İnsan, doğası gereği hem merak eden hem de kaçan bir varlıktır. Gerçeği ararken bir yandan da ona sırtını dönmeyi başarabilen bu çelişkili doğa, "kasıtlı körlük" dediğimiz olguyu doğurur. Kasıtlı körlük, bir insanın bilerek ve isteyerek gerçeği görmezden gelmesi, rahatsız edici bir hakikati yok sayması ya da ona karşı duyarsızlaşmasıdır. Peki, bu bir zayıflık mıdır, yoksa hayatta kalmak için geliştirilmiş bir savunma mekanizması mı?
Günlük hayatımızda kasıtlı körlüğün izlerine sıkça rastlarız. Sabah kahvemizi yudumlarken haberlerde gördüğümüz bir felaketi birkaç saniye içinde unuturuz. Sokakta yanından geçtiğimiz birinin çaresizliğini fark eder, ama başımızı çevirip yolumuza devam ederiz. Belki de bu, zihnimizin bize sunduğu bir lütuf: Her acıyı, her gerçeği içselleştirseydik, nasıl ayakta kalırdık? Ancak bu lütuf, aynı zamanda bir lanete dönüşebilir. Çünkü görmezden geldiklerimiz, yok olmaz; yalnızca birikir ve bir gün bize geri döner.
Kasıtlı körlük, bireysel bir tercih olmanın ötesine geçtiğinde toplumsal bir hastalığa evrilir. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Savaşların, soykırımların, adaletsizliklerin gölgesinde "bilmiyordum" ya da "görmedim" diyenler, çoğu zaman gerçeği bilmekten kaçmışlardır. Bu kaçış, suç ortaklığına dönüşebilir. Hannah Arendt’in "kötülüğün sıradanlığı" kavramı tam da burada devreye girer: Kötülük, büyük bir irade ya da şeytani bir niyet gerektirmez; bazen sadece gözlerini kapamak yeter.
Peki, neden körlüğü seçeriz? Belki gerçek, konfor alanımızı tehdit eder. Belki de değişim talep eder ve bu, bize ağır gelir. Mesela, iklim krizini düşünelim. Bilimsel veriler ortadadır, görüntüler çarpıcıdır: eriyen buzullar, yanan ormanlar, yok olan türler. Yine de birçoğumuz bu gerçeği kasıtlı bir körlükle örter. Plastik kullanmaya devam eder, tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamayız. Çünkü görmek, harekete geçmeyi gerektirir; harekete geçmek ise fedakârlık ister.
Ancak kasıtlı körlük, her zaman bilinçli bir seçim değildir. Bazen zihnimiz, bizi korumak için gerçeği filtreler. Travmalar, kayıplar ya da korkular karşısında bu körlük, bir nevi sığınak olur. Bu noktada, ona bir suç isnat etmek haksızlık olabilir. İnsan, nihayetinde kırılgan bir varlıktır ve her yükü taşıyacak güce sahip değildir.
Sonuç olarak, kasıtlı körlük ne tamamen bir kusur ne de masum bir kaçıştır. O, insan olmanın karmaşıklığında bir ara renktir. Önemli olan, bu körlüğün farkına varmaktır. Gözlerimizi ne zaman kapattığımızı, neyi görmezden geldiğimizi sorgulamak, belki de bizi daha bilinçli bir varoluşa yaklaştırır. Çünkü gerçek, biz ona bakmasak da oradadır; ve er ya da geç, o gerçeğin sesi kulaklarımızda yankılanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder