Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

10 Şubat 2011 Perşembe

Karşılıksız sevgiyle; Rahibe Teresa

Temiz Bir Su Damlası
Rahibe Teresa
Karşılıksız sevgiyle; kimseyi ırkından, cinsiyetinden ya da inancından dolayı ayırmadan, Tanrı’nın tüm kullarına yardım elini uzatmak! Bundan daha büyük bir ibadet olabilir mi?





Rahibe Teresa, bugünkü Arnavut topraklarında doğdu. Ölümünden altı yıl sonra “Kutsal Kişi” olarak ilan edildi. Rahip arkadaşına yazdığı mektupların, ölümünden sonra ortaya çıkmasıyla Teresa’nın inancıyla ilgili birçok yorum yapıldı. “Teresa, yoksa Tanrı’ya inanmıyor muydu?” “Dini inancı aslında yok muydu?”
Onun hisleri ya da düşünceleri, bildiğimiz kalıplar dâhilinde incelenecek olduğunda; belki öyleydi belki de değildi? Ancak, Teresa’nın sözlerine kulak verildiğinde ve onun tüm yaptıklarına bakıldığında şu çok iyi anlaşılır: Onun Tanrısı: Sevgi, inancı: Sevmek ve ibadeti: Sevgiyle yapılan her şeydi! Rahibe Teresa’yı, diğer rahibelerden ayıran en önemli özelliklerinden birisi şudur:

Nefes Alan Ölüler

Ölmeden Önce Ölenler…
 
Günümüzde hiç kimse ıssız bir adada tutsak değil artık. Hâlbuki bizler gerçek tutsaklığı ruhlarımızda yaşıyoruz. Hepimizin ruhlarının derinliklerinde prangalarla sımsıkı bağlı olduğu bir tinsel adası mevcut. Bizi o adalara bağlayan prangalardan ancak bağımlılıklarımızdan ve bizi tutsak eden her şeyden özgürleşerek kurtulabiliriz. Aşkımızdan, sevgimizden, nefretimizden ve bizi biz yaptığını sandığımız tüm o saçma sapan sanrılardan özgürleştiğimizde ancak o zaman gerçekten özgür olmuş sayılırız. Egolarımızdan özgürleştiğimizdeyse kocaman bir boşlukla karşılaşmaya hazır olmalıyız. Çünkü yokluk hissinin kendisi bile kalmadığında, biz olmayacağız artık. Gerçek özgürlük budur. Gerçek özgürlük, kişinin egosundan özgürleşmesidir.

Özgürlük Üzerine Düşünsel Denemeler

Ne büyük filozoflar ne büyük laflar ettiler özgürlük üzerine. Ne büyük siyasetçiler ne ahkâmlar kestiler. Özgür insanlar olduğumuza bizi inandırmaya çalıştılar yıllarca. Ve de inandık… Peki, gerçekten özgür müydük?

İşte bu yazıda özgürlükle ilgili milyonlarca bakış açısından sadece birkaçını bulacaksınız. Zaten her şey bakış açımızı genişletmek için, dünyaya daha geniş bir açıdan bakabilmek için değil mi? Her şey daha iyi görebilmek için, her şey görünenin ardındaki sırrı bulabilmek için. Gözlerimizin önündeki sır perdelerinin hepsi açılana kadar düşünmeye devam. Öyleyse açılsın perde ve oyun başlasın…


Nedir bu özgürlük?

Issız ada…

İnanıyorum öyleyse özgürüm…

Aforizma

Köle Isaura Gerçeği

Köle Olmanın Avantajları

Ölmeden Önce Ölenler

Özgür Olmak

25 Ocak 2011 Salı

Hipnoz şarlatanlık mı mucize mi?

Migren, ağrısız doğum, diş çekimi, psikolojik sorunlar, cinsel işlev bozuklukları, kekemelik, sınav kaygısı ya da sigara bağımlılığı gibi sağlık sorunlarının tedavisinde kullanılan "hipnoz", alanında uzman hekimlerce kendi dallarında uygulandığında başarılı tedavi metodlarından birisi olarak gösteriliyor.
Uzmanlar, kimsenin zorla hipnoz edilmesinin mümkün olmadığını, yurt dışında da uygulanan ve hipnoz yapma yetkisinin sadece tedavi amacıyla hipnoz ve hipnoterapi eğitimi almış hekimlere, diş hekimlerine ve klinik psikologlara tanındığını belirtiyor. Ancak Türkiye’de hipnoz ve hipnoterapi uygulaması için henüz yasal bir düzenleme bulunmadığına dikkati çeken uzmanlar, konu ile ilgili yasal düzenlemenin bir an önce yürürlük kazandırılması gerektiği görüşünde.


Türkiye Psikiyatri Derneği Hipnoz ve Hipnoterapi Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü Dr. Şeref Özer, hipnozun bakışla, sözle ya da bazen yardımcı gereçler kullanılarak telkin ile oluşturulan özel bir bilinç hali olarak tanımlandığını belirtiyor.

Hipnoz halindeki kişinin dıştan gelen uyaranlara karşı adeta bilincinin kapalıymışçasına duyarsızlık ve aldırmazlık içinde ve hiç yanıt vermez bir haldeyken; buna karşı hipnoz yapan kişiye karşı artmış bir uyanıklık içinde bulunduğunu belirten Özer, kişinin bu süreçte dinlediğini, anladığını hatta yargıladığını ve yanıt verdiğini belirtti.

Özer, dışarıdan bakıldığında kişinin derin bir uykudaymış görünmesine rağmen, hipnozun kesinlikle bir uyku hali olmadığını vurgulayarak, “Hipnoz sırasında kişi, gönüllü olarak hipnoz yapan kişinin verdiği telkinleri alır, gönüllü olarak kabul eder ve uygular. Sanılanın tersine, hipnozdaki kişi kendi sosyal ya da ahlaki değerlerine aykırı telkin verildiğinde telkini kabul etmez, ısrar edilirse hipnozdan çıkar” diye konuştu. Hipnozun “şarlatanlık” ya da “her derde çare” sihirli bir yöntem olmadığına, buna karşı uygun hastalık ve sorunlarda uygun kişilere uygulandığı zaman son derece olumlu sonuçlar alınabilen bir tedavi tekniği olduğuna dikkati çekiyor.

Özer’in verdiği bilgiye göre, hipnoz yapma yetkisi sadece tedavi amacıyla, hipnoz ve hipnoterapi eğitimi almış hekimler, diş hekimleri ve klinik psikologlara tanınıyor. Hipnoterapi uygulamak, hipnoz bilgisinin yanı sıra söz konusu hastalıklar ve tedavileri hakkındaki özel mesleki bilgileri de ayrıntılı bilmeyi ve bu konuda yetkili olmayı gerektiriyor.

Hekimlerin, hipnoterapiyi eğitimini aldıkları kendi uzmanlık alanlarında uygulamaları şart koşuluyor. Örneğin, astım hastalığı konusunda göğüs hastalıkları uzmanı, ağrısız doğumda kadın-doğum uzmanı, ruhsal hastalıklarda psikiyatri uzmanı, hem bilgi ve yeterlilik hem de yasal olarak yetkili sayılıyor.

“Türkiye’de hipnoz ve hipnoterapi uygulaması için henüz yasal bir düzenleme bulunmadığını” ifade eden Özer, şunları kaydetti:“Bu nedenle kimlerin hangi durumlarda hipnoz uygulanabileceği, kimlerin eğitim verebileceği belirsizlik taşıyor. Hekimlerin yanı sıra, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere kendilerine astrolog, medyum, yaşam koçu gibi adı veren hemen herkes hipnoz uyguladığını, hastalıkları tedavi ettiğini söyleyebiliyor ve internet ortamında bunu ilan ediyor.

“Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Hipnoz ve Hipnoterapi Uygulanması Hakkında Yönetmelik taslağı’ hazırlanarak 17.02.2004 tarihinde tartışılması amacıyla bakanlık web sitesine konulmuş, ancak günümüze değin hala bu taslağa resmiyet kazandırılmamıştır. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 19.10.2008 tarih ve 44103 sayılı yazısı ile ‘Hipnoz ve Hipnoterapi Uygulaması Hakkında Yönetmelik Taslağı’ üzerinde çalışmalar devam ettiğinden Bakanlıkça bir değerlendirme yapılıncaya kadar ‘muayenehanelerde ve diğer sağlık kuruluşlarında hipnoz uygulaması yapıldığının tabela, kartvizit ile basılı ve elektronik ortam materyallerinde tanıtımın yapılmasının uygun olmadığı’ duyurulmuştur. Ancak takibi yapılmadığı için net ortamı ehil olmayan yetkisiz yüzlerce kişinin yaptığı hipnoterapileri ve verilmekte olan hipnoz eğitimlerinin duyurularını yapan sitelerle doludur... Hipnozun uzmanları tarafından doğru zamanda doğru kişilere yapılabilmesi için, söz konusu taslağın tekrar gözden geçirilmesi ve bir an önce yürürlük kazandırılması, eğitim hastaneleri ve üniversitelerde hipnoz ve hipnoterapi eğitim ve araştırma birimleri kurulması gerekir.”

Özer, “Bu merkezlerden yeterli teorik ve pratik eğitim almış olan ya da aldıkları eğitim bu kurumlar tarafından yeterli bulunarak onaylanan hekimler, diş hekimleri ve klinik psikologlara hipnoz yapma yetkisi verilmelidir. Her uzmanın, hipnozu kendi uzmanlıkları alanıyla sınırlı olmak üzere uygulaması gerekir, hipnozun gösteri ve eğlence amacıyla televizyon kanallarında ya da sahnede yapılmasının engellenmelidir.”

23 Ocak 2011 Pazar

Sizin Güç Hayvanınız Hangisi?

Masa başında oturmak bu kadar mı zordu? Önünde çözülmeyi bekleyen tonlarca soru dururken cevabın olumlu olması kaçınılmazdı. Gireceği sınava kısa bir zaman kalmıştı. Ev halkı ve neredeyse tanıdık bildik herkes geleceğini bu sınava bağlamış, evde, okulda başka bir şey konuşulmaz olmuştu. Hiç de mutlu değildi. Her gün bir öncekinden daha fazla soru çözmekle övünen arkadaşları da iyice moralini bozuyordu.
Ne zaman masanın başına geçse aklına eksik kalan bir başka şey takılıyor, üç, beş sorudan sonra ayaklanıyordu; onarılması gereken gitar teli ya da tamamlanması gereken bir yapboz. Zorlukla bir testi daha tamamlamıştı ki gözüne masanın üzerindeki kalem tomarı arasında kıpırdayan bir şey ilişti. Ufacık bir kaplumbağa! Yaşasın! Masadan kurtulmak için yeni bir fırsat çıkmıştı. Isırdığı elmadan bir parça kopardı, kaplumbağaya uzattı. Sıra ona uygun bir ortam bulmaya gelmişti. Sorularla daha sonra da ilgilenebilirdi. Kaplumbağayı avucuna oturttu, bahçenin yolunu tuttu.

Hangimiz artık bir insanı tanımlamak için erdemli sözünü kullanıyoruz ki?

Erdem Bir Özel İsim midir?
Hangimiz artık bir insanı tanımlamak için erdemli sözünü kullanıyoruz ki?

Güzel Türkçemizin güzel kelimelerinden biri olan erdem günümüzde pek rağbet görmemektir. Her şeyden önce bir sözcük olarak ki bu da kavram olarak da yaşantılarımızda baş tacı edilmediğinin bir göstergesidir. Hangimiz artık bir insanı tanımlamak için erdemli sözünü kullanıyoruz ki? Olsa olsa iyi bir insan der, geçeriz. Erdemli biri desek insanlar tuhaf tuhaf bakarlardı herhalde? Öyle ya, o da ne öyle? Erdemli nasıl ola ki?
Erdem kelimesinin sözlükteki anlamına baktığımızda, “Ahlakın övdüğü, iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet” anlamına geldiğini görüyoruz. Bunlar çok da gözde nitelikler olmasa gerek günümüzde.
Çok sevdiğim yazar Dostoyevski’nin hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir romanında, roman kahramanı bir erkeğin bir kadına âşık olması anlatılırken, erkeğin kadının erdemlerinden çok etkilendiği belirtiliyordu. O zaman bana bu açıklama garip gelmişti. Bir insan diğerine erdemli diye âşık olabilir mi? Gerçi aşk bambaşka ve belli bir nedene bağlanamayacak bir şey de. Yine de hani hep romanlarda, filmlerde karşısındakinin güzelliğine vurulur ya insanlar ya da öyle sanırlar veya bize öyle aktarılır.

Sahip çıkmak; fikirlerine, yaptıklarına, sevdiğine…

Kalp ve Beyin
Sahip çıkmak; fikirlerine, yaptıklarına, sevdiğine… Yanlış da olsa, bile bile ardından gitmek isteklerinin. Bir an bile pişman olmadan yaşamak hayatı. Her şey bittiğindeyse güzel şeyleri alıp uzaklaşmak, sessizce, bir şey olmamışçasına gitmek. Belki de budur hayatın gizli anahtarı. Hepimiz geleceğin merakıyla geçiriyoruz bugünlerimizi. “Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, Dünün yarınları değil midir ?” Victor Hugo’nun bu sözü aslında çoğumuzun düştüğü hatayı özetliyor.

Çoğumuz bugünlerimizin kıymetini bilmeden yaşıyoruz. Belki geçmiş günlere olan özlemden belki de geleceğe karşı duyduğumuz meraktan anın verdiklerini göz ardı ediyoruz. Gerek ikili ilişkiler gerek çevremizle olan ilişkilerimizde olmayanın derdine düşüp olana haksızlık ediyoruz. Hunharca harcıyoruz önümüzdeki varlıkları.