İnsanlık tarihi boyunca iyilik, erdemin ve ahlakın temel taşlarından biri olarak kabul edilmiştir. Ancak, iyilik yapmanın kime, ne zaman ve nasıl yapılacağı sorusu, her zaman tartışma konusu olmuştur. “Kötüler iyilik yapanı aptal sayıyor” diye, sadece iyilere mi iyilik yapmalıyız? Bu soru, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin bir sorgulamayı gerektirir. İyiliğin özü, karşılık beklemeden yapılan bir eylemse, bu eylemi kime yönelttiğimiz gerçekten önemli midir? Bu deneme, iyiliğin sınırlarını, değerini ve kime yapılacağına dair etik bir perspektif sunmayı amaçlıyor.
İyilik, insan doğasının en saf ve evrensel ifadelerinden biridir. Birine yardım etmek, bir başkasının yükünü hafifletmek ya da sadece bir gülümsemeyle gününü aydınlatmak, özünde bencillikten uzak bir niyete dayanır. Ancak, iyilik yaparken karşılaştığımız tepkiler, bazen bu niyetin saflığını gölgeler. Kötü niyetli insanlar, iyiliği bir zayıflık ya da “aptallık” olarak görebilir; çünkü onların dünyasında her eylem, bir çıkar hesabına dayanır. Bu bakış açısı, iyilik yapanı sorgulamaya itebilir: “Neden vefasız davranan birine yardım edeyim ki?” İşte bu noktada, iyiliğin kime yapıldığı değil, neden yapıldığı sorusu önem kazanır.
Eğer iyiliği sadece “iyilere” yapmaya karar verirsek, bu, bir tür seçkincilik yaratmaz mı? İyiyi ve kötüyü ayırmak, çoğu zaman subjektif bir yargıya dayanır. Bugün “kötü” olarak gördüğümüz biri, yarın değişebilir; ya da bizim “iyi” sandığımız biri, aslında farklı bir yüzünü gizliyor olabilir. İyiliği bir ödül gibi sadece “hak edenlere” sunmak, onun evrensel doğasını zedeler. İyilik, bir karşılık ya da hak ediş beklemeden yapıldığında anlam kazanır. Örneğin, bir yabancının düşürdüğü cüzdanı ona geri vermek, onun “iyi” ya da “kötü” biri olduğunu bilmeden yapılan bir eylemdir. Bu eylem, sadece bizim kendi değerlerimizle uyumlu olduğumuz için değerlidir.
Öte yandan, kötülere iyilik yapmanın riskleri de göz ardı edilemez. Kötü niyetli birine yapılan iyilik, bazen suiistimal edilebilir ya da daha fazla kötülüğe yol açabilir. Bu durumda, iyilik yaparken sağduyulu olmak, sınırlar koymak ve kendi güvenliğimizi düşünmek önemlidir. Ancak, bu sağduyu, iyiliği tamamen kısıtlamamalıdır. Kötülere iyilik yapmak, bazen onların içindeki değişim potansiyelini uyandırabilir. Tarih, affetmenin ve merhametin dönüştürücü gücüne dair sayısız örnekle doludur. Bir düşmanına su uzatan bir askerin, o düşmanın kalbinde bir barış tohumu ektiği hikayeler, insanlığın umut dolu anılarındandır.
Peki, iyilik yaparken nasıl bir yol izlenmeli? Belki de cevap, iyiliğin bir strateji değil, bir duruş olduğunda yatıyor. İyilik, bir başkasını değiştirmek için değil, kendi insanlığımızı korumak için yapılır. Kötülerin alaycı bakışları ya da “aptal” damgası, iyiliğin değerini azaltmaz; aksine, bu tepkiler, iyiliğin ne kadar nadir ve kıymetli olduğunu gösterir. İyilik yaparken, karşımızdakinin “iyi” ya da “kötü” olup olmadığını tartmak yerine, kendi vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. İyilik, bir ayna gibidir; kime yapılırsa yapılsın, en çok yapanı yansıtır.
Sonuç olarak, “sadece iyilere mi iyilik yapmalıyız?” sorusuna verilecek cevap, iyiliğin özünde yatıyor: İyilik, bir sınıflandırma ya da hak ediş meselesi değildir. Kötülerin “aptallık” yaftası, iyiliğin saflığını gölgelemesin. İyilik, insan olmanın bir gereğidir ve kime yapılırsa yapılsın, dünyayı daha yaşanılır bir yer yapar. Belki de asıl mesele, kime iyilik yapacağımız değil, iyiliği ne kadar içselleştirdiğimizdir. Çünkü gerçek iyilik, kalbin bir alışkanlığıdır; kime yapıldığından çok, nasıl yapıldığıyla anlam bulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder