Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

evrimin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
evrimin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2011 Pazar

Evrimin kayıp halkası

Evrimin kayıp halkası 11 yaşında bir çocuk mu?

Yaklaşık iki milyon yıl önce Güney Afrika'da yaşamış olan "maymun adamların", insanlığın ilk türü olduğu düşünülen Homo erectus'tan bugünkü Homo sapien'lere evrilme sürecinin kayıp halkası olabileceği öne sürüldü.
Evrime inanılmaz, Evrim bilinir
Evrim Teorisi- O dönemden kalan iki iskelet üzerinde yapılan yoğun çalışmalarda, söz konusu insanların bugünkü insanla anatomik açıdan benzerlik taşıdığı keşfedildi.
İskeletlerden birisi genç bir kadına, diğeri de 11 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir erkek çocuğuna ait.

Güney Afrika'nın Malapa bölgesinde yapılan kazılarda iskeletleri bulan Witwatersand Üniversitesi öğretim üyelerinden Lee Berger, yapılan analizler sonucunda, kemiklerin sahibi olan türün, insana varılan evrimdeki türlerin doğrudan atası olabileceğini öne sürdü.

Berger, "Fosiller karşımıza şaşırtıcı şekilde gelişmiş ama küçük bir beyin, insanınkine benzer uzun bir başparmağa sahip evrimleşmiş bir el, modern çağlarda yaşayan insanlara ait bir leğen kemiği ve hem maymuna hem de insana dair özellikler taşıyan ancak daha önce görülmemiş bir ayak ve ayak bileği çıkardı" diye konuştu.

Hürriyet'in haberine göre; Berger, en az 1.9 milyon yıl önce yeryüzünde dolaştığı düşünülen bu "maymun adamların" araç-gereç yapımına bu tarihten de önce başladığını belirtti.
Darwin,evrim teorisi,çeşitlilik, evrim, genetik, genetik,fosil,mutasyon

18 Kasım 2010 Perşembe

Evrimin Bilimsel Duruşu ve Eleştirisi

Evrim ve ortak ata teorileri bir zamanlar bilimsel çevrelerde tartışmalıydı. Artık böyle birşey söz konusu değil. Evrimin çeşitli yönlerinin nasıl çalıştığı konusunda tartışmalar sürüyor. Örneğin ilişki şemalarının bütün ayrıntıları ortaya çıkarılmış değil. Yine de evrim ve ortak ata teorileri bilim dünyasında bir gerçeklik olarak görülüyor.
Bilimsel yaratılışçılık %100 saçmalıktır. Sözde ‘bilimsel’ yaratılışçılar itirazlarını bilimsel mantığa ya da verilere dayandırmazlar. Düşünceleri dinsel dogmalara dayanır, ve yaklaşımları yalnızca evrime saldırmaktan ibarettir.
Kullandıkları iddialar birkaç kategoriye ayrılır: bilimsel ilkelerin çarpıtılması (termodinamiğin ikinci yasası iddiası), evrimin karikatürize edilmiş versiyonları (“tesadüfen evrilemeyecek kadar düşük ihtimalli” iddiası), verilerin dürüstçe olmayan kullanımı (ışığın hızının azalması iddiası) duygulara ve inanma isteğine hitap etme (“bir maymundan gelmiş olmak istemiyorum”), kişisel şüpheciliğe hitap etme (“bunun nasıl evrilmiş olabileceğini anlamıyorum”), bilim insanlarından dürüstçe olmayan bir şeklide alıntı yapmak (Darwin’in gözün evrimi üzerine yorumları) ve iddialarına uygun veriler uydurmak (Gish’in öküz kurbağası proteinleri)
En önemlisi bilimsel yaratılışçıların evrimin yerine koyabilecekleri test edilebilir, bilimsel bir teorileri yok. Evrim yanlış çıksa bile yalnızca başka bir bilimsel teoriyle değiştirilir. Yaratılışçılar bilimsel deneyler yapmaz ya da referans verilen bilimsel dergilerde çalışmalarını yayımlamaya kalkmazlar. Yaptıklarını çoğu “klise korosuna vaaz vermekten (tereciye tere satmaktan)” ibarettir.
Yaratılışçıların en makul savları bilimsel olmayan bir sav –adil muamele talep etmeleridir. “Tartışmanın her iki yönünü de ortaya koymamız gerekmez mi?” diye sorarlar. Cevap hayırdır –yapılacak en adil şey bilimsel yaratılışçılığı devlet okullarındaki fen derslerinden çıkarmaktır. Bilim insanları evrimi 150 yıl boyunca inceleyip test ettiler. Yığınlarca kanıt var. Bilim dünyasında evrime rakip başka teoriler yok. Bilimsel yaratılışçıların, bilimsel bir teori kurup, test etmedikçe fen derslerinde düşüncelerini sunmak için eşit zaman talep etmeye hakları yok. Evrim bilim müfredatında kendisine bir yer kazandı, yaratılışçılık kazanmadı.
Bilim verilere açık ve dürüst bir gözle bakmaya dayanır. Yaratılışçılık çoğunlukla dürüst olmayan tartışma tekniklerine ve verilerin desteklemediği konuların yanlışlığını görmezden gelmeye dayanıyor. Bilimin yeri bilim dersleridir. Evrim bilimdir. Yaratılışçılık değil. Bu kadar basit.
Devlet okullarında yaratılışçı saldırı demek, okul çocuklarının biyolojinin en güçlü ve zarif teorisini öğrenme olanaklarının ellerinden alınması demek. Siyasetçiler oy karşılığında bilimsel açıdan cahil ama siyasal açıdan güçlü olanların eğitim sistemini mahvetmelerine izin vermeye niyetli. Evrimler ve genel anlamda bilim eğitimiyle ilgilenen insanların okul komitesi seçimlerini yakından izlemeleri gerekiyor. Gizli yaratılışçı adaylar pek çok bölgede seçildi. Neyseki görüşleri ortaya çıkınca oy çoklğuyla atılabildiler.
Amerikalıların çoğunluğu dindardır, ama yalnızca azınlıkta kalan bir kısım dinci kaçıklardır. Dinin aşırı sağın Amerika’ya dayatmak istediği versiyonu ılımlı hristiyanlara diğer dinlerin mensuplarına , ateistlere ve agnostiklere olduğu kadar akıldışı geliyor. Pek çok bilinçli dindar insan biyolojik gerçekliklerin ve teorilerin dini inançlarına karışması için bir neden görmüyor.
Evrimin Biyolojideki Önemi

“Evrimin ışığında bakılmadığı sürece biyolojideki hiçbirşey bir anlam ifade etmiyor.”Theodosius Dobzhansky


Evrime biyolojinin temel yapıtaşı denildi ve bunun iyi nedenleri var. Biyolojide evrim hakkında hiçbir şey bilmeden ya da çok az şey bilerek araştırma yapmak mümkündür. Pek çok biyolog bunu yapar. Ama evrim olmadan birbirinden ayrı araştırma alanları grubu haline gelir. Evrimsel açıklamalar bütün biyoloji alanlarına yayılır ve onları tek bir kuramsal şemsiye altında toplar.
Mikroevrimsel kuramdan biliyoruz ki doğal seçilim bir populasyonda var olan genetik çeşitlenmeyi üretimsel başarıyı en üste çıkarmaya uygun seviyede tutmalıdır. Bu çeşitli biyolojik özellikleri ve onların birbirine oranla önemlerini yorumlayacak bir model sunar. Örneğin karşı cinsi etkilemek niyetiyle kullanılan bir sinyal avcılar tarafından algılanabilir. Doğal seçilim karşı cinsi çekme ve bundan dolayı avcılara yakalanma arasında bir tercih dayatması yaratmıştır. Eğer üretimsel başarıda başka bir şeyin en uygun seviyeye getirildiğini varsayarsanız biyolojideki pek çok şey pek bir anlam ifade etmez. Evrim teorisi olmadan yaşam tarihi stratejileri çok az anlaşılabilir.
Makroevrimsel teori de yaşayan şeylerin nasıl çalıştığına dair pek çok şeyin açıklanmasına yardım eder. Canlılar zaman içinde biriken doğal seçilimle değişime uğradılar. Doğadaki elde olan malzemenin yamalanmasıyla tasarımlara dair çok sayıda örnek bunun doğrudan bir sonucudur. Genetik kökenli özelliklerin gruplar arasındaki dağılımı soyların ayrışması ve mutasyonlar sürekli yeni özellikler üretilmesiyle açıklanıyor. Özellikler içinde ortaya çıktıkları soylarla sınırlı.
Geçmişe dair ayrıntılar da biyolojide açıklayıcı bir güce sahip. Bitkiler karbonlarını karbondioksit gazını hücrelerindeki organik bir molekülle birleştirerek sağlarlar. Buna karbon sabitlemesi denir. Karbonu sabitleyen müzik RuBP carboxlyase’dır. C3 fotosentezi kullanan bitkiler sabitledikleri karbondioksitin 1/3 ile ½’si arasındaki bir kısmını kaybederler. RuBP carboxlyase oksijen yokluğunda iyi çalışıp, oksijen olduğu zaman kötü çalışıyor. Bunun nedeni fotosentezin gaz halindeki oksijenin çok az bulunduğu zamanlarda evrilmiş olmasıdır. Daha sonraları oksijen yaygın hale gelince fotosentezin işlevselliği azaldı. Fotosentetik canlılar bunu enzimi arttırarak karşıladılar. RuBP carboxylase gezegendeki en yaygın protein çünkü en az işlevsel olanlarından biri.
Ekosistemlerin, türlerin, canlıların ve genlerinin hepsinin uzun tarihçeleri var. Herhangi bir biyolojik özelliğin tam açıklamasının iki etkeni olmalıdır. Birincisi son haline dair bir açıklama –nasıl işliyor? Ve ikincisi nihai bir açıklama –neyden uyarlandı? Yüzyıllardır insanlar “Neden burdayız?” diye soruyorlar. Bu sorunun cevabı bilim alanının dışında kalıyor. Fakat biyologlar “buraya nasıl geldik?” sorusuna zarif bir cevap sağlayabiliyorlar.


Kaynak: Introduction to Evolutionary Biology


Mikroevrimin Mekanizmaları

Soy İçi Evrimin Özeti

Evrim bir populasyonun gen havuzunda zaman içinde oluşan değişimdir; birkaç nedenden ötürü oluşabilir. Gen havuzuna yeni aleller ekleyen üç mekanizma vardır: mutasyon, rekombinasyon ve gen akışı. Alelleri yok eden iki mekanizma vardır; genetik sürüklenme ve doğal seçilim. Sürüklenme gen havuzundan alelleri rastgele çıkarır. Seçilim zararlı alelleri gen havuzundan çıkarır. Bir populasyonda bulunan genetik çeşitlenmenin miktarı bu mekanizmaların hareketleri arasındaki dengeden gelir.

Doğal seçilim bir alelin oranını da arttırabilir. Zararlı alelleri ayıklayan seçilime negatif seçilim denir. Yararlı alellerin oranını arttıran seçilime pozitif ya da bazen pozitif Darwinci seçilim denir. Yeni bir alel de yüksek bir orana sürüklenebilir. Her nesilde bir alelin oranındaki değişim tesadüfi olduğu için, pozitif ya da negatif sürüklenmeden söz edilemez.

Yüksek gen akışının olduğu istisnai durumlar haricinde, yeni aleller gen havuzuna tek kopya olarak girer. Gen havuzuna eklenen yeni alellerin çoğu sürüklenmeye ve seçilime bağlı olarak neredeyse anında yok olurlar; yalnızca küçük bir bölümü populasyonda yüksek bir orana ulaşabilir. Oldukça yararlı aleller bile ortaya çıktıklarında sürüklenme nedeniyle yok olabilirler. Fakat bir mutasyon defalarca tekrar ortaya çıkabilir.

Yeni bir alelin kaderi büyük ölçüde ortaya çıktığı organizmaya bağlıdır. Bu alel birkaç nesil boyunca çevresindeki diğer alellere bağlı olur. Mutant bir alelin oranı sırf yakınındaki lokustaki yararlı bir alele bağlı olduğu için artabilir. Bu, mutant alel zararlı bile olsa diğer alelin yararını bastıracak kadar zararlı olmaması şartıyla gerçekleşebilir. Aynı şekilde yararlı olma potansiyeline sahip yeni bir alel ilk ortaya çıktığında zararlı bir alelle bağlantılı olduğu için gen havuzundan silinebilir. Yararlı bir alelin kuyruğuna takılıp taşınan bir alele otostopçu denir. Sonunda rekombinasyon iki lokusu bağlantı dengesine getirir. Ama daha yakın bağlantılı alellerde otostop daha uzun sürer.

Seçilim ve sürüklenmenin etkileri bağlantılıdır. Seçilim baskısı arttıkça sürüklenme yoğunlaşır. Bunun nedeni artan seçilimin (bir populasyondaki organizmalar arasındaki üreme başarısı farkının artması gibi) etkin populasyon büyüklüğünü, bir sonraki nesile alel ekleyen bireylerin sayısını azaltmasıdır.

Uyum sağlama üstüste eklenen doğal seçilim sonucu, mutasyonların doğal seçilim tarafından ayıklanmasının tekrarlanmasıyla oluşur. Seçilimin lehlerine hareket ettiği hareket ettiği küçük değişimler daha ileri düzeydeki değişimlerin temeli olabilir. Bu şekilde çok sayıda değişimin toplamı makroevrimdir.

12 Kasım 2010 Cuma

Biyolojik Evrimin İki Temeli

“Evrim”, “evrim kuramı” ve “evrim olgusu” gibi kavramları daha iyi anlamaya çalışmanın, bizler gibi evrim meraklıları için önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de, özellikle medyada evrim hakkında yapılan tartışmaları takip ettikçe, temel kavramları tekrar tekrar açıklamanın zorunluluğuna olan inancım pekişiyor. Bu yazıdaki amacım da, evrim kuramının içerdiği temel fikirlere, Türlerin Kökeni‘ni referans alarak daha yakından bakmak.
Charles Darwin’in evrim kuramının -ve bu kuramın günümüzdeki halinin- iki farklı fikir içerdiği biliniyor. Her iki fikir de kendi buluşu olmamasına rağmen, Darwin bu fikirleri birleştirip uygulayarak düşünce tarihine eşsiz bir katkı sağladı.
Bu bağlamda Darwin, Türlerin Kökeni‘nde bizi iki konuda ikna etmeye çalışıyor:
1) Değişerek türeme
2) Değişerek türemeyi mümkün kılan mekanizma
Evrim kuramının analizine bu ayrımla başlayalım.
1) Değişerek Türeme
Değişerek türeme (descent with modification) aslında biyolojik evrimi gayet etkili bir biçimde tanımlıyor. [1] Böyle olması da beklenir, çünkü Darwin kendi fikirlerini ilk olarak bu şekilde tanımladı. Darwin’den önce “evrim” kelimesi embriyonun gelişimi, Herbert Spencer’in evrimci felsefesi ve başka anlamlarda kullanılıyordu. Darwin de -belki düşüncelerinin bu anlamlarla ilişkilendirilmemesi için- Türlerin Kökeni‘nin ilk baskısında “evrim”, “evrim kuramı” ya da “evrim prensibi” yerine “değişerek türeme” tabirini kullandı. Kitabın ancak altıncı ve son baskısında “evrim” kelimesiyle sıkça karşılaşıyoruz.
Yaşam Ağacı


Peki değişerek türeme ne anlama geliyor? Bunu anlamakta faydalanabileceğimiz bir temsil var: Yaşam Ağacı. Darwin Türlerin Kökeni’nde yer alan tek çizenek olan Yaşam Ağacı hakkında sayfalarca yorumda bulunuyor. Yaşam Ağacı’nın anlattığı şey şu: canlılar zaman içinde değişerek başka türlere dönüşürler ve bugün gördüğümüz bütün canlılar az sayıda ortak atadan gelmiştir. Yaşam Ağacı’yla temsil edilen bu fikir, bugün rasgele seçeceğimiz iki canlının ortak bir atası olacağını söylüyor. [2]
Değişerek türeme, biyologların bazen “evrim olgusu” diye ifade ettiği gerçeğe karşılık geliyor. Yaşam Ağacı yüzelli yıl önce canlıların tarihi ile ilgili bir hipotezken yüz yıldan daha uzun bir süredir “bilimsel bir gerçek” olarak kabul ediliyor.
Darwin, aslında kısa bir süre içinde zamanının biyologlarını ikna etmede büyük ölçüde başarılı oldu. 20. yy.’ın başlarında, biyologların değişerek türeme sürecinde doğal seçilimin etkisinden şüphe duydukları dönemde bile organizmaların değiştiğinden ve birbirleriyle akraba olduklarından şüphe duyulmadı. Bugün ise yaşamın tarihine, dağılımına ve çeşitliliğine yönelik bu fikrin, rakiplerine göre çok daha güçlü ve verimli olduğuna eminiz. Dahası evrim yapılan yeni gözlemler sonucu yanlışlanmıyor ve evrimi destekleyen kanıtlar bulunmaya devam ediliyor.
Bir insan bu tezi, yani değişerek türemeyi neden kabul etmesin? Bunun ardında farklı sebepler olabilir. Örneğin; canlıların asla değişmediğini ya da değişimin sınırları olduğunu savunan bir insan değişerek türemeyi ve Yaşam Ağacı’nı reddedecektir. Canlıların değişebileceğini kabul etse bile ortak atayı reddedebilir. Bütün bu sebepler mantıksal olarak geçerli olsa da, bunların bilimsel verilerle örtüşmedikleri uzun yıllardır bilinen bir gerçek.
Peki değişerek türemeyi neden kabul edelim? Bunun için bugün hala Türlerin Kökeni okunabilir. Değişerek türeme için çok güçlü kanıtlar sunmasının yanında, bilim tarihinde eşine az rastlanır bir örnek barındırıyor. Bu örneği incelemeden önce William Whewell’dan bahsetmemiz gerek.
William Whewell

Darwin’in etkilendiği bilim felsefecileri arasında John Herschel ve William Whewell’in adı sıkça geçiyor. John Herschel Türlerin Kökeni‘nin ilk paragrafında bahsedilen “büyük filozof”. Whewell ise -atıfta bulunmasa da- Darwin’in bilimsel yöntem konusunda en çok etkilendiği isim. Whewell, o zamanın en başarılı bilimsel paradigması olan Newton mekaniğini temel alarak, bilimin “tümevarımların mutabakatı” adını verdiği yöntemle çalışması gerektiğini öne sürmüştü. Whewell’a göre bilimsel bir ilke, farklı disiplinlerdeki, görünürde ayrı olan gözlemleri tek bir çerçevede birleştirmeliydi. Eğer farklı alanlardaki gözlemler tek bir ilke ile açıklanabiliyorsa ve eğer bu alanlardaki eski ve yeni gözlemler ilkeye ampirik destek sağlıyorsa, elimizde gerçek bir bilimsel ilke var demektir.
Darwin de, Türlerin Kökeni‘nde böyle bir mutabakatı gerçekleştirmeye çalışıyor. Kitaptaki 5., 10., 11., 12. ve 13.’ü bölümler, birbirinden ayrılmış alanlardaki gözlemlerimizi, değişerek türemenin tek başına nasıl açıklayabileceğini gösteriyor. Bu bölümlerde Darwin, Yaşam Ağacı’nın -yaratılış ya da alternatif kuramların aksine- canlıların coğrafi dağılımı, embriyoloji, morfoloji ve paleontoloji gibi alanlardaki gizemleri aydınlatabileceğini göstermeyi amaçlıyor. Bu ilkenin birleştirici ve toparlayıcı bir rol oynaması, bugün dahi değişerek türemeyi kabul etmek için en önemli sebebimizi oluşturuyor.
Türlerin Kökeni‘nde mutabakat için sunulan kanıtlar, doğal seçilimden bağımsız olarak değerlendirilebilir. Darwin’in zihninde de evrim ile onu açıklayan mekanizmanın farklı olduğu, Asa Gray’e yazdığı bir mektuptan anlaşılıyor: “Tabii ki kişisel olarak Doğal Seçilim’e çok değer veriyorum, ama o, ‘Yaratılış Değişim mi?’ sorusunun yanında oldukça önemsiz görünüyor.”
Evrim olgusu/Yaşam Ağacı/değişerek türeme kavramlarının, bunları açıklayan sebepten mantıksal olarak ayrı olduğunu aklımızda tutarak, evrimi mümkün kılan mekanizmaya bakalım. Eğer değişerek türeme bilimsel bir olgu ise, bu olgunun açıklaması nedir?
2) Doğal Seçilim
Darwin’in evrim kuramı ve modern evrim kuramı, evrimi mümkün kılan mekanizmalara çoğulcu bir yaklaşım gösteriyor. Bu yaklaşıma göre evrimin tek bir sebebi yok ve birden fazla mekanizma evrimin açıklamasında rol oynuyor. Yine de her iki evrim kuramı da mekanizmalar içinden bir tanesine, yani doğal seçilime, daha fazla önem atfediyor. Darwin’in kuramına bazen “doğal seçilimle evrim” denmesinin sebebi de bu.
Bugün evrimin motorunun doğal seçilim olduğunu biliyor olmamız bizi yanıltmasın, çünkü evrimin sebebinin doğal seçilim olması için mantıksal bir zorunluluk yok. 19. yy’ın sonlarından 20. yy’ın başlarına kadar biyoloji çevrelerinde, doğal seçilimin evrimi açıklamadaki yetkinliğinden şüphe duyuluyordu ve başka açıklamalar değerlendiriliyordu. Canlıların değişerek türediği fikri kabul edilmesine rağmen, Darwin’in bunu açıklamak için öne sürdüğü mekanizma herkes tarafından kabul edilmemişti. Ancak 1930-1950 yılları arasında, popülasyon genetiği alanında yapılan matematiksel çalışmalar ile doğal seçilimin evrimin en önemli sebebi olduğu gösterildi. Çeşitliliğin ve kalıtımın arkasında yatan sebepleri bilmiyor olmasına rağmen, Darwin haklıydı.
Türlerin Kökeni‘nin 1., 2., 3. ve 4. bölümlerinde, doğal seçilimin değişerek türemeyi açıklayabilecek güce sahip olduğu savunuluyor. Darwin, evcilleştirme ile bir analoji kurarak, kalıtım, çeşitlilik ve seçilimin birleşerek canlıları nasıl değiştirebileceğini anlatıyor. Darwin’in ifade ettiği şekliyle doğal seçilim, yaşam mücadelesi ve kalıtılabilir çeşitlilikten bahsedebileceğimiz durumlarda, yaşam mücadelesinde üstünlük sağlayabilecek özelliklerin nesilden nesile aktarılmasıyla canlıların değişmesine sebep oluyor.
Bu mekanizma sadece değişerek türemeyi açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda canlıların uyarlanımını (adaptation), yani neden böyle olduklarını da açıklıyor. Canlıların en belirgin özelliklerinden biri tasarlanmış-gibi gözükmeleri. Her canlının hayatını sürdürebilmesini sağlayan uyarlanımlara sahip olması biyolojinin en temel gözlemlerinden biri. Darwin’den önce bu uyarlanımların bilinçli bir tasarımcının varlığına delil olduğu kabul ediliyordu. Bugün de hala bu görüşün savunulduğuna rastlıyoruz. Ancak Darwin, uyarlanımları ve bunlara bağlı amaçlılığı ya da ereği (teleoloji) tanrılara ve tasarımcılara gönderme yapmadan açıklayan bir kuram öne sürdü. Böylece Darwin, biyoloji biliminin içerdiği teleolojinin doğal bir açıklamasını vererek, bilime en özgün katkılarından birini yaptı. [3]
Son olarak doğal seçilimin uyarlanımlar hakkındaki düşünce biçimimizi, başka bir alanda nasıl değiştirdiğine bakalım. Bazı tasarım argümanları, canlıların “mükemmel” olarak tasarlandığını vurguluyor. Ancak canlıların neden böyle olduklarını açıklama işinde, doğal seçilim, mükemmellikten bahseden tasarım argümanlarından çok daha başarılı sonuçlar veriyor. Her ne kadar uyarlanımlar mükemmel olarak, bir plana göre tasarlanmış gibi gözükse de, gerçekte organizmaların tasarımlarında kusurlar, yetersizlikler ve tavizler var. Gözlemlerimizde mükemmellik yerine kusurlarla karşılaşmamız, tasarım hipotezlerinin aksine, tam da doğal seçilimin öngördüğü bir durum. Doğal seçilime göre organizmaların biçimlerinin kökeni mükemmel bir tasarım değil, ataların sahip olduğu özelliklerdir. Bu nokta, evrimin mükemmel planların gerçekleştiği bir mühendislik sürecinden ziyade, elde olanlarla oynanan bir kurcalama sürecine benzediği anlamına geldiği için önem taşıyor.
Doğal seçilim ve değişerek türeme hakkında yazılacak daha çok şey olmasına rağmen, şimdilik burada duralım. Evrim hakkında düşünürken, evrimi anlarken ya da evrimi izah ederken bu ayrımı hatırda tutmak faydalı olabilir çünkü kuramın bu iki bileşeni farklı fikirler, kanıtlar ve argümanlar içeriyor.
Ediz Dikmelik
ediz.dikmelik [at] gmail.com
Bu yazı Creative Commons by-nc-nd 3.0 ile lisanslıdır.
Notlar:
[1] Modern evrimsel sentezde evrim, “bir popülasyonun alel sıklığındaki değişim” olarak tanımlanıyor. Bazen bunun evrimin tek ve gerçek tanımı olduğunun iddia edildiğini görüyoruz. Yine de “popülasyonun alel sıklığındaki değişim”in, evrimin eksiksiz tanımı olduğunu düşünmek bir hata olur. Alel sıklığında değişim olmadan da evrimsel değişim olabilir. Ayrıca genetik sistem de evrimsel süreçlerin bir ürünüdür. Bu konuda bkz: Sober, 1999, ss. 2-5.
[2] Aslında değişerek türemeyi de iki farklı iddianın birleşimi olarak değerlendirebiliriz. Birincisi “değişim”: organizmalar değişim içindedir. İkincisi ise “ortak ata”: yeryüzünde bugün yaşayan bütün canlılar tek bir (ya da az sayıda) atadan türemiştir. Örneğin Lamarckçı evrimde değişim iddiası vardır ancak ortak ata iddiası yoktur.
[3] Biyolojide “işlev” ve “tasarım” hakkındaki her hangi bir iddianın (“kalbin işlevi kan pompalamaktır”) teleolojik olduğu kabul ediliyor. Bu terimlerin biyoloji biliminde nasıl bir rol oynadığı aktif bir tartışma konusu.
Kaynaklar:
Michael Ruse, Taking Darwin Seriously: A Naturalistic Approach to Philosophy (Blackwell, 1986)
Elliott Sober, Philosophy of Biology (Perseus, 1999)
C. Kennett Waters, “The arguments in the Origin of Species“, The Cambridge Companion to Darwin (Cambridge, 2009)
Jean Gayon, “From Darwin to today in evolutionary biology” The Cambridge Companion to Darwin (Cambridge, 2009)
F. Varela, E. Thompson & E. Rosch, The Embodied Mind (MIT Press, 1993)

Evrimin bir halkası daha bulundu



Mağarada bulunan fosiller evrime ışık tutacak

Güney Afrika'daki bir mağarada bulunan iki iskelet parçası, insan öncesi döneme ait bir türü temsil ediyor. Bu fosillerin insan evrimine yeni bir ışık tutabileceği umuluyor.

"Australopithecus sediba" adlı, yeni sınıflandırılan bir türe ait olan kemiklerin, 8-9 yaşında genç bir erkek ile 20'li veya 30'lu yaşlarında yetişkin bir dişiye ait olduğu, bu türün dik yürüdüğü, insan evriminin "Homo türleri" aşamalarının başlangıcındaki türlerle birçok ortak özelliğe sahip olduğu belirtildi.

Science dergisinde yarın yayımlanacak makaleye göre, "insan öncesi" veya "insansı" olarak adlandırılan bu türe ait fosillerin 1,78 milyon ile 1,95 milyon yıl arasında değişen bir yaşa sahip olduğu sanılıyor.

Güney Afrika'da Johannesburg'da bulunan Witwatersrand Üniversitesinden Lee Berger, 2008 yılı Ağustos ayında bulunan fosillerin öneminin anlaşılması üzerine, aynı yerde bulunan, ancak henüz sınıflandırılmayan başka fosillerin de önemli keşifler olması umudunda olduklarını söyledi.

Bulunan fosillerin, insan evriminin "kayıp halkası" olduğu şeklinde kesin ifadeler kullanmaktan kaçınan Berger, "Ancak buluntular, Homo (insan) türünün ilk üyelerinin ortaya çıktığı dönemde neler olup bittiğini anlamamızı sağlamaya yönelik önemli katkılar sağlayacak" dedi.

Berger, "Australopithecus sediba"nın insansı türlere geçişe ait çeşitli türler mozayiği içerisinde önemli bir halka olduğunu ifade etti. Bu aşamada, insansıların ağaçlara bağımlılıktan da kurtulduğu ve yerde yaşamaya başladığı tahmin ediliyor. Berger, bulunan türün, "iki ayak üzerinde yürüyebilen maymunsularla insansılar arasında bir geçiş türü olduğunu" ifade etti.

Birçok uzman, insan türünün, 2 milyon yıl önce "Australopithecus" türlerinden evrilmeye başladığını düşünüyor. "Australopithecus afarensis" adı verilen sonraki bir türe ait iskelete "Lucy" adı verilmişti. Yeni bulunan fosil, Lucy'den 1 milyon yıl daha yaşlı. "Homo sapiens2 adı verilen modern insanın, biri de "Lucy" olan "Australopithecus2 sınıfı türlerden milyonlarca yıl önce ayrıldığı düşünülüyor.

Bu türler uzun kollu, kısa güçlü elli, insan gibi koşabilmesine olanak sağlayan uzun bacaklı canlılar. Bulunan her iki fosilin de 1,27 metre boyunda olduğu sanılıyor. Genç olanın beyninin 450 santimetre küp olduğu tahmin edildi. Modern insan beyninin hacmi 1200-1600 santimetre küp arasında değişiyor.

Mağaradaki çalışmalara katılan, Avustralya'nın James Cook Üniversitesinden Paul Dirks, bu bölgede en az 25 türe ait başka fosillerin de bulunduğunu, bunlar arasında kılıç dişli kediler, kahverengi sırtlan, vahşi köpek, at ve antilopların bulunduğunu kaydetti.