Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

15 Eylül 2010 Çarşamba

Hepimiz formların, sınıfların, tanımların dünyasında yaşıyoruz.

Hepimiz formların, sınıfların, tanımların dünyasında yaşıyoruz. İnsanoğlunda her şeyi bir sınıfa koyma, her şeyi bir başkasıyla karşılaştırma, her şeyi etiketleme merakı. Hiçbir şeyi kendi alıştığı dışında görmek istemiyor.

İnsan zihninin bizlere uyguladığı iki ana tuzaktan bahsetmek istiyorum. Bunlar hep bahsettiğimiz şu sol beyin denilen etiketçinin ve yargıcın işleri. Gerçekten sol beynimiz olayı olduğu gibi deneyimlememizi engellemek için her olayı ve şeyi bir kalıba sokmaya, isimlendirmeye veya yargılamaya uğraşır. Çünkü sol beyin için hiçbir şey soyut kalamaz. Her şeyin bir sınıfa ait olması, kalıbı, şekli olmalıdır. Bu yüzden de isimsiz bırakamaz hiçbir şeyi. Elinde bir Barkod makinesi her şeyi etiketler durur.

Aşk Tanrı’nın Çocuğudur

Bir söyleşi: Aşk Tanrı’nın Çocuğudur.
Tanrı Ne Zaman Ölürse Aşkı da O zaman Toprağa Verebiliriz.

Aşk çoğu insanın aslında kaçtığını sanıp onunla savaştığı bir olgudur. üç harfin neler anlatabileceğini bize gösterendir aşk. Yaşamla ölümün dansıdır, boşluklarda yer bulduğu gibi kendinde yoktan da var olabilir. Ölümsüzlüğe inandıran, aslında susamamışken seni deli gibi susatandır o. Tanrı’nın en güzel çocuğudur aşk.
Merak ettim. Kendi yaşıtlarım arasında acaba nasıl bakılıyor bu aşk konusuna diye. Birden aklıma arkadaşlarımla sohbet tarzında bir röportaj yapmak geldi. Neden olmasın? İlgi çekici değil mi? Ve bu azimle, arkadaşlarımın görüşlerini öğrenmeye başladım. İşte yeni neslin aşka bakış tarzı...

'Günaydın'laşıyorum evrenimle...

Rüzgâra Dokunmak...
Rüzgâra Dokunmak...
Suda erimek...
Işığa esmek...
Dalgalara kavuşurcasına, kendimi yaşamın rahmine doğurmak...
Gökyüzümü süsleyen bulutları selamlarken, geceye sabırsızlanmak, aya sarılmak özlemiyle...

Bir güne doğmak...
Bu güne...
Şimdi'ye...
'Ebedi Olan'a.

Sabah 06.50...
Uyandım.
Ağır ve mahmur bir gökyüzü; haftasonunun getirdiği yağmurun bıraktıklarıyla içleşmiş. Lakin bir o kadar da umut dolu; güneşin huzmeleriyle aydınlanmış bahçeye ilk adımlarımı atarken görebiliyorum bunu. Çimlerin üzerinde yürürken sanki toprağın içine girecekmişçesine bir yumuşaklık... Sabahın bu ilk "merhaba"sını seviyorum.
Karayemiş ağacının yapraklarındaki çiy damlaları ile yüzümü yıkayarak başlıyorum güne. Her bir yaprak, her bir çiçek bana yurdumu hatırlatıyor; yuvamı... Karışıklık içerisinde olduğum şu günlerde, bir anlık bir kucaklaşma çam dalları ile; ve yemyeşil saçlarını rüzgarda dağıtan toprağın içinden kaynağa bağlanmak, tüm o yüklü enerjilerimi salıverdi sanki. Sabahın sisi, su dolu özümü göklere taşımış, bedenimi okşayarak geçmekte... Mavinin barındırdığı huzura suyun kutsayıcılığı ve toprağın canlılığı da katılınca, ruhum hiç olmadığı kadar hafif şimdi. Uzaklaşmalardan kurtulma vakti. Hiç varolmamış, varolmayan ve varolmayacak olan... Ben'de BİR.

Hiçliğin Berduşluğundan Birliğin Koşulsuz Sevgisine Ulaşmak

Hiçliğin Berduşluğundan Birliğin Koşulsuz Sevgisine Ulaşmak
Artık indigolar yönetimde söz sahibi olmaya başladı. Statükocu zihniyetin yerini yavaş yavaş ışık işçisi, barış savaşçısı indigo zihniyeti alıyor. Bu değişim kaçınılmaz.

İçinde bulunduğumuz çağda artık yeni bir şeyler söylemenin zamanı geldi. Bugüne kadar alışılmış bütün kalıplar yıkılıp yerine yeni bir dünyanın temelleri atılıyor. Bu temeller bundan sonraki yaşayacak nesil olan kristal çocukların yeni insanlık binasının temelleridir. Artık indigolar yönetimde söz sahibi olmaya başladı. Statükocu zihniyetin yerini yavaş yavaş ışık işçisi, barış savaşçısı indigo zihniyeti alıyor. Bu değişim kaçınılmaz. Çünkü fikirler değiştikçe hayat tarzları ve düşünce sistemleri de değişiyor. Her şeyin sorgulandığı yeni bir çağda yaşıyoruz. Sadece yaşam tarzlarının değil dinlerin ve felsefelerin de sorgulandığı bir çağ…

Tatil Felsefesi

Felsefe peşinde koşturup yorulmaktan korkmayın. Öyle bir gün gelecek ki, para yerine herkes felsefeye muhtaç olacak. Cebiniz zengin, zihniniz fakir kalmasın.

  Cesaret ister hayatı kendimize has kılmak, o halde de saklamak. Aynı noktada tekrar tekrar açılan deliklerin üzerinden çok kez geçip yama yapmak gerekir, mükemmel yaşamı aktifleştirmek için. Bıraktığımız gibi kalmayacak olan çok detay var hayatımızda. Felsefe bunları kapsar işte.

Süper bakterilere karşı geleneksel tıb

Çin Sağlık Bakanlığı, süper bakterileri yok etmek için geleneksel Çin tıbbının kullanılacağı bir proje geliştirileceğini açıkladı.

Halkın Günlüğü gazetesinin haberine göre, ülkedeki ilaç şirketleri ve araştırma enstitülerinin ortaklaşa yapacağı, Guangcou İlaç Holdingi ve Güney Çin İnovatif İlaçlar Merkezi başkanlığında geliştirilecek projede 5 yıl sonunda bağımsız bir sonuç elde edilmesi öngörülüyor.
Uzmanlar, antibiyotiklerin aşırı kullanımı nedeniyle süper bakterilerin türediğine inanıyor.

Çin, dünyadaki aşırı antibiyotik kullanımında öne çıkan ülkelerden biri olarak göze çarpıyor. Bakterilerin direnç oranı bu ülkede gelişmiş ülkelere göre daha yüksek seyrediyor.
Çin Geleneksel İlaçları İdaresinden bir yetkili, Çin tıbbının antibakteriyel ve antiviral özellikleri açısından avantajları olduğunu, bu bağlamda süper bakterilerin tedavisinde Çin ve Batı tıbbını birleştirerek, yeni tedaviler geliştirmenin yeni bir buluş olacağını söyledi.

14 Eylül 2010 Salı

Japonlar aşırı çalışmaktan ölüyor

Japonlar aşırı çalışmaktan ölüyor

Japonya hükümeti, son dönemlerde milli felakete dönüşen "işkolizm" ile mücadele programını kabul etti.


Ukrayna'nın Podrobnosti haber sitesinde yer alan habere göre, aşırı çalışmaya karşı kabul edilen bu programla Japon hükumeti, fazla mesaiyi teşvik etmeyecek ve çalışanların yılda ortalama 8,5 gün yerine kendi hakları olan 18 gün dinlenmesini tavsiye edecek.