Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

20 Haziran 2011 Pazartesi

Ölümün soğuğundan şiirin sıcağına

Karacaoğlan'a 'bacanak' diye seslenecek kadar candan bir söyleyişi olan Külebi'nin şiirlerini her okuyuşumuzda, doğa ve insan sevgisindeki coşkusu, lirizmi, ince alay, kimi zaman da hüzün karşılar bizi.
Gonca Özmen
1917 yılında, Tokat’ın Zile ilçesine bağlı Çeltek köyünde doğan Cahit Külebi, 20 Haziran 1997’de Ankara’da öldü. Köy kökenli olması nedeniyle yakından tanıyıp özümsediği, “dul bir kadın kadar sıcak” bulduğu kırsal yaşamı, Anadolu halkının duyarlığını, sorunlarını ve acılarını gerçekçi bir çizgide, özgün konu-izlek ve benzetmelere dayalı olarak işledi.

İstanbul’a kamyonlarla taşınan kavunların kokusunu, dağ çeşmelerinin, mavi rüzgârların ve “Sivas Yollarında” geceleri giden kağnıların sesini duyurdu; köylerin, kasabaların “Hikâye”sini anlattı. Halk şiirinin söylemsel özellikleri, sesi ve motiflerinden, konuşma dilinin olanaklarından yararlanarak modern bir şiir yarattı. O, şiirlerinde kendinden söz ederken bile, uzak çağrışımlardan yararlanarak lirizmine toplumsal bir boyut kazandırmayı başardı.

Külebi, duyarlı, içten, yapmacıksız ve etkileyici söyleyişiyle; oldukça yalın dili ve özlü anlatımıyla şiirimize yeni bir ses, müzik ve renk getirmiştir. “Şiir Yöntemim” adlı şiirinde, kendi şiirini şöyle anlatır: “Saçılır kır çiçekleri / Ağzımı açtığım zaman. /…/ En çok yurdumdan söz ettim / Doğayla insanla içli dışlı /…/ İlk ustam oldu benim halk /…/ Köylü diliyle türkü çağırdım.”

Yer yer romantizme, kimi zaman anılarına uzanan bir duyarlıkla deyiş ve deyimlere yeni bağlamlarda yeni anlamlar yüklediği, az sözcük kullanarak zengin çağrışımlar yarattığı şiirlerinde, kullandığı kimi yerel sözcükler bile yabansı durmaz; şiirin dokusunda erir. Şiiri, “dil çalgısında yorumlanan bir musiki” olarak görür Külebi. Onu, “kırın tek şairi” sayan Cemal Süreya, “Cahit Külebi’de temel öğe müziktir. En olağan durumda en inanılmaz müziği uygulayan bir tutumu vardır” der.

Karacaoğlan’a “bacanak” diye seslenecek kadar candan bir söyleyişi olan Külebi’nin şiirlerini her okuyuşumuzda, onun doğa ve insan sevgisindeki coşkusu, lirizmi, sıkça başvurduğu ince alay ve kimi zaman da derinden duyumsattığı hüzün karşılar bizi. Bu nedenle olsa gerek, Orhan Veli, “Külebi’nin şiirlerini okumaya doyamıyorum” derken Cemal Süreya onun şiirlerini bitiriş ustalığına dikkati çeker: “Hiçbir şair bir şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilemez.”

Nâzım dışında, Türk şiirinin dışarıda pek tanınmadığından söz eden İlhan Berk ise bir söyleşisinde Dağlarca, Anday, Külebi gibi şairlerin yapıtlarının Neruda, Ritsos, Seferis, René Char, Paz, Paul Celan, Georg Trakl gibi şairlerinkilerin yanına rahatça konabileceğini belirtir.

Külebi, ne yaşadığı dönemde şiirimizde ortaya çıkan yönsemelerden, değişim ve dönüşümlerden de Batı şiirinden de pek etkilenmemiş, şiirinin ana çizgisini, sesini ve kendine özgü havasını korumuştur. Anadolu ve halk için duygusal güzellemeler, övgüler düzmediği gibi, yapay acı ve politik başkaldırı şiirleri de yazmamış; yaşanandan, somut gerçekliklerden söz etmiştir.

“Kalıcı değiliz şu dünyada,” diyen ve “şairler gençken ölse daha iyi” dizesini yazan Külebi, son söyleşilerinden birinde, Enver Ercan’a, yazın dünyasının kendisine ve şiirine gerekli ilgiyi göstermemesi nedeniyle kırgınlığını dile getirmiş; “Altmış dokuz yaşındayım, sağlığımda bana gösterdiği tavır belli olan yazın çevremizin ölümümden sonra da ilgi göstereceklerini sanmıyorum” demiştir.

O, artık aramızda değil, ama şiirleri yanı başımızda. Bu bağlamda Cahit Külebi’yi yanıltmak, şiirlerini bir kez daha okumak için haziran iyi bir ay bence.
Yaşam ve İnsan için herşey

Hiç yorum yok: