Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

12 Kasım 2010 Cuma

BBC: Charles Darwin and the Tree of Life (2009)

DVDRip
Darwin’s great insight – that life has evolved over millions of years by natural selection – has been the cornerstone of all David Attenborough’s natural history series. In this documentary, he takes us on a deeply personal journey which reflects his own life and the way he came to understand

Darwin’s theory.


Download
http://rapidshare.com/files/358126239/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part1.rar
http://rapidshare.com/files/358130001/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part2.rar
http://rapidshare.com/files/358125690/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part3.rar
http://rapidshare.com/files/358129072/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part4.rar


Code:
http://hotfile.com/dl/50545873/7bafed2/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part1.rar.html
http://hotfile.com/dl/50545892/dcff5be/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part2.rar.html
http://hotfile.com/dl/50545911/0227076/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part3.rar.html
http://hotfile.com/dl/50545915/6ac3aec/BBC___Charles_Darwin_And_The_Tree_Of_Life__2009_.part4.rar.html

Charles Darwin's Letters: A Selection, 1825-1859

Charles Darwin's Letters: A Selection, 1825-1859



Image





This selection from the seven volumes of Darwin's collected correspondence spans the great naturalist's life and career from university days in Edinburgh to the publication of the epochal Origin of Species in 1859. Pride of place in terms of priority naturally goes to Darwin's youthful and seminal service on the Beagle, yet the whole gathering of letters constitutes a fascinating tale. In communication with an astonishing range of correspondents, Darwin begins his interest in natural science, collects evidence, and forms his theories seemingly as we watch. His correspondence comes from and exemplifies the arguably highest point of written documentation. Darwin and his educated contemporaries were literate enough to make their thought commonly and permanently accessible. Theirs is not the "communication" of the throwaway age of electronic information overload. These letters put us at the elbow of a brilliant man as he gives birth to some of the most significant ideas in the history of science.





Link:

Download
http://rapidshare.com/files/63884911/62120.rar

Prof. Dr. Cemal Yıldırım - Evrim Kuramı ve Bağnazlık



Evrim Kurami ve Bagnazlik

Evrim kurami yaklasik 150 yildir tartisilan bir konudur. Kurama yönelik "bilimsel" diyebilecegimiz elestirilerin yani sira salt nazliktan kaynaklanan, üstelik ülkemizde giderek yogunlasan bir karalama kampanyasina tanik olmaktayiz. Kuskusuz, yerlesik önyargilari, dahasi dincilik türünden ideolojik kosullanmalari kirmak olanaksiz olmasa bile son derece güçtür; uzun süreli bir egitim, bir aydinlanma süreci gerektirir. Kitabimin bu dogrultuda bir misyonla yüklü oldugu okurun gözünden kaçmayacaktir herhalde!
Amacim, güncelligini sürdüren çekismeli bir konuya, elden geldigince nesnel bir yaklasimla açiklik getirmek, böylece özgür düsünce ve arayisi yok etmeye yönelik sinsi çabalari bir ölçüde de olsa etkisiz kilmaktir. Yoksa, Nazim Hikmet'in bir dizesinde dile getirdigi gibi, "Karanliklar nasil çikar aydinliga?"



Cemal Yıldırım - Evrim Kuramı ve Bağnazlık.pdf

Birlikte evrime bir örnek: sincaplar, kuşlar ve çok sevdikleri çam kozalakları (1/2)

Sahne: Rocky Dağları
Oyuncular:


Contorto Çamı

Sincaplar

Çapraz gagalı kuşlar



Olay örgüsü
Rocky Dağları'nın büyük bölümünde, sincaplar Contorto çamı tohumlarının önemli bir avcısıdır. Çam kozalaklarını ağaçlardan toplar ve kış boyunca depolarlar. Ancak, çam ağaçları savunmasız değildir: sincaplar, ağır ama daha az tohum barındıran büyük çam kozalaklarıyla epeyce uğraşmak zorunda kalırlar. Bu bölgelerde yaşayan çapraz gagalı kuşlar da çam tohumu ile beslenirler, ama tohumları ilk ele geçiren sincaplardır ve bu yüzden kuşlar yeterince tohum bulamazlar.

Birlikte evrime bir örnek: sincaplar, kuşlar ve çok sevdikleri çam kozalakları (2/2)

Bu araştırmayı yapan bilim insanları, varsayımlarına dayanarak bazı tahminlerde bulundular:

1. Çam kozalaklarının arasında coğrafi farklılıklar olmalı.

Eğer ağaçlar tohumlarıyla beslenen avcılara yanıt olarak evrildilerse, kozalaklarda coğrafi farklılıklar gözlememiz gerekir: Sincapların birincil tohum avcısı olduğu bölgelerde, ağaçların sincaplara karşı daha güçlü savunmaları olmalı ve kuşların birincil avcı olduğu yerlerde ise ağaçların kuşlara karşı daha güçlü savunmaları olmalı. Gerçekten de böyle olduğunu görmekteyiz. Sincapların baskın olduğu bölgelerde, kozalaklar daha ağır ve daha az tohumluyken daha ince pula sahip (Bkz: Soldaki kozalak). Sadece çapraz-gagaların olduğu yerlerde ise, kozalaklar daha hafif, daha çok tohumlu ve kalın pullara sahiptir (Bkz: Sağdaki kozalak).



Sincaplara uyarlanmış Contorto çamı kozalakları – çapraz gagalar için daha kolay bir av


Çapraz gagalara uyarlanmış Contorto çamı kozalakları – sincaplar için daha kolay bir av


2. Avcıların coğrafi farklılıkları, avdaki farklılıklarla uyum sağlamalı.


Eğer çapraz gagalar çamlara yanıt olarak evrildilerse, kuşlarda da coğrafi farklılıklar gözlemlememiz gerekir: kozalak pullarının ince olduğu yerlere (aşağıda sağda) kıyasla kozalak pullarının kalın olduğu bölgelerde yaşayan kuşların daha derin ve daha az kıvrık gagalarının olması gerekir (aşağıda solda). Bunun gerçek hayatta da doğru olduğu görülüyor.



Resimdeki kırmızı renkli çapraz gaga dişisinin daha az kıvrık bir gagası var.


Bu kırmızı renkli erkek çapraz gaganın daha çok kıvrılmış bir gagası var.


Böylece ağaçların kuşlara (ve de sincaplara), kuşların da ağaçlara uyarlandığına dair kanıt sağladık. (Ancak sincapların ağaçlara uyum sağladığını gösteren herhangi bir delilimizin olmadığına da dikkat etmekte fayda var.) Bu duruma niçin “birlikte evrim aracılığıyla silahlanma yarışı” dendiğini anlamak oldukça kolay: evrimde yükselen bir değerin bu eğilimi sürdürerek daha da yükselmesi olası görülüyor. Doğal seçilim daha kalın pullu çam kozalaklarını tercih ediyor. Bu da daha derin gagalı kuşların tercih edilmesine neden oluyor. Daha derin gagalı kuşlar, daha da kalın pullu kozalakların seçilmesine neden oluyor… ve bu süreç böyle devam edip gidiyor…

Eşeysel seçilim yoluyla Evrim

Eşeysel seçilim, doğal seçilimin özel bir durumudur. Organizmanın (her ne şekilde olursa olsun!) bir eş elde etme ya da onunla başarılı bir biçimde çiftleşebilme yeteneği üzerinden işler.


------------------------
Seçilim, pek çok organizmanın cinsellik uğruna aşırılıklara kapılmasına neden olur: Tavuskuşları zarif kuyruklar taşır (sol üstte), deniz filleri alanları için dövüşür (sağ üstte), meyve sinekleri dans gösterileri yapar, bazı türlerse baştan çıkarıcı hediyeler sunar. Hangi dişi mormon çekirgesi iştah açıcı bir sperm paketinden oluşan bu hediyeye (sağ altta) karşı koyabilir ki? Daha da aşırı uçlara gidersek, erkek kırmızı sırtlı örümcek (sol altta) başarılı bir çiftleşme uğruna kendini, kelimenin tam anlamıyla ölümün kucağına atar.

Eşeysel seçilim, çoğu kez bireylerin sağkalım mücadelesine zarar verecek özellikleri üretebilecek kadar güçlüdür. Örneğin, aşırı uzun ve renkli kuyruk telekleri ya da kuyruklar karşı cinsten bireylerin yanı sıra yırtıcıların da ilgisini çekecektir.

Yapay seçilim nedir

Yapay seçilim


(ing. artificial selection) İnsanların bilinçli olarak bir organizmanın belli özelliklerini seçmesi sürecidir. Örneğin insanlar bir türün (örneğin buğday bitkisinin) yalnızca kendilerine daha fazla besini daha kolay şekilde sağlayan bireylerini ellerinde tutup yetiştirerek o türde evrimsel değişime yol açabilirler. Ziraatte iyi bilinen ıslah yöntemlerinin bir çoğu yapay seçilime örnektir. Yapay seçilim doğal seçilime benzer, ancak çok önemli bir fark, doğal seçilimde insanlar yerine doğanın kendisi seçme işini üstlenmiştir.

Evrim - Eşeysel seçilim (2/2)

Eşeysel seçilim (2/2)

Eşeysel seçilimin neden bu kadar güçlü olduğunu anlamak için uzun yıllar yaşamış ancak hiç çiftleşmemiş bir bireyin genlerine ne olacağını düşünmek yeterli: Eğer yavru yoksa, bir sonraki kuşağa aktarılan gen de yok demektir. Bu da uzun yıllar yaşamayı sağlayan tüm o genlerin hiçbirinin kimseye aktarılamadığı anlamına gelir ki bu durumda söz konusu bireyin seçilim değeri sıfırdır!



Seçilim iki yönlü bir yoldur:

Eşeysel seçilim, her ne kadar arada sırada cinsler arasında rol değişimleri görsek de genellikle iki yönde işler:

* Erkekler arası rekabet


Erkekler dişilere ulaşmak, dişiyle çiftleşirken harcanan zaman ve hatta kimin sperminin yumurtayı dölleyeceği konusunda birbirleriyle rekabet içindedirler. Örneğin kızböceklerinin (Zygoptera) bazı erkek bireyleri çiftleşme sırasında dişinin üreme kanalını temizleyerek rakibinin spermlerini dışarı atar.

* Dişilerin tercihi

Dişiler hangi erkekle çiftleşeceklerini, ne kadar süreyle çiftleşeceklerini ve hatta hangisinin spermlerinin yumurtalarını dölleyeceğini bile seçerler. Bazı dişiler istenmeyen bir erkeğin spermini gerisin geri dışarı püskürtebilirler.

Yapay Seçilim Yoluyla Evrim

Yapay seçilim

Darwin ve Wallace'tan uzun zaman önce çiftçi ve yetiştiriciler, bitki ve hayvanlarının özelliklerinde yıllar içinde önemli değişiklikler yapmak için seçilim fikrini kullanıyorlardı. Çiftçi ve yetiştiriciler sadece istenen karakterlere sahip bitki ve hayvanların üremesine izin vererek çiftlik hayvanlarının ve tarım bitkilerinin evrimine neden oldular. Bu sürece yapay seçilim denir çünkü hangi organizmanın üreyeceğine doğa yerine insanlar karar verir.

Aşağıda görüldüğü gibi çiftçiler, yaban hardalının belirli özelliklerini yapay olarak (kendileri) seçerek bugün bildiğimiz birçok tarım ürününü geliştirmişlerdir.

"En iyi uyum yapan ayakta kalır"

EVRİMİN DÜZENEKLERİ

"En iyi uyum yapan ayakta kalır"


"En iyi uyum yapan ayakta kalır" sözcükleri Darwin-Wallace kuramının anahtarıdır. Fakat besin, yer, su, güneş için bireyler arasındaki savaşımın, zannedildiği gibi büyük evrimsel güç olmadığı, buna karşın döller boyunca sürekli olan popülasyonların evrimsel değişme için önemli olduğu daha sonra anlaşıldı. Bu durumda evrimsel değişimlerin birimi bireyler değil popülasyonlardır.

DOĞAL SEÇİLİM

Bir popülasyon, kalıtsal yapısı farklı olan birçok bireyden oluşur. Ayrıca, meydana gelen mutasyonlarla, popülasyonlardaki gen havuzuna yeni özellikler verebilecek genler eklenir. Bunun yanısıra mayoz hücre bölünmesinde oluşan krossing-over, sıçrayan genler, rekombi nasyonlar yeni özellikler taşıyan bireylerin ortaya çıkmasını sağlar. İşte bu bireylerin taşıdıkları yeni özellikler nedeniyle, çevre koşullarına daha iyi uyum yapabilme yeteneği kazanmaları, onların, doğal seçilimden kurtulma oranlarını verir. Seçilim uzun döller boyunca sürünce seçilen bireylerin genlerinin frekansı artacaktır. Böylece bir zaman sonra yeni mutasyonların ve rekombinasyonların meydana gelip, uygun olanlarının ayıklanmasıyla da, başlangıçtaki popülasyona benzemeyen, tamamen ya da kısmen değişmiş popülasyonlar ortaya çıkar.

Dengelenmiş seçilim: Eğer bir populayon çevre koşulları bakımından uzun süreli dengeli olan bir ortamda bulunuyorsa, çok etkili kararlı ve dengeli bir gen havuzu oluşur. Böylece dengeli seçilim, var olan gen havuzunun yapısını devam ettirir ve meydana gelebilecek sapmalardan korur. Örneğin, keseli ayılar(opossum) 60 milyon, akrepler 350 milyon yıldan beri gen havuzlarını hemen hemen sabit tutmuşlardır. Dengeli seçilimde, üstteki ve alttaki değerleri taşıyan bireyler sürekli elendiği için, popülasyon dengedeymiş gibi gözükür. Örneğin, bebeklerde kafatasının, dolayısıyla beynin ve keza vücudun büyüklüğü dengeli seçilimin etkisi altındadır. Belirli bir kafatası ve vücut büyüklüğünün üstünde olanlar doğum sırasında annenin çatı kemiğinden geçemedikleri için elenirler, çok küçük olanları da uyum yeteneklerini yitirdikleri için elenirler. Böylece, örneğin bebeklerde beyin ve vücut büyüklüğü belirli sınırların içinde kalır.

Dallanan Seçilim: Dengeli seçilimin tersi olan bir durumu açıklar. Bir popülasyonda farklı özellikli bireylerin ya da grupların her biri, farklı çevre koşulları nedeniyle ayrı ayrı korunabilir. Böylece aynı kökten, bir zaman sonra, iki ya da daha fazla sayıda birbirinden farklılaşmış canlı grubu oluşur. (ırk-alttür-tür). Özellikle bir popülasyon çok geniş bir alana yayılmışsa ve yayıldığı alanda değişik çevre koşullarını içeren bir çok yaşam ortamı(niş) varsa, yaşam ortamlarındaki çevre koşulları, kendi doğal seçilimlerini ayrı ayrı göstereceği için, bir zaman sonra birbirinden belirli ölçülerde farklılaşmış kümeler, daha sonra da türler ortaya çıkacaktır. Bu şekildeki bir seçilim "Uyumsal Açılımı" meydana getirecektir.

Yönlendirilmiş Seçilim: Doğal seçilimin en iyi bilinen ve en yaygın şeklidir. Özel koşulları olan bir çevreye uzun bir süre içerisinde uyum yapan canlılarda görülür. Genellikle çevre koşullarının büyük ölçüde değişmesiyle ya da koşulları farklı olan bir çevreye göçle ortaya çıkar. Popülasyonlardaki özellikler bireylerin o çevrenin koşullarına uyum yapabileceği şekilde seçilir. Örneğin nemli bir çevre gittikçe kuraklaşıyorsa, doğal seçilim, en az su kullanarak yaşamını sürdüren canlıların yararına olacaktır. Popülasyondaki bireylerin bir kısmı daha önce mutasyonlarla bu özelliği kazanmışlarsa, bu bireylerin daha fazla yaşamaları, daha çok döl vermeleri, yani genlerini daha büyük ölçüde popülasyonun gen havuzuna sokmaları sağlanır. Bu arada ilgili özelliği saptayan genlerde meydana gelebilecek mutasyonlardan, yeni koşullara daha iyi uyum sağlayabilecekler de seçileceğinden, canlının belirli bir özelliğe doğru yönlendirildiği görülür.

KAYNAK

Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Prof Dr. Ali DEMİRSOY; Yaşamın Temel Kuralları; Cilt I; Kısım I; Sayfa: 551-599

Örnekleme hatası ve evrim

Örnekleme hatası ve evrim

Evrimin en temel mekanizmalarından biri olan genetik sürüklenme, aslında istatistikteki örnekleme hatasının evrimsel karşılığıdır.

İçinde 50’si kahverengi 50’si yeşil toplam 100 adet misket bulunan bir kese düşünün. Keseden yalnızca 10 tane misket çekebiliyorsunuz. Yeni bir keseye, yine toplamda 100 misket olacak şekilde, az once çektiğiniz orana uygun olarak kahverengi ve yeşil misketler koyuyorsunuz. Oyun şöyle ilerleyebilir:


Burada açıkça görülüyor ki kahverengi ve yeşil misketlerin birbirine oranı “5:5, 6:4, 7:3, 4:6...” şeklinde değişiyor.

Bu sürüklenme canlılardan oluşan popülasyonlarda da gerçekleşir. Pek çok rasgele etken yüzünden bir nesildeki genlerin oranı diğer bir nesile geçerken sabit kalmıyor ve bu da evrime yol açıyor. Bir böcek popülasyonunda kahverengi genlerinin sıklığı, doğal seçilimin yardımı olmadan artabilir. Aslında bu da evrim; ancak bu kez, seçilime değil şansa dayalı bir evrim söz konusu.

Genetik Sürüklenmenin evrim üzerinde pek çok önemli etkisi var:

1. Sürüklenme, popülasyonlardaki genetik çeşitliliği azaltır, bu da popülasyonun yeni bir seçilim baskısına cevap verme becerisini azaltabilir.
2. Genetik sürüklenme daha hızlı etki gösterir ve küçük popülasyonlarda etkisi daha büyüktür.
3. Genetik sürüklenme türleşmeye katkıda bulunabilir. Örneğin, yalıtılmış küçük bir popülasyon, genetik sürüklenme sayesinde daha büyük bir popülasyondan ayrılıp değişebilir.

Charles Robert Darwin ve Doğal Seçilim Nedir?

Doğal seçme, (doğal seçilim veya doğal ayıklama ya da doğal seleksiyon) dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip birey organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarma yönünden daha avantajlı olmalarıyla işleyen mekanizmadır. Böylece dış ortama uyum sağlamakta sorunlar yaşayan bireyler ve genler organizma popülasyonundan tasfiye edilmiş olmaktadır.

Doğal seçme birey üstünde tümüyle işler ama sadece kalıtsal özellikler bir sonraki nesile aktarılabilir. Sonuç olarak yaşadıkları ortama uyum konusunda daha başarılı olan bireylerin, hayatta kalabilme, ergenlik yaşına ulaşabilme ve üreme olanakları yönünden daha avantajlı olmaları dolayısıyla, elverişli özellikler bir sonraki nesile aktarılır ve daha yaygın hale gelir.

Doğal seçilim mekanizması bu şekilde işleyerek uyum sağlamada başarılı olamayan bireylerin kalıtsal özelliklerinin popülasyondan ayıklanarak sonraki kuşaklara aktarılmasını önlemiş olur. Öte yandan uyum konusunda daha başarılı olan bireylerin kalıtsal özelliklerinin gelecek kuşaklara daha etkin olarak aktarılmasını sağlar. Sonuçta popülasyon, uyum sağlamada başarılı olan bireylerden oluşmuş olacaktır. Gerekli zaman verildiğinde bu pasif işlem adaptasyonlar ve türleşme, Uyumsal Açılım ile sonuçlanabilir.

Ek Bilgiler

DOĞAL SEÇİLİM KURAMININ ANA HATLARI

Bu kuram ana hatlarıyla iki gerçeği, üç varsayımı ortaya çıkartmıştır.

1) Tüm canlılar, ortamdaki sayılarını koruyacak matematiksel oranların üzerinde çoğalma eğilimindedir. Elemine edilen bireylerle bu fazlalık azaltılır ve popülasyonların dengede kalması sağlanır. Doğal koşullar sabit kaldıkça bu denge korunur.

2) Bir türe ait popülasyondaki bireylerin kalıtsal özelliği birbirinden farklıdır. Yani canlı popülasyonlarının hepsi varyasyon gösterir. Darwin ve Wallace, bunun nedenini tam anlayamadılar ve varyasyonların canlıların iç özelliği olduğunu varsaydılar. Bugün bu varyasyonların mutasyonlarla olduğu bilinmektedir.

Varsayımlar;

1) Ayakta kalan bireylerin sayısı, başlangıçta meydana gelenlerden çok daha az olduğuna göre, ayakta kalabilmek için canlılar arasında karşılıklı besin, yer vs. için, savaşım, ayrıca sıcaklık, soğukluk, nem vs. gibi doğal koşullara karşı bir mücadele vardır. Bu savaşım ve mücadele bir ölüm kalım kavgasıdır. Gerek besin ve yer gereksinmesi aynı olan canlı türleri arasında ve gerekse normalden daha fazla sayıda bireyle temsil edilen popülasyonlardaki aynı türe bağlı bireyler arasında, yani doymuş popülasyonlarda bir yaşam kavgası vardır. Bu görüş ilk defa Malthus tarafından ortaya atılmıştır. "YAŞAMAK İÇİN SAVAŞ "

2) İyi uyum yapacak özellikleri (=varyasyonları) taşıyan bireyler, yaşam kavgasında, bu özellikleri taşımayan bireylere karşı daha etkili bir savaşım gücü göstereceğinden, ayakta kalır, gösteremeyenler ise yok olur. Böylece bulunduğu bireye o koşullara en iyi uyum yapabilecek yeteneği veren özellikler, gelecek döllere kalıtılmış olur. Bu varsayımın anahtar cümleciği "BİYOLOJİK OLARAK EN İYİ UYUM YAPAN AYAKTA KALIR "

3) Bir bölgedeki koşullar diğerlerinden farklı olduğundan, özelliklerin seçimi de her bölgede, koşullara göre farklı olur. Çevrede meydana gelecek yeni değişiklikler, tekrar yeni uyumların meydana gelmesini sağlar. Birçok döl boyunca meydana gelecek bu tip uyumlar, daha doğrusu doğal seçilim, bir zaman sonra, atasından tamamen değişik yeni bireyler topluluğunun ortaya çıkmasını sağlar "UYUMSAL AÇILIM " Farklılaşmanın derecesi, eskiyle yeni popülasyondaki bireyler bir araya getirildiğinde çiftleşemeyecek, çiftleşse dahi verimli döller meydana getiremeyecek düzeye ulaşmışsa, artık bu iki popülasyon iki farklı tür olarak değerlendirilir. Bir ata popülasyondaki bir kısım bireyler, taşıdıkları varyasyon yetenekleriyle herhangi yeni bir ortama uyum yaparken, diğerleri de taşıdıkları farklı varyasyonlar nedeniyle daha değişik bir ortama uyum yapabilir. Böylece uyumsal açılım ortaya çıkar. Bununla beraber bitkiler ve hayvanlar, yaşam kavgasında, bulunduğu koşullarda, yararı ya da zararı olmayan diğer birçok varyasyonu da meydana getirebilir ve onları daha sonraki döllere aktarabilir. (Nötral Mutasyonlar)

Darwin'in kuramı o kadar akla yatkın ve o kadar kuvvetli kanıtlarla desteklendi ki birçok biyolog onu hemen kabul etti. Daha önceki varsayımlar, yararsız organların ve yapıların neden meydana geldiğini bir türlü açılığa kavuşturamamıştı. Bugün türler arasında görülen birçok farkın, yaşam savaşında hiçte önemli olmadığı bilinmektedir. Fakat bu küçük farkları meydana getiren genlerdeki herhangi bir değişiklik, yaşam savaşında büyük değerler taşıyan fizyolojik ve yapısal değişikliklerin meydana gelmesine neden olabilir. Uyumsal etkinliği olmayan birçok özelliği meydana getiren genler, kromozomlar içinde yaşamsal öneme sahip özellikleri meydana getiren günlerde bağlantı halinde olabilir. Bu durumda bu varyasyonlar elenmeden gelecek döllere aktarılabilir. Bu uyumsal etkinliği olmayan genler, bir popülasyon içerisinde gelecekteki değişikliklerde kullanılmak üzere, ya da genetiksel sürüklenmelerde kullanılmak üzere fikse edilmiş olarak bulunur.

''The Genographic Project'' ile ''İnsanoğlunun Aile Ağacı''

Atalarınız nereden geliyor?

National Geographic ve IBM'in yürüttüğü ''The Genographic Project'' ile ''İnsanoğlunun Aile Ağacı'' çıkarılıp, günümüzde yaşayan insanların kökeninin nereden geldiği ve nerede yaşayıp dünyaya yayıldıkları araştırılıyor.





Nüfus genetik uzmanı Dr. Spencer Wells başkanlığında yürütülen ''Genographic Projesi'' ile dünya üzerindeki pek çok gönüllü kişiden DNA örneği toplanıyor. Projenin hedefi, insanlığın kesin olarak nereden yayılmaya başladığını ortaya çıkarmak. Genographic Project'te yer alan bir uzman ekip, insanoğlunun Afrika'nın kalbindeki kökenlerinden, dünyanın dört bir yanına dek uzanan yolculuğunu, zaman ve mekanlara göre araştırıyor.
Bunu yapmak için de bağışlanan DNA örnekleri, özel laboratuvarlarda ve bilgisayarlar yardımıyla analiz ediliyor.

Yeni eklenen DNA örnekleriyle, proje her geçen gün genişliyor. Ancak, o ana kadar elde edilen verilerin anlamı da her geçen gün değişebiliyor. Yine de her yeni bilgi, insan göçleriyle ilgili bilgi eksikliklerini gideriyor ve bilinmeyen pek çok noktayı açığa çıkarıyor.

Projeye katılım
Projeye katılmak için, ''http://genographic.nationalgeographic.com'' adresindeki internet sitesine girip, 99 dolar ve kargo ücreti karşılığında DNA toplama kiti satın almak gerekiyor.
Kitle gelen aparat ağız içerisine sürülerek DNA örneği elde ediliyor ve özel saklayıcı içine konulan örnek, laboratuvara kargo yoluyla geri gönderiliyor.
Sonuçlar ise gelen kitte yazılı kişiye özel kimlik numarası internet sitesinden girilerek öğrenilebiliyor. Sonuçlarda, kişinin atlarının binlerce yıllık göç serüveni ve nerelerde yaşadıkları hakkında bilgiler bulunuyor ve bu bilgiler özel tasarlanan bir sayfa aracılığıyla yazıcıdan çıktı olarak alınabiliyor.
Proje, elde edilen bilgilerin, bu proje dışında başka hiçbir amaçla kullanılmayacağı konusunda ise garanti veriyor.

Yaban Arısının Gen Haritası

ABD'nin Rochester Üniversitesinden John Werren ve ekibi, parazit yabanarısının 3 türünün gen haritasını çıkarmayı başardı, böylece yeni doğal böcek öldürücüleri geliştirmenin yolu açılmış oldu.

Werren, büyük bölümü birkaç milimetreyi geçmeyen parazit yabanarılarının birçok zararlı böceğe saldırıp bunları öldürmesi nedeniyle çok yararlı canlılar olduğunu belirtti.
Yabanarılarının akasya biti veya tırtılların içine yumurtalarını bıraktığını, bunların da bit ve tırtılları öldürdüğünü belirten bilim adamları, benzer hayvanlar olmasaydı insanların zararlı böleceklerin istilasına uğrayabileceğini vurguladılar.

Yabanarılarının "akıllı bombalara" benzediğine dikkati çeken bilim adamları, bu hayvanların bazı böcek türlerini seçerek, öldürdüğünü ifade ettiler.
Araştırmanın başındaki Werren, bu özellik kullanılabilirse insanlara ve başka canlılara zarar vermeyen ve kimyasal olmayan yeni böcek öldürücülerin üretilebileceğini söyledi.
Ancak bilim adamları, Science dergisinde yayımlanan araştırmada, yeni böcek öldürücüler geliştirmek için bu hayvanların tam olarak hangi böceklere saldırdığını ve farklı zehirlerini belirlemek gerektiğini de vurguladılar.
Araştırmada, zehirlerin belirlenmesinin yeni tedavilerin bulunmasını da sağlayabileceği belirtildi.

DNA'sız evrim

Creutzfeld-Jakop hastalığına neden olan prionlar, son bir araştırmaya göre DNA’ya sahip olmadıkları halde evrim geçiriyor.


Bu da onların ilaçlara karşı dirençlik kazanmasına yol açabilir. İki tür prion var. Normal prionlar sinir hücrelerindeki sinapslarda ve diğer organlarda önemli görevleri yerine getirir. Patolojik prionlar ise hatalı gelişmiş proteinlerdir. Gerçi yararlı moleküller akrabaları gibi aynı yapıtaşlarından oluşuyor ama değişmiş mekânsal yapıları beyinde her şeyden önce Creutzfeld-Jakob (insanda), BSE/deli dana (sığırda) ve skrapi/scrapie (koyunda) gibi beyin hastalıklarına yol açmakta.


Hastalık, zincirleme bir reaksiyonla gelişiyor. Çünkü prionlar hatalı yapılarını diğer prionlara aktarabiliyorlar. Bunlar da normal prionları bozuk yapıya geçmeleri için zorluyorlar. Bu şekilde memeli beyninde az ve veya çok çözülemeyen molekül birikimleri oluşmakta. Bu molekül birikimleri ise sinir hücrelerini öldürüp, beyne süngerimsi bir görüntü kazandırırlar. Bugüne kadar hatalı gelişimin değiştirilemez olduğu sanılıyordu. Bu açıdan bakıldığında prionlardaki “kalıtımın” bir kopya süreci olduğu düşünülebilirdi.

Florida Scripps Araştırma Enstitüsü’nden Charles Weissmann şimdi prionların daha marifetli olduğunu buldu. Anlaşıldığı üzere yapılarında güçlü değişimler şeklinde mutasyonlar oluşturuyor ve bu değişimleri sağlıklı prionlara aktarıyorlar. Weissmann ve ekibi çeşitli prion mutantlarını hücre kültürlerinde ve fare beyinlerinde büyüterek, çevre koşullarının farklı prion tiplerini tetiklediklerini görmüş. Bazıları fare beynindeki ekoloji için daha uygunken diğerleri hücre kültüründe daha iyi büyüyordu. Bu sonuçlardan yola çıkan bilim insanları, bu şekilde prion hastalıklarının tedavisinde prionların direnç kazanabileceği kanısına vardı.

R. Miller‘ın The Collapse of Intelligent Design (Akıllı Tasarımın Çöküşü)

Akıllı Tasarımın Çöküşü

Brown Üniversitesi’nden biyoloji profesörü Kenneth R. Miller‘ın The Collapse of Intelligent Design (Akıllı Tasarımın Çöküşü) konulu konferansını Türkçe altyazılı olarak indirip izleyebilirsiniz.

işte linkler:
http://rapidshare.com/files/137715503/KMonID.part1.rar
http://rapidshare.com/files/137715509/KMonID.part2.rar

Kuşların atası bulundu

Çinli arkeologlar, kuşların da dahil olduğu uzun soy ağacının ilk atası olan ve 160 milyon yıl önce yaşamış iki ayaklı bir etobur dinozorun fosillerini ortaya çıkardı.


"Haplocheirus sollers" isimli dinozorun uzun ve dar bir iskeleti, çok sayıda küçük dişi, güçlü pazuları ve önayakları olduğu, bu sayede ilkel kertenkeleleri, küçük memelileri ve sürüngenleri avlayabildiği belirtildi.
Keşfi yapan bilimadamları,
Science (bilim) dergisinde yayımlanan makalelerinde, öldüğünde genç yaşta olduğuna inanılan fosilin, 190-230 santim uzunluğunda olduğu kaydettiler. Dinozorun Sincan eyaletinin Juggar bölgesinde kiltaşları içinde bulunduğu bildirildi.
Çin Bilimler Akademisi Omurgalı Taşılbilimi ve Taşılantropolojisi Ensititüsü'nden Profesör Hu Hing, "Haplocheirus Sollers"in kendine özgü bir yapısı olmasına rağmen, "kuşlara benzer birçok yönünün bulunduğunu, tıpkı kuşların kanatlarını katlaması gibi elleri yanda hareket ettiğini" söyledi.
Hu Hing, "Başı, omurgası, bacakları ve elleri tıpkı kuşlar gibi. Ayakları tıpkı modern dönem kuşları gibi dört tırnaklı, bunların üçü ileriye bakıyor. Kuşlarda arkaya bakan ilk tırnağın aksine, ilk tırnağı yana bakıyor" dedi.
"Bu yaratıkların kuşlarla birçok benzerliği bulunmasına rağmen, daha çok tipik bir etobur dinozora benzediğini" kaydeden Hu, "Bu grubun en belirgin özelliği önayaklarıdır, bunlar yırtıcı grubundandırlar. Ellerinde diğer hayvanları yakalamaya yarayan 3 tırnak vardır. Çok acayip önayakları vardır, önayakları çok kısa ama çok sağlam ve çok güçlüdür" dedi.
Hu, "bunlar kuşların evrimlerinde en erken evreyi temsil ederler, ama kuş değillerdir. Bunların kuşların en erken ataları olduğunu ve çok yavaş bir şekilde, bu soy ağacının kuşa dönüştüğünü söyleyebilirsiniz" ifadesini kullandı.

60 milyon yıl daha yaşlı

Bulunan dinozorun kuş benzeri garip bir dinozor ailesi olan "Alvarezsauridae" ailesinden olduğu ve son bulgunun bu aileyle ilgili dinozor buluntularını 60 milyon geriye, Geç Jurasik döneme (145-161 milyon yıl öncesine) taşıdığı kaydedildi.
Haplocheirus, 1991'de Arjantin'de bulunan ve Kratesa (tebeşir) döneminde (65-145 milyon yıl önceki dönem) yaşayan bilinen en eski "Alvarezsauroid"den 60 milyon yıl daha yaşlı ve 90 milyon yıl daha önce yaşamış.
Hu, "kuşların dinozorlardan geldiğini biliyoruz. Ama elimizdeki orijinal fosillerin çoğu Kratesa döneminden. Şimdi daha fazla Jurasik dönem fosili bulma umudunu taşıyoruz. Böylece kuşların dinozorlardan geldiğini kanıtlayan daha doğrudan kanıtlar elde edebileceğiz" dedi.


Evrim Teorisinde Açıklanmayan Noktalar

Evrim teorisi insanlığın varoluşunu açıklamaya çalışılan bir teori.





Sıradan bir Gözlemci uçamayan kuşlarda kanatın, kör balıklarda Gözlerin ve kenndi kenndine üreyebilen bitkilerde cinsel organın ne işe yaradığına herhangi bir anlam veremeyebilir. Şu anda varlıkları ve işlevleri anlamsız gibi Gözükse de günümüzde işlevi olmayan birçook organ,verdikleri ipuçlarıyla canlıların evrimini anlamada insanlığın yolunu aydınlatıyor.
İşlevini yitirmiş ama halen canlıların vücutlarında bulunan organlar ilk olarak Charles Darwinin ilgisini çekmişti. Darwin, ‘Türlerin Kökenni’ kitabında gereksiz organları evrimin kesin bir kanıtı olarak göstermiş ve filogenetik ağacı (türlerin Akraba (Eş Dost)lıklarını gösteren kökenn ağacı) şekilendirirkenn bu organlardan oldukça faydanlanmıştı.

İnsanoğlu da doğadaki birçook canlı türü gibi halen evrimini tamamlamadı ve Süreç devam ediyor. Peki, insanoğlu kenndini anlamaya çalışırkenn geçmişimize ışık tutacak ‘evrim artıkları’ Nelller?
Kuyruk sokumu
Canlıların ortak atadan geldiğinin en büyük delillerinden biri olan kuyruk sokumu, memelilerin çocuğunda bulunan kuyruğun körelmesi sonucu oluşan bir kemik. Aslında, tüm insan embriyolarında 4 veya 5 omurdan oluşan kuyruk oluşumu mevcut, ancak doğumdan önce bu yapının kaybolduğu biliniyor. Son yıllarda yapılan bir çook çalışmada, embriyoda meydana gelen birçook mutasyon sonucu kuyrukla doğan bebek vakası Gözlendi.
20 yaş dişi
Atalarımızın bize mirası olan 20 yaş dişi, öğünlerinin tamamı sert kabuklu bitki olan atalarımız için kritik bir öneme sahipti. Şu anda bazı insanlarda ağrılı ve sızılı şekilde gelişen 20 yaş dişine artık ihtiyacımız yok ve gereksiz olarak değerledirilen oluşumlardan bir tanesi.
Apandist
Otçul atalarımızın bAşka bir mirası olan apandisit, bitkilerin bolca içerdiği selülozun sinnDirilmesine yarıyordu. Günümüzde apandisitin ameliyatla alınmasının vücuda hiçbir zararı bulunmadığı biliniyor. Ancak hala bazı bilimadamları vücudu hastalıklara karşı koruyan immün sistemde kritik rol oynadığını iddia ediyor.
Vitamin C sentezi
İnsanlarda C vitamin eksikliği iskorbit hastalığına, bunun sonucunda da ölüme yol açıyor. Evrim bu durum için önlemini aldı ve C vitamini sentezleme için gerekli genleri atalarımıza sağladı. Günümüz insanı ise C vitamini sentezleyemiyor fakat 1994 yılında yapılan araştırmaya göre genetik yapımızda bu vitamini üretecek gen bulunuyor. C vitaminin üretememimizin nedeni ise artık bu genin pasif durumda bulunması.
Erkek meme uçları
Gereksiz olarak nitelendirilen en dikkat çekici vücut bölümü erkeklerin sahip olduğu meme uçları olarak görülse de, bu önem derecesi o kadar da doğru sayılmaz. Anne karnındaykenn vücudun bu kısmı cinsiyetten daha önce gelişiyor. Bu nedenle bu kısmın kaybolması gibi bir durum geçerli değill. Cinsiyet farkını, yani göğüslerin süt verecek şekilde gelişmesini sağlayan ise sadece hormonlar.
Tüyler
Tüylerin ürpermesi korku ve heyecan durumunda oluşan kimyasal reaksiyonların derideki kasları uyarması ve bunun sonucunda tüylerin hareket etmesidir. Aslında şu an insanların tüylere ihtiyacı pek yok, çünkü üşümemizi engellemek daha gelişmiş yollar kullanabiliyoruz. Bazı bilimadamları, tüylerinDuygu (Hissiyat)ları dışarı vurma konusunda da işlev gördüğü kanısında.
Jacobson organı
Birçook memeli hayvanın çiftleşecek eşini ararkenn kullandığı bir organ olan ve doğru eşi bulmaya yarayan Jacobson organı, insanlarda işlevini yitirmiş durumda. Fakat bilimadamları, altıncı his denilen olgunun bu organdan kaynaklanıp kaynaklamadığını araştırıyor. İşlevsiz gibi görünen bu organın aslında bazı durumlarda çeşitli kimyasallar salgıladığı söyleniyor.

Dinozor ne renkti?

İlk kez bir dinozorun gerçek renkleri yeniden yaratılarak temsili resmi hazırlandı.

Yale Üniversitesi araştırma ekibinin yıllar süren çalışmasında, fosillerde gizli yüzlerce mikroskobik ipucu deşifre edildi ve 150 milyon yıl önce soyu tükenen bir tüylü dinozorun tüylerindeki renkler belirlendi.
Dinozorun temsili resmi National Geographic dergisi bilim ve ressam ekibi tarafından, belirlenen gerçek renkleri kullanılarak yapıldı ve bugün dünya basınına dağıtıldı.

Fosilin hemen her yerindeki renk verici melanozomları inceleyen bilim ekibi, bedenin farklı yerlerindeki tüm renkleri ve ton farklarını tespit edebildi. Bunun için daha önce bulunan 29 tüy fosili kullanıldı.
Gerçek renk skalası ilk kez simule edilebilen dinozorun gövdesi ağırlıkla gri renkte tüylerle kaplı, kırmızımsı kahverengi dik bir sorguca sahip, kol ve bacaklarındaysa beyaz tüyler var.
Fosil, dört kanatlı tüylü bir dinozor türü olan Anchiornis huxley’ye ait ve Jurasik dönemde Çin’de yaşamış.
Bugünkü Pullu Hamburg türü tavuğa aşırı derecede benzeyen tüy renk yapısı, büyük ihtimalle dinozorun çevredeki diğer canlılarla iletişimi, kamuflaj ve eş bulma gibi işlere yardımcı oluyordu. Bilimciler, hayvanın tüylerinin o zamanlarda uçmak için kullanılamadığı kanısında.
Yale Üniversitesi Ornitoloji, Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji profesörü, aynı zamanda araştırma raporunun yazarlarından Richard O. Prum, “Çok tuhaf bir hayvan. Bugün yaşasaydı çok ilgi ve şaşkınlık yaratırdı” diye konuştu.

Evrim Düşüncesi ve Gelişimi

Evrim biyolojik olaylar içinde en ilginç ve en geniş kapsamlı olanıdır. Kelimenin basit anlamı " GELİŞİM"dir. Gelişim ise biyolojide birbirinden tamamen farklı iki olayda kendini gösterir. Bunlar "EMBİRYONAL GELİŞİM" ve "EVRİMSEL GELİŞİM"dir. İlki şu anda olan ve karşılaştırılabilen ve deneysel olarak analiz edilebilen bir olaydır. İkincisi ise tarihsel süreçde geçen bir olayı ifade eder. Doğrudan gözlenemez ve deneysel olarak analiz edilemez. Yani evrim araştırmalarında direkt gözlem olmayıp, kanıt ve veriler kullanılarak tarihi araştırma yapılır. Bu araştırmalarda çeşitli yöntemlerle birlikte, kuramlar da kullanılır. Tümden gelim ve tüme varım (dedüksiyon ve indüksiyon) ve çalışma kuramlarından evrim kavramının ne olduğunu açıklamada yararlanılır. Evrim uyum, seçilim ve mutasyon gibi olaylarla karakterize edilir. Evrimsel düşünce kuramının 200 yıllık bir geçmişi vardır.

Darwin’e Kadar Olan Gelşime

Şu anda yeryüzünde yaşayan bir milyondan daha fazla hayvan ve yarım milyondan fazla bitki türü vardır. Bu kadar çeşitli canlı türü nasıl oluyor da yeryüzünde varolabiliyor ve yaşayabiliyor? Bu sorunun yanıtını EVRİM TEORİSİ kısmen de olsa vermektedir. Bu teori canlı oluşum ve çeşitliliği ile ilgili bilgileri aktarır.

Evrim çalışmaları ile evrim olayının nedeni ve canlıların oluşum ilişkileri incelenir.

Antik dönemde hayvan, bitki ve insanın bir defalık yaratıldığı görüşü hakim olmakla birlikte, başta ANAXIMANDER (Miletli, M.Ö. 611-546) olmak üzere, canlıların gelişmelerine ait yaklaşımlar da gözden uzak tutulmamıştır. Adı geçen bilim adamı insanın balık benzeri bir varlık olduğunu; ama zamanla üzerindeki örtüyü atarak karasal yaşama uyum sağladığını sanmakta idi. Yine o dönemden onsekizinci yüzyılın sonuna kadar, türlerin değişmezliği görüşü egemendi. İsveçli doğabilimci LINNE (1707-1778), türlerin dünya varoluşundan bu yana yaşadığı görüşünü taşıyordu. LINNE bulduğu hayvan ve bitki türlerini belli bir biyolojik sistemde ele alan ilk araştırmacı idi. Canlıları yapısal benzerliklerine göre gruplandırmıştı. Bir zoolog olan GEORGES CUVIER (1769-1832) 18. yüzyılın sonunda, tarih öncesi canlıları inceleyen "PALEONTOLOJİ" Bilimini kurdu. (lamarck evrim teorisi)

Günümüzde yaşayan (=resent) canlıların anatomik yapıları karşılaştırılarak, soyu tükenip fosili bulunanların sistematiği yapılır. Omurga iskeleti farklı şekilde olmasına rağmen, daima aynı temel yapı planı gösterir (üst kol kemikleri, iki altkol kemiği, elkökü, parmak gibi Dış görünüş ve işlevleri farklı ama aynı temel yapıya dayanan böyle organlara HOMOLOG denir. Temel yapı ve dizilişleri bilinirse, bulunan kemikler birleştirilip iskeletin tamamı elde edilir.

CUVIER bu yöntemle jeolojik çağlarda birbirinden çok farklı hayvanların yaşamış olduğunu buldu. Bunu çeşitli doğal felaketlere bağlıyor ve organizma gruplarını yokettiğini belirtiyordu. Bunun sonucunda yeni ve karışık yapılı canlıların ortaya çıktığını ve eski grupların da kalıntılarını koruyabildiğini açıklamıştı.
CUVIER'in yukarıda açıklanan FELAKET KURAMI'na karşılık jeoloji ve biyoloji biliminin ilerlemesi sonucu olarak, yeni görüşler ortaya çıktı. İngiliz araştırıcı LYELL (1797-1875) yerkürenin değişmesinin, bütün dünyayı kapsayan felaketlere dayanmadığını bugün yerkürenin yapısını şekillendiren güçlerin, daha önce de canlılara etki yaptığı görüşünü taşıyor ve AKTÜALÎTE (^GÜNCELLİK) VARSAYIMI'm ortaya atıyordu.

LAMARCK (1744-1829) Paris'te doğa tarihi müzesindeki koleksiyonda organların homolojileri ile ilgili çalışmaları sırasında, bunun canlıların akrabalığı ile ilgili bir olgu olduğunu açıkladı. PHILOSOPHIE ZOOLOGIQUE-1809 adlı kitabında, organizmaların evrimsel bir gelişimi olduğu görüşünü ortaya attı. Buna göre, günümüz türleri soyu tükenmiş olan eski türlerden kökenlenmektedir. LAMARCK bu görüşü ile ilk defa soy ağacı kavramını ortaya atarak, köken için nedensel bir açıklama getirmiş böylece EVRİM TEORİSİ'nin kurucusu olmuştu.

LAMARCK, canlıların organlarını kullanıp kullanmamalarına bağlı olarak belli ihtiyaçlara uyduklarını ve kazanılan bu bireysel uyum ve özelliklerin, doğrudan doğruya döle iletildiği görüşünü taşıyordu. LAMARCKa göre zürafanın uzun boyunlu oluşu, atalarının üst dallardaki yapraklara ulaşmak için sürekli olarak boyunlarını uzatması sonucu idi. Hayvan boynunu uzata uzata bugünkü zürafaya dönüşmüştü. Bu görüş uzun boyunlu kuğu ve kazlar için de geçerliydi. Onların boynu kısa ataları suyun derinliklerinden besin almak için boyunlarını uzatmış ve uzunboyunlu olmuşlardı. Bu özellik döle iletilmişti. Bunun karşıtı kullanılmayan organların köreldiği görüşü idi. (evrim teori)

Bu varsayım, genetik bilimden önce ortaya atılmıştı. Günümüzdeki bilgi birikimi karşıt görüşleri doğurdu. Bugüne değin kazanılmış özelliklerin kalıtlandığına ait hiçbir örnek bulunamamıştır. Genetiğin sonuçları, özelliklerin çevre etkisi ile katlanamaya*cağını gösterir. LAMARCKİSMUS, türün yayılış ve devamını sağlayan uyumları açıklamada da yetersiz kalır. Bitkinin zengin tohum üretimi tek bitkiye ya da yavru bakımı ana-babaya yarar sağlamayıp TÜRE hizmet eder. LAMARCK'ın doğa kuramları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

a) 1. Doğa Kuramı: Gelişiminin en üst basamağını henüz tamamlamamış bir hayvan, organını kullanma oranınında onu güçlendirir. Organın az kullanılışı onun gücünü yitirip zayıflamasına ve yeteneklerinin zamanla kaybolmasına yol açar. (evrim teorisi slayt)
b) II. Doğa Kuramı: Bir organın yoğun kullanımla gelişmesi ya da kullanılmama sonucu körelme özellikleri, sürdürülür. Yani kazanılan yetenekler döle geçer. Bunun için değişimler iki eşeyde de olmalıdır.

Charles Darwin Hayatı ve Evrim Teorisi

Charles Darwin Hayatı ve Evrim Teorisi

Tıp ve teoloji (=ilahiyat) eğitimi gören CHARLES DARWIN (1809-1882), BEAGLE adlı gemiyle yapılan bilimsel geziye (1831-1836) katıldı. DARW1N bu gezide karşılaştırmalı anatomi, paleontoloji, bitki ve hayvan coğrafyası ile ilgili bilgi topladı. Bu bilgiler onun sonradan ortaya atacağı evrimle ilgili görüş ve kuramlarının temeli oldu. Nitekim 1856 yılında bu bilgilerin ışığı altında "On the origin of species by means of nat-ural selection" adlı eserini yayınladı. Kitabında, basit formlardan günümüzün daha karmaşık canlı varlıklarının atası ile ilgili düşüncelerini belirtti. Ayırıca organiz*maların evrimi için gerekli açıklayıcı nedenleri, ortaya koydu. DARWIN nedensel açıklamalarını yaparken, ıslahçıların seçme (=seleksiyon) fikrinden yararlandı. Bunlar uygun formları seçip kultive ediyorlardı.

DARW1N, 1845 yılında Galapagos Adaları ispinozlarının aynı atasal türden kökenlendiğini belirtti

Verilerin azlığı nedeniyle bu durumu kitabında derinleme*sine inceleyemedi. Doğal olarak burada bir soru akla geliyor; peki doğada bu tür*leri ortaya çıkaran, bu seçimi yapan kimdir? Bir ekonomist olan MALTHUS (1766-1834)'un yürüttüğü bir araştırma, ona yukarıdaki soruyu yanıtlama imkanı verdi. MALTHUS, insan nüfusunun arttığını ve sadece besin azlığı ve hastalıklar nedeniyle sayının sabit tutulduğunu gösterdi. Bu bilginin diğer tüm canlılara kullanımı, SEÇİLİM KURAMI'nı doğurdu. Bu kuram aşağıdaki gerçeklerden hareket eder:

Darwinin Evrim Teorisi

a) Canlılar, türün devamı için gereken*den daha fazla döl üretir. Türün devamı için bir çiftin ürettiği dölden ikisinin çift*leşmesi yeterli olacaktır.

Halbuki gerçekte binlerce, hatta milyonlarca döl üretilir. Buna rağmen değişmeyen bir devredeki yaşama alanında, bir türün birey sayısı Uzun süre sabit kalır.

b) Ana-babanın çocukları, kalıtsal özellikleri bakımından birbirinden ayrılır.
c) Canlılar, daha uygun yaşama koşulu, besin, yaşam alanı ve eş için sürekli rekabet halindedir.
DARWIN bundan aşağıdaki sonuçlan çıkardı: Ona göre VAROLMAK İÇİN SAVAŞ (=struggle for life) da, çevreye en iyi uyan bireyler yaşamlarını sürdürür ve en güçlüler hayatta kalırdı (=survival of the fittest). Bu kavram genelde yanlış anlaşıldı. Evrim kuramı anlamında, her zaman en güçlü olan, en uygun olmayabilir; çünkü en fazla döl üreten ve onların da döl ürettiği bireyler en elverişli olanlardır. DARWİN'in kuramı ile sosyal farklar, biyolojik temele dayanmaz ve yine bundan da hiçbir şekilde, güçlü olanların haklı olacağı sonucu çıkarılamaz. Bunlar SOSYAL DARWİNİST"lerin görüşleridir.

Evrim Teorileri

Rekabet sadece bir tür içinde olmaz. Benzer ekolojik nişlere sahip türler de birbirleri ile rekabet eder. Rekabet, bir ekolojik nişte aynı özelliklere sahip sadece bir türün devamlı olarak barınmasına yol açar. Bu nişe daha az uyum sağlayan türlerin sayısı azalır veya başka yörelere gitmeye zorlanır. DOĞAL SEÇME (=natural selection) türlerin yavaşça değişip, çevreye uyumuna yol açar.

Evrim teorisi, homolojinin ortaya çıkması ve organizmaların uyumu için nedensel gerekçeleri açıklar. Bu teori organizasyonun bazı durumlarda neden daha az amaca uygun olduğunu da açıklar: Zürafanın boyun omuru sayısı 7 olduğundan, kafasını çok zor yere eğer. Bu ise su içmeyi zorlaştırır. Bağışıklık sistemi insanı hastalıklara karşı korur; ama anne ve çocuk arasındaki Rh uyuşmazlığı embriyoda zararlara neden olabilir.

Bir canlının fitnesi, yani yeterli oluşu, onun üretip hayatta kalan döl sayısı ile ölçülür. En uygun ve yetenekli olanın hayatta kalabileceği görüşü de tartışılır. Böyle bir ayrım anlamsızdır, zira hayatta kalan bireyler zaten yaşamını sürdürebilenlerdir. DARWIN ise bunu, en iyi uyum sağlayanın hayatta kaldığı veya kalabildiği şeklinde ayırmış ve bunun da yapısal farklılıklara bağlı olduğunu belirtmiştir. Daha az uyum, düşük oranda hayatta kalmayı ve böylece miktar olarak uygunluğunun ölçülmesine yol açar. Canlıların kökeni için DARWIN'in ortaya attığı görüşlere benzerlerini WALLACE (1823-1913) da belirtmiştir.

Yirminci yüzyılda evrimin nedenleri ile ilgili bilgilerin artması GENETİK sayesinde oldu. Kalıtsal olan tüm özelliklerin temelinde GEN'ler vardır. Döllenmiş yumurtadan tam bir canlı oluştuğundan, onun yapısal planı ile ilgili bilgi genlerde vardır. Homoloji araştırmaları çeşitli organizma türleri arasında benzerlikler gösteriyordu. Bu genetik bilginin eşit şekilde dağılımı ile ilgilidir. Çiftleşemiyen canlılar arasında genlerin taşınımı olmaz. Bu nedenle açıklama için ortak bir atadan gelmiş olmayı kabul etmekten başka bir seçenek yoktur.

DARWIN'in anladığı anlamda en yetenekliler, yeteneklerini daima populasyonda gösterir. Bu nedenle özellikle, FISHER ve SEWALL-WRIGHT'ın gösterdiği gibi POPULASYON GENETİĞİ sonuçları, evrim kuramının temelini oluşturur. Yine yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren MOLEKÜLER BİYOLOJİ evrimin açıklanmasında önemli rol oynamaya başladı. Canlı oluşumunun deneysel olarak açıklanması ile ilgili araştırmalar ilk kez OPARIN tarafından yürütüldü. Yaşamın oluşum ve evrim kuramının fiziko-kimyasal olarak açıklanmasını EIGEN'e borçluyuz.

Darwin'in Türlerin Kökeni adlı eserinde ortaya koyduğu; yani çeşitli bitki ve hayvan türlerinin başka türlerden türemiş olduğu görüşü, dinlere ve çeşitli efsanelere ters düşmekle birlikte, büyük bir kesimin onayını almış görünmektedir; ama bilim adamları evrim mekanizması hakkında değişik görüşler taşırlar. Günümüzde bu hususta üç görüş en fazla taraftar toplamıştır.

Bunlardan en yaygını YENİ DARWİN'cilik kuramı ya da sentetik kuramdır. Bu kuram daha önce de değinildiği gibi türlerin evriminin belirleyici faktörü olarak doğal seçilimin Darwin'de ileri sürülen şeklini ele alıp, Mendel'in genetik kuramlarının yardımı ile canlı topluluklarının genetik değişimlerini uygular, bu görüşün en önemli savunucusu AYALA SMITH'dir.

Darvinin evrim teorisi

Mendel kuramlarının bu yüzyılın başında TSCHARMAK de VRIES ve CORRENS'çe yeniden bulunması ile Darwin kuramı yeniden tartışmaya açıldı. Türlerin evrimi populasyondaki alel oranlarının değişmesiyle açıklanır. İşte bu değişimler, doğal seçilim sürecinde kontrol edilir. Bu mekanizmanın açıklanması için R.A. FISHER ve S.WRIGHT gibi araştırıcılar, matematik bir model geliştirdiler. Bundan az olan doğal seçilim sürecinde bile, o populasyonun genetik yapısının, bazı alellerin, diğerlerinin yerini almasıyla değişikliğe uğradığı sonucu çıkar. Türün genetik çeşitlerindeki mikroevrim, bir makroevrime; yani bazı yeni canlı türlerinin oluşumuna neden olur.

Bu görüşün günümüzdeki en önemli savunucuları arasındaki Amerikalı ERNST MAYR, türlerin dağılımı ile ilgili yaptığı çalışmalarında (özellikle kuş türleri ile) türler arasında aşamalı bir geçiş olduğunun ve farklı ırklardan başlayarak, yeni canlı türlerinin oluştuğunu açıkladı. G.G.SIMPSON adlı araştırıcı atın evrimini gözönüne alıp, atın doğal evriminin küçük değişimlerle oluşup, aşama aşama populasyonlara hakim olduğunu ve bazılarının da bu süreçte türleştiğini vurgulamıştır.

En son görüşler ışığı altında yeni Darvvin'ciliğin temel ilkesi olarak evrim ve doğal seçilim mekanizmalarının denetimi ile populasyonların genetik yapısındaki bazı alel genlerin zamanla, diğerlerinin yerine geçmesini şart koşar. Bu mikroevrim süreci, yeterli zaman geçtikten sonra, aşama aşama makroevrime; yani yeni türlerin oluşmasına yol açar.

İkinci kuramsal model olan "YENİ MUTASYONİZM" KIMURA ve C.J GOULD tarafından ele alınmakta ve günümüzde geniş bir taraftar kesimi bulmaktadır. Bu kuram, rastlantıyı ve bazı mütasyonların doğal seçilim açısından yalnızlığını önemsemekle kalmaz, "NOKTASAL DENGELER" gibi çok katı olmayan paleontolojik evrimi de dikkate almayı yeğler.

KIMURA adlı Japon bilim adamı "NÖTRALİST" kuramını öne sürdü. Buna göre genetik mütasyonların sayısı doğal ayıklanma bakımından "NÖTR"'dür. Buna uğramış bireylerin yaşamını sürdürebilmelerinde, mütasyonların etkisi yoktur. Doğal seçilimin yadsıdığı bu genetik değişimler kuşaklar boyu sürer ve sonuçta bir evrim etmeni haline gelir. KIMURA bir alelin diğer birinin yerine geçmesinin, protein bakımından bir aminoasidin diğerinin yerine geçmesi ile eşdeğer olduğunu öne sürmüştür. Çeşitli organizmaların aminoasitlerinin gen dizilişinin incelenmesi, bir aminoasidin değerinin yerini aldığını göstermiştir (oc-Globin için her 7 milyon yılda bir). Evrimsel açıdan iki tür birbirinden ne kadar uzaksa, a-globinleri de aminoasit sayısınca o kadar farklıdır. Bu düzenlilik, birçok genetik farklılaşmanın çevresel koşullardan kaynaklanmadığını gösterir. İşte bu değişiklikler doğal seçilim karşısında nötrdür. Bu durumda yeni Darwin'cilerin aşama aşama mikroevrim yerine "NOKTASAL DENGELER" görüşü söz konusudur. Bunda türlerin uzun süre dengede olduğu; ama genetik yapıda bir farklılık ile aniden yeni türün eskisinin genini alarak bu dengeyi bozduğu görülür. Yani evrimin temeli doğal seçilimden çok, genetik değişimlerdir. (Darwin evrim teorileri)

Yeni mutasyonizm'e göre daha az taraftar bulan üçüncü görüş de "YENİ LAMARCK'cılık"tır. Bu kuramda, türlerin evriminde rastlantının rolü yadsınır ve sonradan edinilen özelliklerin saydam geçişi gerçeğini kanıtlamaya çalışır. Ziirafanın boynunun uzaması bu kuramın klasik örneğidir. Lamarck'a göre bu türün boynu uzundur, zira ataları ağaçların yüksek kısımlarındaki yaprakları yemek için boyunlarını ha bire uzatmış ve bu anatomik değişiklik, sonraki kuşaklara geçmiştir. Yeni LAMARCK'cılara göre, türlerin evrimi bu model ile açıklanabilir. Yeni türler, eskilerin yeni ortam koşullarına uyarlanması ve değişken ıraların sonraki kuşaklara aktarımıyla oluşur. Böyece yeni Darvvin'cilerin aksine türlerin uyumu ani ve rastlantıyla gelen bir farklılaşmanın sonucu olarak değil de, bireylerin ortama uymalarından doğan bir farklılaşmanın kuşaklara geçmesi ile açıklanır. Yeni LAMARCK'cılık akımının en önemli savunucuları arasında Avustralya'lı E.J. STEELE yer alır. STEELE kobayların yabancı bir doku naklinden sonra, onu sonraki kuşaklara geçirdiğini açıklamış; ama bu deney tekrarlanamamıştır. Yine J. CAIRNS adında Amerikalı bir biyolog sonradan edinilen ıraların bakterilerde, diğer kuşaklara aktarıldığım belirtmiş; ama bu deneyler de kuşku uyandırdığı için, kesin bir yargıya varılamamıştır.

Evrim Doğal Seleksiyon Nedir

Yeni mutasyonlar sürekli oluştuğundan, populasyonun genetik değişkenliği artmalıdır. Birçok populasyonda, hayatta kalabileceklerden daha fazla sayıda döl üretilir. Bu nedenle her dölün birçok bireyi daha döllemeden ölür. Diğerlerinin de döl sayısı azdır. Böylece seleksiyon gerçekleşir. Birçok genin sıklığı değişir ve bireyler bir sonraki dölün gen havuzuna farklı şekilde katılımda bulunur. Buna REPRODUKTİF FİTNES (üretgen fitnes) veya kısaca FİTNES ya da UYUM DEĞERİ denir.

Seleksiyon ve Populasyon Genetiği

Fitnes (=uyum değeri), belli bir çevredeki genotipin özelliğidir. En yüksek döl sayısı olan genotipin fitnes değeri, FD = 1 diye ifade edilir. Bundan sonra diğer genotip X'in fitnes değeri, FDX küçük olmalıdır. Bu, aşağıdaki formül ile ifade edilir. (yapay seleksiyon)

FDx = Genotip X'in dölü / En fazla döle sahip genotipin dölü Populasyonda her bireyin belli bir genotipi ve bu nedenle de belli bir fitnesi vardır. Her genotipin birey sayısı ve fitnesinden, populasyonun ortalama FD 'si hesaplanabilir Bir populasyonun ortalama fitnesinin en iyi genotipinkinden sapmasına, populasyonun GENETİK YÜKÜ denir. Genetik yük evrimin olaylanması için şarttır. Bütün bireyler olası fitnese sahip olsalardı, genetik bir değişkenlik olmaz ve böylece de doğal bir seçilim gerçekleşmezdi. Basit bir örneğe göz atalım: Fitnesin tek (A) ve (a) allellerindeki bir gentarafından saptandığını varsayalım. Organizmalar haploid (n) olsun, yani her iki alelden yalnız birine sahip olsunlar ve bu da her generasyon da fenotipte ortaya çıksın. Ayrıca döller birbiri ile kesişmesin.

Eğer bir genotip için fitnes, yani FD, bilinirse, p:q oram için populasyonun ortalama fitnesi FD hesaplanabilir. Yüksek uyum değerine sahip bireyler, diğerlerine göre daha fazla döl ürettiklerinden, populasyonun bileşimi ilk verilen örnekteki gibi öyle değişir ki yavaş yavaş FD'nin en yüksek noktasına ulaşılmaya çalışılır. Yani seleksiyonla gen sıklığı tekrar değişir ve (a) azalırken (A) artar. Bu olayın hızını açıklamak için aşağıdaki düşünceden hareket edelim:

Populasyonda (A) alelinin düşük bir payı ile (yani p daha düşük % ile olsun) başlanır. Her (A) baskın oluşu nedeniyle fenotipik olarak görüleceğinden yüksek oranda döl oluşturur. Eğer (a) aleli gen havuzunda az miktarda ise bunun saf kalıtsal olarak görülme olasılığı da azalır. Yalnız bu durumda seleksiyon etkin olacağından alel (a), seleksiyona da daha az uğrayacaktır. Yani avantajlı baskın bir alel hızla populasyona hakim olur; ama dezavantajlı çekinik aleli populasyondan tamamen uzaklaştıramaz. (seleksiyon ıslahı)

Eğer çekinik alel avantajlı (aa'nın FD=1 ise) ve önceleri az miktarda varsa, (aa) fenotipi de seyrektir. Populasyonun bileşimini değiştiren hız, başlangıçta çok azdır. Bu (a)'nm populasyondaki oranının artışı ile yükselir. Dezavantajlı (A) fenotipik olarak dikkati çekeceğinden, daima seleksiyona açıktır. Bu nedenle (a), (A)'ya karşı koymaya çalışacaktır; yani (A) taşıyıcısı olanların soyu tükenecektir.

Genetikte HETEROStS denen heterozigotlar (Aa'nın FD =1) tercih edilirse, ne (a), ne de (A) dezavantajlı olsalar bile kaybolmaz.

Darwin doğal seleksiyon örnekleri

Şimdi uyumu etkileyen (A/a) ve (B/b) alelli iki geni, model populasyonda ele alalım. Bu durumda 9 farklı genotip vardır. Bunlar populasyonda farklı sıklıkta izlenebilir. (A) ve (a) alel sıklığı p ve q, (B) ve (b)'ninki ise r ve s olsun. HARDY-WEINBERG formülü ile p:q ve ns'nin ayrı ayrı genotip oranları hesaplanabilir. Eğer tektek genotiplerin FD'si bilinirse, ortalama FD populasyondaki olası gen sıklığı için, (1) nolu formülle hesap edilebilir. Ortalama uyum değerleri (FD) bir örnek için (A/a) ve (B/b)'nin sıklığına bağımlı olarak verilmektedir.
Doğal bir populasyonda hiçbir zaman iki adet gen değişmez, çok sayıda gen değişir. Bu nedenle populasyonun durumunu grafik ile ifade etmek zor olur. Eğer uyum değeri (FD) çeşitli aleli çok sayıda gene bağlı ise populasyonun başlangıçtaki genetik bileşimine bağımlılık vardır.

Örnekler de göstermektedir ki, yeni mutasyonlar görülmese dahi, seleksiyon sadece genlerin populasyonda yeni kombinasyonu ile gen havuzunu değiştirebilir.

Seleksiyon Faktörleri ve seleksiyon yöntemleri

Farklı genotiplerin üreme oranı veya hayatta kalma olasılığını değişik bir biçimde etkileyen çevre etmenlerine SELEKSİYON FAKTÖRLERİ denir.

a) Abiyotik Seleksiyon Etmenleri
Bunlar kuraklık, rutubet, sıcaklık, soğukluk, suyun tuz oranı, toprağın besin madde içeriği ve ışık eksikliğidir.
b) Biyotik Seleksiyon Etmenleri
Bunlar yırtıcı, parazit veya besin, eş veya yaşam alanı bakımından rekabet eden türdaşlardır.
Çevrenin seleksiyon faktörleri ile bir populasyonu etkileyen etmene SELEKSİYON BASKISI denir. Ortaya çıkan dezavantajlı mutasyonlar sonraki döllerde seleksiyonla giderilebilir. Böylece döl uygun özellikler kazanır ve gen havuzunu dengeler. Buna DENGELİ SELEKSİYON denir. Ama seleksiyon genlerin sıklığı ve böylece populasyonda söz konusu özelliği de değiştirir ve populasyonun ortalama uyumu tamamen artar. Buna AKTARIMLI SELEKSİYON. Parazit, hastalık yapıcı veya yırtıcıların etkisi ile en yoğun olan formlar bile azalır ve sonuçta populasyona ekstrem özellikli formlar hakim olur. Böylece populasyon ayrılır, buna AYIRIMCI SELEKSİYON denir
Şimdiye kadarki formlara karşı, taşıyıcısına yüksek uyum kazandıran bir mutasyon görülürse, bu değer maksimum uyumdur, yani FDmax'dur. Böylece seleksiyonun yapısı değişir.

Preadaptasyon (On uyum) Nedir / Preadaptasyon (=Önuyum)

Preadaptasyon (=Önuyum)

Nötral ya da önce dezavantajlı gen veya gen kombinasyonları da, çevre değişiminde veya yeni bir yaşama alanına girerken avantajlı etki yapabilir. Burada yalancı bir uyum, yani yeni çevre koşullarına uyum olanağı söz konusudur. Değiştirici yaşama koşulları bakımından bir türün bireylerinin genetik eşitliğinin tam oluşu, o türün devamı için sadece dezavantajlı olacaktır.

Karın sürekli olarak yerden kalkmadığı bölgelerde beyaz mutantların avantajı vardır. Onlar burada koyu renklilere göre daha fazla tutunur. Örneğin kartavuğu ve buzayısı türleri beyaz mutantlardan oluşmuştur. Önuyumlar, birçok gen için heterozigot olabilen diploid canlılarda mümkündür. Dezavantajlı ve önemsiz olan resessif aleller heterozigot alel çiftinde seleksiyona uğramayıp birçok döle aktarılır. Çevre değişirse, böyle aleller yeniden avantajlı olur ve homozigot taşıyıcılarına fayda sağlar.
Preadaptif uyum, yeni yapıların evrimle gelişimini sağlayan yapı planının özellikleridir. Dört ayaklılığın oluşumu için yüzgeçler preadaptiftir. Preadaptasyon, suyu arada bir kuruyan sucul alanlarda avantajlıdır. Böylece hayvanlar karaya veya diğer sulara geçerken ya da kurak dönemlerde, çift olan göğüs ve karın yüzgeçlerini dayanak gibi kullanarak hareket eder. Bu nedenle bazı yüzgeçliler kısa bir süre için karayı işgal edebilmişlerdir. Böylece rekabet olmayan bir yaşama alanına ulaşmışlardır.

Seleksiyonun Etkisi

Seleksiyon bireyin tamamında, yani fenotipinde etkili olup, genotipinde etki yapmaz. Fenotipik olarak beliren genler seleksiyonu etkiler. Eğer özellikler çok sayıda genle belirlenirse, bütün genler seçilime uğrar. Bu nedenle bir organın evriminde (örneğin omurgalı gözü), kısımların (ağsı tabaka, mercek, kornea) işlev ve yapısını saptayan bir çok genin birlikte seçilim değeri vardır.

Seleksiyon Etkisi İçin Örnekler

Seleksiyonun doğrudan doğruya izleneceği birçok örnek vardır.
Bakterilere karşı antibiyotiklerin kullanımı, kısa sürede dirençli suşların oluşmasına yol açar. Çünkü mevcut olan preadaptif dirençli mutantlar kitle halinde çoğalır. Dirençli formların süratli seçilimi yeni ve daha etkili antibiyotiklerin üretilmesine neden olur. Dirençli formların yetiştirilmesine özgü gözlemler, zararlılara karşı insektisitlerin kullanımında da yapılmıştır.

d) Gizlenme
Birçok kelebek türünün koyu renkli mutandan endüstri bölgelerinde yaygındır (Endüstri melanizmi). Bu rengi koyu kahverenkli melanin yapar. Biston betularia adlı kelebek türü huş ağacının açık ve likenli gövdesi üzerinde saklanır . Kuşlar onu göremez. Bu yüzden onlara yem olmaktan kurtulur. Koyu renkli ırkı, beyaz renkli huş ağacı gövdesinde kolayca görülmüş ve kuşlar tarafından rahatça avlanmıştır (dengeleyici seleksiyon). Endüstriyel gelişme sonucu oluşan kirlilikle koyulaşan huş gövdesinde bu sefer açık renkli olan kelebekler kuşların dikkatini çekmiş ve onların rahatça yemi olmuştur. Bu yüzden İngiltere, Almanya ve Amerika'daki açık renkli esas
formları birkaç on yıl sonra tamamen ortadan kalkmıştır. Yani oralarda endüstrinin yol açtığı hava kirliliği, seleksiyon koşullarını değiştirmiştir. Burada seleksiyonla sadece vücut rengini etkileyen mutasyon nedeniyle huş kelebeğinin yeni bir rkı oluşturulur. Mutasyon, evrim olayı için materyali sevkeder; ama ilk önce değişen seleksiyon koşullan onun gerçekleşmesine yol açar.

Rüzgarın etkili olduğu küçük adalarda birçok kanatsız veya kanatları körelmiş kelebek veya sinek türü vardır. Körelmiş kanatlı mutantlar burada avantajlıdır. Çünkü uçabilen böcekler genellikle denize doğru rüzgarla taşınır ve orada ölür

b) Taklit
Taklit, yani MİMEZE ile gizlenme, avcıları aldatır. Çöp çekirgeleri bazı kelebek tırtılları dalcıkları andırır. Cava kelebeği oturuş durumunda da kuru bir yaprak gibidir.
c) Mimikri
Korunmanın başka bir formu da mimikridir. Burada seleksiyon baskısı düşman veya av hayvanının aldatılması yönünde etki yapar.

Hindistan'da tadlannm çok kötü oluşu nedeniyle kuşların yemekten çekindiği kelebek türleri vardır. Bunlara ait süreler içinde, tamamen benzer kelebekler yakalanmıştır. Bu kelebekler yalancı türlerdir ve kötü tadlan da yoktur. Tadı kötü olan kelebeklerin şeklini alarak kendilerini doğal düşmanlarına karşı korumuş olurlar

Mimikri sadece yapı veya renkte olmaz. Aynı zamanda belli davranış şekilleri (vücudun konumu, hareket) de aldatıcı olarak hizmet görür. Mercan resiflerinde çöpçü balıkları, yabancı balıkların parazitini ayıkladığı için, bu balıklar onu kendi vücutları yakınında görmeyi isterler. Çöpçü balık gerek dış görünüş ve gerekse davranış bakımından yırtıcı bir balığı taklit eder. Yırtıcı balık ise yabancı balıkla hiçbir şekilde beslenmemiştir; ama normalde balıklara saldırıp onları parçalar ve yer. Böyle bir mimikride besin almak için yırtıcı balığın taklit edildiği görülür. Guguk da parazit bir kuş türü olarak, kendisinden çok küçük kuş türlerinin (şimdiye kadar 200'den fazla kuş türünde saptanmıştır) yuvalarına, onların yumurta şekil, büyüklük ve rengini taklit edip, yumurtalarını koyar ve böylece yavrularını da yabancı kuş türlerine baktırır

Ophyrs türü bitkilerde çiçekler, böcek dişilerinin koku, renk ve şeklini taklit edip, o türün erkeğini uyarır. Böylece de polenlerinin başka bir çiçeğe taşınmasını ve tozlaşmayı sağlar
Bazı canlılarda çeşitli amaçlar sözkonusu olduğunda da hayvanın vücut rengi değişik şekil ve renklere dönüşür. Hemichromis fasciatus adlı hani balığı erkeğinin rengi, çeşitli davranış durumlarında değişir. Buna göre yaşama alanını koruyan erkeğin rengi ile düşmanından kaçan erkeğin rengi veya yumurta bırakan dişinin rengi farklıdır.

Konvergens ve Ko-Evrim Nedir

Ekosistemde bir türün her türlü evrim basamağı diğer türlere etki yapar, zira onların seleksiyon koşulları değişir. Örneğin bir bitkide acı bir madde oluşursa, onunla beslenenler diğer bitkileri aramaya koyulur ve böylece acı madde içeren bitki sayısı diğerlerinin aleyhine artar. Acı bitki ile beslenenler acı maddeye dayanıklılık kazanırsa, yeni bitkileri yemez ve acı maddelileri yer. Bu nedenle evrim daima birbiri ile ilişkideki canlıların Ko-Evrimi'dir (=birlikte evrim). Her evrim basamağı, diğer evrimlere yol açar. Dikkat çekici bir örnek de çiçek ve böceklerin şekil ve yapılarının birbirine uyumudur.

Konvergens Nedir

Konvergens denince, akraba olmayan organizmaların benzer, yaşam biçimi yüzünden (benzer ekolojik nişler) şekillerinin benzer olması anlaşılır. Örneğin köpekbalığı, kemikli balıklar ve balinaların balık şeklinde oluşunu ve atasal toynaklılar ve atın ayak iskeletindeki tırnak sayısının konvergens gerilemesini verebiliriz. Farklı türlerdeki konvergens aynı yönlü seleksiyonla açıklanabilir. Yeryüzünün çeşitli bölgelerindeki benzer ekolojik nişler, yaşama şekilleri birbirine uygun türler tarafından işgal edilir. Bu türler akrabalık veya konvergens nedeniyle uyumludur. Böylece yaşanılan bölgenin aynı değerliliği için, step hayvanları (nandu, devekuşu ve emu akraba oldukları halde kurt ve keseli kurt akraba değildir) örneği verilir.

r ve K Seleksiyonu

Seleksiyon populasyonda olaylanır. Bu nedenle bireyde değil de populasyonda tanınan uyumlar vardır. Kısa zamanda oluşan biyotoptaki bir tür süratli ve çok sayıda ürerse en azından belli bir bölümü aynı yaşama alanına yerleşebilirse başarılı olur. Çoğalma oranı yüksek olmalıdır. Bu durum populasyonun büyümesi eşitse r-değeridir {r-çoğalma oranı). Seleksiyon r-seleksiyonu olarak etki yapar. El değmemiş orman, mercan resifleri ve hayvan ini gibi alanların tür populasyon büyüklüğü, uzun süre sabit kalır. Bu arada birey sayısı, yaşama alanının kapasitesi ile belirlenir. Türün devamında çabuk ve güçlü çoğalmadan çok, rekabet yeteneği önemlidir. Seçilim K-seleksiyonu olarak etki yapar. Türler ya daha çok r selekisyonu veya tercihen K seleksiyonu gösterir. Burada aynı yaşama alanındaki diğer türlerin seleksiyon oranı önemlidir, yani r ve K seleksiyonu daima diğer türlerde belirir. K seleksiyonuna uğrayan bitki türleri uzun süre yaşar (orman ağaçları gibi).

Mutasyon ve Seleksiyonun Birlikteliği

Evrim için genetik değişkenliğin en önemli nedeni, gen havuzuna yenilikler getiren mutasy onlar dır. Bu yüzden mutasyon ve seleksiyonun birlikte etkinliğine kısaca değinmek istiyoruz. Organizmanın mutasyona uğrayabilirliği evrim sürecinde devamlı ve sürekli etkinliği olan bir kuramdır.

Sosyobiyoloji Nedir

Paviyan maymunlarında türü erişkin bir birey, diğerlerini düşmana karşı uyarır ve böylece sürünün yaşamını devam ettirmesini sağlar. Grubun hayatta kalmasını mümkün kılan bu davranışın bir seleksiyon avantajı vardır. Grubu düşmana karşı ikaz eden bireyin bu davranış şeklini sağlayan genler, yeterli miktarda döle aktarılmıştır. Böylece gruba yarayan bu davranış şekli sürdürülür. Bunun için gerekli olan koşulları, populasyo-nun biyolojik davranışı yardımı ile açıklayabiliriz. Çocukların genleri ebeveyn genlerinin yarısı kadarı ile müşterektir. Çocuklarına karşı kendisinin yararlanamadığı bir davranış, ana babadan herhangi birinin ölümüne neden oluyorsa ve buna bağlı olarak, populasyon-da ortalama ikiden fazla çocuk hayatta kalıyorsa, kendi yararına olmayan nedenden ötürü ana veya babanın ölmesi seleksiyon için bir avantajdır. Kuzenlerde genlerin 1/4'U müşterektir. Bu durumda ortalama olarak dört kuzenden daha fazlası yaşamalıdır ki, bir seleksiyon avantajı görülebilsin. Akrabalığa yararlı ve populasyon biyolojisi kurallarına uyan her davranış, evrimde sırf kendi yararına olan davranışa karşı koyabilir. Bu hususta en detaylı incelenen hayvan grubu sosyal arılardır. Bunlarda erkekler hoploid, dişiler (kraliçe ve dişi işçi arılar) diploiddir. Bir çiftin dişi dölleri, ortalama olarak genlerin 3/4'ü kadarına müştereken sahiptir. Bu nedenle davranışın seleksiyon avantajı vardır ve dişi kendisi döl üreteceği yerde kendi annesini destekler ve böylece çok sayıda kardeş oluşmasana katkıda bulunur. Eğer dişi bireyin kendisi yavru elde etseydi, çocuklarının genleri ancak kendisininki ile yarı yarıya müşterek olurdu.

Canlı grubuna hizmete yönelik bir davranış biçimi tamamen doğuştan itibaren olmaz. Buna sonradan öğrenilen davranışı da katabliriz. Grubun hizmetine yönelik davranış şekillerinin incelenmesi, onun biyolojik işlevi ve evrimsel nedeni SOSYO-BİYOLOJİ'nin konusudur.

Gen Bileşiminin Uyumu(=Harmonisi)

Fenotipin birçok özelliği çok sayıda gen ile belirlenir. Bu yüzden genlerin harmonik (=uyumlu) olarak birlikte çalışması gerekir. Her gen, uygun zamanda ve doğru miktarda oluşturulmalıdır. Zira seleksiyon fenotipde başlar ve birbirine uyan gen grupları müştereken korunur. Burada gen müşterekliğinden, yani GENETİK BİRLİKTELİK'ten söz edilir. Bir gen birlikteliği karışık yapılı ve amaca uyan organların oluşumu için önem*lidir. Örnek olarak gözün evrimini verebiliriz. En ilkel hayvan gruplarındaki düz gözden, çanak, çukur ve mercek göze gelişim olur. Gözün özelliğini belirleyen genler, hangi kro*mozomlarda bulunurlarsa bulunsunlar, genetik birliktelik nedeni ile bir aradadır. Bu durum gözdeki optik merkezin işlev ve yapısına, beyinde katılan genler için de geçerlidir.

Zürafanın boyun omuru sayısının 7 olmasının nedeni de genetik birikimdir. Normal olarak zürafanın boyun omur sayısının fazla olması, onun lehine bir durum arz eder. Halbuki omur sayısı 7'de kalmıştır. Bu durum omur sayısından sorumlu genlerin değişmesinden kaynaklanır. Genetik aşınma nedeniyle evrim içinde birçok tür ortadan kalkmıştır. Bunlar, çevrenin yeni gereksinimlerini karşılamayarak yok olmuşlardır.

Biyogenez Nedir, Biyogenez Görüşü

Bilindiği gibi skolastik dönemde, canlıların ölü maddelerden oluştuğu kabul edilirdi. ARİSTOTELES, yılan balıklarının solucanlardan, onların da çamurdan oluştuğunu sanıyordu. Birçok kişi, kurtların kokuşmuş etten kendi kendine oluştuğunu sanmaktaydı. Bu görüş, REDİ'nin karşı görüşü isbat etmesine kadar sürdü. REDI deneylerinde kullandığı etin bir bölümünü kapalı kaplara koyarak, sineklerin buraya yumurta bırakmasını engelledi. Üstü kapalı olan deney kaplarında hiç bir kurdun oluşamadığı görüldü. Bu sonuçla birlikte kendiliğinden oluş kuramının sadece mikroorganizmalar için kullanılabileceği belirtildi. Bu görüş PASTEUR'ün 1862 yılında bunun doğru olmadığını açıklaması ile mikroorganizmalar için de geçerliliğini yitirdi. Bunun sonucunda "canlıların ancak canlılardan oluşabileceği görüşü geçerlilik kazandı.

Yerküre yaklaşık 4,5-5 milyar yıl önce oluştu. En eski fosillerin 3,6 milyar yıllık olduğu belirlenmiş olup bunların da en azından bir milyar yılda oluştukları sanılır. İlk atmosferin oluşum koşullarını, moleküler biyolojik veriler, bakteri ve arkaebakterilerle ilgili metabolik olaylar ile bunların yapılarına özgü biyolojik bilgilerden ve canlıların oluşumu ile ilgili bazı kanıtlardan elde edebiliriz. Birbirinden tamamen farklı olan bilim alanlarından sağlanan bu kanıtlar, canlıların abiyotik olarak oluştuğu görüşünü olası kılmaktadır.

Biyogenez Deneyi ve Hipotezi

Bundan 5.109 (5 milyar) yıl önce oluşan yerkürede, atom ve aynı gaz bulutundan meydana gelen madde bileşenlerinin hemen hemen aynı olduğu, güneş gibi sağlam moleküllerden alev bir topu andırıyordu. Güneş ışınının enine spektrumlarında hangi atom*ların orada bulunduğunu, hatta yaklaşık oranları bile tahmin edilebilir


Yerküre daha küçük olup güneşe göre daha çabuk soğuduğu için başka element değişleri ortaya konamaz.


Onların yoğunlukları da yetersizdir. Örneğin Helyum gazı, güneşin yapımında çok önemli rol oynadığı halde. yerkürede hemen hemen kaybolur. Soğuk yüzünden bileşiklerin atomlarının çoğu yok olur. Hidrojen, oksijen, azot ve karbon gibi ağır moleküllerle birleşir. Radyoastronomi sonuçlarına göre,
hidrojen gazların ana kısımlarının % 70'dir. Oldukça fazla olan oksijen, suda ve ağır elementlerin tuz ve oksidlerinde bağlanır. Serbest oksijen fazlalığı atmosferde olmamıştır, zira oksijen derhal hidrojenle birleşerek suyu oluşturur.

Tepkime ürünleri, fazlalık hidrojenle birlikte ilkin atmosferin ana kısmını oluşturur. Tepkimeler dönüşümlü ve kütle etki kuramına dayanır. İlkin atmosferin 1/ 2-1 milyar yıl serbest H2 içerdiği varsayılır. Yani ilkin atmosfer, günümüz atmosferinden tamamen farklı idi: 4 nolu formülün tersinirliğinden, günümüz azotunun kökeni hakkında kısmen bir yorum yapılabilir. Su, yüksek denge sabitesi nedeniyle büyük oranda korunmuştur. Yalnız çok az bir bölümü güneşin UV-ışını ile 02 ve H2'ne parçalanmış olabilir ve bundan da serbest oksijenin nereden kökenlendiği ile ilgili bazı izler çıkarılabilir.


Yerküredeki elementlerin konumu yoğunluklarına bağlıdır. Örneğin Fe ve Ni gibi ağır elementler çekirdeği oluşturur. Bunun üzerine de Si, Ca, Al ve diğer atomların oksijen bileşikleri yerleşmiştir. Gaz ve buhar örtüsü olan ilkin atmosfer yer küreyi sarar. İlkin atmosfer metan, amonyak ve su buharı; başlangıçda da H2 ve He içermeli idi. Büyük uydularda benzer durum günümüze kadar sürmüştür. Çünkü onlar yüksek yoğunluğa sahip olup yavaş soğumaktadırlar. Su, boşluksuz bulut örtüsünde sıcak yerküreyi sarar. Bu gün Venüs gezegeninde olduğu gibi. Venüsün üst yüzey sıcaklığı 400-500 derece olup, sadece radar teleskobu ile bulut mantosından üst yüzey röliyefi tanınabilir. (Biyogenez Teorisi)

Bulut örtüsünden yansıyan sıcaklıktan dolayı yerkürenin yüzeyine yoğun yağışlar düşer. Akıcı su, kimyasal etkili (hidroliz) ve erozyonla yerkabuğunun kayaçlarını değiştirir. Derin bölgeler su ile dolar. Denizler oluşur ve orada tuz birikir. Çeşitli maddeler zamanla oluşur. Bulut örtüsünün yere inmesi ile güneş ışını yerküreye ulaşır. Buna bir de güçlü UV-ışımnı ekleyebiliriz. Bugün büyük oranda emilen 02, o zamanlar daha henüz yoktu. Ancak yeşil bitkilerin fotosentez yapması sonucu oluştu ve bugünkü % 28'lik düzeye ulaştı.


Canlıların yapı maddelerini nereden aldıkları sorusu burada önem kazanır. Bu nedenle kimyasal evrim, biyolojik evrimden önce gelir.

Metabolik Olayların Evrimi

Yerkürenin oluşumunu izleyen dönemlerde, ortaya çıkan ilk çorba veya bulamaçdaki protobiyontlar için enerji kaynağı olarak zengin organik bileşikler vardı. Protobiyontlar bu maddeleri yıkmak zorundaydı. Bu ilk canlıların enerji kaynağı olarak ATP üretip kullandıkları olasıdır. ATP bağlı bir şekilde tüm canlılarda glikolizle üretilir. Bu nedenle glikolizin canlıların gerçekleştirdiği ilk metabolik olay olduğunu rahatça söyleyebiliriz. İlerleyen süreç içinde, metabolik olayların da adım adım gelişip düzeldiği görülmektedir Metabolik olaylarda gerçekleşen her düzelme, o canlıya rakiplerine karşı bir avantaj sağlar ve onun hayatta kalma şansını artırır. Bu şekilde kendisine daha iyi yaşama koşullarını sağlayan protobiyontlar süratli bir şekilde çoğalır. Bu ise mevcut besin kaynaklarının yavaş yavaş azalmasına ve hatta yok olmasına yol açar. Az besinle enerji üretip yaşamı sürdürme zorunluğu, bazı canlılara avantaj sağladı. Böylece onlar yeni bir ATP kaynağı oluşturup, ışık emen renk maddeleri yardımı ile ışığın kullanılmasını gerçekleştirdiler. Bu şekildeki ilk fotosentez tipine günümüzdeki tuzcul bitkilerde rastlanır. Uzun süren bu evrim sürecinde, elektron nakil zincirlerinin oluşturulduğunu görüyoruz. Önceleri elektron taşıyıcı olarak H2S'in rol oynadığı sanılmakta idi. Bu şekilde fotosentez gerçekleştiren canlılar bugün yaşamaktadır. Örneğin kükürt bakterileri H2S kullanarak fotosentez yaparlar. Bu basit organizmalar günümüze kadar nasıl olur da gelebilmişlerdir? Bunlar kendileri için özellik gösteren ekolojik nişler oluşturmuşlardır. Örneğin çürümenin olduğu ortam*larda veya H2S içeren kay*nak sularında rahatça yaşamlarını sürdürmüş ve günümüze kadar gelebil*mişlerdir. Bu canlılar için bir başka önemli biyolojik aşama su parçalanması (=Fotoliz, hidroliz) kanalı ile elektron iletimidir. Bu özelliklerini kullanarak 02 de üretmişlerdir. Oksijen üretimi 2 milyar yıl önce artmaya başladı. Oksijen ise, hücre solunumu evri*mi için çok önemli bir koşul idi. Hücre solunu*munda, organik maddelerin oksidasyonu ile enerji üretilir. Eğer fotosentezin elektron iletim zinciri ile hücre solunumu karşılaştı*rılıra, her ikisinin de müşterek bir kökene sahip oldukları hemen anlaşılır.

Kimyasal Evrim

Özetle belirtmek gerekirse, yerkürenin oluşumunu izleyen dönemlerle bugünkü atmosfer bileşimi farklıdır. Örneğin eski sediman kayaçlarında, okside olmuş demir ve uranyum minerallerine rastlanmazdı. Bu ise başlangıç dönemlerinde atmosferde oksijenin serbest halde bulunmadığının kanıtıdır. Yerkürenin ilk oluşum dönemini andıran başka gezegenlerin atmosferleri karşılatırılarak, yerkürenin ilk atmosferi ile ilgili bilgiler elde edilebilir. O zamanki atmosfer esas itibariyle N, C02 ve su buharı içermekte idi. Bunlara, amonyak, metan, H2S ve hatta serbest haldeki H2'i de ekleyebiliriz. O dönemdeki atmosferin, indirgeyici bir yapıda olduğunu rahatça söylemek olasıdır. İlk okyanuslarda fosfat, silikat ve metal iyonları çözünmüş halde bulunmakta idi. Bu maddeler arasında olacak kimyasal tepkimeler için yüksek enerji gerekiyordu. Bu da şimşek çakarken oluşan elektriki boşalım, volkanların neden olduğu jeotermal ısı ve radyoaktivite kanalıyla sağlanmıştır. Yine o dönemlerde atmosferin ozon tabakası taşımaması nedeniyle, güneşten gelen ultraviyole ışınlar yerküre için önemli bir enerji kaynağı oluşturuyordu.

Bu koşullar altında anorganik maddelerden, basit yapılı organik bileşikler oluşmaktaydı. Hatta canlıların önemli yapıtaşlarının da bu yolla meydana geldiği ortaya kondu.

Bu hususta önce MİLLER adlı bir"öğrencinin 1953 yılında yaptığı çalışmalar, daha sonra da diğer araştırıcıların gözlem ve deneyleri ışık tutucu oldu. MİLLER içinde su bulunan kabı ısınan yerküre kabuğu ile eşdeğer tuttu. Bu kab iki elektrod taşıyan bir cam küre ile ilişkidedir. Bunlar arasında bir jeneratör, yıldırımı andıran deşarjlar oluşturuyor. Yükselen gazın soğutulması ve alçalanın soğutulması için bir ara boru gaz dönüşümünü, sanki rüzgar varmış gibi, sağlıyordu. Ayrıca kabın iç kısmı metan ve amonyak karışımı ile ilkin atmosfere benzetmek için de ilaveten ısıtılan sudan oluşan buharla doldurulmuştu. MİLLER CH4, CO, H2, NH3 ve su buharından elde ettiği gaz karışımını, 8 gün süreyle elektriki bir ışık çevrimine tabi tutarak, formik asit, formaldehid, süt asidi ve aminoasitlerini elde etti. O dönemde ortaya çıkan bu maddeleri kullanarak yıkabilecek canlılar henüz oluşmamıştı. Bu yüzden oluşan bu maddeler ilk okyanusta bulamaç gibi bir kıvamda idiler. Bu maddelerin oluşturduğu akıcı maddeye İLKİN ya da İLK ÇORBA veya BULAMAÇ adı verilir. Bu ilk çorbanın yoğunluğu, özellikle kıyı lagünlerinin oluştuğu yerlerde çok yüksekti. Bu maddeler yüksek sıcaklıklarda, bazı maddeler arasında tepkimelere yol açtı. Bunun sonucunda yoğun çözeltiler bu maddelerce emildi ve bazı bileşiklerin oluşumu sağlandı. Makromoleküllerin de bu kanalla meydana gelmiş olabileceği sanılmaktadır.
Bu tip sentez olayları deneysel olarak da gerçekleştirilebilir. Örneğin aminoasit karışımı lav kayaçları ile ısıtılırsa protein içerikli PROTEİNOİD denen bileşikler elde edilir. Isınmış proteinoid çözeltilerinin soğutulması ile 1-2 fim büyüklüğünde küre şekilli oluşumlar elde edilmiştir. Bunlara da MİKROSFER adı verilir. Bunların yarı geçirgen olan bir membranı vardır. Mikrosferler büyüyüp tomurcukla çoğalabilir

Hücre Evrimi

Prokaryontların yapısı, ökaryont hücrelere göre daha basittir. Siyano bakteriler veya mavi algler de denen bazı prokaryontlar, membranların sardığı bazı organellere sahiptir. Enzim, lipid, ribonükleikasit ve hücre çeperinin yapısı, prokaryontların en azından iki gruba ayrılması gerektiğini ortaya koyar. Bir grup gerçek bakterileri ve mavi algleri (=siyanobakterileri) kapsar, diğer grup archaebakterileri içerir. Bunlar hücre çeperi ile membran yapılarının farklı oluşu ile birbirinden ayrılır.

İkinci grup bakteriler olan archaebakteriler, bazı bakımlardan yerkürenin ilk dönemlerindekilere benzer yapıdaki ekoloik nişleri işgal eder. Onların bazılarının 105°C sıcaklığındaki volkanik su kaynaklarında yaşar. Bu da adı geçen bakteri tipleri enzimlerinin denatüre olma sıcaklığının çok yüksek olduğunun kanıtıdır.

Prokaryont ve ökaryont hücrelerinin organizasyonları arasında bulunan ve günümüzde yaşayan hiç bir geçiş formu yoktur. Mitokondri ve plastidlerin köken olarak protosit oldukları ve diğer hücrelere giderek onların içinde SİMBİYOTİK olarak yaşadıkları sanılmaktadır. Bu varsayıma göre bakterilerin ataları, endositozla diğer hücreye girip, orada vesiküllerin içine sıkışarak mitokondrilere gelişmişlerdir. Kloroplast ve diğer plastidler , endosimbiyotik olan mavi alglerin atasından bu yolla gelişmişlerdir.

Bu endosimbiyont varsayıma, aşağıda belirtilen noktalar uymaktadır:
d) Her iki organel formu, ancak kendilerinin bölünmesi ile oluşur. Hücre onları yitirirse yeniden yapamaz.
b) Gerek mitokondri ve
gerekse plastidler, hücreye daha
sonra girmiş gibi iki tabakalı bir
membranla çevrilidir. Yani sanki bunların kendi membranlarını konukçunun
membranı bir kez daha sarmıştır. Bu durum hücre dışında bulunan taneciklerin
endositozla hücreye alınmasına benzer.
c) Mitokondrinin iç membranında da sadece protositlerin membramnda bulunan bir fosfolipid vardır.
d) Her iki organel de protositlerde rastlanan çıplak, yani histonlu kromozom şeklinde bağlanmamış DNA içerir. Birçok mitokondri ve bazı plastidlerdeki DNA, bakteri kromozomundaki gibi halka şeklindedir.e) Mitokondri ve kloroplastlar da, protosit ribozumunu andıran ribozomlar taşır. Yine prokaryontlardaki gibi özel bazı antibiyotiklerle inhibe edilen kendilerinin biyosentezleri vardır.

Biyolojik Evrimin İki Temeli

“Evrim”, “evrim kuramı” ve “evrim olgusu” gibi kavramları daha iyi anlamaya çalışmanın, bizler gibi evrim meraklıları için önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de, özellikle medyada evrim hakkında yapılan tartışmaları takip ettikçe, temel kavramları tekrar tekrar açıklamanın zorunluluğuna olan inancım pekişiyor. Bu yazıdaki amacım da, evrim kuramının içerdiği temel fikirlere, Türlerin Kökeni‘ni referans alarak daha yakından bakmak.
Charles Darwin’in evrim kuramının -ve bu kuramın günümüzdeki halinin- iki farklı fikir içerdiği biliniyor. Her iki fikir de kendi buluşu olmamasına rağmen, Darwin bu fikirleri birleştirip uygulayarak düşünce tarihine eşsiz bir katkı sağladı.
Bu bağlamda Darwin, Türlerin Kökeni‘nde bizi iki konuda ikna etmeye çalışıyor:
1) Değişerek türeme
2) Değişerek türemeyi mümkün kılan mekanizma
Evrim kuramının analizine bu ayrımla başlayalım.
1) Değişerek Türeme
Değişerek türeme (descent with modification) aslında biyolojik evrimi gayet etkili bir biçimde tanımlıyor. [1] Böyle olması da beklenir, çünkü Darwin kendi fikirlerini ilk olarak bu şekilde tanımladı. Darwin’den önce “evrim” kelimesi embriyonun gelişimi, Herbert Spencer’in evrimci felsefesi ve başka anlamlarda kullanılıyordu. Darwin de -belki düşüncelerinin bu anlamlarla ilişkilendirilmemesi için- Türlerin Kökeni‘nin ilk baskısında “evrim”, “evrim kuramı” ya da “evrim prensibi” yerine “değişerek türeme” tabirini kullandı. Kitabın ancak altıncı ve son baskısında “evrim” kelimesiyle sıkça karşılaşıyoruz.
Yaşam Ağacı


Peki değişerek türeme ne anlama geliyor? Bunu anlamakta faydalanabileceğimiz bir temsil var: Yaşam Ağacı. Darwin Türlerin Kökeni’nde yer alan tek çizenek olan Yaşam Ağacı hakkında sayfalarca yorumda bulunuyor. Yaşam Ağacı’nın anlattığı şey şu: canlılar zaman içinde değişerek başka türlere dönüşürler ve bugün gördüğümüz bütün canlılar az sayıda ortak atadan gelmiştir. Yaşam Ağacı’yla temsil edilen bu fikir, bugün rasgele seçeceğimiz iki canlının ortak bir atası olacağını söylüyor. [2]
Değişerek türeme, biyologların bazen “evrim olgusu” diye ifade ettiği gerçeğe karşılık geliyor. Yaşam Ağacı yüzelli yıl önce canlıların tarihi ile ilgili bir hipotezken yüz yıldan daha uzun bir süredir “bilimsel bir gerçek” olarak kabul ediliyor.
Darwin, aslında kısa bir süre içinde zamanının biyologlarını ikna etmede büyük ölçüde başarılı oldu. 20. yy.’ın başlarında, biyologların değişerek türeme sürecinde doğal seçilimin etkisinden şüphe duydukları dönemde bile organizmaların değiştiğinden ve birbirleriyle akraba olduklarından şüphe duyulmadı. Bugün ise yaşamın tarihine, dağılımına ve çeşitliliğine yönelik bu fikrin, rakiplerine göre çok daha güçlü ve verimli olduğuna eminiz. Dahası evrim yapılan yeni gözlemler sonucu yanlışlanmıyor ve evrimi destekleyen kanıtlar bulunmaya devam ediliyor.
Bir insan bu tezi, yani değişerek türemeyi neden kabul etmesin? Bunun ardında farklı sebepler olabilir. Örneğin; canlıların asla değişmediğini ya da değişimin sınırları olduğunu savunan bir insan değişerek türemeyi ve Yaşam Ağacı’nı reddedecektir. Canlıların değişebileceğini kabul etse bile ortak atayı reddedebilir. Bütün bu sebepler mantıksal olarak geçerli olsa da, bunların bilimsel verilerle örtüşmedikleri uzun yıllardır bilinen bir gerçek.
Peki değişerek türemeyi neden kabul edelim? Bunun için bugün hala Türlerin Kökeni okunabilir. Değişerek türeme için çok güçlü kanıtlar sunmasının yanında, bilim tarihinde eşine az rastlanır bir örnek barındırıyor. Bu örneği incelemeden önce William Whewell’dan bahsetmemiz gerek.
William Whewell

Darwin’in etkilendiği bilim felsefecileri arasında John Herschel ve William Whewell’in adı sıkça geçiyor. John Herschel Türlerin Kökeni‘nin ilk paragrafında bahsedilen “büyük filozof”. Whewell ise -atıfta bulunmasa da- Darwin’in bilimsel yöntem konusunda en çok etkilendiği isim. Whewell, o zamanın en başarılı bilimsel paradigması olan Newton mekaniğini temel alarak, bilimin “tümevarımların mutabakatı” adını verdiği yöntemle çalışması gerektiğini öne sürmüştü. Whewell’a göre bilimsel bir ilke, farklı disiplinlerdeki, görünürde ayrı olan gözlemleri tek bir çerçevede birleştirmeliydi. Eğer farklı alanlardaki gözlemler tek bir ilke ile açıklanabiliyorsa ve eğer bu alanlardaki eski ve yeni gözlemler ilkeye ampirik destek sağlıyorsa, elimizde gerçek bir bilimsel ilke var demektir.
Darwin de, Türlerin Kökeni‘nde böyle bir mutabakatı gerçekleştirmeye çalışıyor. Kitaptaki 5., 10., 11., 12. ve 13.’ü bölümler, birbirinden ayrılmış alanlardaki gözlemlerimizi, değişerek türemenin tek başına nasıl açıklayabileceğini gösteriyor. Bu bölümlerde Darwin, Yaşam Ağacı’nın -yaratılış ya da alternatif kuramların aksine- canlıların coğrafi dağılımı, embriyoloji, morfoloji ve paleontoloji gibi alanlardaki gizemleri aydınlatabileceğini göstermeyi amaçlıyor. Bu ilkenin birleştirici ve toparlayıcı bir rol oynaması, bugün dahi değişerek türemeyi kabul etmek için en önemli sebebimizi oluşturuyor.
Türlerin Kökeni‘nde mutabakat için sunulan kanıtlar, doğal seçilimden bağımsız olarak değerlendirilebilir. Darwin’in zihninde de evrim ile onu açıklayan mekanizmanın farklı olduğu, Asa Gray’e yazdığı bir mektuptan anlaşılıyor: “Tabii ki kişisel olarak Doğal Seçilim’e çok değer veriyorum, ama o, ‘Yaratılış Değişim mi?’ sorusunun yanında oldukça önemsiz görünüyor.”
Evrim olgusu/Yaşam Ağacı/değişerek türeme kavramlarının, bunları açıklayan sebepten mantıksal olarak ayrı olduğunu aklımızda tutarak, evrimi mümkün kılan mekanizmaya bakalım. Eğer değişerek türeme bilimsel bir olgu ise, bu olgunun açıklaması nedir?
2) Doğal Seçilim
Darwin’in evrim kuramı ve modern evrim kuramı, evrimi mümkün kılan mekanizmalara çoğulcu bir yaklaşım gösteriyor. Bu yaklaşıma göre evrimin tek bir sebebi yok ve birden fazla mekanizma evrimin açıklamasında rol oynuyor. Yine de her iki evrim kuramı da mekanizmalar içinden bir tanesine, yani doğal seçilime, daha fazla önem atfediyor. Darwin’in kuramına bazen “doğal seçilimle evrim” denmesinin sebebi de bu.
Bugün evrimin motorunun doğal seçilim olduğunu biliyor olmamız bizi yanıltmasın, çünkü evrimin sebebinin doğal seçilim olması için mantıksal bir zorunluluk yok. 19. yy’ın sonlarından 20. yy’ın başlarına kadar biyoloji çevrelerinde, doğal seçilimin evrimi açıklamadaki yetkinliğinden şüphe duyuluyordu ve başka açıklamalar değerlendiriliyordu. Canlıların değişerek türediği fikri kabul edilmesine rağmen, Darwin’in bunu açıklamak için öne sürdüğü mekanizma herkes tarafından kabul edilmemişti. Ancak 1930-1950 yılları arasında, popülasyon genetiği alanında yapılan matematiksel çalışmalar ile doğal seçilimin evrimin en önemli sebebi olduğu gösterildi. Çeşitliliğin ve kalıtımın arkasında yatan sebepleri bilmiyor olmasına rağmen, Darwin haklıydı.
Türlerin Kökeni‘nin 1., 2., 3. ve 4. bölümlerinde, doğal seçilimin değişerek türemeyi açıklayabilecek güce sahip olduğu savunuluyor. Darwin, evcilleştirme ile bir analoji kurarak, kalıtım, çeşitlilik ve seçilimin birleşerek canlıları nasıl değiştirebileceğini anlatıyor. Darwin’in ifade ettiği şekliyle doğal seçilim, yaşam mücadelesi ve kalıtılabilir çeşitlilikten bahsedebileceğimiz durumlarda, yaşam mücadelesinde üstünlük sağlayabilecek özelliklerin nesilden nesile aktarılmasıyla canlıların değişmesine sebep oluyor.
Bu mekanizma sadece değişerek türemeyi açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda canlıların uyarlanımını (adaptation), yani neden böyle olduklarını da açıklıyor. Canlıların en belirgin özelliklerinden biri tasarlanmış-gibi gözükmeleri. Her canlının hayatını sürdürebilmesini sağlayan uyarlanımlara sahip olması biyolojinin en temel gözlemlerinden biri. Darwin’den önce bu uyarlanımların bilinçli bir tasarımcının varlığına delil olduğu kabul ediliyordu. Bugün de hala bu görüşün savunulduğuna rastlıyoruz. Ancak Darwin, uyarlanımları ve bunlara bağlı amaçlılığı ya da ereği (teleoloji) tanrılara ve tasarımcılara gönderme yapmadan açıklayan bir kuram öne sürdü. Böylece Darwin, biyoloji biliminin içerdiği teleolojinin doğal bir açıklamasını vererek, bilime en özgün katkılarından birini yaptı. [3]
Son olarak doğal seçilimin uyarlanımlar hakkındaki düşünce biçimimizi, başka bir alanda nasıl değiştirdiğine bakalım. Bazı tasarım argümanları, canlıların “mükemmel” olarak tasarlandığını vurguluyor. Ancak canlıların neden böyle olduklarını açıklama işinde, doğal seçilim, mükemmellikten bahseden tasarım argümanlarından çok daha başarılı sonuçlar veriyor. Her ne kadar uyarlanımlar mükemmel olarak, bir plana göre tasarlanmış gibi gözükse de, gerçekte organizmaların tasarımlarında kusurlar, yetersizlikler ve tavizler var. Gözlemlerimizde mükemmellik yerine kusurlarla karşılaşmamız, tasarım hipotezlerinin aksine, tam da doğal seçilimin öngördüğü bir durum. Doğal seçilime göre organizmaların biçimlerinin kökeni mükemmel bir tasarım değil, ataların sahip olduğu özelliklerdir. Bu nokta, evrimin mükemmel planların gerçekleştiği bir mühendislik sürecinden ziyade, elde olanlarla oynanan bir kurcalama sürecine benzediği anlamına geldiği için önem taşıyor.
Doğal seçilim ve değişerek türeme hakkında yazılacak daha çok şey olmasına rağmen, şimdilik burada duralım. Evrim hakkında düşünürken, evrimi anlarken ya da evrimi izah ederken bu ayrımı hatırda tutmak faydalı olabilir çünkü kuramın bu iki bileşeni farklı fikirler, kanıtlar ve argümanlar içeriyor.
Ediz Dikmelik
ediz.dikmelik [at] gmail.com
Bu yazı Creative Commons by-nc-nd 3.0 ile lisanslıdır.
Notlar:
[1] Modern evrimsel sentezde evrim, “bir popülasyonun alel sıklığındaki değişim” olarak tanımlanıyor. Bazen bunun evrimin tek ve gerçek tanımı olduğunun iddia edildiğini görüyoruz. Yine de “popülasyonun alel sıklığındaki değişim”in, evrimin eksiksiz tanımı olduğunu düşünmek bir hata olur. Alel sıklığında değişim olmadan da evrimsel değişim olabilir. Ayrıca genetik sistem de evrimsel süreçlerin bir ürünüdür. Bu konuda bkz: Sober, 1999, ss. 2-5.
[2] Aslında değişerek türemeyi de iki farklı iddianın birleşimi olarak değerlendirebiliriz. Birincisi “değişim”: organizmalar değişim içindedir. İkincisi ise “ortak ata”: yeryüzünde bugün yaşayan bütün canlılar tek bir (ya da az sayıda) atadan türemiştir. Örneğin Lamarckçı evrimde değişim iddiası vardır ancak ortak ata iddiası yoktur.
[3] Biyolojide “işlev” ve “tasarım” hakkındaki her hangi bir iddianın (“kalbin işlevi kan pompalamaktır”) teleolojik olduğu kabul ediliyor. Bu terimlerin biyoloji biliminde nasıl bir rol oynadığı aktif bir tartışma konusu.
Kaynaklar:
Michael Ruse, Taking Darwin Seriously: A Naturalistic Approach to Philosophy (Blackwell, 1986)
Elliott Sober, Philosophy of Biology (Perseus, 1999)
C. Kennett Waters, “The arguments in the Origin of Species“, The Cambridge Companion to Darwin (Cambridge, 2009)
Jean Gayon, “From Darwin to today in evolutionary biology” The Cambridge Companion to Darwin (Cambridge, 2009)
F. Varela, E. Thompson & E. Rosch, The Embodied Mind (MIT Press, 1993)