versiyonu]. Eğer iki alel canlılarda beklenenden daha büyük sıklıkla birlikte bulunuyorsa, bu alellerde bağlantı dengesizliği vardır. Eğer iki lokus (A ve B) ve herbirinde ikişer alel (A1, A2, B1, B2) olduğunu düşünürsek bağlantı dengesizliği (D) D=f(A1B1)*f(A2B2)-f(A1B2)*f(A2B1) şeklinde hesaplanır (burda f(X), X’in populasyonda bulunma oranı). [Lokus= bir genin kromozomdaki yeri] D – ¼ ile ¼ arasında değişir; sıfırdan ne kadar uzaksa bağlantı o kadar güçlüdür. Artı-eksi işareti yalnızca genleri nasıl numaralandırdığımızın bir sonucu. Bağlantı dengesizliği genler arasındaki fiziksel yakınlığın bir sonucu olabilir. Ya da eğer bazı alel kombinasyonları takım halinde daha iyi çalışıyorsa doğal seçilim tarafından da sağlanabilir.
Papilio memnon’da renk ve şekil alelleri arasında bağlantı dengesizliğini doğal seçilim sağlamaktadır. [bağlantı dengesizliği= farklı lokuslardaki aleller arasındaki bağlantı] Bu güve türünde kanat biçimini belirleyen bir gen var. Bu lokustaki bir alel kuyruklu bir güveye, başka bir alel kuyruksuz bir güveye yol açıyor. Başka bir gen kanadın açık renk mi yoksa koyu renk mi olacağını belirliyor. Öyleyse dört muhtemel güve tipi var. Güveler laboratuara koyulup üremeleri sağlandığında dört tip de üretilebiliyor. Fakat doğada bu güve tiplerinden yalnızca ikisi bulunabiliyor: kuyruklu açık renk güveler ve kuyruksuz koyu renk güveler. Tesadüfi olmayan eşleşme doğal seçilim tarafından sağlanıyor. Açık renk kuyruklu güveler lezzetli olmayan türleri taklit ediyorlar. Koyu güvelerse gizleniyorlar. Diğer iki kombinasyon ne taklitçi ne de gizlenebiliyor, ve kuşlar tarafından çabucak yeniyorlar.
Karışık eşleşme alellerin bir lokusta tesadüfi olmayan dağılımına neden olur. Eğer bir lokusta oranları p ve q olan iki alel (A ve a) varsa, üç muhtemel genotipin oranları (AA, Aa ve aa) sırasıyla p2,2pq,q2 olacaktır. Örneğin A’nın frekansı 0.9 ise, a’nınki de 0.1 ise, AA, Aa ve aa bireylerinin frekansları 0.81, 0.18, 0,01 olur. Bu dağılıma Hardy-Weinberg dengesi denir.
Tesadüfi olmayan eşleşme Hardy-Weinberg dengesinden sapmaya yol açar. İnsanlar ırklarına göre karışık olarak eşleşirler; başka bir ırktansa kendi ırkımızdan biriyle eşleşmemiz daha olası. Bu şekilde eşleşen populasyonlarda, tesadüfi eşleşmede bulunması gerekenden daha az heterozigot bulunur. [heterozigot= bir lokusunda iki farklı alel bulunan organizma]
Heterozigotlarda azalma eş seçiminin ya da basitçe populasyon içi bölünmenin bir sonucu olabilir. Pek çok canlının sınırlı bir hareket olanağı vardır, bu yüzden eşlerinin yerel populasyondan seçerler.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
çeşitlilik,
evrim,
genetik,
genetik çeşitlenme,
gerektirir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)