Birisi, bazen öyle bir laf eder ki, bütün bildiklerinizi unutturuverir. “Şu zaman da şu olmuştu,” der, siz de “Vay be, bu nereden çıktı?” dersiniz. İşte o an, vizyonlu mu vizyonsuz mu, denk mi değil mi, bütün etiketler silinir. Önemli olan, o “pat pat” konuşmanın içindeki beklenmedik mücevherdir. Hayat, böyle sürpriz içgörülerle dolu değil midir zaten?
Biri demiş ki, “Dengi olmayan birini hayatına alıp huzurlu olanı görmedim.” Katılır mısınız? Ben pek emin değilim. Çünkü huzur, denklikten çok, egoyu kapıda bırakıp birbirinin farklılıklarına kucak açmakta yatıyor sanki. Üstelik, denklik dedikleri şey, sanıldığı gibi her zaman pürüzsüz bir yol değil. İki “aynı” insan bir araya geldiğinde, bazen işler karışıyor. Eşitlik, kağıt üstünde güzel dursa da, pratikte ego savaşlarına davetiye çıkarabiliyor. Herkes kendi “doğru”sunda ısrar ederse, o “hmm hımm” baş sallama döngüsü başlar. Biri diğerini gölgede bırakmasın diye konu tıkanır, sohbet donuklaşır, yaratıcılık söner. Denklik, bazen aynılık tuzağına dönüşür.
Ama biri vizyoner, diğeri pratikse? İşte o zaman dans başlıyor. Mesela, siyasetten anlamayan biri, güncel bir olayda öyle bir okuma yapar ki, tarih profesörünün bile aklına gelmez. “Bu adam bunu nasıl gördü?” dersiniz. Çünkü o, detaylarda boğulmadan, sezginin o saf, berrak haliyle konuşur. Vizyonlu olan susar, dinler. O “pat pat” konuşmalardan bir kıvılcım yakalar. “Haklı olabilirsin,” der, “şu zaman da şu olmuştu.” Ve o an, bir alışveriş olur. Biri bir adım öteye gider, diğeri ona eşlik eder. Bu, denklik değil, tamamlayıcılıktır.
Peki, bu nasıl olur? Egosuzlukla. “Ben oldum” dememekle. Öğrenmenin sonu olmadığını kabul etmekle. Birinin yüzeysel gibi görünen lafında bile bir şey yakalayabileceğini bilmekle. Bazen o “vizyonsuz” dediğimiz kişi, öyle bir şey söyler ki, derinlerde arayan sen bile durup “Bravo!” dersin. O sevini, özgüveni parlar. Sen de “Bunu hiç düşünmemiştim,” dersin. İşte bu, canlı bir ilişkinin sırrı.
İnsanlar arasında öyle tuhaf ve beklenmedik alışverişler oluyor ki, kimin “vizyonlu” kimin “değil” olduğu bile bazen bulanıklaşıyor. O “düz, yüzeysel” gibi görünen bakış, birden bire öyle bir içgörüyle geliyor ki, senin derinlerde aradığın şeyin bir parçasını tamamlıyor. Bu, tam da her insanın farklı bir gelişmişlik yanı, sezgisi ya da farkında bile olmadığı bir bilgeliği olmasıyla ilgili.
Böyle anlarda ne yapmalı? Uzatıp o anı boğmamalı. Çünkü bazen o içgörü, anlık bir sezginin hediyesidir, arkası gelmez. Soru sorarsan, kafa karışır, bunalır. Onun yerine, “Şunu yapalım mı?” deyip akışı devam ettirmeli. Birkaç söz ekleyip, o kıvılcımı büyütmeli. Çünkü herkesin bir parladığı yer var. Biri hayalperestken diğeri gerçekçi olduğunda, ortaya hem ilham verici hem de uygulanabilir fikirler çıkabiliyor.
Huzur, denklikte değil, bu dansın uyumunda. Eşitlik, bazen sıkıcı bir aynılık getirir; oysa farklılıklar, egoyu kenara koyup birbirini geliştirmeye gönüllü olanlar için bir hazine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder