Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Çürük Elmaların Gölgesinde Bir Öz



İnsan değişir mi? Soru, bir nehir gibi usulca - sanki cevabı biliyor da, yine de soruyor. Evet, insan değişir. Ama değişim, bir bahçeyi yeniden ekmek gibi değil; toprağı kazıyorsun, yeni tohumlar atıyorsun, ama kökler hep orada. Derinde, görünmeyen bir yerde, bir öz var. O öz, ne fırtınalara yenik düşer ne de güneşin altında başka bir renge bürünür. Sadece, zamanla, o özün gölgesi değişir. Dallar başka yöne uzanır, yapraklar farklı bir tonda yeşerir. İnsan, kendi heykelini yontar; ama neyi yonttuğunu bilirse.

Bunu, bir sabah aynada fark edersin. Gözlerinin kenarındaki çizgiler, sadece zamanın izi değil; her bir çizgi, bir nokta. Bir hayal kırıklığı, bir “Niye böyle yaptım ki?” anı, bir yanlış anlaşılma. Nokta nokta birikir, bir resim olur. Ben de öyle fark ettim. Eskiden, aklıma esen neyse, dilimden dökülürdü. Pat diye. Düşünmezdim. Şimdi? Bir an duruyorum. Süzüyorum. Kelimelerimi tartıyorum, bir kuyumcu terazisinde. Bu, bir günde olmadı. Yavaş yavaş. Sanki bir nehir, taşları usulca aşındırır da, sen fark etmezsin. Ama bir gün bakarsın, koca bir kanyon olmuş.

Çürük elmalar meselesi var bir de. Herkesin bir sebebi var, değil mi? Kötü davrananların, incitenlerin, seni yoranların. Çürümüş bir elmanın bile bir sebebi var. Ağaçta dalında dururken, bir kurt girmiş içine, ya da güneş fazla yakmış, ya da toprak ihanet etmiş. Ama çürük elmayı yemezsin. Yememelisin. Eskiden düşünürdüm, “Sebep varsa, mazur görmek gerekir.” Sanki benim görevimmiş gibi, o elmayı kurtarmak, cilalamak, belki yeniden tatlı yapmak. Sonra anladım: Bu benim işim değil. Çürük elmayı masadan kaldırırım, o kadar. Bahçemde yer yok onlara.

Bu farkındalık, bir şimşek gibi çakmadı. Öyle filmlerdeki gibi bir “Eureka!” anım olmadı. Nokta nokta birikti. Küçük anlar. Birinin seni duymadığı bir konuşma. Bir başkasının sınırlarını hiçe saydığı bir an. Kendi sesini bastırdığın bir gece. Her biri, bir damla. Ve damlalar, bir göl oldu. O gölde yansıyan, kendime sadık bir ben.

Haddini bilmek, işte bu gölün kıyısında öğrendiğim bir şey. Kulağa sert, neredeyse kaba geliyor, ama değil. Haddini bilmek, sınırlarını sevmek demek. Ne kadar verebileceğini, ne kadar taşıyabileceğini, nerede durman gerektiğini bilmek. Bir zamanlar, başkalarını düzeltmeye çalışırdım. Sanki bir bahçıvanmışım gibi, herkesin dalını budar, toprağını eşelerdim. Değişirler sanırdım. Ama bahçıvan ben değilim. Kendi bahçeme bakarım. Kendi çiçeklerimi sularım. Çürük elmalar için gözyaşı dökmem artık.

Değişim, bazen böyle sinsi. Geliyorum demez. Bir sabah kalkarsın, aynada kendine bakarsın ve “Aa, ben bunu artık yapmıyorum” dersin. Düşündüğünü pat diye söylemek yok. Herkesi anlamaya çalışmak yok. Sınırlarını zorlayanlara “Tamam” demek yok. Alışkanlıklar, en inatçı dallar. Kırması zor. Ama bazen, kırmana gerek bile kalmaz. Hayat, senin yerine budar onları. Yeter ki, sen o özü tanıyıp kucakla. Ne ekleyeceğine, neyi törpüleyeceğine karar ver. Bir heykeltraş gibi, sabırla, sevgiyle yont.
Ve sonra, bir gün, hafiflersin. Sanki yıllardır sırtında taşıdığın bir çanta, usulca yere bırakılmış.
Haddini bildiğinde, çürük elmaların gölgesinden çıktığında, kendi yolunda yürürsün. O yol, bazen taşlı, bazen dikenli. Ama sen, o özle, o çekirdekle, kendi rengine bürünürsün. Değişirsin, evet. Ama değişirken, kendine sadık kalırsın. Ve bu, fena bir his değil. Bir bahar dalında yeni açmış bir çiçek gibi. Hafif. Özgür. Kendin.


Yaşam ve İnsan için her şey Genel Kültür, Bilgi Bankası

Hiç yorum yok: