Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

26 Haziran 2010 Cumartesi

Her yıl 500 bin kadın bu hastalığa yakalanıyor

Her yıl 500 bin kadın bu hastalığa yakalanıyor

Rahim ağzı kanseriyle ilgili dünyada yılda en az 500 bin vaka tespiti yapıldığı, bunların da yaklaşık 280 binin aynı yıl hayatını kaybettiği belirtildi.
 Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ali Ayhan, derneğin Adana HiltonSA'da düzenlediği Çukurova Bölgesel Toplantısı'nın açılışında gazetecilere yaptığı açıklamada, kadın üreme organlarını köken alan kanserlerin, rahim ağzı kanserleri, rahim içi kanserleri, yumurtalık kanserleri ve dış kısım kanserleri olmak üzere dört çeşit olduğunu kaydetti.
Türkiye'de yapılan çalışmalarda bu kanserler içinde rahim ağzı kanserlerinin ilk sırada olduğunun tespit edildiğini belirten Ayhan, ''Yumurtalık kanserleri ise dünyadaki gibi Türkiye'de de ikinci sırada. Gelişmiş ülkelerde ilk sırada olan rahim için kanserleri, Türkiye'de üçüncü sırada'' dedi.
Rahim ağzı kanserlerinin gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin en temel sorunlarından birisi olduğunu vurgulayan Ayhan, şunları söyledi:

Vücudumuz Ve Sistemleri İndir / Download

Vücudumuz Ve Sistemleri
Vücudumuz Ve Sistemleri
Vücudumuz:
solunum
sindirim
boşaltım
dolaşım
ve daha fazla pek çok şey sistemlerimiz hakkında bir muhteşem SET. Rapid link!

Cırt cırt kullanan karınca

Cırt cırt kullanan karınca

Guyana'da bir karınca türünün ağaç yapraklarına tutunmak için "cırt cırt" mantığını kullandığı ve bu sayede çok büyük avları yakalayabildiği ortaya çıktı.
Guyana ormanları ekoloji laboratuvarından Alain Dejean ve ekibinin yaptığı araştırmada, "Azteca" cinsi karıncaların "Cecropia" ağaçlarının yapraklarına bu şekilde tutunduğu belirtildi.

Simgesel Anlatım Mı, Photographing mi?

Sinema hem bilinen bütün sanatları kapsar hem de teknolojiyi... Ses ve görüntü teknolojisi geliştikçe sinemanın da dili gelişir, yenilenir. Ama Lumiére Kardeşlerin 1895'te Paris'te yaptıkları; bir salon, bir beyaz perde ve bir şerit üçlüsünü ilk defa bir araya getirdiği ilk sinema gösterisinden sonraki ilk otuz yıl, sinemanın dili hızla oluşuyor.1927'ye yani, sesli sinemanın doğuşuna kadar olan bu süreç; ölçeklerin, kamera hareketlerinin ve elbette montaj dilinin de ana hatlarıyla oluştuğu önemli bir süreçtir. Bu dönemde sinemanın "sessiz" olması, görüntü dilinin oluşması için en elverişili ortamı oluşturmuştur.

Kurgu kelimesi 'fiction'ı da karşıladığı için biz montajı tercih ediyoruz. Zaten yabancı kelimeler bu sanat dalında bir terminoloji oluşturmuştur ve biz de aynen bu terminolojiyi kullanmaktayız. (Kamera, mikrofon, efekt, fotoğraf, röportaj, televizyon, film, sinema, vs.) Dramatik olaylar örgüsüne de kurgu (fiction) deniyor. Bu olay örgüsünü oluşturmaya da kurgulama deniyor. Bu yüzden biz burada "montaj"ı kullanacağız.

Filmsel zamanın ne olduğundan, montaj dilinde "eksiltme"ler yaparak planları birleştirdiğimizden senaryo konusunda bahsetmiştik. Şu ana kadar gerçekçi bir dille filmleştirmeyi gördük. Montaj bizim için şu ana kadar ayıklama işleminden başka bir misyon yüklenmemişti. Ayşe'nin uyarlama ödevinde kafede iki kız arkadaşın yaptığı konuşmalar sırasında ekrana gelen görüntüler ise farklı bir üsluptu.

"Esen hafif bir rüzgar masanın üstündeki minik yaprağı havalandırır. Merve ve Hatice konuşmaya devam ederler..."

Sine Göz ve Sine-Radyo Film Nedir, Tanımı, Özellikleri

Sine Göz ve Sine-Radyo Film Nedir, Tanımı, Özellikleri

Sine-göz ve Sine-Radyo ekolünün kurucuları Dziga Vertov ve kardeşi kameraman Kauffmann'dır. ikili Sovyet Ukrayna'nın Vufkukino kuruluşuna bağlı olarak çalışmışlar ve daha sonra kuramlarının gelişiminde yalnız olarak çalışmalar yürütmüşlerdir. Vertov kuramı, kısaca kamera merceğinin gündelik yaşam ve çevresindeki her ayrıntıya nüfuz edecek şekilde insan gözünün hareket etme gücüne sahip olarak değerlendirilmesi düşüncesinden hareketle ortaya konmuştur. Özel kullanım, sinemanın bilimsel kaynaklan ile elde edilmektedir. Kurgunun yerleşik ilkelerinin yanısıra çok sayıda başka teknik kullanım önem kazanmaktadır.

Şiir ve Sinema - Luis Bunuel

Şiir ve Sinema-Luis Bunuel




Octavio Paz şöyle demişti: "Zincire vurulmuş bir adamın, dünyayı parçalayacak gücü kazanması için gözlerini kapaması yeter"; ben de bu sözü biraz daha açarak şunu ekliyorum: "Evreni parçalamak için, perdenin beyaz göz kapaklarının kendisine özgü ışığı yansıtması yeter." Ama şimdilik rahatça uyuyabiliriz, çünkü sinemanın ışığı büyük bir dikkatle ayarlanmakta ve zincirlenmektedir. Geleneksel sanatların hiçbiri ortaya koyduğu olanaklar ile gerçekleştirdikleri arasında böylesine bir orantısızlık göstermiyor. Sinema, somut varlık ve nesneleri sunarak seyirciyi doğrudan doğruya etkilediğinden, sessizlik ve karanlık yardımıyla seyircinin "ruhsal çevre"si diyebileceğimiz şeyi yalıttığından, öbür bütün insancıl anlatım araçlarından çok daha iyi bir şekilde esrime durumuna geçirebilecek yetenektedir. Ama yine öbür bütün araçlardan çok seyirciyi aptallaştırmak yeteneğindedir de. Yine ne yazık ki, bugünkü sinema yapımının büyük bir çoğunluğunun bundan başka bir görevi yok gibidir: Perdeler törel ve ansal boşluğun sergisini meydana getirmekte, sinema bu boşlukta yan gelip yatmaktadır; gerçekte sinema, roman ya da tiyatroya öykünmekle yetinmektedir; şu farkla ki, ruhbilimi yansıtmakta sinemanın araçları bunlar kadar zengin değildir; sinema, 19. yüzyılın anlatmaktan yorulduğu ve çağdaş romanlarda hâlâ anlatılmağa devam edilen aynı öyküleri gına getirinceye kadar tekrarlamaktadır.

Orta derecede kültürlü bir insan, en büyük filmlerde anlatılan kanıtlardan birini içine alan herhangi bir kitabı küçümsemeyle fırlatıp atacaktır. Bununla birlikte, karanlık bir salonda rahatça oturan, üzerinde hemen hemen uyutucu bir güç etkisi bırakan ışık ve hareketten gözleri kamaşmış, insan yüzlerinin çekiciliği ve yerlerin hemen değişmesiyle büyülenmiş bu aynı kültürlü sayılabilecek insan, aşağının bayağısı şeyleri kuzu kuzu kabul eder.

Sinema seyircisi bu uyuklatıcı tutma (inhibition) yüzünden ansal yetilerinden önemli bir bölümünü yitirir. Detective Story (Karakolda) adlı filmden somut bir örnek vereceğim. Filmin konusunun yapısı eksiksizdir, yönetmen çok iyidir, oyuncular olağanüstüdür, yönetim dâhicedir, v.b. Ama bütün bu anıklık, bütün bu "beceriklilik", filmin yapımıni gerektiren bütün çapraşıklıklar budalaca bir öykünün, şaşılacak bir törel düşüklüğün hizmetine konmuştur. Bu bana olağanüstü bir makina olan Opus 11'i hatırlatıyor. Hani şu en iyi çelikten yapılmış, binlerce karışık dişlisi, boruları, kollan, kadranları olan, bir transatlantik boyundaki saat kadar doğru işleyen dev gibi aygıt ki, tek işi posta pullarını yapıştırmaktır.