Neden Elma?
Kutsal metinlerde, mitolojik eserlerde, masallarda sembolik olarak kullanılan simgesel meyve elma (alma) neyi simgeliyor? Elma ile ne anlatılmak isteniyor? Neden hep Elma kullanılmış? Elmanın tercih edilmesinden, elde edilmesinden sonra nasıl bir değişim başlıyor?
Yaratılış efsanelerinde, insanın cennetten kovulmasının nedeni olarak gösterilen yasak ağaçtan yedikleri yasak meyvedir. Birçok literatürde memnu meyve olarak geçer. Bu meyve çoğu bilgilerde Elma olarak bahsedilir.
Cennet’teki ağaçlardan birinin meyvesini yemek onlara men edilmişti. Bu, iyiyi kötüden ayırmada ölçü olan ağaçlardan, elma ağacıydı. Cennet’ten kovulmanın acısını unutamayan İblis, yılanla anlaştı; yılan, Âdem ile Havva’ya yasak meyveyi yemeğe kandırdı. Bu yüzden onlar gazaba uğradılar ve İblis gibi Cennet’ten kovuldular.
Sadece yaratılış efsanelerinde ya da kutsal kitaplarda değil,
Keyifli ve Doygun zaman geçirmek isteyenlerin tek adresi... Unusual Life Game Forums
30 Nisan 2011 Cumartesi
Gurdjieff Sistemi
Gurdjieff Sistemi
Gurdjieff sisteminden uyarlanan yukarıdaki şekil bedensel işlevlere göre farklı insan tipleri ve seviyeleri göstermektedir. Birinci sütunda fizik bedeni baskın insan tipi görüyoruz. Bu insan için fiziksel beden ifade aracıdır ve çevreyi bedensel işlevleri açısından algılamaktadır. Fizik beden ön planda olduğu için duygu ve düşünce pasif durumundadır. Yaptığı işler arasında ağır işçilik gibi bedensel ağırlıklı işler olabilir, faaliyetleri arasında atletizm ve jimnastik de bu sınıfa girebilir. Bu kişi için Hatha Yoga uygun olabilir. Gurdjieff bu kişinin tercih ettiği ruhsal disiplin için "fakirin yolu" sözünü kullanmıştır. Burada "fakir", bedenine şiş sokmak, ateşte yürümek gibi marifetler sergileyen kişilere denilir.
İkinci sütundaki kişi duyguları tarafından yönetilmektedir. Burada görüldüğü gibi duygusal / astral beden pozitif olarak ve fiziksel beden negatif olarak gösterilmiştir. Bu tür insanın sanatsal yanı ağır basabilir ve onun duygusal değerler maddi değerlerden daha önemlidir. Aynı şekilde zihinsel işlevleri de sübjektif, duygusal değerler tarafından yönetilmektedir. Bu kişi için Bhakti Yoga uygun olabilir. Gurdjieff bu kişinin yoluna "keşiş" yolu olarak aktarmıştır.
Üçüncü sütunda entelektüel insan tipi görülmektedir. Burada komuta zinciri zihinden duygulara ve duygulardan bedeni gider. Yöneten en tepede bulunan zihinsel / mental bedendir. Bu kişinin yoga şekli Jnani Yoga'dır. Gurdjieff'e göre bu kişinin yolu "yogi'nin yolu"dur.
Dördüncü sutün çok az kişi tarafından erişilir. İnsan burada gerçek benliğini keşfeder. Benlik veya ruh zihni yönetir ve komuta zinciri fiziksel bedene dek iner. Bu seviyeye ulaşmak için kişiliğin gelişmiş olması, şuurluluk, farkındalık ve aydınlanma gerekir. Gurdjieff kişilik ve öz (gerçek benlik)n arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlıyordu. Kişiliği insan çevresinden aldığı şeylerden oluşur. Öz kendiliğinden içinde bulunan olgudur. Kişiliğin ve özün gelişmesi paralel gitmelidir.
Eğer birisinde öz çok gelişmişse, ancak kişilik gelişmemişse, o kişi Gurdjieff'in "aptal evliya" dediği insan türü olur. Eğer aksine kişilik çok gelişmişse ve öz gelişmemişse o kişi sadece çevresinden öğrendiği veya taklit ettiği şeyleri yansır.
Eterik Beden
Ezoterik edebiyatta insanın etrafını saran aura adında bir alandan söz edilir. Bu aura durugörü yeteneğine sahip kişiler tarafından görülür, ayrıca aurayı görmek için Dr. Kilner'in geliştirdiği disinamin ekranları ve Kirlian fotografçılık geliştirilmiştir. Aurayı görenler onun bedenin etrafında birkaç kuşak şeklinde sardığını ifade etmişlerdir. Bedene en yakın olanı halka eterik auradır, genelde açık mavi renktedir. Bedene bir iki santin yakın olmasına karşın, sağlıklı bir bedende daha fazla uzar ve daha açık renkte ve parlaktır. Bu ilk kuşak insanın sağlık durumunu belirler. Astral bedeni yansıyan ikinci kuşak insanın hislerini yansır. Mental bedeni belirleyen üçüncü kuşak insanın zihnini belirler. Dördüncü kuşak sezgileri ve duyu ötesi algılamayı belirler. Beşinci kuşak kişisel karmik yapıyı belirler. Altıncı kuşak ruhsal tekamül ile ilgidir ve yedinci kuşak kozmik şuurla ilgilidir.
Rudolf Steiner'e göre bir insanın eterik bedenini görebilmek için, kişiye bakıp zihinsel olarak fizik beden görüntüsünü silmesi gerekir, ondan sonra eterik bedenin dışındaki bedenleri de silmesi gerekir. Geriye eterik bedeni kalır.
Tantrik ve Yoga tradisyonlarına göre, vyana veya eterik beden nadi denilen binlerce ufak kanaldan oluşmuştur. Nadilerin görevi bedenin değişik taraflarına prana kapsamında suptil yaşam enerjileri, tattvaları ve zihinsel enerjileri aktarmak görevini görürler. Tattvalar beş elemandan oluşur, bunların arasında toprak, su, ateş, hava ve akaşa vardır. Pranaların da çeşitleri vardır esas olarak prana olarak bilinen enerji türü insan göğüs kısmında biriktiği belirtilmiştir. kafa ve gırtlağı dolduran zihinsel prananın adı upana'dır. Karın ksımındaki prana samana'dır ve kalın bağırsak ve üreme organları saran parananın adı apana'dır.
Nadiler Sanskritçe'de hareket anlamına gelen "nad" kelimesinden türemiştir. Bazı kadim kaynaklara göre bu nadilerin sayısı 72.000'dir. Aküponktür meridiyenlere tekabül eden ve boydan boya uzuan 12 esas nadi vardır. Ayrıca üç ana nadi vardır ki, bunların adları Sushumna, pingala ve ida'dır. Nadileri bir örümcek ağının ipliklerine benzetmek mümkündür kesiştikleri yerlerde aküponktür noktaları vardır. Bazı nadilerin sinir ve damarlara paralel uzanmalarına rağmen onlara karıştırılmalıdır ve ancak durugörü ile görülmeleri mümkündür. Tantrik kaynaklarında nadiler arasında ayrım yapılmıştır. Pranavaba nadiler çeşitli pranaları aktarırılar. Manovaha nadiler ise zihinsel güçleri aktarırlar.
İnsanın serebrospinal veya beyin-omuriliği sistemi bedenin yönetim mekanizmasını içerir. Buradan bütün bedene komutlar gider, duyulardan mesajlar gelir ve şuurun işlevleri yer alır. Suptil bedende üç ana nadi, sushumna, pingala ve ida sırtan geçen omuriliği üzerinde kurulmuştur. Ortadan geçen sushumnanın çeşitli yerlerinde bedenin ön cephesine doğru çiçekleri andıran bazı enerji merkezleri uzanır, bu suptil merkezlere çakra denilir. Çakralar fizik bedeninde pleksüs denilen önemli sinir ağları, endoktrin bezlere ve önemli organlara tekabül eder ve astal, mental, kozal karşılıkları da vardır.
Gurdjieff sisteminden uyarlanan yukarıdaki şekil bedensel işlevlere göre farklı insan tipleri ve seviyeleri göstermektedir. Birinci sütunda fizik bedeni baskın insan tipi görüyoruz. Bu insan için fiziksel beden ifade aracıdır ve çevreyi bedensel işlevleri açısından algılamaktadır. Fizik beden ön planda olduğu için duygu ve düşünce pasif durumundadır. Yaptığı işler arasında ağır işçilik gibi bedensel ağırlıklı işler olabilir, faaliyetleri arasında atletizm ve jimnastik de bu sınıfa girebilir. Bu kişi için Hatha Yoga uygun olabilir. Gurdjieff bu kişinin tercih ettiği ruhsal disiplin için "fakirin yolu" sözünü kullanmıştır. Burada "fakir", bedenine şiş sokmak, ateşte yürümek gibi marifetler sergileyen kişilere denilir.
İkinci sütundaki kişi duyguları tarafından yönetilmektedir. Burada görüldüğü gibi duygusal / astral beden pozitif olarak ve fiziksel beden negatif olarak gösterilmiştir. Bu tür insanın sanatsal yanı ağır basabilir ve onun duygusal değerler maddi değerlerden daha önemlidir. Aynı şekilde zihinsel işlevleri de sübjektif, duygusal değerler tarafından yönetilmektedir. Bu kişi için Bhakti Yoga uygun olabilir. Gurdjieff bu kişinin yoluna "keşiş" yolu olarak aktarmıştır.
Üçüncü sütunda entelektüel insan tipi görülmektedir. Burada komuta zinciri zihinden duygulara ve duygulardan bedeni gider. Yöneten en tepede bulunan zihinsel / mental bedendir. Bu kişinin yoga şekli Jnani Yoga'dır. Gurdjieff'e göre bu kişinin yolu "yogi'nin yolu"dur.
Dördüncü sutün çok az kişi tarafından erişilir. İnsan burada gerçek benliğini keşfeder. Benlik veya ruh zihni yönetir ve komuta zinciri fiziksel bedene dek iner. Bu seviyeye ulaşmak için kişiliğin gelişmiş olması, şuurluluk, farkındalık ve aydınlanma gerekir. Gurdjieff kişilik ve öz (gerçek benlik)n arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlıyordu. Kişiliği insan çevresinden aldığı şeylerden oluşur. Öz kendiliğinden içinde bulunan olgudur. Kişiliğin ve özün gelişmesi paralel gitmelidir.
Eğer birisinde öz çok gelişmişse, ancak kişilik gelişmemişse, o kişi Gurdjieff'in "aptal evliya" dediği insan türü olur. Eğer aksine kişilik çok gelişmişse ve öz gelişmemişse o kişi sadece çevresinden öğrendiği veya taklit ettiği şeyleri yansır.
Eterik Beden
Ezoterik edebiyatta insanın etrafını saran aura adında bir alandan söz edilir. Bu aura durugörü yeteneğine sahip kişiler tarafından görülür, ayrıca aurayı görmek için Dr. Kilner'in geliştirdiği disinamin ekranları ve Kirlian fotografçılık geliştirilmiştir. Aurayı görenler onun bedenin etrafında birkaç kuşak şeklinde sardığını ifade etmişlerdir. Bedene en yakın olanı halka eterik auradır, genelde açık mavi renktedir. Bedene bir iki santin yakın olmasına karşın, sağlıklı bir bedende daha fazla uzar ve daha açık renkte ve parlaktır. Bu ilk kuşak insanın sağlık durumunu belirler. Astral bedeni yansıyan ikinci kuşak insanın hislerini yansır. Mental bedeni belirleyen üçüncü kuşak insanın zihnini belirler. Dördüncü kuşak sezgileri ve duyu ötesi algılamayı belirler. Beşinci kuşak kişisel karmik yapıyı belirler. Altıncı kuşak ruhsal tekamül ile ilgidir ve yedinci kuşak kozmik şuurla ilgilidir.
Rudolf Steiner'e göre bir insanın eterik bedenini görebilmek için, kişiye bakıp zihinsel olarak fizik beden görüntüsünü silmesi gerekir, ondan sonra eterik bedenin dışındaki bedenleri de silmesi gerekir. Geriye eterik bedeni kalır.
Tantrik ve Yoga tradisyonlarına göre, vyana veya eterik beden nadi denilen binlerce ufak kanaldan oluşmuştur. Nadilerin görevi bedenin değişik taraflarına prana kapsamında suptil yaşam enerjileri, tattvaları ve zihinsel enerjileri aktarmak görevini görürler. Tattvalar beş elemandan oluşur, bunların arasında toprak, su, ateş, hava ve akaşa vardır. Pranaların da çeşitleri vardır esas olarak prana olarak bilinen enerji türü insan göğüs kısmında biriktiği belirtilmiştir. kafa ve gırtlağı dolduran zihinsel prananın adı upana'dır. Karın ksımındaki prana samana'dır ve kalın bağırsak ve üreme organları saran parananın adı apana'dır.
Nadiler Sanskritçe'de hareket anlamına gelen "nad" kelimesinden türemiştir. Bazı kadim kaynaklara göre bu nadilerin sayısı 72.000'dir. Aküponktür meridiyenlere tekabül eden ve boydan boya uzuan 12 esas nadi vardır. Ayrıca üç ana nadi vardır ki, bunların adları Sushumna, pingala ve ida'dır. Nadileri bir örümcek ağının ipliklerine benzetmek mümkündür kesiştikleri yerlerde aküponktür noktaları vardır. Bazı nadilerin sinir ve damarlara paralel uzanmalarına rağmen onlara karıştırılmalıdır ve ancak durugörü ile görülmeleri mümkündür. Tantrik kaynaklarında nadiler arasında ayrım yapılmıştır. Pranavaba nadiler çeşitli pranaları aktarırılar. Manovaha nadiler ise zihinsel güçleri aktarırlar.
İnsanın serebrospinal veya beyin-omuriliği sistemi bedenin yönetim mekanizmasını içerir. Buradan bütün bedene komutlar gider, duyulardan mesajlar gelir ve şuurun işlevleri yer alır. Suptil bedende üç ana nadi, sushumna, pingala ve ida sırtan geçen omuriliği üzerinde kurulmuştur. Ortadan geçen sushumnanın çeşitli yerlerinde bedenin ön cephesine doğru çiçekleri andıran bazı enerji merkezleri uzanır, bu suptil merkezlere çakra denilir. Çakralar fizik bedeninde pleksüs denilen önemli sinir ağları, endoktrin bezlere ve önemli organlara tekabül eder ve astal, mental, kozal karşılıkları da vardır.
Suptil Enerjiler
Suptil Enerjiler
Çakra, Sanskritçe'de anlamı tekerlek veya çark anlamına gelen bir kelimedir ve Tantrik ve Yoga tradisyonunda suptil bedenlerde yer alan psişik enerji merkezlerine verilen addır. Değişik sistemler değişik sayıda çakralarda söz eder. Sisteme göre, bunlar 5, 6, 7, 12, 30 ve daha fazla sayıda gösterilmiştir. Ancak esas çakraların yedi olduğu ve bunların yanında birçok tali çakranın bulunduğu ve ayrıca değişik özellikte merkezlerin bulunduğu inanılır. Her bir çakranın işlevi farklıdır, değişik frekansta titrer ve değişik psijkolojik durumları ve şuur hallerini içerir. Her birine değişik sayısal, renk, ses ve şekil değerleri verilmiştir. Ayrıca belirli duyular, gezegenler, elemanlar, tanrılara tekabül ederler. Ayrıca her çakranın belirli sayıda taç yaprakları veya tekerlek parmakları vardır. Bunlar çakralardan yayılan ışınlar olarak idrak edilmelidir.
Rudolph Steiner yazdığı "Yüksek Dünyaların Bilgisi" kitabında, çakralar konusunda bir psişik hassas ve duru görür kişi olarak elde ettiği birinci el bilgileri aktarmıştır. Bu kitabında çakralar konusuna geniş yer vermiştir ve şöyle demiştir: "Gelişmemiş bir insanda bu nilüfer veya lotus çiçekleri karanlık renkte, hareketsiz ve atıldır. Oysa psişik gelişme kaydetmiş kişide onlar hareketlidir ve baştan aşağı parlak renk tonlarıyla bezenmiştir..."
"Öğrenci egzersizlerine başladığı vakit, bu lotus çiçekleri daha parlak olmaya başlar ve sonradan dönmeye başlarlar. Bu olduğu zaman duru görme yeteneği ortaya çıkar. Çünkü bu "çiçekler" ruhun duyu organlarıdır ve onların dönmeleri duyu ötesi algılamanın başarıldığını gösterir..."
İlk beş çakra toprak, su, ateş, hava ve akaşadan oluşmuş beş tattvaya tekabül eder ve sushumna nadi'ye bağlıdırlar. Omuriliğin ortasından geçen sushumna nadi kundalini adında bir enerjinin geçit yoludur. Sushumna'yı solundan ve sağından iki esas nadi sarar, her ikisi aynı bir asa etrafında dolanan iki yılanı içeren modern tıbbın sembolü kadüste görüldüğü gibi spiral şeklinde sushumnanın bir sağını ve bir solunu çevrelerler. Kadüs veya Hermes'in asası çok eski bir semboldür ve kadim Akdenizde kundalini bilgisinin mevcut olduğunu kanıtlar. Sushumna omuriliğin dibindeki kuyruk sokumundan başlar ve beyne kadar uzanıp, iki dalla bölünür ve her ikisi bin taç yapraklı Sahasrara veya Brahma Rhandra çakraya erişir. Bu dallardan biri başın arkasından dolanır, diğeri de alından ve Ajna çakradan geçer.
(Yukarıdaki resimde Hermes'in asası ve aynı zamanda tıbbın sembolü olan kadüs görülmektedir. Bu resim çakra kundalini sistemini de içeren polarity (kutup) terapisinin bazı unsurlarını resmeder.)
Daha önce belirtiğimiz gibi eterik beden fizik bedene yaşam enerjisi getiren bir aracıdır. Suptil yaşam gücüne prana demiştik. Tantrik ve Yoga Tradisyonunda prananın kaynağı güneştir. Güneş bu enerjiyi ve daha bir çok enerjiyi güneş sistemine dağıtır. Freud'ün talebesi psikolog William Reich "orgon enerji"yi keşfettiğini iddia etmişti. İnsanoğlunun en büyük keşfi olarak söz ettiği bu yaşam enerjinin güneşten geldiğini, atmosferde bulunduğunu ve solunum yolu ile bedene girdiğini iddia etmişti. William Reich'e göre orgon enerjisi mavi renktedir, gökyüzünün ve denizlerin mavi gözükmesi bu yüzdendir. Orgon enerjisi insandaki psiko-cinsel işlevin temelidir. Reich'in laboratuar şartlarında incelediğini iddia ettiği bu enerji konusundaki görüşü Tantrik edebiyatında prananın arkasında teoriye uymaktadır. Güneşten gelen pozitif paranik enerji, dışında bir de aydan gelen bir Lunar pranadan söz edilir. Bu iki prana erkek ve dişi enerjileri, pozitif ve negatif güçleridir.
Solar (güneş) pranası sıcak, aktif ve altın renktedir. Oysa lunar (ay) pranası serin, pasif ve açık mavi renktedir. Solar prana elektiktir, oysa lunar prana mağnetiktir. Solar prana beynin sol küresini, objektif ve somut düşünceyi, sözsel idrak ve zamanı kavramını yönetir. Lunar prana beynin sağ küresini, subjektif ve soyut düşünce, görsel idrak ve mekan kavramını idare eder. Solar prana pingala nadinin başladışı sağ burun deliğinden solunur ve pingala nadiye çekilir, lunar prana ise ida nadinin başladığı sol burun delikten solunur ve ida nadişye çekilir. Bu iki prana birbirini tamamlar, aşırı solar prana erkeklik ve dışa yönelik özellikleri artırır ve aşırı lunar prana dişilik ve içe dönük özellikleri artırır. Solar prana insanın uyanık halini hükmeder ve lunar prana insanın uyku halini hükmeder. İki prananın da birbiriyle dengeli olmalarında fayda vardır.
Prananın en iyi kaynağı temiz havadan solunumdur, ancak bazı deneyimler prananın yemekten de alındığını gösteriyor. Nefes egzersizlere yoga'da pranayı kontrol etme anlamına gelen pranayama denilir. Dünya'nın her tarafında kadim öğretiler nefes ve ruh arasında bir bağ kurmuştur. Psişik ve psikoloji sözlerin Yunanca kökü "psi" harfından gelir, o da nefesin sesidir. Aynı şekilde Arapça'da "nefes" ve ruhun bir unsuru olan "nefs" aynı köktendir, tam aynı anlama gelen İbranice'de "nephesh"tir. Nefs aslında eterik ve alt astral bedene tekabül eder.
Yoga'da çok farklı nefes teknikleri vardır. Ağızdan nefes alınması sakıncalı görülür, çünkü prana kaybı oluşur. Ayrıca insanın belirli bir süre sağ burun deliğinden ve belirli bir süre sağ burun deliğinden nefes aldığı öğretilir. Gece sol burun delikten nefes almak için iyi bir zaman olarak görülür, çünkü lunar prana insanı sakinleştirir, dolayısıyla bir görüşe göre insan sol tarafı üste gelecek bir şekilde yatmalıdır. Solunum işlevi, bir burun delikten diğerine aktarılınca, çok kısa bir süre için her iki burun delikten de aynı anda nefes alındığı söylenir. Bu çok özel bir nefes şekli olarak adedilir ve ona sushumna nefesi denilir. Sushumna nefesin ölüm anında yaşandığı söylenir. Ayrıca bu nefes şeklinin güneşin tam battığında ve doğduğunda kullanıldığı da söylenir.
Çakra, Sanskritçe'de anlamı tekerlek veya çark anlamına gelen bir kelimedir ve Tantrik ve Yoga tradisyonunda suptil bedenlerde yer alan psişik enerji merkezlerine verilen addır. Değişik sistemler değişik sayıda çakralarda söz eder. Sisteme göre, bunlar 5, 6, 7, 12, 30 ve daha fazla sayıda gösterilmiştir. Ancak esas çakraların yedi olduğu ve bunların yanında birçok tali çakranın bulunduğu ve ayrıca değişik özellikte merkezlerin bulunduğu inanılır. Her bir çakranın işlevi farklıdır, değişik frekansta titrer ve değişik psijkolojik durumları ve şuur hallerini içerir. Her birine değişik sayısal, renk, ses ve şekil değerleri verilmiştir. Ayrıca belirli duyular, gezegenler, elemanlar, tanrılara tekabül ederler. Ayrıca her çakranın belirli sayıda taç yaprakları veya tekerlek parmakları vardır. Bunlar çakralardan yayılan ışınlar olarak idrak edilmelidir.
Rudolph Steiner yazdığı "Yüksek Dünyaların Bilgisi" kitabında, çakralar konusunda bir psişik hassas ve duru görür kişi olarak elde ettiği birinci el bilgileri aktarmıştır. Bu kitabında çakralar konusuna geniş yer vermiştir ve şöyle demiştir: "Gelişmemiş bir insanda bu nilüfer veya lotus çiçekleri karanlık renkte, hareketsiz ve atıldır. Oysa psişik gelişme kaydetmiş kişide onlar hareketlidir ve baştan aşağı parlak renk tonlarıyla bezenmiştir..."
"Öğrenci egzersizlerine başladığı vakit, bu lotus çiçekleri daha parlak olmaya başlar ve sonradan dönmeye başlarlar. Bu olduğu zaman duru görme yeteneği ortaya çıkar. Çünkü bu "çiçekler" ruhun duyu organlarıdır ve onların dönmeleri duyu ötesi algılamanın başarıldığını gösterir..."
İlk beş çakra toprak, su, ateş, hava ve akaşadan oluşmuş beş tattvaya tekabül eder ve sushumna nadi'ye bağlıdırlar. Omuriliğin ortasından geçen sushumna nadi kundalini adında bir enerjinin geçit yoludur. Sushumna'yı solundan ve sağından iki esas nadi sarar, her ikisi aynı bir asa etrafında dolanan iki yılanı içeren modern tıbbın sembolü kadüste görüldüğü gibi spiral şeklinde sushumnanın bir sağını ve bir solunu çevrelerler. Kadüs veya Hermes'in asası çok eski bir semboldür ve kadim Akdenizde kundalini bilgisinin mevcut olduğunu kanıtlar. Sushumna omuriliğin dibindeki kuyruk sokumundan başlar ve beyne kadar uzanıp, iki dalla bölünür ve her ikisi bin taç yapraklı Sahasrara veya Brahma Rhandra çakraya erişir. Bu dallardan biri başın arkasından dolanır, diğeri de alından ve Ajna çakradan geçer.
(Yukarıdaki resimde Hermes'in asası ve aynı zamanda tıbbın sembolü olan kadüs görülmektedir. Bu resim çakra kundalini sistemini de içeren polarity (kutup) terapisinin bazı unsurlarını resmeder.)
Daha önce belirtiğimiz gibi eterik beden fizik bedene yaşam enerjisi getiren bir aracıdır. Suptil yaşam gücüne prana demiştik. Tantrik ve Yoga Tradisyonunda prananın kaynağı güneştir. Güneş bu enerjiyi ve daha bir çok enerjiyi güneş sistemine dağıtır. Freud'ün talebesi psikolog William Reich "orgon enerji"yi keşfettiğini iddia etmişti. İnsanoğlunun en büyük keşfi olarak söz ettiği bu yaşam enerjinin güneşten geldiğini, atmosferde bulunduğunu ve solunum yolu ile bedene girdiğini iddia etmişti. William Reich'e göre orgon enerjisi mavi renktedir, gökyüzünün ve denizlerin mavi gözükmesi bu yüzdendir. Orgon enerjisi insandaki psiko-cinsel işlevin temelidir. Reich'in laboratuar şartlarında incelediğini iddia ettiği bu enerji konusundaki görüşü Tantrik edebiyatında prananın arkasında teoriye uymaktadır. Güneşten gelen pozitif paranik enerji, dışında bir de aydan gelen bir Lunar pranadan söz edilir. Bu iki prana erkek ve dişi enerjileri, pozitif ve negatif güçleridir.
Solar (güneş) pranası sıcak, aktif ve altın renktedir. Oysa lunar (ay) pranası serin, pasif ve açık mavi renktedir. Solar prana elektiktir, oysa lunar prana mağnetiktir. Solar prana beynin sol küresini, objektif ve somut düşünceyi, sözsel idrak ve zamanı kavramını yönetir. Lunar prana beynin sağ küresini, subjektif ve soyut düşünce, görsel idrak ve mekan kavramını idare eder. Solar prana pingala nadinin başladışı sağ burun deliğinden solunur ve pingala nadiye çekilir, lunar prana ise ida nadinin başladığı sol burun delikten solunur ve ida nadişye çekilir. Bu iki prana birbirini tamamlar, aşırı solar prana erkeklik ve dışa yönelik özellikleri artırır ve aşırı lunar prana dişilik ve içe dönük özellikleri artırır. Solar prana insanın uyanık halini hükmeder ve lunar prana insanın uyku halini hükmeder. İki prananın da birbiriyle dengeli olmalarında fayda vardır.
Prananın en iyi kaynağı temiz havadan solunumdur, ancak bazı deneyimler prananın yemekten de alındığını gösteriyor. Nefes egzersizlere yoga'da pranayı kontrol etme anlamına gelen pranayama denilir. Dünya'nın her tarafında kadim öğretiler nefes ve ruh arasında bir bağ kurmuştur. Psişik ve psikoloji sözlerin Yunanca kökü "psi" harfından gelir, o da nefesin sesidir. Aynı şekilde Arapça'da "nefes" ve ruhun bir unsuru olan "nefs" aynı köktendir, tam aynı anlama gelen İbranice'de "nephesh"tir. Nefs aslında eterik ve alt astral bedene tekabül eder.
Yoga'da çok farklı nefes teknikleri vardır. Ağızdan nefes alınması sakıncalı görülür, çünkü prana kaybı oluşur. Ayrıca insanın belirli bir süre sağ burun deliğinden ve belirli bir süre sağ burun deliğinden nefes aldığı öğretilir. Gece sol burun delikten nefes almak için iyi bir zaman olarak görülür, çünkü lunar prana insanı sakinleştirir, dolayısıyla bir görüşe göre insan sol tarafı üste gelecek bir şekilde yatmalıdır. Solunum işlevi, bir burun delikten diğerine aktarılınca, çok kısa bir süre için her iki burun delikten de aynı anda nefes alındığı söylenir. Bu çok özel bir nefes şekli olarak adedilir ve ona sushumna nefesi denilir. Sushumna nefesin ölüm anında yaşandığı söylenir. Ayrıca bu nefes şeklinin güneşin tam battığında ve doğduğunda kullanıldığı da söylenir.
Çakralar
Çakralar
Yoga, Tantra, aküponktür ve astroloji gibi kadim ilimler, binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir ve aynı bu diğer ilimler gibi ayrıntılı ve belirgin bir sistem halinde getirilerek aktarılmıştır. Bunlara ilim diyoruz çünkü deneylerle elde edilen verilere dayanarak kanıtlanabileceği varsayılmaktadır. Bunalar binlerce yıldır insanlar tarafından gerçekleştirilen gözetim ve incelemelere dayanmaktadırlar ve milyonlarca kişi tarafından doğrulanmıştır.
(Newage ekolünden modern bir chakra ve aura resmi)
Çakralar, nadiler ve suptil enerjilere dayanan öğreti oldukça karmaşık bir sistemi oluşturur. Bu konu üzerinde yoğunlaşmış disiplinler, teori spekülasyonlara dayanmamaktadır ve tamamen deneysel ve yaşamda uygulanabilecek öretiler aktarmaktadırlar. Bu sistemler laya yoga, kriya yoga, şaktipatamaha yoga ve tantrik yoga altında aktarılmıştır. Bu sistemin binlerce Hindu ermişin hayal ürünü olarak üretildiği varsayımı oldukça olasılık dışıdır. Ayrıca, teorik yapısı mevcut bilimsel verilere ışık tutmaktadır ve pratik olarak bunu doğrulamanın ve uygulamanın yöntemleri açık ve sarih bir şekilde akatarılmıştır. Dolayısıyla, Mao'nun dediği gibi "Eğer bir şeftalinin tadını öğrenmek istiyorsan, onu ısır" demek gerekir. Ancak çakra ve nadi sisteminin çok ince ve hassas bir yapıya sahip olduğunu ve hastalığa hatta ölüme neden olabilecek hasarların yaratılabileceğini unutmamak gerekir. Hazırlıksız bir sisteme Kundalini'nin aniden girmesi tehlikelidir. Biyografik eseri "Kundalini, İnsandaki Evrimsel Güç", Gopi Krishna geçirdiği, şiddetli rahatsızlığa ve az daha ölüme yol açan Kundalini deneyimi aktarmakta, bu konuda ayrıntılı bilgiler vermektedir. Yardım için gittiği, Hindistan'ın en tabınmış eksperler ona yardım edememişlerdi, ona Kundalini'nin iyi bir deneyim olduğunu ve ondan kötü yan etkilerin olmaması gerektiğini söylemişlerdi. Aramdan yıllar geçtikten sonra, ölümcül bir rahatsızlık içinde yatarken, bir gün bir eski metinde kundalini enerjisinin yanlış kanaldan, pingala nadiden yükselebileceğini okuduğunu hatırlamıştı ve bunu düzeltip enerjiyi orta kanal yöneltmek için gerekli konsantrasyonu uyguladı ve başardı. Bu da Kundalini konusunda Doğu da bile tam ve kesin bir bilginin bulunmadığını gösteriyor.
Esas çakralar aşağıdaki tabloda verilmiştir, dikkat edilirse klasik yedi çakra yerine Harish Johari'nin "Çakralar" adlı eserindeki sınıflandırmasına uygun olarak sekizi verilmiştir, bunun sebebi, en üsteki Sahasrara çakranın diğerlerinden farklıdır oluşunda ve bütün çakraları içermesi açısından geçerli görülmüştür, ayrıca çakraların yedi gezegene ve yedi renge tekabülü açısından anlam kazanmaktadır, ayrıca gezegen karşılıklar da Harish Johari'nin kitabından alınmıştır, bunlar Kabalistik renk tekabüllerine tam uymaktadırlar, zira çakralarda renkler renk tayfına göre sıralanmıştır.
MULADHARA ÇAKRA
Birinci çakra Muladhara'dır. Muladhara'nın anlamı "temel"dir. Yeri anus ve üreme organları arasında bulunan perineum denilen bölgededir. Omurga ile bağlantı yeri omurganın en dibinde üçgen şeklinde kuyruk sokumu kemiği "cocyyx"dir. Buradaki sinir ağaları pelvik pleksüstür. Muladhara'nın Kundalini başlangıç noktası olduğu söylenir, ancak bazı görüşler bu yerin kanda denilen bir merkezde olduğunu savunur. Pranası bel altında bulunan apana'dır. Apana göğüste bulunan prana ile birleştiğinde kundalini uyarlanır. Aslında apana lunar prana'dır, prana'da solar prana'dır. Bazen ekol farkından değişik bu tür değişik tanımlar bulunur. Kundalini'nin yükselmediği durumlarda sushumna kanalın girişi yılanın kafası ile bloke edilir. Muladhara'nın rengi kırmızının çeşitli tonlarıdır. Gezegeni Sanskritçe'de Mangala, Mars'dır. Tattvası Prithivi, topraktır. Bu tattva sembolik olarak sarı bir kare şeklinde gösterilir. Çakranın sembolik hayvanı fildir. Duyusu kokudur.
Muladhara çakra dört taş yaprağı vardır, bunlar yayınladığı suptil ışınlardır. Çakralar arasında en düşük titreşimi içerdiği için fizik planına, ahamkaraya tekabül eder. Korku ve Freud'ün hayatta kalma dürtüsü buradan gelir. İç salgı (endokrin) bezi testistir.
SVADHISTHANA ÇAKRA
Svadisthana çakra tam üreme organları üzerinde hipgastrik peksüste bulunur. Anlamı "benliğin mekanı"dır. Rengi turuncu ve Budha, Merkür tarafından yönetilir. Eleman veya tattvası Apas, sudur ve genelde siyah bir zemin üzerinde beyaz bir hilal şeklinde gösterilir. Altı taç yyaprağı vardır ve duyu organı tattır. Hayvanı timsahtır. Bu çakranın idare ettiği iç salgı bezi yumartalıklardır. Freud'ün cinsel dürtüsü burada mekan eder.
MANIPURA ÇAKRA
"Pırlantalar Şehiri" anlamına gelen bu çakra, Solar Pleksüs, Güneş Sinirağısını hükmeder ve bu sinirağının isminden de anlaşılacağı gibi,Sanskritçe'de "Surya" denilen güneş tarafından hükmedilir. Elemanı da ateş ve rengi sarıdır. Ateş tattvası tapas yukarıya bakan kırmızı bir üçgen şeklindedir. On taç yaprağı vardır. Görme duyusuna tekabül eder. up. On taç yaprağı vardır. Görme duyusunu idare eder ve sembolik hayvanı kuştur. Bija mantrası "Rang" veya "Ram" dır. Bu çakranın idare ettiği iç salgı bezleri adrenallardır. Uyarıldığı zaman Manipura çakrası fiziksel enerji, canlılığı ve gücü artıtır. Bu merkez hatha yoganın önemli bir merkezini oluşturur.
ANAHATA ÇAKRA
Bu çakranın anlamı "Çalınmamış". Kalbe yakındır, timus bezini ve kardiak sinirağını idare eder. Rengi yeşil ve gezegeni Şukra, Venüstur. Tattvası vayu, havadır ve içi mavi daire veya yeşil bir heksagram olarak gösterilir. Oniki taç yaprağı vardır ve dokunma duyusuna tekabül eder. Sembolik hayvanı geyiktir. Bitya mantrası ""yam" veya "yang"dir. Uyarıldığı zaman Anahata çakrası yüksek duyguları uyarır. Kalp tarih boyunca aşk ve yüksek duyguların sembolü idi. Tantrik kayıtlara göre fiziksel kalbin öteki tarafında insanın ruhsal kalbi ananda kanda olduğu söylenir. Bu merkez bakti yoganın merkezini oluşturur.
VİŞUDDHA ÇAKRA
Bu çakanın anlamı "saf"tır, Brihaspati, Jupiter tarafından yönetilir. Rengi mavi ve 16 taç yaprağı vardır. Yeri gırtlak bölgesindedir. Kartoid sinirağısını, tiroid ve paratiroid bezlerini yönetir. İşitme duyusuna tekabül eder. Tattvası akaşadır ve içi siyah oval şekilde gösterilir. Pranası sesle ilgili udanadır, zira bu çakra gırtlaktaki ses telleri de yönetir. Bija mantrası ham veya hang'dır. Uyarıldığınıda akıl ve yaratıcılığı artırır. Bu merkez jnani yoganın merkezini oluşturur.
AJNA ÇAKRA
Bu çakranın anlamı "sınırsız güçtür". Alında kaşların arasında yer alıp bir nevi üçüncü göz olarak söz edilir. İki taç yağrağı vardır (bir görüşe göre her biri her biri 48 yaprak olmak üzere 96 yapraktan oluşmuş iki kanattan oluşur), rengi indigo ve gezegeni Şani, Satürn'dür. Tattvası bütün diğer tattvaları içeren suptil ve Mahat Tattavsı'dır. Biya mantrası Aum'dur. Ajna merkezi bir nevi içe gerilmiş üçüncü göze benzetilen pineal veya epifiz bezine bağlı olduğu inanılır. Bu çakra durugörüne, klervoyansa tekabül eder. Uyarılması psişik hassasiyeti, kavramsal idrakı ve şuur genişlemesini artıtır. Bu merkeze tam vakıf olmanın insanı geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği bilen bir trikaladarş'e dönüştürdüğü söylenir.
SOMA MERKEZİ
Tali çakra sınıfına giren ve sahasrara tarafından içerilen merkezler arasında Soma merkezi üst alının ortasında Ajna merkezinin üzerinde yer alır. Renig mor ve gezegeni Çandra, aydır. Yantrası donlunay, purna çandra'dır. Bu cıvarda ayrıca Kameşvara adında bir tali çakra daha bulunur.
SAHASRARA ÇAKRA
Bazı görüşlere göre, "bin taş yapraklı" anlamına gelen bu son çakra aslında gerçek bir çakra değil, bütün çakraları koordine eden ve içeren bir mega-merkezdir. Başın tam üstündedir ve büyük bir takke gibi başın üstünü örter. Hipofiz veya pituitary bezini ve serebral sinirağını yönetir. Rengi saf beyazdır. Sahasrara merkezinin uyarılması sezgisel ve mistik deneyimlerin, kozmosla bütünleşme hislerini uyandırır. Yogası raja yogadır.
TÜRKÇE KAYNAKLAR:
Şakralar, yazan C.W. Leadbeater, Çev. Yavuz Keskin, Ruh ve Madde Yayınları,İstanbul, 1988, Türkçe kaynaklar arasında özellikle çakralar konusunu ele alan bir kitapta Leadbeater'in "Şakralar" (Sanskritçe'yi esas alarak enerji merkezlerin adı "Çakralar"dır. Şakra çakranın Fransızca telaffuzundan uyarlanmıştır.) Kitap konuyu teosofik açıdan ele alır ve Leadbeater'in durugörü irdelemelerine dayanarak çakralar konusunda geleneksel bilgilerden biraz farklı şeyler aktarmaktadır. Durugörü ile izlenilen çakraların renkli resimlerini içerir. Geleneksel kaynaklara itibar gösteren birçok yazar bu kitaba pek itibar etmez, ama şüphesiz ki oldukça ilginç bir kitaptır.
Chakra El Kitabı, yazan S. Sharamon ve B.J. Baginski, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1nci Baskı 1995, 2nci baskı 2000, Bu konuda oldukça iyi bir kaynak, önerilir.
Kundalini, yazan Robert E. Svoboda, Okyanus, İstanbul, ?, Son derece iyi, fakat ileri seviyede ve ağır bir kitap, garip bilgilerle dolu.
YABANCI KAYNAKLAR:
Chakras, Energy Centers of Transformation, Harish Johari, Destiny Books, Vermont, 1987., Bu kitap çakralar üzerinde gerek Tantrik tradisonuna uygun, gerekse de bilimsel kapsamlı ve sağlam bilgiler vermektedir. Bu konuda temel bir eser olup, güzel bir uslupla ve bol destekleyici resimle yazılmıştır.
Colour Healing, Mary Anderson, The Aquarian Press. Northamptonshire. 1979, .
Energy Ecstasy - and your seven vital chaktas, Bernard Gunther, The Guild og Tutors Press, Los Angelos, 1978, Çakralarla imgele, bol resimli.
Knowledge of the Higher Worlds, Rudolf Steiner, Rudolf Steiner Press, London, 1969, Rudolf Steiner'ın bu başyaptı orta sayfalarında "İnisiyasyonun Bazı Yönleri" altındaki bölümde çakralar konusunda çok değişik ve yararlı bilgiler aktarmaktadır. Dikkatli bir şekilde okunması önerilir.
Kundalini, The Arousal of the Inner Energy, Ajit Mookerjee, Thames and Hudson, London, 1982, Kundalini konusunu Tantrik kaynaklar ve modern yorumlarla aktaran dört dörtlük bir eser.
Kundalini, The Evolutionary Energy in Man, Gopi Krishna, Shambhala, London, 1971, Gopti Krishna'nın başından geçen kundalini deneyimlerini birinci elden ve kapsamlı bir şekilde anlatmaktadır. Son derece ilginç klasik bir eser.
Kundalini in the Physical World, Mary Scott, Routledge & Kegan Paul, London, 1983, Alice Bailey ve Tantrik kaynaklara dayan modern bir yorum.
Kundalini, an Occult Experience, G.S. Arundale, The Theosophical Publishing House, Adyar, India, 1938, Önemli bir Teosofist tarafından yazılan kundalini konusunda şiirsel ve sezgisel kısa bir yorum.
Kundalini, The Secret of life, Swami Muktananda, Gurudev Diddha Peeth, India, 1980, Hindistan'ın en tanınmış yogilerinden kaleme alınmış ve birçok ileri seviyede bilgi ve ipuçları veren kısa eser.
Wheels of Life, A User's Guide to the Chakra System, Anodea Judith, Llewellyn Pub., Minnesota, 1992, Çakralar konusunda çok uzun ve kapsamlı uygulamalı bir modern yorum.
Yoga, Tantra, aküponktür ve astroloji gibi kadim ilimler, binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir ve aynı bu diğer ilimler gibi ayrıntılı ve belirgin bir sistem halinde getirilerek aktarılmıştır. Bunlara ilim diyoruz çünkü deneylerle elde edilen verilere dayanarak kanıtlanabileceği varsayılmaktadır. Bunalar binlerce yıldır insanlar tarafından gerçekleştirilen gözetim ve incelemelere dayanmaktadırlar ve milyonlarca kişi tarafından doğrulanmıştır.
(Newage ekolünden modern bir chakra ve aura resmi)
Çakralar, nadiler ve suptil enerjilere dayanan öğreti oldukça karmaşık bir sistemi oluşturur. Bu konu üzerinde yoğunlaşmış disiplinler, teori spekülasyonlara dayanmamaktadır ve tamamen deneysel ve yaşamda uygulanabilecek öretiler aktarmaktadırlar. Bu sistemler laya yoga, kriya yoga, şaktipatamaha yoga ve tantrik yoga altında aktarılmıştır. Bu sistemin binlerce Hindu ermişin hayal ürünü olarak üretildiği varsayımı oldukça olasılık dışıdır. Ayrıca, teorik yapısı mevcut bilimsel verilere ışık tutmaktadır ve pratik olarak bunu doğrulamanın ve uygulamanın yöntemleri açık ve sarih bir şekilde akatarılmıştır. Dolayısıyla, Mao'nun dediği gibi "Eğer bir şeftalinin tadını öğrenmek istiyorsan, onu ısır" demek gerekir. Ancak çakra ve nadi sisteminin çok ince ve hassas bir yapıya sahip olduğunu ve hastalığa hatta ölüme neden olabilecek hasarların yaratılabileceğini unutmamak gerekir. Hazırlıksız bir sisteme Kundalini'nin aniden girmesi tehlikelidir. Biyografik eseri "Kundalini, İnsandaki Evrimsel Güç", Gopi Krishna geçirdiği, şiddetli rahatsızlığa ve az daha ölüme yol açan Kundalini deneyimi aktarmakta, bu konuda ayrıntılı bilgiler vermektedir. Yardım için gittiği, Hindistan'ın en tabınmış eksperler ona yardım edememişlerdi, ona Kundalini'nin iyi bir deneyim olduğunu ve ondan kötü yan etkilerin olmaması gerektiğini söylemişlerdi. Aramdan yıllar geçtikten sonra, ölümcül bir rahatsızlık içinde yatarken, bir gün bir eski metinde kundalini enerjisinin yanlış kanaldan, pingala nadiden yükselebileceğini okuduğunu hatırlamıştı ve bunu düzeltip enerjiyi orta kanal yöneltmek için gerekli konsantrasyonu uyguladı ve başardı. Bu da Kundalini konusunda Doğu da bile tam ve kesin bir bilginin bulunmadığını gösteriyor.
Esas çakralar aşağıdaki tabloda verilmiştir, dikkat edilirse klasik yedi çakra yerine Harish Johari'nin "Çakralar" adlı eserindeki sınıflandırmasına uygun olarak sekizi verilmiştir, bunun sebebi, en üsteki Sahasrara çakranın diğerlerinden farklıdır oluşunda ve bütün çakraları içermesi açısından geçerli görülmüştür, ayrıca çakraların yedi gezegene ve yedi renge tekabülü açısından anlam kazanmaktadır, ayrıca gezegen karşılıklar da Harish Johari'nin kitabından alınmıştır, bunlar Kabalistik renk tekabüllerine tam uymaktadırlar, zira çakralarda renkler renk tayfına göre sıralanmıştır.
MULADHARA ÇAKRA
Birinci çakra Muladhara'dır. Muladhara'nın anlamı "temel"dir. Yeri anus ve üreme organları arasında bulunan perineum denilen bölgededir. Omurga ile bağlantı yeri omurganın en dibinde üçgen şeklinde kuyruk sokumu kemiği "cocyyx"dir. Buradaki sinir ağaları pelvik pleksüstür. Muladhara'nın Kundalini başlangıç noktası olduğu söylenir, ancak bazı görüşler bu yerin kanda denilen bir merkezde olduğunu savunur. Pranası bel altında bulunan apana'dır. Apana göğüste bulunan prana ile birleştiğinde kundalini uyarlanır. Aslında apana lunar prana'dır, prana'da solar prana'dır. Bazen ekol farkından değişik bu tür değişik tanımlar bulunur. Kundalini'nin yükselmediği durumlarda sushumna kanalın girişi yılanın kafası ile bloke edilir. Muladhara'nın rengi kırmızının çeşitli tonlarıdır. Gezegeni Sanskritçe'de Mangala, Mars'dır. Tattvası Prithivi, topraktır. Bu tattva sembolik olarak sarı bir kare şeklinde gösterilir. Çakranın sembolik hayvanı fildir. Duyusu kokudur.
Muladhara çakra dört taş yaprağı vardır, bunlar yayınladığı suptil ışınlardır. Çakralar arasında en düşük titreşimi içerdiği için fizik planına, ahamkaraya tekabül eder. Korku ve Freud'ün hayatta kalma dürtüsü buradan gelir. İç salgı (endokrin) bezi testistir.
SVADHISTHANA ÇAKRA
Svadisthana çakra tam üreme organları üzerinde hipgastrik peksüste bulunur. Anlamı "benliğin mekanı"dır. Rengi turuncu ve Budha, Merkür tarafından yönetilir. Eleman veya tattvası Apas, sudur ve genelde siyah bir zemin üzerinde beyaz bir hilal şeklinde gösterilir. Altı taç yyaprağı vardır ve duyu organı tattır. Hayvanı timsahtır. Bu çakranın idare ettiği iç salgı bezi yumartalıklardır. Freud'ün cinsel dürtüsü burada mekan eder.
MANIPURA ÇAKRA
"Pırlantalar Şehiri" anlamına gelen bu çakra, Solar Pleksüs, Güneş Sinirağısını hükmeder ve bu sinirağının isminden de anlaşılacağı gibi,Sanskritçe'de "Surya" denilen güneş tarafından hükmedilir. Elemanı da ateş ve rengi sarıdır. Ateş tattvası tapas yukarıya bakan kırmızı bir üçgen şeklindedir. On taç yaprağı vardır. Görme duyusuna tekabül eder. up. On taç yaprağı vardır. Görme duyusunu idare eder ve sembolik hayvanı kuştur. Bija mantrası "Rang" veya "Ram" dır. Bu çakranın idare ettiği iç salgı bezleri adrenallardır. Uyarıldığı zaman Manipura çakrası fiziksel enerji, canlılığı ve gücü artıtır. Bu merkez hatha yoganın önemli bir merkezini oluşturur.
ANAHATA ÇAKRA
Bu çakranın anlamı "Çalınmamış". Kalbe yakındır, timus bezini ve kardiak sinirağını idare eder. Rengi yeşil ve gezegeni Şukra, Venüstur. Tattvası vayu, havadır ve içi mavi daire veya yeşil bir heksagram olarak gösterilir. Oniki taç yaprağı vardır ve dokunma duyusuna tekabül eder. Sembolik hayvanı geyiktir. Bitya mantrası ""yam" veya "yang"dir. Uyarıldığı zaman Anahata çakrası yüksek duyguları uyarır. Kalp tarih boyunca aşk ve yüksek duyguların sembolü idi. Tantrik kayıtlara göre fiziksel kalbin öteki tarafında insanın ruhsal kalbi ananda kanda olduğu söylenir. Bu merkez bakti yoganın merkezini oluşturur.
VİŞUDDHA ÇAKRA
Bu çakanın anlamı "saf"tır, Brihaspati, Jupiter tarafından yönetilir. Rengi mavi ve 16 taç yaprağı vardır. Yeri gırtlak bölgesindedir. Kartoid sinirağısını, tiroid ve paratiroid bezlerini yönetir. İşitme duyusuna tekabül eder. Tattvası akaşadır ve içi siyah oval şekilde gösterilir. Pranası sesle ilgili udanadır, zira bu çakra gırtlaktaki ses telleri de yönetir. Bija mantrası ham veya hang'dır. Uyarıldığınıda akıl ve yaratıcılığı artırır. Bu merkez jnani yoganın merkezini oluşturur.
AJNA ÇAKRA
Bu çakranın anlamı "sınırsız güçtür". Alında kaşların arasında yer alıp bir nevi üçüncü göz olarak söz edilir. İki taç yağrağı vardır (bir görüşe göre her biri her biri 48 yaprak olmak üzere 96 yapraktan oluşmuş iki kanattan oluşur), rengi indigo ve gezegeni Şani, Satürn'dür. Tattvası bütün diğer tattvaları içeren suptil ve Mahat Tattavsı'dır. Biya mantrası Aum'dur. Ajna merkezi bir nevi içe gerilmiş üçüncü göze benzetilen pineal veya epifiz bezine bağlı olduğu inanılır. Bu çakra durugörüne, klervoyansa tekabül eder. Uyarılması psişik hassasiyeti, kavramsal idrakı ve şuur genişlemesini artıtır. Bu merkeze tam vakıf olmanın insanı geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği bilen bir trikaladarş'e dönüştürdüğü söylenir.
SOMA MERKEZİ
Tali çakra sınıfına giren ve sahasrara tarafından içerilen merkezler arasında Soma merkezi üst alının ortasında Ajna merkezinin üzerinde yer alır. Renig mor ve gezegeni Çandra, aydır. Yantrası donlunay, purna çandra'dır. Bu cıvarda ayrıca Kameşvara adında bir tali çakra daha bulunur.
SAHASRARA ÇAKRA
Bazı görüşlere göre, "bin taş yapraklı" anlamına gelen bu son çakra aslında gerçek bir çakra değil, bütün çakraları koordine eden ve içeren bir mega-merkezdir. Başın tam üstündedir ve büyük bir takke gibi başın üstünü örter. Hipofiz veya pituitary bezini ve serebral sinirağını yönetir. Rengi saf beyazdır. Sahasrara merkezinin uyarılması sezgisel ve mistik deneyimlerin, kozmosla bütünleşme hislerini uyandırır. Yogası raja yogadır.
TÜRKÇE KAYNAKLAR:
Şakralar, yazan C.W. Leadbeater, Çev. Yavuz Keskin, Ruh ve Madde Yayınları,İstanbul, 1988, Türkçe kaynaklar arasında özellikle çakralar konusunu ele alan bir kitapta Leadbeater'in "Şakralar" (Sanskritçe'yi esas alarak enerji merkezlerin adı "Çakralar"dır. Şakra çakranın Fransızca telaffuzundan uyarlanmıştır.) Kitap konuyu teosofik açıdan ele alır ve Leadbeater'in durugörü irdelemelerine dayanarak çakralar konusunda geleneksel bilgilerden biraz farklı şeyler aktarmaktadır. Durugörü ile izlenilen çakraların renkli resimlerini içerir. Geleneksel kaynaklara itibar gösteren birçok yazar bu kitaba pek itibar etmez, ama şüphesiz ki oldukça ilginç bir kitaptır.
Chakra El Kitabı, yazan S. Sharamon ve B.J. Baginski, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1nci Baskı 1995, 2nci baskı 2000, Bu konuda oldukça iyi bir kaynak, önerilir.
Kundalini, yazan Robert E. Svoboda, Okyanus, İstanbul, ?, Son derece iyi, fakat ileri seviyede ve ağır bir kitap, garip bilgilerle dolu.
YABANCI KAYNAKLAR:
Chakras, Energy Centers of Transformation, Harish Johari, Destiny Books, Vermont, 1987., Bu kitap çakralar üzerinde gerek Tantrik tradisonuna uygun, gerekse de bilimsel kapsamlı ve sağlam bilgiler vermektedir. Bu konuda temel bir eser olup, güzel bir uslupla ve bol destekleyici resimle yazılmıştır.
Colour Healing, Mary Anderson, The Aquarian Press. Northamptonshire. 1979, .
Energy Ecstasy - and your seven vital chaktas, Bernard Gunther, The Guild og Tutors Press, Los Angelos, 1978, Çakralarla imgele, bol resimli.
Knowledge of the Higher Worlds, Rudolf Steiner, Rudolf Steiner Press, London, 1969, Rudolf Steiner'ın bu başyaptı orta sayfalarında "İnisiyasyonun Bazı Yönleri" altındaki bölümde çakralar konusunda çok değişik ve yararlı bilgiler aktarmaktadır. Dikkatli bir şekilde okunması önerilir.
Kundalini, The Arousal of the Inner Energy, Ajit Mookerjee, Thames and Hudson, London, 1982, Kundalini konusunu Tantrik kaynaklar ve modern yorumlarla aktaran dört dörtlük bir eser.
Kundalini, The Evolutionary Energy in Man, Gopi Krishna, Shambhala, London, 1971, Gopti Krishna'nın başından geçen kundalini deneyimlerini birinci elden ve kapsamlı bir şekilde anlatmaktadır. Son derece ilginç klasik bir eser.
Kundalini in the Physical World, Mary Scott, Routledge & Kegan Paul, London, 1983, Alice Bailey ve Tantrik kaynaklara dayan modern bir yorum.
Kundalini, an Occult Experience, G.S. Arundale, The Theosophical Publishing House, Adyar, India, 1938, Önemli bir Teosofist tarafından yazılan kundalini konusunda şiirsel ve sezgisel kısa bir yorum.
Kundalini, The Secret of life, Swami Muktananda, Gurudev Diddha Peeth, India, 1980, Hindistan'ın en tanınmış yogilerinden kaleme alınmış ve birçok ileri seviyede bilgi ve ipuçları veren kısa eser.
Wheels of Life, A User's Guide to the Chakra System, Anodea Judith, Llewellyn Pub., Minnesota, 1992, Çakralar konusunda çok uzun ve kapsamlı uygulamalı bir modern yorum.
Kundalini
Kundalini
Sushumna nadisi kundalini enerjisinin geçtiği bir kanaldır. Kundalini mecazi olarak omuriliğin dibinde yedi rakamın yarısına eşit üç-buçuk kez kıvrılmış uyuyan bir yılan şeklinde gösterilir. Kundalini kelimesinin kökeni spiral anlamına gelen "kundal" kelimesinden gelir ve bu kundalini uyarıldığında spiral şeklinde ve yılan gibi hareket edip yükselişinden kaynaklanır.
Üç ana nadi kuyruk sokumunda bir araya gelirler. Eğer solar prana ve lunar prana eşit bir şekilde buraya inerlerse, birleşerek üçüncü bir prana şekli olan Kundalini'yi meydana getirirler, kundalini de bu orta kanaldan yukarıya doğru
yükselir. Kundalini yükselişinde yedi çakranın da içinden geçtiği söylenir. En üstteki Sahasrara'ya ulaştığında insan bir vecit, kendinden geçme hali yaşarmış. Kundalini Şakti adında dişi bir enerji olarak tanımlanır. Sahasrara çakrada ise Şakti'nin eşi tanrı "Şiva" bulunmakatdır ve her ikisinin birleşmesi kozmik bir vecit halini yaratır. Bu birleşme yoga'nın gayesidir ve sonucunda "Samadhi" denilen bir hal yaşanır. Hatta "yoga" Sanskritçe'de birlelşme anlamına gelen "yug"'den türemiştir. Bu durumda omuriliğin dibindeki cinsel enerjisi dönüşüme uğrayarak mistik bir deneyime sebep olmaktadır. Kundalini enerjisinin bir ateş özelliği vardır, ve yer çekimine karşın yükselme eğilimini gösterir. Nadilerde herhangi bir blokaj varsa, onu yakarak geçer. Tehlikeli yanı buradan kaynaklanır. Ayrıca kişide çakraların enerjisi yukarıya doğru bakmıyorsa, enerjiyi yapıcı bir şekilde yönlendiremiyorsa veya kişinin sağlam karakteri yoksa, kundalini enerjisi aşağı doğru akar, kabına sığmaz ve bir şekilde patlar ve dışarıya boşalır. Bu boşalma kişinin zaaflarına göre değişir, aşırı şiddet, öfke veya şehvet olabilir. İnsan bir anda kendini kaybedebilir, çünkü Kundalini yükseldiğinde insanda inhibisyonlar yok olur. Normal olarak kundalini yükseldiğinde insanın yüksek ve ince düşüncelerini, hislerini, yaratıcı faaliyetlerini hatta fiziksel gücünü devreye sokar. Bütün dahilerde kısmi de olsa bir kundalini faaliyeti bulunduğu söylenir. Bazen de kundalini bir kaza sonucu yükselebilir. Belirli gizli tekniklerle uyarılabilir. Bir anda aşırı enerji yüklemesi olur, insan kendini güçlü ve şuurlu hisseder, duyuları iyicene açılır, ancak kişinin geliştirdiği pozitif yönleri yoksa, aksine negatif yönleri varsa, örneğin potansiyel bir cani ise, bir anda içindeki dışa çıkar ve cinnet geçirir. Kundalinin doğal bir süreçle gelişmesi en iyi yöntemdir.
(Klasik yogadaki çakralar)
Başın en tepesindeki Sahasrara çakrasına erişen kundalini, burada baştan aşağı inen beyaz ışıkla birleşir. Bu beyaz ışığın menşei kozmiktir, oysa kundalini dünya enerjisidir. Kundalini enerjisinin en büyük birikimi dünyanın tam merkezindedir. Güneşten ve aydan gelip burada biriken solar ve lunar prana kundalini oluşturur. Yane dünya gezegenin de Kundalinisi vardır, hatta çakraları da vardır.
(6. asırdan mistik Johann Georg Gichtel'in Batı kaynaklı ilginç bir resmi)
Ureus olarak bilinen, eski Mısır'da firuvanların taçlarındaki kobra motifi, yükselmiş kundalini'yi gösterir ve ilahi bir yönetici olarak firavunun inisye olduğunu belirtir. Aztek ve diğer eski Amerikan uygarlıkların kanatlı yılanları, aynı Mısır'da resmedilen kanatlı yılanlar gibi kundalini sembolleridir. D.H. Lawrence Meksika'da geçen "Tüylü Yılan" romanında bu gerçeği yakalamıştı. Ejderha diğer bir kundalini sembolüdür, hatta İncil'in sonundaki "Kehanet"teki yedi başlı ejderha, kundalinin yedi çakra ile bağlantısını gösterir. Ayrıca Azteklerin iki başlı yılan sembolü, Kundalini'nin iki yüzünü gösterir, biri yapıcı ve diğeri yıkıcı. Kundalini elektrik enerjisi gibidir, evleri aydınlatığı gibi elektrik sandalyesinde insanı da kızarır, çünkü nerede kanal bulursa oraya gider. Hiç bir moral yönü yoktur.
Kutsal kitaplarda Tanrı Adem'e Cennet Bahçesinin ortasında bulunan "İyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacının" meyvasını yememesi yeğane yasak olduğunu belirtir. Fakat yılan Havva'yı aldatır ve yasak meyveyi yemesini ikna edip "Katiyen ölmezsiniz, çünkü Tanrı bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız" der. Bu ağaç nadi sistemi ve yılan da kundalini olması gerek. Batı'da yaygın olan Kabalistik sistem ise Cennet Bahçesinde kökleri göklerde diğer ağaç, "Hayat Ağacı" etrafında gelişmiştir.
Sushumna nadisi kundalini enerjisinin geçtiği bir kanaldır. Kundalini mecazi olarak omuriliğin dibinde yedi rakamın yarısına eşit üç-buçuk kez kıvrılmış uyuyan bir yılan şeklinde gösterilir. Kundalini kelimesinin kökeni spiral anlamına gelen "kundal" kelimesinden gelir ve bu kundalini uyarıldığında spiral şeklinde ve yılan gibi hareket edip yükselişinden kaynaklanır.
Üç ana nadi kuyruk sokumunda bir araya gelirler. Eğer solar prana ve lunar prana eşit bir şekilde buraya inerlerse, birleşerek üçüncü bir prana şekli olan Kundalini'yi meydana getirirler, kundalini de bu orta kanaldan yukarıya doğru
yükselir. Kundalini yükselişinde yedi çakranın da içinden geçtiği söylenir. En üstteki Sahasrara'ya ulaştığında insan bir vecit, kendinden geçme hali yaşarmış. Kundalini Şakti adında dişi bir enerji olarak tanımlanır. Sahasrara çakrada ise Şakti'nin eşi tanrı "Şiva" bulunmakatdır ve her ikisinin birleşmesi kozmik bir vecit halini yaratır. Bu birleşme yoga'nın gayesidir ve sonucunda "Samadhi" denilen bir hal yaşanır. Hatta "yoga" Sanskritçe'de birlelşme anlamına gelen "yug"'den türemiştir. Bu durumda omuriliğin dibindeki cinsel enerjisi dönüşüme uğrayarak mistik bir deneyime sebep olmaktadır. Kundalini enerjisinin bir ateş özelliği vardır, ve yer çekimine karşın yükselme eğilimini gösterir. Nadilerde herhangi bir blokaj varsa, onu yakarak geçer. Tehlikeli yanı buradan kaynaklanır. Ayrıca kişide çakraların enerjisi yukarıya doğru bakmıyorsa, enerjiyi yapıcı bir şekilde yönlendiremiyorsa veya kişinin sağlam karakteri yoksa, kundalini enerjisi aşağı doğru akar, kabına sığmaz ve bir şekilde patlar ve dışarıya boşalır. Bu boşalma kişinin zaaflarına göre değişir, aşırı şiddet, öfke veya şehvet olabilir. İnsan bir anda kendini kaybedebilir, çünkü Kundalini yükseldiğinde insanda inhibisyonlar yok olur. Normal olarak kundalini yükseldiğinde insanın yüksek ve ince düşüncelerini, hislerini, yaratıcı faaliyetlerini hatta fiziksel gücünü devreye sokar. Bütün dahilerde kısmi de olsa bir kundalini faaliyeti bulunduğu söylenir. Bazen de kundalini bir kaza sonucu yükselebilir. Belirli gizli tekniklerle uyarılabilir. Bir anda aşırı enerji yüklemesi olur, insan kendini güçlü ve şuurlu hisseder, duyuları iyicene açılır, ancak kişinin geliştirdiği pozitif yönleri yoksa, aksine negatif yönleri varsa, örneğin potansiyel bir cani ise, bir anda içindeki dışa çıkar ve cinnet geçirir. Kundalinin doğal bir süreçle gelişmesi en iyi yöntemdir.
(Klasik yogadaki çakralar)
Başın en tepesindeki Sahasrara çakrasına erişen kundalini, burada baştan aşağı inen beyaz ışıkla birleşir. Bu beyaz ışığın menşei kozmiktir, oysa kundalini dünya enerjisidir. Kundalini enerjisinin en büyük birikimi dünyanın tam merkezindedir. Güneşten ve aydan gelip burada biriken solar ve lunar prana kundalini oluşturur. Yane dünya gezegenin de Kundalinisi vardır, hatta çakraları da vardır.
(6. asırdan mistik Johann Georg Gichtel'in Batı kaynaklı ilginç bir resmi)
Ureus olarak bilinen, eski Mısır'da firuvanların taçlarındaki kobra motifi, yükselmiş kundalini'yi gösterir ve ilahi bir yönetici olarak firavunun inisye olduğunu belirtir. Aztek ve diğer eski Amerikan uygarlıkların kanatlı yılanları, aynı Mısır'da resmedilen kanatlı yılanlar gibi kundalini sembolleridir. D.H. Lawrence Meksika'da geçen "Tüylü Yılan" romanında bu gerçeği yakalamıştı. Ejderha diğer bir kundalini sembolüdür, hatta İncil'in sonundaki "Kehanet"teki yedi başlı ejderha, kundalinin yedi çakra ile bağlantısını gösterir. Ayrıca Azteklerin iki başlı yılan sembolü, Kundalini'nin iki yüzünü gösterir, biri yapıcı ve diğeri yıkıcı. Kundalini elektrik enerjisi gibidir, evleri aydınlatığı gibi elektrik sandalyesinde insanı da kızarır, çünkü nerede kanal bulursa oraya gider. Hiç bir moral yönü yoktur.
Kutsal kitaplarda Tanrı Adem'e Cennet Bahçesinin ortasında bulunan "İyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacının" meyvasını yememesi yeğane yasak olduğunu belirtir. Fakat yılan Havva'yı aldatır ve yasak meyveyi yemesini ikna edip "Katiyen ölmezsiniz, çünkü Tanrı bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız" der. Bu ağaç nadi sistemi ve yılan da kundalini olması gerek. Batı'da yaygın olan Kabalistik sistem ise Cennet Bahçesinde kökleri göklerde diğer ağaç, "Hayat Ağacı" etrafında gelişmiştir.
Çakralar, Kundalini ve Okült Anatomi - İnsanın ruhsal yapısı ve gizli anatomisi
İnsanın ruhsal yapısı ve gizli anatomisi ile ilgili bilgi dünyanın her tarafını saran bir gizli öğretiler ağının bir parçasıdır. Bu bilgi, insanın psişik gelişmesini hızlandıran tekniklerle ve varlığı zamanımızda bilim çevrelerce yeni yeni fark edilen, fakat henüz tam anlaşılmayan çok ince psişik mekanizmalarla yakın bir ilişkisi olduğundan, çağlar boyu gizli tutulmuştur. Bu kadim öğretilerden Uzak-Doğudakiler günümüze denk korunmuş, hatta ayrıntılı bir şekilde kaleme alınmıştır. İçerdiği teknikler hazırlıksız kişiler tarafından uygulanması bazı tehlikeler arz etmesi yönünden, Uzak-Doğuda ancak özel eğitilmiş kişiler tarafından programlı bir şekilde aktarılır. Oysa, Batılı kadim uygarlıklarda izleri yer yer görülmekle beraber, bu konuda bir öğreti olarak elimizde herhangi bir açık ve ayrıntılı belge geçmemiştir. Ancak, bazı öğretiler belirli ezoterik örgüt ve tarikatlar tarafından aktarıldığı söylenmektedir. Özellikle Hıristiyanlığın yayılması ile bir çok eski eser imha edilmiş ve mister kültlerin öğretileri adeta tarihten silinmiştir. Uzak-Doğu Tradisyonu Batıda yaşanan bilgi katliamından nispeten sıyrılmıştır. Ancak Batının da kendine has bazı öğretileri de günümüze dek varlığını korumuştur. Bu konuyu da farklı başlıklar altında açıklayacağız. Oysa, Batı öğretilerin önemli bir kaynağı eski Mısır'da majikal, şamanik ve tantrik öğretilerin bir bütün olarak tek bir çatı altında faaliyet ettikleri konusunda bazı ipuçları görmekte mümkündür. Aşağıda, okült anatomi, psişik enerjiler ve çakralarla ilgili bu öğretileri kısmen aktarıyoruz. Ayrıca, Gurdjieff öğretileri, Teosofi, Antroposofi ve modern psikolojide bulunan konumuz ile ilgili bilgiler de aktarılmıştır.
Çakra sözcüğü daha kısa bir süre önce pek duyulmazdı. Şimdi ise pek çok insanın ağzında dolaşıyor. Bu konuyla ilgili bazı farklı yorum ve tekabüller bulunmakta, aşağıdaki yazıda bir yandan en sağlam ve sağlıklı kaynaklardan bilgiler toparlarken, diğer yandan güvenilir bir şekilde belgelenmiş deneyimlere, kendi deneyimlerimiz (ki bunlar da var) ve özel merakımız olan konunun Batı ezoterizmle kesişme noktalarını ele aldık. Maalesef, bu konuya gerektiği gibi fazla ayrıntılı girmemiz şimdilik pek mümkün değildir.
Brahman - Atman
Hindistan sanki ayrı bir dünya veya en azından kıta gibidir, bir sürü farklı iklim, ırk, dil ve dini barındırır, tarihi dünyanın en eski uygarlıklarını uzanır. Mohenjo-Daro uygarlığı, eski Mısırlılar ve Mezopotamya'da Sümerler ile yan yana mevcut diğer bir nehir uygarlığıydı. M.Ö. 2000 yıllarında Aryanlar istila ettiği zaman bu kadim kültürün kökünü kazmaya çalıştılar, yakıp yıktılar. Ancak zamanla eski uygarlığın öğretileri ortaya çıkmaya başladı ve Ari kökenli Vedik kültürü ile kaynaştı. Bu yine kültürde eski Tantrik inanışlar tekrar yüzeye çıktı. Tantrik tanrı Şiva yeni panteonda, trimurti'de Brahma ve Vişnu ile birlikte gözükmekteydi. Aslında Brahma, Vişnu ve Şiva üçlüsü tek bir tanrının farklı yüzleridir. Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu ve Şiva yok edici olarak evrenin yaratılış, varoluş ve yok ediliş sürelerinin kozmik hakimini gösteriyordu.
Hint kutsal metinler ve edebiyatında Vedalar, Puranalar, Brahmanalar, Upanişatlar, Tantralar, Mahabararata ve Ramayana gibi klasikler mevcuttur. Bunların arasında Tantralar ve Yoga sutralar bazen de insan bedeninim suptil yanı ve uyarılmasıyla ilgili oldukça teknik bilgiler verirler.
Upanişatlar ormana çekilmiş ve münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de sade öğretilerden oluşmuştur. Bunların birinde insanın yüksek benliği olan atmanı bir baykuşa benzetilir. O bir ağacın en üst dalında sakin ve hareketsiz dururken, alt dalda egoyu simgeleyen serçe daldan dala atlıyor ve sürekli sağına soluna bakıyor. Atman ve Brahman özde birdir. Diğer bir deyimle insanın yüksek benliği Tanrı ile birdir. Upanişatlar'daki bazı bilgileri özetleyip modern bir kılıfa soksak şöyle bir sonuca varabiliriz...
Kendimize soracağımız ilk soru "ben" nedir? Benlikten söz edildiği zaman birbirine aykırı bir çok şey aklımıza gelir. Ayrıca "bedenim", "duygularım", "düşüncelerim" gibi bir çok kavram kullanırız. Bu tip sözlerde sahip olma hali gözükmektedir, "ben" duygulara, düşüncelere sahip olma durumundadır ve genelde benle bir tutulan bir çok özelliğe sahiplenmiş gözükmektedir. Burada "ben" sanılan şeylerin ve "gerçek ben" ayırımı yapmamız gerekiyor. "Gerçek ben" nedir? Buna bilim cevap verememektedir. Çünkü bilim cisimlerin incelenmesine dayanıyor. Oysa, bu "gerçek ben" cisimlerin sanki bulunduğu zaman-mekan ikilisinin dışında faaliyet gösterir. O gözlenemiyor çünkü gözleyen kendisidir. Buna rağmen onun algılama aracı olan duyu organlarından ayrı olduğu kesin, çünkü duyu organları kullanılmadığı zamanlarda da onun faaliyeti sürmektedir. O halde, neden "ben" kendisinden ayrı olan bir çok şeyle kendisini bir tutuyor. Birisi "benim ülkem", "benim evim" ve hatta "benim karım" dediği zaman kendisini farklı bir takım dış nesnelerle ve varlıklarla bir tutmaktadır. Hatta zaman zaman insan kendisini o kadar kaptırır ki bir nesne ile adeta aynı hüviyete girebiliyor. Bunun sebebi "ben"in yapısından kaynaklanıyor. "Ben" her türlü kılığa, kalıba ve nesneye girebilir ve kaynaşabilir. İnsan araba kullandığı zaman ayaklarına ve kollarına uzantılar eklemiş oluyor. Örneğin, kullandığı araba bedeni ile bütünleşmiş oluyor ve adeta ikinci bir beden oluşturuyor. Bir çok durumda araba, sürücü için bedenleşmiştir ve sürücü insanlıktan çıkıp dört tekerlekli, hızlı hareket edebilen ve korna çalabilen metal bir canlı haline gelmiştir. Giyim eşyaları bedenin diğer bir uzantısıdır. Bunlar bedende ikinci bir deri tabakası oluşturur. Bir çok durumda, iklim şartlarına karşı bir koruyucu tabaka oluşturur. Ancak, genelde insan giysileri bir süs aracı olarak kullanılır ve kişiliğini başkalarına yansıtmak için özenle seçilir. Giyimini değiştirdiği vakit kişilik de o giyime uygun bir biçimde değişime uğrar. Sırf bu hali yaşamak için insanlar mağazadan mağazaya dolaşırlar.
Bir bakıma bedeni beynin uzantısı olarak görebiliriz. Yapısı açısından beden sanki beyini taşımak için giriş ve çıkış üniteleri olan hareket eden bir donamındır. O halde beyin "ben" midir? Buna cevabımız hayır olması gerek, çünkü "ben"in işleyişi sadece bilgisayar gibi bilgi toplayan, depo eden ve işleten bir işleyişin üstündedir, ama, yine de zihinsel faaliyetlerinin yöneticisidir. Ancak, insan, onun başka hüviyetlere girme özelliğinden dolayı kendini düşünce faaliyetlerine o kadar kaptırabilir ki "ben" ve düşüncenin arasındaki ince farkı görmeyebilir. Ancak akıl ve "gerçek ben" arasında ki bu fark, meditasyonda açıkça ortaya çıkar. O halde madem ki "ben beden veya akıl değil, o ne olabilir?
Ona kişilik veya şahsiyet diyebilir miyiz? Kişiliği nasıl tanımlarız? Gurdjıeff'e göre insanda kişilikten yanı sıra bir de öz vardır. Kişilik bizim dış tesirlerden aldıklarımızdan oluşmaktadır, buna karşın "öz", bizim doğal iç varlığımızı içerir. Kişiliğin unsurları arasında isim, cinsiyet, aile, ırk, din, memleket sayabiliriz. Ayrıca saç rengi, irsi özellikler sosyal mevki, meslek, yemek zevklerini ve her çeşit kişisel özellikleri de sayabiliriz. Bu somut özellikler dışında bir de Doğu'da Karmik özellikler denilen bir kavram vardır.
Karma Sanskritçe'de davranış, hareket anlamına gelen "kr" kökünden gelmiştir, ve reenkarnasyon doktrini ile yakın bir bağı vardır. Bir insanın Karmik yapısı onun davranış şeklini belirler, ve ona uygun bir şekilde gelecek çevresel tesirleri çeker. Eğer onu bir iyilik ve kötülük bilançosu olarak idrak edersek, onu en basit şekilde yorumlamış oluruz. Genelde Uzak-Doğu'da bir insanın bu hayatta yaptıkları bir daha ki hayatını etkileyeceği inanılır. Mesela, kaba bir örnekle, yaşamını bir alkolik olarak geçiren biri, karaciğeri sakat doğabilir. Aynı şekilde cezalar olduğu gibi ödüller de vardır. Bunların haricinde günlük hayatta gelen şanslar ve felaketlerde karmik sebeplere dayandırılıyor. Bu açıdan kader kavramına benzer ancak karmik açıdan "kör talih" diye bir şey yoktur, zira ne ekersek onu biçeriz. Bütün bu anlattıklarımızdan aslında daha ince bir mantık işlendiği var sayılır. Günümüzde, geçmiş hayatlara dayanarak regresyona başvuran psikoterapi yöntemleri mevcuttur. Bu şekilde Freud psikoterapisinin temelinde yatan sorunların çözümlerinde çoğu kez unutulmuş olan, geçmiş hadiselere dönmek yöntemi de, geçmiş hayatlar için de ayrıca uygulanır. Geçmiş hayatlara dönme yöntemine ekminezi denilir. Ekminezi genelde hipnoz ile doğum öncesine "regresyon" ile gerçekleşir.
Gerek insanın hüviyetini oluşturan, gerek dış etkenler tarafından şekilenen özellikler ve karmik yapısını içeren iç özellikler yine de "gerçek ben" değildir". Bunun sebebi insanın son aşamada karmik tesirlerin üstesine gelmesi gerektiği prensibinde yatar. Hint Upanişadlar'da aktarılan Vedanta felsefesine göre "Gerçek Ben" veya Atman, sürekli olarak etrafında olup bitenle, gelip geçici nesnelerle ile özdeşleşme durumunda olan ve Sanskritçe'de Ahamkara olarak bilinen alt benliği aşmakla erişilir. Şahsiyet kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı Latince'de maske anlamına gelen "persona" dan türemiştir, o halde bir maskenin arkasında gerçek bir kimlik olması gerek. Doğu yöntemlerde "Gerçek Benliğe" ulaşmanın bir yöntemi de, meditatif bir faaliyetle kişiliği soğan gibi soymakla erişilir, bütün zarlar kalktıktan sonra en içte kalan öz "Gerçek Benlik"tir. Başka bir yöntemle bir nehrin pınarını arar gibi düşüncelerin kaynağına inilir. İnsan zihni bir bilgisayar gibidir, ve programların gizli bölümlerine girmek için samiyet ve ciddi bir arayış parola görevini görür.
Atman, Monad veya Yüksek Benliğin modern psikolojide karşılığı superego'dur, ancak bu tam karşılığını vermez. Upanişadlar'da Atman ve Brahman'ın bir olduğu söylenir, yani Yüksek Benlik ve Evrensel Şuur veya Tanrı birdir. Yüksek Benlik "ilahi kıvılcım" veya jivatma'nın mekanıdır, ki bu daha önce belirtiğimiz gibi evrensel şuurun bir parçasıdır. İnsanda "ilahi kıvılcım" kendi ruhsal evrimini gerçekleştirmek üzere bir dizi enkarnasyonda çeşitli bedenler kullanır.
Suptil Bedenler
Teosofik öğretilere göre yüksek Benliğin mekanı kozal bedendir, kozal beden bir dizi yaşamdan en yüksek özellikleri etrafında toplayan inşaat halinde bir bedendir. Sutratma Yüksek Benlik ve ego arasındaki bağdır, geçmiş kişilikler bu bağ üzerinde birer boncuk gibi dizilirler. O halde, bir bakıma kişilik ölümden sonra varlığını sürdürmez, ama gelecek kişiliklerin karmik yapı malzemesini teşkil eder. Ölümsüz olan sadece ilahi kıvılcım veya jivatma'dır ve kullandığı bedenler işlerini gördükten sonra terk edilen birer araçtır. Ezoterik doktrinler insanda birden fazla bedenin bulunduğunu öğretir. Bunların arasında en kaba fiziksel bedendir. Şimdi bu bedenlere yakından bakalım.
Ezoterik doktrinlere göre bizim duyu ile algıladığımız fiziksel dünya dışında onunla aynı mekanı paylaşan duyu üstü alemler mevcuttur. Bunlara teosofistler kozmik planlar adını verdiler ve evrende yedi kozmik plan olduğunu belirtiler. Bu planların en kabası bizim algıladığımız fizik planıdır, diğerleri giderek suptileşiyor. Bir soğanın tabaklarına benzetsek en içteki tabaka en ruhsal ve suptil (ince) olandır ve en dıştaki en kaba ve fiziksel olandır. Bundan dolayı bazı okültistler bunlara iç planlar demeye tercih etmişlerdir. Kozmik planların birkaç tabakası olduğu gibi, bunların tam karşıtı olarak insanda da aynı şekilde maddenin en kaba türünden en suptil madde şekillere uzanan birkaç içsel tabakası bulunmaktadır. Bu tabakalar insanın çeşitli bedenlerini oluşturmaktadır. Fizik planında insanın bir fizik bedeni vardır. Aynı zamanda vital beden veya pranamayakoşa olarak bilinen eterik beden de, fizik planın daha yüksek titreşimli maddelerinden oluşmuştur. Her ne kadar eterik madde fizik planın bir parçası ise, hennüz bilim tarafından keşfedilmemiştir, ancak bio-enerji ve elektro-mağnetik alanlarla ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Astral beden ise astral maddeden oluşmuştur ve astral plan onun doğal mekanıdır. Aynı fizik bedeni gibi, onun da yüksek ve alçak tarafı vardır, alt astral arzuları ve duyuları kontrol eder ve yüzden ona bazen arzu bedeni veya Kama-Rupa denilir. Mental beden ise mental maddeden oluşmuştur ve metal plan onun doğal mekanıdır. Onun da, yüksek bir ve alçak bir tarafı vardır, Buddhi-Manas ve Kama-Manas. Mental beden zihinsel olması dolayısıyla, yüksek yanı felsefik ve yaratıcı düşünceleri içerir ve tali tarafı somut düşünce, bellek ve entellekti içerir.
Dördüncü seviyede ilahi kıvılcım, Monad'ın vazıtası kozal beden yer alır, ona ruh diyebiliriz. Ona ruh dememiz yanlış olmaz ve aynı diğer bedenler gibi onun da ömrü vardır, bundan dolayıdır kimine genç, kimine yaşlı ruh denilir. Birçok metafizik doktrinlerde dört değil de, yedi kozmik plandan söz edilir. Bu dört kozmik planın üstünde üç ruhsal plan vardır, ancak, konumuz insan bedenleri olduğundan pratik açıdan ilk dört planı almamız yeterlidir. Qabalah ayrıca dört alemden oluşmuş bir sistemi verir. Gurdjieff sistemi insanda bulunan bu dört unsurun karşılıklı iletişim ve ilişkileri konusunda ayrıntılı bilgi verir. Gurdjieff Vedalar'dan alınma atlı araba örneğini vererek arabayı fizik bedenine, atı duygulara, sürücü zihine ve yolcuyu "benliğe" benzetilmiştir. Hisler ve arzuları simgeleyen at, arabayı hareket ettirmektedir, ancak zihni simgeleyen sürücü atların dizginlerini elinde tutarak onları istenilen istikamette sevk etmesi gerek. Eğer araba ağır ise atlar onu çekmekte zorluk çeker ve hareket yavaş olur, ancak sürücü atları idare edemiyorsa, atlar vahşi ve ondan güçlü ise arabanın istikametini onlar belirler. Gurdjieff'e göre bazen yolcu arkadan emirler iletmektedir, ancak sürücü bunları duymamaktadır ve arabayı kendi düşüncesine göre sürdürmektedir.
Yukarıdaki şekil psikolog Carl Gustav Jung'a göre insandaki unsurları göstermektedir. Prensip olarak yukarıda söz edilen dörtlü, kadim Vedik tasnifinden farkı yoktur. Bu durumda sezgi dördüncü ruhsal prensiple aynıdır, ve duyular da fizik bedenine aittir.
Çakra sözcüğü daha kısa bir süre önce pek duyulmazdı. Şimdi ise pek çok insanın ağzında dolaşıyor. Bu konuyla ilgili bazı farklı yorum ve tekabüller bulunmakta, aşağıdaki yazıda bir yandan en sağlam ve sağlıklı kaynaklardan bilgiler toparlarken, diğer yandan güvenilir bir şekilde belgelenmiş deneyimlere, kendi deneyimlerimiz (ki bunlar da var) ve özel merakımız olan konunun Batı ezoterizmle kesişme noktalarını ele aldık. Maalesef, bu konuya gerektiği gibi fazla ayrıntılı girmemiz şimdilik pek mümkün değildir.
Brahman - Atman
Hindistan sanki ayrı bir dünya veya en azından kıta gibidir, bir sürü farklı iklim, ırk, dil ve dini barındırır, tarihi dünyanın en eski uygarlıklarını uzanır. Mohenjo-Daro uygarlığı, eski Mısırlılar ve Mezopotamya'da Sümerler ile yan yana mevcut diğer bir nehir uygarlığıydı. M.Ö. 2000 yıllarında Aryanlar istila ettiği zaman bu kadim kültürün kökünü kazmaya çalıştılar, yakıp yıktılar. Ancak zamanla eski uygarlığın öğretileri ortaya çıkmaya başladı ve Ari kökenli Vedik kültürü ile kaynaştı. Bu yine kültürde eski Tantrik inanışlar tekrar yüzeye çıktı. Tantrik tanrı Şiva yeni panteonda, trimurti'de Brahma ve Vişnu ile birlikte gözükmekteydi. Aslında Brahma, Vişnu ve Şiva üçlüsü tek bir tanrının farklı yüzleridir. Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu ve Şiva yok edici olarak evrenin yaratılış, varoluş ve yok ediliş sürelerinin kozmik hakimini gösteriyordu.
Hint kutsal metinler ve edebiyatında Vedalar, Puranalar, Brahmanalar, Upanişatlar, Tantralar, Mahabararata ve Ramayana gibi klasikler mevcuttur. Bunların arasında Tantralar ve Yoga sutralar bazen de insan bedeninim suptil yanı ve uyarılmasıyla ilgili oldukça teknik bilgiler verirler.
Upanişatlar ormana çekilmiş ve münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de sade öğretilerden oluşmuştur. Bunların birinde insanın yüksek benliği olan atmanı bir baykuşa benzetilir. O bir ağacın en üst dalında sakin ve hareketsiz dururken, alt dalda egoyu simgeleyen serçe daldan dala atlıyor ve sürekli sağına soluna bakıyor. Atman ve Brahman özde birdir. Diğer bir deyimle insanın yüksek benliği Tanrı ile birdir. Upanişatlar'daki bazı bilgileri özetleyip modern bir kılıfa soksak şöyle bir sonuca varabiliriz...
Kendimize soracağımız ilk soru "ben" nedir? Benlikten söz edildiği zaman birbirine aykırı bir çok şey aklımıza gelir. Ayrıca "bedenim", "duygularım", "düşüncelerim" gibi bir çok kavram kullanırız. Bu tip sözlerde sahip olma hali gözükmektedir, "ben" duygulara, düşüncelere sahip olma durumundadır ve genelde benle bir tutulan bir çok özelliğe sahiplenmiş gözükmektedir. Burada "ben" sanılan şeylerin ve "gerçek ben" ayırımı yapmamız gerekiyor. "Gerçek ben" nedir? Buna bilim cevap verememektedir. Çünkü bilim cisimlerin incelenmesine dayanıyor. Oysa, bu "gerçek ben" cisimlerin sanki bulunduğu zaman-mekan ikilisinin dışında faaliyet gösterir. O gözlenemiyor çünkü gözleyen kendisidir. Buna rağmen onun algılama aracı olan duyu organlarından ayrı olduğu kesin, çünkü duyu organları kullanılmadığı zamanlarda da onun faaliyeti sürmektedir. O halde, neden "ben" kendisinden ayrı olan bir çok şeyle kendisini bir tutuyor. Birisi "benim ülkem", "benim evim" ve hatta "benim karım" dediği zaman kendisini farklı bir takım dış nesnelerle ve varlıklarla bir tutmaktadır. Hatta zaman zaman insan kendisini o kadar kaptırır ki bir nesne ile adeta aynı hüviyete girebiliyor. Bunun sebebi "ben"in yapısından kaynaklanıyor. "Ben" her türlü kılığa, kalıba ve nesneye girebilir ve kaynaşabilir. İnsan araba kullandığı zaman ayaklarına ve kollarına uzantılar eklemiş oluyor. Örneğin, kullandığı araba bedeni ile bütünleşmiş oluyor ve adeta ikinci bir beden oluşturuyor. Bir çok durumda araba, sürücü için bedenleşmiştir ve sürücü insanlıktan çıkıp dört tekerlekli, hızlı hareket edebilen ve korna çalabilen metal bir canlı haline gelmiştir. Giyim eşyaları bedenin diğer bir uzantısıdır. Bunlar bedende ikinci bir deri tabakası oluşturur. Bir çok durumda, iklim şartlarına karşı bir koruyucu tabaka oluşturur. Ancak, genelde insan giysileri bir süs aracı olarak kullanılır ve kişiliğini başkalarına yansıtmak için özenle seçilir. Giyimini değiştirdiği vakit kişilik de o giyime uygun bir biçimde değişime uğrar. Sırf bu hali yaşamak için insanlar mağazadan mağazaya dolaşırlar.
Bir bakıma bedeni beynin uzantısı olarak görebiliriz. Yapısı açısından beden sanki beyini taşımak için giriş ve çıkış üniteleri olan hareket eden bir donamındır. O halde beyin "ben" midir? Buna cevabımız hayır olması gerek, çünkü "ben"in işleyişi sadece bilgisayar gibi bilgi toplayan, depo eden ve işleten bir işleyişin üstündedir, ama, yine de zihinsel faaliyetlerinin yöneticisidir. Ancak, insan, onun başka hüviyetlere girme özelliğinden dolayı kendini düşünce faaliyetlerine o kadar kaptırabilir ki "ben" ve düşüncenin arasındaki ince farkı görmeyebilir. Ancak akıl ve "gerçek ben" arasında ki bu fark, meditasyonda açıkça ortaya çıkar. O halde madem ki "ben beden veya akıl değil, o ne olabilir?
Ona kişilik veya şahsiyet diyebilir miyiz? Kişiliği nasıl tanımlarız? Gurdjıeff'e göre insanda kişilikten yanı sıra bir de öz vardır. Kişilik bizim dış tesirlerden aldıklarımızdan oluşmaktadır, buna karşın "öz", bizim doğal iç varlığımızı içerir. Kişiliğin unsurları arasında isim, cinsiyet, aile, ırk, din, memleket sayabiliriz. Ayrıca saç rengi, irsi özellikler sosyal mevki, meslek, yemek zevklerini ve her çeşit kişisel özellikleri de sayabiliriz. Bu somut özellikler dışında bir de Doğu'da Karmik özellikler denilen bir kavram vardır.
Karma Sanskritçe'de davranış, hareket anlamına gelen "kr" kökünden gelmiştir, ve reenkarnasyon doktrini ile yakın bir bağı vardır. Bir insanın Karmik yapısı onun davranış şeklini belirler, ve ona uygun bir şekilde gelecek çevresel tesirleri çeker. Eğer onu bir iyilik ve kötülük bilançosu olarak idrak edersek, onu en basit şekilde yorumlamış oluruz. Genelde Uzak-Doğu'da bir insanın bu hayatta yaptıkları bir daha ki hayatını etkileyeceği inanılır. Mesela, kaba bir örnekle, yaşamını bir alkolik olarak geçiren biri, karaciğeri sakat doğabilir. Aynı şekilde cezalar olduğu gibi ödüller de vardır. Bunların haricinde günlük hayatta gelen şanslar ve felaketlerde karmik sebeplere dayandırılıyor. Bu açıdan kader kavramına benzer ancak karmik açıdan "kör talih" diye bir şey yoktur, zira ne ekersek onu biçeriz. Bütün bu anlattıklarımızdan aslında daha ince bir mantık işlendiği var sayılır. Günümüzde, geçmiş hayatlara dayanarak regresyona başvuran psikoterapi yöntemleri mevcuttur. Bu şekilde Freud psikoterapisinin temelinde yatan sorunların çözümlerinde çoğu kez unutulmuş olan, geçmiş hadiselere dönmek yöntemi de, geçmiş hayatlar için de ayrıca uygulanır. Geçmiş hayatlara dönme yöntemine ekminezi denilir. Ekminezi genelde hipnoz ile doğum öncesine "regresyon" ile gerçekleşir.
Gerek insanın hüviyetini oluşturan, gerek dış etkenler tarafından şekilenen özellikler ve karmik yapısını içeren iç özellikler yine de "gerçek ben" değildir". Bunun sebebi insanın son aşamada karmik tesirlerin üstesine gelmesi gerektiği prensibinde yatar. Hint Upanişadlar'da aktarılan Vedanta felsefesine göre "Gerçek Ben" veya Atman, sürekli olarak etrafında olup bitenle, gelip geçici nesnelerle ile özdeşleşme durumunda olan ve Sanskritçe'de Ahamkara olarak bilinen alt benliği aşmakla erişilir. Şahsiyet kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı Latince'de maske anlamına gelen "persona" dan türemiştir, o halde bir maskenin arkasında gerçek bir kimlik olması gerek. Doğu yöntemlerde "Gerçek Benliğe" ulaşmanın bir yöntemi de, meditatif bir faaliyetle kişiliği soğan gibi soymakla erişilir, bütün zarlar kalktıktan sonra en içte kalan öz "Gerçek Benlik"tir. Başka bir yöntemle bir nehrin pınarını arar gibi düşüncelerin kaynağına inilir. İnsan zihni bir bilgisayar gibidir, ve programların gizli bölümlerine girmek için samiyet ve ciddi bir arayış parola görevini görür.
Atman, Monad veya Yüksek Benliğin modern psikolojide karşılığı superego'dur, ancak bu tam karşılığını vermez. Upanişadlar'da Atman ve Brahman'ın bir olduğu söylenir, yani Yüksek Benlik ve Evrensel Şuur veya Tanrı birdir. Yüksek Benlik "ilahi kıvılcım" veya jivatma'nın mekanıdır, ki bu daha önce belirtiğimiz gibi evrensel şuurun bir parçasıdır. İnsanda "ilahi kıvılcım" kendi ruhsal evrimini gerçekleştirmek üzere bir dizi enkarnasyonda çeşitli bedenler kullanır.
Suptil Bedenler
Teosofik öğretilere göre yüksek Benliğin mekanı kozal bedendir, kozal beden bir dizi yaşamdan en yüksek özellikleri etrafında toplayan inşaat halinde bir bedendir. Sutratma Yüksek Benlik ve ego arasındaki bağdır, geçmiş kişilikler bu bağ üzerinde birer boncuk gibi dizilirler. O halde, bir bakıma kişilik ölümden sonra varlığını sürdürmez, ama gelecek kişiliklerin karmik yapı malzemesini teşkil eder. Ölümsüz olan sadece ilahi kıvılcım veya jivatma'dır ve kullandığı bedenler işlerini gördükten sonra terk edilen birer araçtır. Ezoterik doktrinler insanda birden fazla bedenin bulunduğunu öğretir. Bunların arasında en kaba fiziksel bedendir. Şimdi bu bedenlere yakından bakalım.
Ezoterik doktrinlere göre bizim duyu ile algıladığımız fiziksel dünya dışında onunla aynı mekanı paylaşan duyu üstü alemler mevcuttur. Bunlara teosofistler kozmik planlar adını verdiler ve evrende yedi kozmik plan olduğunu belirtiler. Bu planların en kabası bizim algıladığımız fizik planıdır, diğerleri giderek suptileşiyor. Bir soğanın tabaklarına benzetsek en içteki tabaka en ruhsal ve suptil (ince) olandır ve en dıştaki en kaba ve fiziksel olandır. Bundan dolayı bazı okültistler bunlara iç planlar demeye tercih etmişlerdir. Kozmik planların birkaç tabakası olduğu gibi, bunların tam karşıtı olarak insanda da aynı şekilde maddenin en kaba türünden en suptil madde şekillere uzanan birkaç içsel tabakası bulunmaktadır. Bu tabakalar insanın çeşitli bedenlerini oluşturmaktadır. Fizik planında insanın bir fizik bedeni vardır. Aynı zamanda vital beden veya pranamayakoşa olarak bilinen eterik beden de, fizik planın daha yüksek titreşimli maddelerinden oluşmuştur. Her ne kadar eterik madde fizik planın bir parçası ise, hennüz bilim tarafından keşfedilmemiştir, ancak bio-enerji ve elektro-mağnetik alanlarla ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Astral beden ise astral maddeden oluşmuştur ve astral plan onun doğal mekanıdır. Aynı fizik bedeni gibi, onun da yüksek ve alçak tarafı vardır, alt astral arzuları ve duyuları kontrol eder ve yüzden ona bazen arzu bedeni veya Kama-Rupa denilir. Mental beden ise mental maddeden oluşmuştur ve metal plan onun doğal mekanıdır. Onun da, yüksek bir ve alçak bir tarafı vardır, Buddhi-Manas ve Kama-Manas. Mental beden zihinsel olması dolayısıyla, yüksek yanı felsefik ve yaratıcı düşünceleri içerir ve tali tarafı somut düşünce, bellek ve entellekti içerir.
Dördüncü seviyede ilahi kıvılcım, Monad'ın vazıtası kozal beden yer alır, ona ruh diyebiliriz. Ona ruh dememiz yanlış olmaz ve aynı diğer bedenler gibi onun da ömrü vardır, bundan dolayıdır kimine genç, kimine yaşlı ruh denilir. Birçok metafizik doktrinlerde dört değil de, yedi kozmik plandan söz edilir. Bu dört kozmik planın üstünde üç ruhsal plan vardır, ancak, konumuz insan bedenleri olduğundan pratik açıdan ilk dört planı almamız yeterlidir. Qabalah ayrıca dört alemden oluşmuş bir sistemi verir. Gurdjieff sistemi insanda bulunan bu dört unsurun karşılıklı iletişim ve ilişkileri konusunda ayrıntılı bilgi verir. Gurdjieff Vedalar'dan alınma atlı araba örneğini vererek arabayı fizik bedenine, atı duygulara, sürücü zihine ve yolcuyu "benliğe" benzetilmiştir. Hisler ve arzuları simgeleyen at, arabayı hareket ettirmektedir, ancak zihni simgeleyen sürücü atların dizginlerini elinde tutarak onları istenilen istikamette sevk etmesi gerek. Eğer araba ağır ise atlar onu çekmekte zorluk çeker ve hareket yavaş olur, ancak sürücü atları idare edemiyorsa, atlar vahşi ve ondan güçlü ise arabanın istikametini onlar belirler. Gurdjieff'e göre bazen yolcu arkadan emirler iletmektedir, ancak sürücü bunları duymamaktadır ve arabayı kendi düşüncesine göre sürdürmektedir.
Yukarıdaki şekil psikolog Carl Gustav Jung'a göre insandaki unsurları göstermektedir. Prensip olarak yukarıda söz edilen dörtlü, kadim Vedik tasnifinden farkı yoktur. Bu durumda sezgi dördüncü ruhsal prensiple aynıdır, ve duyular da fizik bedenine aittir.
İnisiyasyon (Süluk) - İnisiyasyon Nedir - İnisiyasyon Hakkında
İnisiyasyon (Süluk) kimi ansiklopedilerde bireyin spiritüel gelişimi için, ‘spiritüel tesir’i alıp aktarabilen bir üstadın sert ve sürekli kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınavlara dayalı tarzda, metodlu olarak eğitimi şeklinde tanımlanmaktadır. İnisiyasyon sözcüğünün kökeni, Latince’de “bir yere girme, iştirak etme, kabul edilme, başlama” anlamındaki “initium” sözcüğüdür. Osmanlı tarikat geleneğinde bulunan “süluk” kelimesi de, “iplik, sıra, dizi, yol, meslek, tutulan yol” anlamlarındaki Arapça “silk” sözcüğünden gelmektedir. Bir inisiyasyonda üstad (inisiyatör, mürşid) tektir, öğrenci (inisiye adayı, mürit) ancak inisiyasyonu tamamladığı zaman inisiye olur. İnisiyasyonu tamamlamamış olanlara inisiye denmez.
Aday seçimi
Tüm eski inisiyasyonlarda gizliliğe ve aday seçimine dikkat edilmiştir. İnisiyatik bir organizasyona her önüne gelen giremezdi, böyle bir organizasyon talip olan adayları kendi kriterlerine göre bir elemeden geçirirdi. Adayda geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral (manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılırdı. Adayda aranan gereken koşullar, gereken kapasite yeterli görüldüğünde aday birtakım sınavlardan geçirilirdi. Bu sınavlar her inisiyasyonda farklı olmuştur. Hakkında az çok bilgi sahibi olunan inisiyasyonlar arasında, eski Mısır, Moğolistan, Şamanizm, Maya, Mitraizm, Eleusis, Orfe ve Pisagor inisiyasyonları sayılabilir. Eski Mısır’daki gibi sert inisiyasyonlarda bazı sınavların ölümle sonuç verdiği anlatılmaktadır.
Eğitim
İnisiyasyonlarda üstad, bilgileri modern eğitimdeki gibi öğretmezdi. Yani bilgilerin hafızaya depolanması tarzında bir eğitim vermezdi. Yalnızca yolu ve yöntemleri gösterirdi. Öğrenci kurtuluş ya da aydınlanma denilen hedefe kendi iç çalışmasıyla erişmek zorundaydı. Nadiren de olsa, inisiyasyonu tamamlamadan ayrılmış olanların var olduğu belirtilmektedir. Bir inisiyatör, öğrencisinin kalbinden ve aklından geçenleri bilebilir ve hatta onun rüyalarını denetleyebilirdi. Bu yetenekten M.T.İ.A.D. eski başkanı Ergün Arıkdal psikoskopi adıyla söz eder. Asya’nın şamanist inisiyasyonlarında da üstadların öğrencisini öte-aleme götürüp geri getirdiği hakkında sayısız bilgi vardır. Mircea Eliade kitaplarıyla bu bilgilerin bir kısmını aktarmıştır. Benzer yetenekler Tibet’in eski Bon dininin şamanlarında da görülür.
İlk aşama ve ikinci doğuş
İlk eleme sınavlarını başarıyla atlatan öğrenciyi üç temel aşamanın ya da yedi tali aşamanın sözkonusu olduğu bir eğitim beklerdi. Bu üç temel aşamanın içerdiği ilahi hakikat bilgileri “sırlar” anlamına gelen misterler sözcüğüyle ifade edilir. Bunlar küçük misterler, büyük misterler ve hakiki misterler olarak bilinir. Kimileri küçük sırları çıraklık sırları, büyük sırları kalfalık sırları, hakiki (hakikata ait) sırları da ustalık sırları olarak adlandırır. Evrensel yasalar ile imajinasyon denetlemesi, nefs denetlemesi ve psişik yetenekler hakkındaki teorik bilgilerin verildiği birinci aşamanın sonlarina dogru aday ogrendikleri konusunda cesitli sinavlardan gecirilirdi. Bu sinavlardan basariyla gecen aday,sonunda “cehenneme iniş”,”yeraltına iniş” ya da “ölüm deneyimi” adı verilen, derin bir trans halinde geçmişiyle yüz yüze kaldığı bir gece geçirirdi. Bu tüm gerçek inisiyasyonlarda uygulanan bir deneyimdir. “İnisiyatik ölüm” de denilen bu deneyim sırasında trans halindeki aday, kimilerinin spatyum, kimilerinin esîrî, kimilerinin astral, kimilerinin gayb alemi dediği öte-alemde, görünmeyen alemde geçmişten getirmiş olduğu menfi birikimlerden vicdanî hesaplaşmayla kurtulmak zorundadır. Bu çok sarsıcı deneyimi sırasında, psişik yetenekleri çok güçlü olan üstadı onu yalnız bırakmaz, öte-alemdeki bu hesaplaşması sırasında kimilerinin astral seyahat, kimilerinin şuur projeksiyonu dediği yolla yanında olur. Platon ve Orfe, “vicdani hesaplaşma” da denilen bu deneyimin ilk etabını, zaten her insanın öldükten sonra yaşayacağı bir “kendi kendini yargılama” ve kefaretini ödeme olarak betimler. Deneyim sonunda aday, menfiliklerinden arınarak, yeryüzünde doğmadan önceki “saf şuur hali”ni elde etmiş bulunmaktadır. Kendisi ölüm-ötesi alemde yaşadıklarından sonra öyle büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmiştir ki, bir çocuk kadar, yeni doğmuş bir bebek kadar saflaşmış durumdadır. Aslında inisiyatik dilde “birinci doğuş” denilen bu deneyime, sonradan, egzoterik kesimce, anneden doğuş ilk doğuş olarak kabul edildiğinden, ikinci doğuş adı verilmiştir.
İkinci ve üçüncü aşama
kinci aşama inisiye adayının teorik olarak öğrendiklerini uygulama aşamasıdır. Adayın yüksek şuur hallerini, görünmez alemi ve birtakım realiteleri bizzat deneyimleyerek tanımasıyla edindiği bilgilerdir. Psişik yeteneklerin de geliştirildiği bir aşamadır. Tarihteki büyük majisyenlerin hepsi inisiyelerin içinden çıkmıştır. Fakat nefislerini denetleyebildikleri için bu güçlerini çıkarları için kullanmamışlardır.
Aslında inisiyatik dildeki ikinci doğuş bu aşamanın sonunda sözkonusu olurdu. Üçüncü aşama ise adayın spiritüel tesiri manevi alemden kendi başına, yani üstadı olmaksızın çekip aktarmayı başarmasıyla, daha doğrusu bu aktarıcılık halinin süreklilik kazanmasıyla tamamlanırdı. Bunun en belirgin belirtisi sezgi yoluyla (ilham, vahiy tarzında) bilgiler ifade etmesiydi. Artık karanlıkta yolunu görebilmesi için üstadının ışığına ihtiyacı yoktu kendi yolunu kendisi aydınlatabilir, hatta karanlıktaki diğerlerine de ışık tutabilirdi. Kendisine üç kez doğuş yaşatmış inisiyatörü elbette onun için “baba”ydı, o da “oğul”du. Bu yüzden inisiyelerden söz eden pek çok tradisyonda inisiyeler “oğullar” sözcüğüyle nitelendirilir. Ustasından manevi diplomasını alan inisiye isterse başka bir yerde kendi inisiyasyonunu kurabilirdi. Buna Anadolu’da el almak denir. İnisiye olmuş kişinin kendisi de başkalarını inisiye ettiği takdirde bir zincir meydana getirilmiş olur ki, bu zincire hermetik zincir, inisiyatik zincir, guru-parampara gibi çeşitli adlar verilmiştir.
İnisiyatik ünvanlar
Antik Yunan'daki inisiyasyonlarda kutsal misterleri açıklama fonksiyonunu belirtmek üzere, üstada verilen unvanlardan biri hiyerofanttır. Bu unvan “kutsal” anlamındaki “hiereos” sözcüğü ile “göstermek” anlamındaki “phainein” sözcüklerinden türetilmiş olup, “kutsalı gösteren” anlamına gelmektedir. Mistagog ise üstada verilen bir başka unvan olup, ilk aşamayı tamamlayan adayları sevk etme fonksiyonunu belirtir. “İnisiye edilen kişi” anlamına gelen “mystes” sözcüğü ile “sevk eden” anlamına gelen “agogos” sözcüklerinden türetilmiştir. Mist (mystes) sözcüğü kimilerine göre Grek tradisyonuna eski Mısır’dan geçmiş olup, ilk aşamayı tamamlayanlar için kullanılırdı. Fakat antik Yunan'da, ilk aşamayı tamamlayanlar için, “yeni yetişen bitki” anlamındaki neofit sözcüğü tercih edilmiştir.
Büyük inisiyeler
René Guénon gibi kimi yazarlar, İsa Peygamber ve Sakyamuni Buda’nın da aslında birer inisiye olduklarını ve onların üstad oldukları organizasyondan egzoterik kesime (avamı beşere) sızan bilgilerin sonradan birer din haline dönüşmüş olduklarından söz ederler. Batı kaynaklarında bilinen büyük inisiyeler arasında geçen belli başlı isimler Hermes Trismegistus, Sakyamuni Buda, Musa Peygamber, Pisagor, Platon, Orfe ve İsa Peygamber olarak belirtilir. Kuşkusuz bu isimlere Sufilik’ten, İslam ezoterizminden (Batınilik) birçok ismi eklemek gerekir. Bu liste aslında daha uzun olmalıdır. Çünkü inisiyasyonlarda gizlenme temel bir ilke olduğundan pek çok inisiyasyon ardında fazla kimlik bilgisi bırakmadan yok olmuştur.
İslami ezoterizmde inisiyasyon
İnisiyasyon denilen eğitim, Batınilikte, genel olarak “tedris, irşat” olarak ifade edilmekle birlikte, Tasavvufçular ve İslam İlahiyatçıları inisiyasyon sözcüğünün özel anlamdaki karşılığının tasavvuf olduğunu düşünürler. Bir inisiyasyonda tek olan üstad inisiyatör adı ile ifade edilir. İnisiye adı sözcük anlamıyla başlamış, kabul edilmiş anlamına gelmekteyse de terim günümüzde, inisiyasyonu tamamlayanları ifade etmek üzere kullanılan bir terim haline gelmiştir. Batınilikte üstad için mürşit, öğrencileri için mürit terimi kullanılır.
İnisiyasyon, tradisyonel ezoterik bilgilerin belli şartları taşıyanlar arasından seçilenlere uygulanan bazı deneysel sınavlar sonucunda başarılı olanlara aktarımı olarak da ifade edilebilmekle birlikte, inisiyasyon bilgi aktarımından ibaret değildir; hedef öğrencinin iç çalışmasıyla kendini geliştirerek, “kurtuluş” denilen hale ulaştırması ve spiritüel tesiri kendi başına aktarabilecek olgunluğa ulaşmasıdır.
Bu tür seçimler inisiyatörün sahip olduğu manevi nitelikleri taşıyanlar arasında yapılır; bu manevi nitelikler, kişinin irfanı kabul edip edemeyeceğini belli eden vasıflardır. Bu niteliklere sahip kişi manevi tekamül yoluna girmek üzere kendisi bizzat inisiyasyon merkezine gidebileceği gibi, bazen inisiyatör bu tür kişileri uzaktan takip edebilir ve belli bir noktadan sonra eğitim için yanına alabileceği gibi uzaktan da eğitebilir. Mevzu bahis vasıflara sahip kişiler belirli bazı yöntemlerle imtihan addedilen bir deneme sürecine sokulur; bunlar genelde manevi niteliklerin açığa çıkarılıp uygulanmasına dönük fiili sınavlardır.
Sınavlardan sonraki aşamada inisiyelere gizli sırlar öğretisi öğretilerek kişinin bilmek'le değil olmak'la sırları çözeceği gösterilir. Bununla birlikte inisiyasyon sürecinde devam eden eğitim üç ana başlık altında toplanır: Yaratıcı Mutlak Güç, İnsan ve Sırları, Kozmoloji.
Ezoterik bilgi ile egzoterik bilginin kıyaslanması
İnisiyatik bilgi, onun dışında kalan profan ya da egzoterik bilgiden tamamen farklı bir yapıda ve haldedir. Profan bilginin fiilen yaşama dahil edilmesi zor veya dolaylıdır. Oysa inisiyatik bilgi yaşamla daima iç içe olan belli bir tahakkuk süreci gerektiren bir bilgi türüdür. Zaten profan bilginin algı merkezi bilinçteki rasyonel akıl diyebileceğimiz dünyevi zeka ve kavrayışken inisiyatik bilgi kişinin hakikati idrak kabiliyeti olan müdrike, intelect'tir. Zaten entelektüel kelimesinin gerçek anlamı da bu irfanı kavramış yetkin kişilere işaret eder. İntelect rasyonelite gibi zekaya dayalı olarak değil bizzat idrake dayalı olarak hakikati sezer ve sonrasında açıkça görür. İnisiyasyonun temel konusu olan Yaratıcı Mutlak Güç insanı kendi kemali üzre var ettiği için inisiye eğitim sürecinde esasen öğrenmeye değil zaten kendi gerçekliğinde mevcut olanı hatırlamaya çalışır ve insanın bu yönüyle Kainat'ı incelemesi dahi aslında kendindeki bilgiye ulaşma çabasıdır. Bunun içinde tüm gayretini kendini tanımaya vererek kıyaslamalı olarak Kozmolojide gördüğü manaların kendindeki sembollerini bir bir açığa çıkararak kendini gerçekleştirir.
Gizlilik ilkesi
İnisiyatik bilginin avama anlatılamayacak sır nitelikli yapısı nedeniyle bu eğitimi aktaran merkezler tarih boyunca gizlilik ilkesiyle saklanmışlardır. Aksi taktirde aktarılan irfanın, dinin ezoterik yani içrek-batıni yönünü taşıması nedeniyle yanlış anlamalara ve inanç sapkınlıklarına yolaçacağı biliniyordu. Bu nedenle inisiyatik merkezler;
1.İnisiyelerin gizli seçimlerine dayalı bir yapısal genişlemeye sahip,
2.İnisiyatik öğrenimi tamamlamış inisiyelerin başkalarını yetiştirmek üzere oluşturulan hiyerarşik yapısı sayesinde öğretisi silsile ile aktarılan,
3.Öğretinin aktarımında hem kozmolojik varoluşla yapılacak olan kıyaslamalarda kolaylık sağlamaya hem de yine gizliliği devam ettirme de rol oynaması bakımından sembolizmin ağırlıklı olarak kullanıldığı toplumdan uzak merkezlerdir.
Aday seçimi
Tüm eski inisiyasyonlarda gizliliğe ve aday seçimine dikkat edilmiştir. İnisiyatik bir organizasyona her önüne gelen giremezdi, böyle bir organizasyon talip olan adayları kendi kriterlerine göre bir elemeden geçirirdi. Adayda geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral (manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılırdı. Adayda aranan gereken koşullar, gereken kapasite yeterli görüldüğünde aday birtakım sınavlardan geçirilirdi. Bu sınavlar her inisiyasyonda farklı olmuştur. Hakkında az çok bilgi sahibi olunan inisiyasyonlar arasında, eski Mısır, Moğolistan, Şamanizm, Maya, Mitraizm, Eleusis, Orfe ve Pisagor inisiyasyonları sayılabilir. Eski Mısır’daki gibi sert inisiyasyonlarda bazı sınavların ölümle sonuç verdiği anlatılmaktadır.
Eğitim
İnisiyasyonlarda üstad, bilgileri modern eğitimdeki gibi öğretmezdi. Yani bilgilerin hafızaya depolanması tarzında bir eğitim vermezdi. Yalnızca yolu ve yöntemleri gösterirdi. Öğrenci kurtuluş ya da aydınlanma denilen hedefe kendi iç çalışmasıyla erişmek zorundaydı. Nadiren de olsa, inisiyasyonu tamamlamadan ayrılmış olanların var olduğu belirtilmektedir. Bir inisiyatör, öğrencisinin kalbinden ve aklından geçenleri bilebilir ve hatta onun rüyalarını denetleyebilirdi. Bu yetenekten M.T.İ.A.D. eski başkanı Ergün Arıkdal psikoskopi adıyla söz eder. Asya’nın şamanist inisiyasyonlarında da üstadların öğrencisini öte-aleme götürüp geri getirdiği hakkında sayısız bilgi vardır. Mircea Eliade kitaplarıyla bu bilgilerin bir kısmını aktarmıştır. Benzer yetenekler Tibet’in eski Bon dininin şamanlarında da görülür.
İlk aşama ve ikinci doğuş
İlk eleme sınavlarını başarıyla atlatan öğrenciyi üç temel aşamanın ya da yedi tali aşamanın sözkonusu olduğu bir eğitim beklerdi. Bu üç temel aşamanın içerdiği ilahi hakikat bilgileri “sırlar” anlamına gelen misterler sözcüğüyle ifade edilir. Bunlar küçük misterler, büyük misterler ve hakiki misterler olarak bilinir. Kimileri küçük sırları çıraklık sırları, büyük sırları kalfalık sırları, hakiki (hakikata ait) sırları da ustalık sırları olarak adlandırır. Evrensel yasalar ile imajinasyon denetlemesi, nefs denetlemesi ve psişik yetenekler hakkındaki teorik bilgilerin verildiği birinci aşamanın sonlarina dogru aday ogrendikleri konusunda cesitli sinavlardan gecirilirdi. Bu sinavlardan basariyla gecen aday,sonunda “cehenneme iniş”,”yeraltına iniş” ya da “ölüm deneyimi” adı verilen, derin bir trans halinde geçmişiyle yüz yüze kaldığı bir gece geçirirdi. Bu tüm gerçek inisiyasyonlarda uygulanan bir deneyimdir. “İnisiyatik ölüm” de denilen bu deneyim sırasında trans halindeki aday, kimilerinin spatyum, kimilerinin esîrî, kimilerinin astral, kimilerinin gayb alemi dediği öte-alemde, görünmeyen alemde geçmişten getirmiş olduğu menfi birikimlerden vicdanî hesaplaşmayla kurtulmak zorundadır. Bu çok sarsıcı deneyimi sırasında, psişik yetenekleri çok güçlü olan üstadı onu yalnız bırakmaz, öte-alemdeki bu hesaplaşması sırasında kimilerinin astral seyahat, kimilerinin şuur projeksiyonu dediği yolla yanında olur. Platon ve Orfe, “vicdani hesaplaşma” da denilen bu deneyimin ilk etabını, zaten her insanın öldükten sonra yaşayacağı bir “kendi kendini yargılama” ve kefaretini ödeme olarak betimler. Deneyim sonunda aday, menfiliklerinden arınarak, yeryüzünde doğmadan önceki “saf şuur hali”ni elde etmiş bulunmaktadır. Kendisi ölüm-ötesi alemde yaşadıklarından sonra öyle büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmiştir ki, bir çocuk kadar, yeni doğmuş bir bebek kadar saflaşmış durumdadır. Aslında inisiyatik dilde “birinci doğuş” denilen bu deneyime, sonradan, egzoterik kesimce, anneden doğuş ilk doğuş olarak kabul edildiğinden, ikinci doğuş adı verilmiştir.
İkinci ve üçüncü aşama
kinci aşama inisiye adayının teorik olarak öğrendiklerini uygulama aşamasıdır. Adayın yüksek şuur hallerini, görünmez alemi ve birtakım realiteleri bizzat deneyimleyerek tanımasıyla edindiği bilgilerdir. Psişik yeteneklerin de geliştirildiği bir aşamadır. Tarihteki büyük majisyenlerin hepsi inisiyelerin içinden çıkmıştır. Fakat nefislerini denetleyebildikleri için bu güçlerini çıkarları için kullanmamışlardır.
Aslında inisiyatik dildeki ikinci doğuş bu aşamanın sonunda sözkonusu olurdu. Üçüncü aşama ise adayın spiritüel tesiri manevi alemden kendi başına, yani üstadı olmaksızın çekip aktarmayı başarmasıyla, daha doğrusu bu aktarıcılık halinin süreklilik kazanmasıyla tamamlanırdı. Bunun en belirgin belirtisi sezgi yoluyla (ilham, vahiy tarzında) bilgiler ifade etmesiydi. Artık karanlıkta yolunu görebilmesi için üstadının ışığına ihtiyacı yoktu kendi yolunu kendisi aydınlatabilir, hatta karanlıktaki diğerlerine de ışık tutabilirdi. Kendisine üç kez doğuş yaşatmış inisiyatörü elbette onun için “baba”ydı, o da “oğul”du. Bu yüzden inisiyelerden söz eden pek çok tradisyonda inisiyeler “oğullar” sözcüğüyle nitelendirilir. Ustasından manevi diplomasını alan inisiye isterse başka bir yerde kendi inisiyasyonunu kurabilirdi. Buna Anadolu’da el almak denir. İnisiye olmuş kişinin kendisi de başkalarını inisiye ettiği takdirde bir zincir meydana getirilmiş olur ki, bu zincire hermetik zincir, inisiyatik zincir, guru-parampara gibi çeşitli adlar verilmiştir.
İnisiyatik ünvanlar
Antik Yunan'daki inisiyasyonlarda kutsal misterleri açıklama fonksiyonunu belirtmek üzere, üstada verilen unvanlardan biri hiyerofanttır. Bu unvan “kutsal” anlamındaki “hiereos” sözcüğü ile “göstermek” anlamındaki “phainein” sözcüklerinden türetilmiş olup, “kutsalı gösteren” anlamına gelmektedir. Mistagog ise üstada verilen bir başka unvan olup, ilk aşamayı tamamlayan adayları sevk etme fonksiyonunu belirtir. “İnisiye edilen kişi” anlamına gelen “mystes” sözcüğü ile “sevk eden” anlamına gelen “agogos” sözcüklerinden türetilmiştir. Mist (mystes) sözcüğü kimilerine göre Grek tradisyonuna eski Mısır’dan geçmiş olup, ilk aşamayı tamamlayanlar için kullanılırdı. Fakat antik Yunan'da, ilk aşamayı tamamlayanlar için, “yeni yetişen bitki” anlamındaki neofit sözcüğü tercih edilmiştir.
Büyük inisiyeler
René Guénon gibi kimi yazarlar, İsa Peygamber ve Sakyamuni Buda’nın da aslında birer inisiye olduklarını ve onların üstad oldukları organizasyondan egzoterik kesime (avamı beşere) sızan bilgilerin sonradan birer din haline dönüşmüş olduklarından söz ederler. Batı kaynaklarında bilinen büyük inisiyeler arasında geçen belli başlı isimler Hermes Trismegistus, Sakyamuni Buda, Musa Peygamber, Pisagor, Platon, Orfe ve İsa Peygamber olarak belirtilir. Kuşkusuz bu isimlere Sufilik’ten, İslam ezoterizminden (Batınilik) birçok ismi eklemek gerekir. Bu liste aslında daha uzun olmalıdır. Çünkü inisiyasyonlarda gizlenme temel bir ilke olduğundan pek çok inisiyasyon ardında fazla kimlik bilgisi bırakmadan yok olmuştur.
İslami ezoterizmde inisiyasyon
İnisiyasyon denilen eğitim, Batınilikte, genel olarak “tedris, irşat” olarak ifade edilmekle birlikte, Tasavvufçular ve İslam İlahiyatçıları inisiyasyon sözcüğünün özel anlamdaki karşılığının tasavvuf olduğunu düşünürler. Bir inisiyasyonda tek olan üstad inisiyatör adı ile ifade edilir. İnisiye adı sözcük anlamıyla başlamış, kabul edilmiş anlamına gelmekteyse de terim günümüzde, inisiyasyonu tamamlayanları ifade etmek üzere kullanılan bir terim haline gelmiştir. Batınilikte üstad için mürşit, öğrencileri için mürit terimi kullanılır.
İnisiyasyon, tradisyonel ezoterik bilgilerin belli şartları taşıyanlar arasından seçilenlere uygulanan bazı deneysel sınavlar sonucunda başarılı olanlara aktarımı olarak da ifade edilebilmekle birlikte, inisiyasyon bilgi aktarımından ibaret değildir; hedef öğrencinin iç çalışmasıyla kendini geliştirerek, “kurtuluş” denilen hale ulaştırması ve spiritüel tesiri kendi başına aktarabilecek olgunluğa ulaşmasıdır.
Bu tür seçimler inisiyatörün sahip olduğu manevi nitelikleri taşıyanlar arasında yapılır; bu manevi nitelikler, kişinin irfanı kabul edip edemeyeceğini belli eden vasıflardır. Bu niteliklere sahip kişi manevi tekamül yoluna girmek üzere kendisi bizzat inisiyasyon merkezine gidebileceği gibi, bazen inisiyatör bu tür kişileri uzaktan takip edebilir ve belli bir noktadan sonra eğitim için yanına alabileceği gibi uzaktan da eğitebilir. Mevzu bahis vasıflara sahip kişiler belirli bazı yöntemlerle imtihan addedilen bir deneme sürecine sokulur; bunlar genelde manevi niteliklerin açığa çıkarılıp uygulanmasına dönük fiili sınavlardır.
Sınavlardan sonraki aşamada inisiyelere gizli sırlar öğretisi öğretilerek kişinin bilmek'le değil olmak'la sırları çözeceği gösterilir. Bununla birlikte inisiyasyon sürecinde devam eden eğitim üç ana başlık altında toplanır: Yaratıcı Mutlak Güç, İnsan ve Sırları, Kozmoloji.
Ezoterik bilgi ile egzoterik bilginin kıyaslanması
İnisiyatik bilgi, onun dışında kalan profan ya da egzoterik bilgiden tamamen farklı bir yapıda ve haldedir. Profan bilginin fiilen yaşama dahil edilmesi zor veya dolaylıdır. Oysa inisiyatik bilgi yaşamla daima iç içe olan belli bir tahakkuk süreci gerektiren bir bilgi türüdür. Zaten profan bilginin algı merkezi bilinçteki rasyonel akıl diyebileceğimiz dünyevi zeka ve kavrayışken inisiyatik bilgi kişinin hakikati idrak kabiliyeti olan müdrike, intelect'tir. Zaten entelektüel kelimesinin gerçek anlamı da bu irfanı kavramış yetkin kişilere işaret eder. İntelect rasyonelite gibi zekaya dayalı olarak değil bizzat idrake dayalı olarak hakikati sezer ve sonrasında açıkça görür. İnisiyasyonun temel konusu olan Yaratıcı Mutlak Güç insanı kendi kemali üzre var ettiği için inisiye eğitim sürecinde esasen öğrenmeye değil zaten kendi gerçekliğinde mevcut olanı hatırlamaya çalışır ve insanın bu yönüyle Kainat'ı incelemesi dahi aslında kendindeki bilgiye ulaşma çabasıdır. Bunun içinde tüm gayretini kendini tanımaya vererek kıyaslamalı olarak Kozmolojide gördüğü manaların kendindeki sembollerini bir bir açığa çıkararak kendini gerçekleştirir.
Gizlilik ilkesi
İnisiyatik bilginin avama anlatılamayacak sır nitelikli yapısı nedeniyle bu eğitimi aktaran merkezler tarih boyunca gizlilik ilkesiyle saklanmışlardır. Aksi taktirde aktarılan irfanın, dinin ezoterik yani içrek-batıni yönünü taşıması nedeniyle yanlış anlamalara ve inanç sapkınlıklarına yolaçacağı biliniyordu. Bu nedenle inisiyatik merkezler;
1.İnisiyelerin gizli seçimlerine dayalı bir yapısal genişlemeye sahip,
2.İnisiyatik öğrenimi tamamlamış inisiyelerin başkalarını yetiştirmek üzere oluşturulan hiyerarşik yapısı sayesinde öğretisi silsile ile aktarılan,
3.Öğretinin aktarımında hem kozmolojik varoluşla yapılacak olan kıyaslamalarda kolaylık sağlamaya hem de yine gizliliği devam ettirme de rol oynaması bakımından sembolizmin ağırlıklı olarak kullanıldığı toplumdan uzak merkezlerdir.
Etiketler: alternatif tıp,sağlık,resim,sanat
hakkında,
İnisiyasyon,
Nedir,
süluk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)