Kalmak mı gitmek mi? Çocuk doğurmak mı doğurmamak mı? İstifa etmek mi çalışmaya devam etmek mi? Hayatımız rahatsız edici pek çok soruyla dolu. Şüphe ve kararsızlıkların içinde tek kesinlik var; bir seçim yapmak gerekiyor. Hayatı devam ettirmenin tek şartı da bu. Peki, önümüze sunulan bunca seçenek arasından karar vermek, eyleme geçmek sonra da pişmanlık duymamak nasıl mümkün olacak? Bilinçaltımızın ya da ailemizin buyruklarından nasıl kaçacağız? Öncelikle farkındalık, kendine söz vermek ve sorumluluk almak gerekiyor.
Neden kararsız kalıyoruz?
Sade mi meyveli mi? Organik mi normal mi? İkili paket mi dörtlü mü? İnek sütünden mi koyun sütünden mi? Cam mı plastik kap mı? Bugüne dek beynimizin elimizin nihayetinde dörtlü pakette frambuazlı yoğurda uzanana kadar kaç soruya yanıt verdiğini kimse hesaplayamadı. Marketin diğer reyonlarında bir şeyler alırken sorduğumuz bir o kadar soru da cabası. Sonuçta alışveriş yapmanın neden bu kadar yorucu olduğunu anlamak zor değil. Ya da sabah ne giyeceğine, kahvaltıda ne yiyeceğine karar vermenin kimi zaman nasıl bir zafere dönüştüğünü de...
Tüm hayatımız karar vermekle geçiyor. Hem de hiç durmadan. Birlikte yaşayacağımız insanı, çalışacağımız işi, evi kaç aylık krediyle alacağımızı, politik ya da dini bir görüşü seçiyoruz. Bazense küçük görünse de sonuçlarını da düşünmemiz gereken kararlar var; aşı yaptırmak, yeni bir doktor bulmak, çocuğun okulunu değiştirmek, yeni bir şehre taşınmak… Nedenini anlamasak da çoğu zaman verdiğimiz kararlar bazen içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.
Özgürlüğün yaptırımları
Psikiyatrist ve psikanalist Serge Hefez, “Çağımızın en büyük yeniliği artık kimliğimizi miras almak yerine seçmemiz. Bu seçim değişmez, yoğun ve de acılı olabiliyor” diyor. Bireyler doğduklarından itibaren belirlenen bir kadere mahkûm ediliyor. Sosyal sınıf, babadan oğula geçen meslek, cinsiyetine bağlı olarak üzerine yapıştırılan rol, ailedeki ya da dinindeki yeri… Her insan dengeyi bozmamak adına toplumun emirlerini izliyor. Ancak devrimler buna başkaldırarak gerçekleşti. Özgürlük ve eşitlik toplumu bireyleştirdi ve her birine kendi gelişiminin ve de mutluluğunun sorumluluğunu verdi. Doğal olarak da tüm bu olasılıklar arasından seçme zorunluluğunu… Şimdi mutlu, kendini geliştiren, özgür insanlar olmak bizim elimizde. “Özgürlük artık sadece bir olasılık değil aynı zamanda bir zorunluluk da” diyor filozof Michela Marzano. Ancak bir zorlama haline geldiğinde kavramın içi de boşalıyor. Bazen bize sunulan seçim şanslarının sonsuzluğu ve omuzlarımıza yüklenen ezici sorumluluk bazen hiçbir konuda karar verememize neden oluyor.
Ben kimim?
Yaşamaya devam etmeye karar vermemizden itibaren aslında seçim yapmaktan başka şansımız yok. “Seçmek ya da seçmemek, bu bile bir seçim” der Jean Paul Sartre. O zaman özgürlükler ormanında kaybolmamak ya da iç rahatlığıyla karar verebilmek için ne yapmalı? Seçmek öğreniliyor hem de salt çocuklukta değil tüm yaşam boyunca. Bizi olgunluğa götüren onca etap boyunca kararlar veriyoruz. Psikologların kapıları yeniden seçmek ya da seçmemek arasında kalan çiftler tarafından aşındırılıyor, görsel, bedensel ya da profesyonel kimliklerini yeniden bulmak isteyen kaybolmuş insanlar yaşam koçlarını zengin ediyor. Ne yöne sapacağımızı düşünürken kimliğimizle ilgili en temeli unutuyoruz. “Neyi seçeceğim”den önce, “Ben kimim” ve “ne istiyorum” sorularını sormalıyız.
Her karar iyi değildir
İnsan kaynakları uzmanı Philippe Esnaut, “Bana gelen insanlarda en çok karşılaştığım sorun, ısrarla ve sıklıkla en iyi çözümü aramaları. Hangi ormana ait olduğunun farkına varmadan ağacı budamak istiyorlar. Ya da bağlı olduğu toprağı, onun büyütmek için ne kadar zaman geçtiğini…” diyor. Hefez doğruluyor, “Her şey bana bağlı demek zordur. Özellikle insan kendini kültürel, ailevi ya da toplumsal normlardan bağımsız hissettiği zaman. Modern insan miti insanın tüm zorunluluklardan arınmış gösterir. Oysa bu imkânsızdır.” Sosyolog Alain Ehrenberh, bunu “kendisi olmanın yorgunluğu” olarak tanımlıyor: “Bugün belirlenmiş kuralların yokluğunda her insan kendini istikrarlı hissetmek için kendi kurallarını belirlemek için müthiş bir enerji harcıyor.”
Koçlar, psikologlar, sosyologlar, filozoflar hepsi aynı görüşte birleşiyor: “Seçim aşamasına gelmeniz için isteğe yoğunlaşmak gerekir.” Heves köpüklerinin peşinden koşmak, her gün binlerce bilgiye boğulmak, tüketim sistemi yüzünden sürekli fikir değiştirmeye zorlanmak yerine temellerimizi oluşturacak bütünü bulmak için uğraşıyoruz. Bu ancak içimizdeki derin isteğe kulak vererek, onunla bağımızı koparmayarak, ona güvenerek mümkün olabilir. En önemlisi de bu güvene sadık kalarak, bazı kararlarımızın iyi olmayabileceğini kabullenmek… “Yanılmak, hayatı ziyan etmek değildir” diyor Hefez.
Karmaşık bir mekanizma
Bilişsel araştırmalar, tüm kararlarımızı iki zamanlı aldığımızı gösteriyor. İster parfüm ister eş seçiminde aynı davranışı gerçekleştiriyoruz. Uygun olasılıkları inceliyor, bir kısmını eliyoruz. Kalanları karşılaştırıyoruz, işte tam bu noktada kafamız karışıyor. Seçim bize ne kadar önemli görünüyorsa o kadar akla yatkın bir biçime sokmaya çalışıyoruz. En meşhur çözüm de “artılar ve eksiler” kolonları. Bu, durumu açık bir şekilde görmeyi sağlıyor ama çözmüyor. Çünkü seçim yaparken bazı şeyleri bahane ediyoruz; risk korkusu, kesinlik ihtiyacı, kendini hapsedilmiş hissetmek gibi. Üstelik iyi bir seçimde bile!
İyi bir seçim yapmak için
İçini boşaltmak
Dış etkenler ve içsel çatışmalar bazen kendimizi dinlememizi engelliyor. “Kendine odaklanmak tüm bu parazitlerden kurtulmanın tek yolu” diyor psikosomatik hastalıkları telkin yoluyla iyileştirmeyi savunan bilim dalıyla uğraşan sofrolog Patrick André Chohé. Gerçek arzuyu serbest bırakmak için bir egzersiz de öneriyor: Sırtınız dik olarak oturun ya da bacaklarınızı esneterek ayakta durun. Vücudunuzda gerilim hissettiğiniz her alana odaklanın. Bilinçli ve algıların açık kalması için kendinizi tamamen bırakmadan gevşeyin. Yüz-boyun, omuz-kol, göğüs-karın, kalça-bacak bölgelerinden negatif enerjinin baskın olduğunu ya da toplandığını hissettiğiniz yeri tespit edin. Daha sonra seçiminizi düşündüğünüz anda sizi yöneten, zihninizi engelleyen hissi bulmaya çalışın. Korku, engellenmişlik, gerginlik gibi... Söz konusu soruna odaklanın, nefesinize dikkat edin ve her nefes verişinizde negatif düşüncelerin çıktığını hissedin. Daha sonra tam tersini yapın. Her nefes alışınızda, negatif düşüncelerden arındırdığınız bölgeye doğru pozitif enerjinin aktığını düşünün. Kendinizi iyi hissettiğinizde bırakın.
Arzuyu tanımlamak
Bir karar derin bir istekle ilgili olduğunda en ufak bir anımsama bile bizi pozitif hale getirmeye yeter. Kalem ve kâğıt alın, kafanızdaki projenize bir isim ve gerçekleşmesi için bir tarih verin. Şimdi odaklanın, tasarlayın ve projenizi detaylı bir şekilde yazın. Ne kadar somut olursa o kadar iyi, sanki gerçekleştirmişsiniz de bir yabancıya anlatıyormuşsunuz gibi düşünün. Yazarken ne hissettiğinizi iyi izleyin. Tüm duygularınızı not edin, bu noktada gerçekten ne istediğinizi anlayabileceksiniz.
Sezgilerinizi dinleyin
Sezgi, kendi başına bir anlayış biçimidir. İç dünyamızla her zaman ilişki içindedir, yani tek gerçek arzumuzla... Sezgisel zekânızın eylemlerini ortaya çıkarın. Bu içinizde bir diyaloga neden olabilir: “Onu yeniden görmek istediğine emin misin?” Fiziksel bir tepki de olabilir, aniden gerilebilir ya da gevşeyebilrsiniz o insanın karşısında. Ya da görsel, işitsel, zihinsel bir şimşeğe neden olabilir: “Bu yıllardır aradığım insan” ya da “Arkama bakmadan kaçmalıyım” hissi. Sezgilerinizi meşru kılmak için dışardaki uyaranlara açık olun. Etrafınızdaki işaretleri yakalayın. Diyelim sezgileriniz size ‘o doğru insan’ diyor ama kararsızsınız... Birden bir şarkının sözleri dikkatinizi çeker, üzerinde “bu sizin için mükemmel” yazan bir afiş çarpar gözünüze, etrafınızdaki seçiminizi destekleyen mesajları dinleyin.
Başkalarının fikirlerine uyum
Bir kararın sadece kendimizi kapsadığı çok zor görülür. O halde amacımız yakınlarımızın ihtiyaçlarını inkâr etmeden isteğinizi gerçekleştirmek olmalı. Başkalarıyla seçiminizi konuşmadan önce diyelim iş değiştirmekten bahseseceksiniz, öncelikle size göre kararınızı doğrulayan argümanlarınızı listeleyin. Bu şekilde gerçek ihtiyacınızla (daha yaratıcı bir işte çalışmak) ikinci planda kalan ihtiyaçlarınız (daha sempatik iş arkadaşları edinmek) ayrılacaktır. Bu ayrım sizi yararsız çatışmalardan koruyacaktır. Kararınızı bir başkasına açıklarken, gerçek ihtiyacınızı ön plana çıkarın. “İş değiştirmeye karar verdim, sen ne düşünüyorsun” gibi bir yandan uzlaşma içeren cümleleri de araya sıkıştırın. Amacınız çatışma olmadan uzlaşmaya varmak, unutmayın.
Harekete geçin
Harekete geçmek için korku, şüphe ve engellere karşı koymalısınız. “Somut bir eylem planıyla dileğiniz pozitif bir şekilde uyuşmalı” diyor NLP uzmanı Paul Pyronnet. Ayakta, gevşemiş, yapılacak eyleme konsantre olun. İş mülakatına hazırlanıyorsunuz çünkü iş değiştirmek istiyorsunuz. Kendinizi bunu yaparken hayal edin: “Gelecekteki işverenimi yeteneklerim konusunda ikna ediyorum.” Tüm diyaloğun en olumlu koşullarda gerçekleştiğini düşünün. Sanki bir filmin içindeymişsiniz gibi izleyin kendinizi. Sahneye girin, başarınızı hissedin. İçinizde bu huzurun yerleştiği yeri tespit edin, ona bir renk verin. İçinize işlediğini hissedin o rengin. Size huzuru anımsatan bir anınızı düşünün. Bu anıyı yeniden yaşayın. Her iki sahneyi karıştırın. Deniz kenarında işvereninizle oturup ailelerden konuşuyorsunuz. Bu ideal koşulu yaşayın, bu huzur sizin içinize yerleşene kadar düşünün. Mülakat sırasında renginizi ve ideal sahnenizi düşünün.
Psychologies Magazine
Yaşam ve İnsan için herşey
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder