Bu kişiler seçtikleri ilk yolda yenilgiye uğramasalardı belki de tarih çok farklı yazılacaktı ve biz onları hiç tanımayacaktık. Donald D. Besore’un Aykırı Yayıncılık tarafından yayımlanan “Tarihi Değiştiren Başarısızlıklar” (Success from Failure) adlı kitabı işte bu “büyük” adamların, kaderin cilvesi olarak tanımlayabileceğimiz, başarısızlıklarını ortaya koyuyor.
Papaz
Joseph Stalin
Joseph Stalin –veya okuldaki arkadaşlarının ona taktığı adıyla Soso – aslında bir papaz okuluna gidiyordu.
Ancak bir dini okul için fazlasıyla asi bir öğrenciydi. Tolstoy ve Marx gibi “sakıncalı” yazarların eserlerini okuyor; bunları başka öğrencilerle paylaşıyor; iktidar, zenginlik ve bunlarla ne yapılabileceğine ilişkin dualar ediyordu. Bu ve buna benzer davranışları nedeniyle de sık sık okul müdürü tarafından hücre hapsine gönderiliyordu.
Ancak bu cezalar Stalin’i yıldıracağına daha da fazla hırslandırıyordu. Soso, okul içindeki bir grubun lideri olarak eylemlerine devam ediyordu. Grup üyeleri, müdürün otoritesini her geçen gün daha fazla sorgulamaya başlamışlardı. Tüm bunların sonucunda okuldan kovulması ve papazlık hakkının elinden alınması kaçınılmazdı. Daha sonraları annesi sağlık nedenleriyle oğlunu okuldan aldığını iddia edecekti ama Soso, ateist, yurtsever ve sosyalist eğilimli bir grup olan “Mesame Dasi”nin lideri olduğu için kovulduğunu biliyordu.
Eğer Soso’ya papazlar ve Tiflis’teki dini okulun müdürü Germogen daha farklı davransaydı 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi. Stalin’in hırsı Ortodoks Kilisesi’nde bir rahip olmaya yönlendirilseydi, bunun o dönemin Rusyası için çok önemli sonuçları olabilirdi.
Asker
Oliver Wendell Holmes
1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney Amerika arasında gerçekleşen Amerikan İç Savaşı’nda Massachusetts 20. Piyade Alayı’na bağlı bir asker olarak savaşan Oliver Wendell Holmes, savaşın kaybedenler tarafında yer alıyordu. Alaylarının başındaki General Hooker’ın başarısız komuta stratejisi yüzünden 97 bin askerden 16 bini hayatını kaybetmişti
Holmes aslında, Amerika’nın en önemli hukukçularından biriydi. Meslek olarak askerliği seçmemişti. Çağının bir ürünüydü. Amerikan İç Savaşı’nın girdabına yakalanmıştı. New England’da doğmuş ve büyümüştü. Davasına inanıyordu. Zamanın yazarları ile kölelik karşıtı olan birçok kişi kendi rızaları ile onunla çalışmışlardı.
Uzun süren hayatında, savaşın ekonomik ve ulusal gerçeklerini kabul etmiş, ancak insanlığa getirdiği acılardan da nefret etmişti. Savaştan sonra Harvard’a dönüp çok ünlü bir yazar ve akademisyen oldu. Massachusetts Baş Yargıçlığı’na yükseldikten sonra ABD Anayasa Mahkemesi yedek hâkimi oldu. ABD hukuk tarihinde, görevinde en uzun süre kalan kişidir. Holmes, 1935 yılında, arkasında bugün hâlâ birçok davada atıfta bulunulan görüşlerini miras bırakarak 94 yaşında öldü.
Amiral
Dwight David Eisenhower
Küçük Eisenhower, hem ağabeyinin öğrenimini karşılayacak hem de kendisinin Deniz Harp Akademisi’nde okumasını sağlayacak parayı bir araya getirmek için bir süthanede çalışıyordu. Bu arada çok sıkı bir şekilde akademinin sınavına hazırlanıyordu. Sonuçta sınavı gerçekten de iyi bir dereceyle geçti, ancak yirmi yaşında olduğu için koşulları Annapolis’e, yani ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi’ne girmeye yetmiyordu. Ama West Point’teki kara harp okuluna kabul edilmişti
Dostluk ve öğrenme arzusu ile amiral olmak ya da donanmada meslek edinmek isteyen bu dinç ve kuvvetli genç adam, bir general, tarihteki en büyük silahlı kuvvetlerin komutanı ve ABD’nin 34’üncü Başkanı olarak biliniyor. Eğitim konusunda ne kadar kararlı olduğunu ve Annapolist’e girse orada da başarılı olacağını tahmin edebiliriz.
Ne olursa olsun, askerler için zor geçen 1920’ler ve 1930’larda kariyerine devam edip yükselirdi. Askeri akademide de sınıf birincisi olmuştu. Ancak Annapolis’e kabul edilseydi ve Donanma Komutanı olsaydı belki de hiçbir zaman Amerikan Başkanı unvanını alamayacaktı.
Yargıç
Harry S. Truman
ABD’nin 33. Başkanı olan Harry S. Truman, Kansas City Üniversitesi’nde okuduğu Hukuk Bölümü’nden mezun olamadı. Buna rağmen, girişkenliği ve lider ruhu sayesinde kısa sürede kendini gösterdi ve 1922 yılında Jackson Bölgesi politika lideri Tom Pendergast önderliğinde bölge yargıcı oldu. Ancak 1924 yılında tekrarlanan seçimleri, dönemin etkili ırkçı örgütü Klu Klux Klan’ın üyelerini kızdıran ve onların oylarını istemediğine dair bir konuşma yapması sonucu, kaybetti.
Yargıç Harry S. Truman bundan sonraki siyasi hayatında hiçbir seçimi kaybetmedi. 1926’da yargıçlığa geri döndü ve 1934’te Missouri’den senatör seçildi. Tanınmış bir aileye mensup olması ve partisine karşı sadakati Demokrat Parti içinde yükselmesini, önem kazanmasını ve saygı görmesini sağladı
Amerikan Başkanı Roosevelt’in, görevi devam ederken vefat etmesinin ardından ABD Başkanı seçildi. Başkanlığı boyunca, Japonya’ya atom bombası atılması, Kore Savaşı’nın başlatılması, Marshall Planı’nın uygulamaya konulması gibi dünya tarihini etkileyen kararlara imza attı.
Boksör
John J. Sirica
Tanınmış bir boksör olmak için yanıp tutuşan John Sirica, ailesinin tüm itirazlarına rağmen Georgetown’daki evini bırakıp Miami’ye, hayalinin peşinden koşmaya gelmişti. Gerçekten de her şey istediği gibi gidiyordu, iyi bir boksör olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Ta ki Miami’ye gelmeden önce girdiği avukatlık sınavını geçtiğini öğrenene kadar…
Oysa Sirica sınavda başarılı olabileceğine hiç ihtimal vermemişti. Ailesine karşı duyduğu sorumluluk duygusu da baskın geldiği için kariyerine hukuk alanında devam etmeye karar verdi.
Genç boksör John J. Sirica, Washington’da ABD Bölge Hukuk Mahkemesi Baş Yargıcı olacak ve sansasyon yaratan birçok siyasi rüşvet ve ağır ceza davalarına başkanlık ederek tüm bu davaların altından başarı ile kalkacaktı. Tarih hiçbir zaman, Watergate davasına Sirica’dan başkası başkanlık etseydi ne olabilirdi sorusunun cevabını veremeyecek.
Çiftçi
Ulysses S. Grant
ABD’nin 18. Başkanı olan Ulysses S. Grant, gençliğinde bir çiftçiydi. Kayınpederinden kalan toprakları değerlendirmeye çalışıyordu, fakat bu meslekte geçirdiği birkaç sene içinde, gerek kuraklık, gerekse fazla yağmur yüzünden başarısız olmuş, mahsulleri zarar gördüğü için çok da para kaybetmişti. Son olarak çiftliğinin yakınında çıkan yangın, bardaktaki son damlayı da taşırdı: Grant artık çiftçilik yapmayacaktı
Aslında Grant’in hayatı adeta bir pembe dizi gibi geçmişti. West Point Askeri Akademisi’ni kazanmıştı, fakat okuldaki notları disiplin ve akademik başarı yoksunluğunu gösteriyordu. Buna rağmen binicilik ve eskrimde çok başarılıydı. Askerleri idare etmede de belirli bir yeteneği vardı. İçki ile olan ilişkisi efsane haline gelmişti. Ordudan da içki alışkanlığı yüzünden uzaklaştırılmıştı. Çiftçilik macerası da bundan sonra başlamıştı. Ancak kader onu yine ilk mesleğine döndürdü.
İç Savaş başladığında Kuzey ordusu, Illinois’den gelen gönüllülere komutanlık yapmak üzere albaylık rütbesiyle Grant’i geri aldı. General Grant girdiği tüm çarpışmaları zaferle bitiriyordu. Sonuçta Kuzey ordularının başkomutanlığına kadar yükseldi. Savaş sonrası yeniden yapılanmanın karmaşasında Grant Amerikan başkanlığına adaylığını koydu. Ancak 8 yıllık görevi boyunca Amerika’nın gördüğü en beceriksiz başkanlarından biri olmuştur. Savaşta insanları çok iyi değerlendirdiği halde aynı yeteneği politikada gösteremedi.
Doktor
Georges Clemenceau
Babası tarafından, tıp okuması için ailesinden uzağa, Paris’e gelmişti. Ancak onun bütün gayesi, kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla birlikte Fransa’daki imparatorluk rejimi yerine cumhuriyeti getirmekti. Genç öğrenci tıp eğitimini sürdürürken radikal eylemlerine ve yandaşlarının sayısını artırmaya da devam ediyordu. Bu durum hükümetin bile dikkatini çekmişti. Gizli polis peşinde dolaşmaya başlamıştı. Zamanla daha da cesurlaştı ve Le Travail adında bir gazete kurdu. Rejimi yeren yazılarından dolayı sonunda hapse atıldı. 73 gün sonra serbest bırakılan genç Fransız, dava arkadaşlarıyla temasa geçerek kraliyet yönetimini devirmek üzere devrimci eylemlerine devam etti.
Fakat tıp eğitimini tamamlamak için eylemlere aktif katılımdan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Diplomasını aldıktan bir süre sonra Amerika’ya yerleşti. Sedan’ın düşerek rejimin değişmesinden hemen sonra Paris’e döndü ve siyasi hayata yavaş yavaş adım attı
Yazdığı başyazılardan dolayı “Kaplan” (le Tigre) lakabını alan doktor, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa Başbakanı olan Georges Clemenceau idi. Clemenceau, siyasi bir kişilik ve deneyimli bir devlet adamı olmanın ötesinde değerlere sahipti. Günümüzde, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bombardımanda Paris’in yaşadığı zor günlerde Fransız halkının en büyük yol göstericisi olarak hatırlanmaktadır. Ayrıca Versailles Barış Antlaşması’nın yapılmasında önemli bir rol oynamıştır. 1894 yılında, Yahudi bir Fransız subayının casuslukla suçlandığı Alfred Dreyfus Davası’nın yeniden açılmasını sağlayarak başarısının doruğuna ulaştı.
Ressam
Adolf Hitler
1900’lü yılların başlarında, sanatla uğraşan iki genç adam, şanslarını aramak ve eğitim almak için Viyana’ya geldiler ve birlikte bir oda tuttular. Müzisyen olan Gus, giriş sınavlarını verdiği Müzik Akademisi’ne kaydını yaptırmıştı, ancak ressam olan Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmedi. Bu da onu kıskanç ve öfkeli biri haline getirdi. 1908 yılında şansını tekrar denedi, ancak Akademi’den yine ret cevabı aldı. Ressam bundan sonra Viyana sokaklarında sefil bir hayat yaşamaya başladı. Başını yaslayacak nereyi bulursa orada uyuyordu. Bir süre sonra akıl sağlığını bile yitirir gibi olmuştu. Az da olsa para biriktirerek hayata tutunabilmek için kar küremeyi, bavul taşımayı ve hatta dilenmeyi bile denedi, ama beceremedi.
Sonunda, kaldığı barınakta kendisi gibi bir ressamla tanıştı. Beraber iş yapmaya karar verdiler. Bunun için genç ressam ilk defa ailesinden borç para istedi. Küçük bir otel odası tutarak çizimlerini yapmaya başladı. Kaldığı yerde başka insanlarla tanıştı ve kendini çok geçmeden siyasi tartışmaların ortasında buldu. Uzun süredir uyuşmuş olan düşünceleri, bir tartışma grubunun lideri olana kadar gelişti. Yeni aşkına kendini o kadar kaptırmıştı ki ortaklığı bozulmuştu.
Ressam, Viyana’da beş buçuk yıl kaldı. Burada arkadaşsız, umutsuz ve parasız geçirdiği yıllar boyunca dibin de dibine vurmuştu. Fakat şehri terk ettiğinde sertleşmiş, politika ateşiyle yanan bir adam haline gelmişti. Bu ressam, tarihin en gaddar ve en kötü adamı olarak kabul edilen Adolf Hitler’den başkası değildi. Hitler, birçok ülkenin nüfusundan da fazla sayıda insanın ölümünden sorumluydu. Tek başına karar vererek bir ırka, Musevilere karşı soykırımı resmi hükümet politikası yaptı. Viyana’da Güzel Sanatlar Akademisi tarafından yetenekli bulunsaydı belki de bu talihsizliklerin hiçbirisi yaşanmayacaktı
Yazar
Charles De Gaulle
Askeri Akademi mezunu Charles De Gaulle, I. Dünya Savaşı sonrasında katıldığı Polonya-Sovyet Savaşı’nda edindiği tecrübelerden yola çıkarak birçok kitap yazdı. Fransa’da rağbet gören statik savunma doktrini yerine, mekanize ve zırhlı birliklerden olaşacak modern bir ordunun kurulması gerektiğini savundu. Ancak görüşleri, askeri otoriteler tarafından hoş karşılanmadı. Bu nedenle de De Gaulle, savaş arası dönemde kariyerinde çok yavaş ilerledi. II. Dünya Savaşı başladığında henüz albay rütbesindeydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder