Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

4 Mart 2011 Cuma

Natural Life Terapileriyle Ruhunuz Özgürleşir

Watsu
WATSU
Harold Dull tarafından yaratılan Watsu, havuzda birebir uygulanan özel bir tekniktir. İnsanın kendini en iyi hissettiği hatırası anne karnındaki yaşamıdır. Anne karnındaki rahat, tasasız ortamda, suyun saran, rahatlatan ve sevgiyle güven veren hissi insanın hep özlediği bir duygudur.
İşte bu duyguyu harekete geçiren Watsu Method, su içinde terapistin suyun yardımı ile yaptığı yumuşak hareketler sonucunda omurganın rahatca hareket etmesini, ağrı yaratan gerginliklerin yok olmasını ve hayat enerjisinin kolaylıkla akmasını sağlar. Watsu sonrası kendinizi yeniden doğmuş gibi hissedersiniz. Kısacası Watsu deneyimlenmeden anlaşılması zor ama deneyimledikten sonrada harika hissedeceğiniz bir su terapisidir.




Tantsu
TANTSU
Tantsu seansı başlangıcında, uygulayıcı ve alıcı karşılıklı güven içerisinde kısa bir meditasyonla, derin bir içsel huzur haline geçerler. Karşılıklı nefes ve enerji farkındalığı, seans boyunca sezgisel bir şekilde devam eder. Tantsu, su gibi akıcı hareketler, nefes ve kalp bağlantısı, derin esnetme ve meditasyon içerir. Önceden belirlenmiş hareketler dizgesi değildir. Seans sırasında çakralar ve meridyenlerle çalışırken aynı zamanda iki enerji sisteminin bütünleşmesi ve bağlantısına da önem verilir. Zen Shiatsu gibi düz bir zeminde; esnetme ve hareketlere elverişli bol kıyafetler giyilerek uygulanır.




Himalaya İntegratif Masajı
HİMALAYA İNTEGRATİF MASAJI
Hint kökenli olan bu masaj tekniği vücudu sağaltan ve dinlendiren yağlar kullanılarak uygulanmaktadır. Masaj üç bölümden oluşur. İlk bölümde vücuttaki önemli “marma” noktalarına bası uygulanarak vücut canlandırılır. Daha sonra yağlı bölümde lenf sistemi uyarılarak kaslar, eklemler ve bağlar güçlendirilir. En son esnetme bölümünde ise vücudun esnekliği ve enerji seviyesi artırılır. Masaj seansı 1 veya 1 buçuk saat sürmektedir.






Ses Masajı
SES MASAJI
Nepal’in geleneksel ses masajı, 16 farklı metalden oluşan bir alaşımdan üretilen özel çanaklar ile uygulanır. Seans öncesi hangi çakralarla çalışılacağı tespit edilir ve her bir çarka ile ayrı ayrı çalışılır. Vücudunuzun kendi kendini yenileme ve tedavi gücünü ses titreşimleriyle keşfedeceksiniz.







Be Flow
BE FLOW (SU PROGRAMI)
Bu program’da, “akış“ olup bedeninizi, ruhunuzun ve suyun hareketine teslim ederek vücudunuzu güçlendirip, esnetebileceksiniz. Su yüzeyinde yapılacak kolay ve eğlenceli hareketlerden oluşan program, ağırlıksız ortamda iç kasları da kullanarak bedeni bir bütün olarak çalıştırıyor. Suyun bedeni nötralize etmesi sayesinde egzersizler sırasında yorulma veya tükenme yaşanmıyor. Katılım için yüzme bilmek yeterli.







Yoga
YOGA
Yoga, beden, zihin ve ruh özgürlüğü sağlayan bir yaşam sanatıdır. Diğer tip yogalardan farklı olarak; bazı pozisyonlarda tutulan nefes sayesinde eklemler daha fazla esner, vücuttan toksin atımı olur ve en içteki kullanmadığımız ölü kaslar canlanır, çalışmaya başlar. Günlük hayatta kolaylıkla farkedebileceğiniz zihin sakinliği ve konsantrasyon artışı olur. 1:00 saat süren ders, duruşlar (asana), nefes egzersizi (pranayama) ve derin gevşeme (yoga nidra) bölümlerinden oluşmaktadır. Yoga dersi her sabah 8:30’da başlamaktadır ve randevuya gerek yoktur.




Meditasyon
MEDİTASYON
Meditasyon, bedenle zihin birlikteliğini sağlamak amacıyla, fiziksel hareketleri minimuma indirerek zihni durgun fakat ustura kadar keskin, vücudu sakin fakat enerjiyle dolu, algı ve sezginin birleştiği bir pasiflik durumunda tutmaktır. Meditasyon zihni dinlendirerek iç huzurumuzu artırdığı gibi, bedensel dinginliği de güçlendirir. Meditasyon seansı başlangıç seviyesindekiler için yarım saat, tecrübeliler için bir saattir.

3 Mart 2011 Perşembe

İntihar ve Toplum Üzerine, André Gorz Ve Ölümü



İntihar toplumların görünmeyin ya da göz ardı edilmişidir. Bazen çok eleştirilse de acaba neden bu adar toplumun tüm kesimleri tarafından tercih ediliyor düşündürücü. Yakın zamanda bunun üzerine fırathaber ajansında yazılmış aşağıdaki haber ilgimi çekti ve sizinle paylaşmak istedim.

Köle Isaura Gerçeği

Kim bilir belki de on dokuzuncu yüzyıl Brezilya’sındaki bir kahve tarlasında köle olarak çalışan bir Güney Amerika yerlisi ruhsal olarak bizden çok daha özgürdü. Köle İsaura’ mı daha özgürdü yoksa günümüzde yaşayan İşçi Hasan mı? Özgürlüğün ne kadar sübjektif bir durum olduğuyla ilgili bir de şu örneğe bakalım: Hapisteki bir mahkûmu ele alalım. Bu kişi hapisten çıktığında dışarıda serbestçe dolaşıp gezebildiği için bir süreliğine kendisini özgür hissedecektir. Taa ki yurt dışına çıkmak isteyene kadar. Bu kişi ülke içinde gayet serbest bir şekilde hareket edebilmekteyken mahkeme kararıyla yurt dışına çıkamayacağını öğrendiği anda özgürlüğünün kısıtlandığını düşünecektir. O artık gerçekten özgür bir insan olmadığını düşünüyor. Eğer öyle olsaydı dünyada istediği her yere gidebilirdi. Fakat şimdi bir milyon kilometrekarelik bir alanda, ülkesinde bir tutsak gibi yaşıyor. Hâlbuki yurtdışına çıkamayacağını öğrenmeden bir gün önce özgür olduğunu düşünüyordu. Şimdiyse bedbaht ve hala mahkûmluktan kurtulamadığını düşünüyor. Eğer yurtdışına çıkmak istemeseydi hala kendisinin özgür olduğunu düşünecekti. Peki, öyleyse ne değişti? Yalnızca fikirleri değişti. Bunun dışında değişen hiçbir şey yok. Değişen sadece kendi düşünceleri oldu. Klasik anlamda süregelen değer yargılarına baktığımızda aslında bizler ne özgürüz ne de değiliz. Bu tamamen konuyu nasıl düşündüğümüzle alakalı. Diğer taraftan bizlerin bu sübjektif bakış açılarımızı kendi lehlerine kullanmak isteyen kişi ve kurumların olduğunu da göz ardı etmemeliyiz ki bu başlı başlına ele alınması gereken ayrı bir konudur.

Her şey biçimin arkasındadır

Her şey oradadır, şeklin arkasında. İyi de kötü de. Cehalet de, aydınlık da. Olan da olmayan da…

Şehirler gizler binalarının arkasında yatan fakirlerini ve sefasını süren güçlü zenginlerini. Ne lüks arabalar vardır içi doldurulamamış ve nice yüzler maskelerinin arkasında kalmak zorunda bırakılmış. Ne sesler, ne yetenekler vardır; yırtık paçalarıyla kendi çevresinde anlam bulmaya çalışan. Dolu gösterilen boşlar, boyalarının arkasında saklananlar. Çığlıklar vardır bazen de, seslerini duyurmaya çalışan…
Yeni karşılaştığımız insanları, olayları veya durumları, ilk bakışta gördüklerimizle değerlendirmeye ve değerlendirmeye devam etmeye pek bir meyilliyiz bilir misiniz? Eğer bunu fark etmezsek, bir süre daha böyle devam ederiz. Lütfen bunu fark eder misiniz?
“Elde var olan bilgiler ışığında değerlendirme yapılır.” der bazıları. Ona ne şüphe! Lakin bilinmeli ki; henüz öğrenemediğimiz değerler de vardır belki derinlerde.
İlk kez gördüğünüz insanları neye göre değerlendirirsiniz?
Eli, yüzü, ayakkabısı, elbisesi… İlk görüştüğünüz zamanlarda gülümsememesi veya kahkahalarından geçilmemesi mi? Sonra ne olacak peki? Size gülümseyene kadar somurtkan, sakin kalana kadar vıcık vıcık damgası mı vuracaksınız onlara? Cevabınız evetse, lütfen yazının devamını okumayın. Zamanı gelmemiştir.
Aykırı bir şeyler söyleyeceğim belki şimdi…

2 Mart 2011 Çarşamba

Darwin’in kökeni - Darwin soy ağacı

Bilim insanları, Evrim Teorisi’nin babası Charles Darwin’in torununun torunundan aldıkları DNA örnekleriyle dünyanın en meşhur doğabilimcisinin genetik geçmişini çıkardı.
DNA incelemesi, National Geographic ve IBM’in desteklediği, en yeni teknoloji kullanılarak insanların soyağacının en eski atalarına kadar tespit edilebildiği Soyağacı Projesi kapsamında gerçekleşti. Projede DNA’sı incelenenlerden biri de İngiliz bilim insanı Darwin’in soyundan gelip şu anda Avusturulya’da yaşayan maceracı ve turist rehberi Chris Darwin oldu; tükürüğünden alınan örnekle, “Türlerin Kökeni” eserinin yazarı büyük büyük dedesinin izi sürüldü. Buna göre Darwin’in ataları 45 bin yıl önce Afrika’dan Orta Doğu’ya ilk geçen insan grupları arasında yer aldı. Buradan Avrupa’ya gittiler ve Buzul Çağı’nı güney İspanya’da atlattılar, 12 bin yıl önce de kuzey İngiltere’ye göç ettiler.
Böylece, Darwin’in atalarının doğrudan, insanların Avrupa’ya yayılmasına öncülük eden Kro-magnon insanından geldiği sonucuna ulaşıldı.

Mağara Resimlerini Kadınlar, Kaya Resimlerini Erkekler yapmıştır

Giriş
Düşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan oDüşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birliktDüşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.e dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada,
Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.larak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir Düşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he-
Düşüncelerini yakından tanıdığınız Charles Darwin’in yaşadığı şu sorunu bilir misiniz? Eğer arkadaşları değerbilir davranıp kuramının bir özetini Alfred Russel Wallace’ın yazısıyla birlikte dergiye koymasalardı, uğruna kaptığı ölümcül hastalıkla boğuşarak oluşturduğu o eşsiz kuramı, sırf yazısını geç yayımladı diye kopya sayılacak ve Darwin, kalan ömrünü sıradan bir insan olarak geçirecekti.
Ünlü biliminsanı, Türlerin Kökeni adlı eserinin giriş bölümünde öyküye, ‘Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlıların yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular ..“türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. ..Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim.’1 diye başlar ve devamını şöyle aktarır:
‘..Benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun he*
Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu kitabının yazarı
1- Darwin, Charles; Türlerin Kökeni, s. 19, Onur Yayınları, 1984
MAĞARA RESİMLERİNİ
KADINLAR,
KAYA RESİMLERİNİ
ERKEKLER YAPMIŞTIR
Köksal ÇİFTÇİ*
Üstte solda Charles Darwin, sağda Alfred Russel Wallace, altta ise majestelerinin gemisi Beagle.
men hemen aynısına varmış (olan kç) ...Bay Wallace, bana daha sonra Sir Charles C. Lyell’e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir Charles C. Lyell’in Linnean Society’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir Charles C. Lyell ile Dr. Hooker -1844’te elimdeki taslağı okumuşlardı- yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Vallace’ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler.’2
Bu sıkıntılı gelişme onu dehşete düşürmüş olmalıdır.
Sanırdık ki böylesi olaylar Darwin gibi büyük insanların başına gelir de bizim başımıza gelmez.
Bizi ürküten, 7 Temmuz 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan bir haberdir.
Haberde ‘Mağara resimlerini “dişi kuş”lar yapmış’ başlığı altında okura şu bilgiler aktarılıyordu:
‘ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Profesör Dean Snow’un Fransa’daki Pech Merle ve Gargas mağaralarının duvarlarında bulunan el izleri üzerinde yaptığı analizler, bu izlerin pek çoğunun kadınlara ait olduğunu ortaya koydu. Tarih öncesi kadın sanatçıların, aynı zamanda ünlü “Benekli Atlar” adlı mağara resimlerinin yapımına da yardım ettikleri belirtildi.’
Prof. Snow’un uyguladığı yöntem de şöyle özetlenmişti:
‘Günümüz insanının el oranları ile mağara duvarlarında yer alan el izlerinin oranlarını karşılaştıran Profesör Dean Snow, tarih öncesi devirlerde kadının toplum içindeki rolünün zannedildiğinden çok daha büyük olduğunu belirtti. National Geographic’e konuşan Snow, “Geç taş devrinde sanatçıların toplumdaki rolünü bilmiyoruz. Ancak genel olarak çoğunluğu kadınların oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.
http://www.koksalciftci.net/magara1.pdf

Mikroorganizmalardaki daha önce bilinmeyen, yeni bir metabolik yol keşfedildi

Tuzlu evrim

Mikroorganizmalardaki daha önce bilinmeyen, yeni bir metabolik yol keşfedildi.


Yaygın inanışın aksine Ölü Deniz aslında ölü değil. Büyük kısmını tuza toleranslı arkebakterilerin meydana getirdiği bir mikroorganizma popülasyonu yaşamlarını bu sularda sürdürüyor. Arkebakteriler, dünyadaki en ilkel yaşam formlarından birini oluşturuyor ve son derece uç koşullarda dahi hayatta kalabiliyorlar.Freiberg Üniversitesi’nden Dr. Ivan Berg’in rehberliğini yaptığı araştırma grubu, bu mikroorganizmaların daha önce gözden kaçırılmış olan metabolik süreçlerini mercek altına almışlar.
Bilimciler uzun zamandır, tuza toleranslı bu canlıların bir çok organik bileşeni hücrenin yapıtaşlarını sentezlemek üzere besin kaynağı olarak kullandıklarını biliyorlar. Haloarcula marismortui türünü model olarak kullanan ekip, arkebakterilerin ‘metilaspartat döngüsü’ olarak adlandırdıkları sahip metabolik yollarının detaylarını ortaya koymayı başarmışlar.
Araştırma grubu bu yeni metabolik yolun nereden köken aldığı sorusuna da cevap aramışlar. Tuza toleranslı arkebakterilerin ataları yaşam tarzlarını evrimsel anlamda değiştirmiş olduklarından, yeni ve tuzlu ortama ayak uydurmak üzere uygun metabolik yolu da bir şekilde keşfetmiş olmaları gerekliydi. Bilimciler bu metabolik süreç için gerekli olan genlerin tamamının, farklı mikroorganizmalardan toplandığı sonucuna varmışlar. Genlerin arkebakterilerin atalarında yeniden organize olması da tuza yönelik metabolik yolu ortaya çıkarmış.Araştırmacılar yeni genler meydana getirmektense ‘evrimsel tamircilik’ adı verilen böylesi bir yolla farklı genleri biraraya getirerek yeniden düzenlemenin çok daha kolay ve verimli olduğunun altını çiziyorlar.

Evrimsel tamircilik kavramı, biyolojik bilimlerin yaygın kullanılan tabirlerinden bir tanesi. Kavram, evrimin herşeyi kusursuz bir şekilde planlayan mükemmel bir mühendis olmadığı görüşüne dayanıyor. Biyologlar temel olarak evrimi, ortaya çıkan problemlere çözümler bulan bir tamirci olarak düşünüyorlar. Tamirciler de normalde, mutlaka gerekmediği müddetçe yeni parçalar kullanmaktan kaçınırlar. Böylece fatura da mümkün olduğunca alt seviyelerde tutulmuş olur. Bu prensip Berg ve arkadaşlarının yayınladıkları makalede yer alan metabolik yol için de aynen geçerliliğini koruyor.




Özgün bilimsel makaleye ulaşmak için tıklayın