Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Haziran 2010 Cumartesi

Şiir ve Sinema - Luis Bunuel

Şiir ve Sinema-Luis Bunuel




Octavio Paz şöyle demişti: "Zincire vurulmuş bir adamın, dünyayı parçalayacak gücü kazanması için gözlerini kapaması yeter"; ben de bu sözü biraz daha açarak şunu ekliyorum: "Evreni parçalamak için, perdenin beyaz göz kapaklarının kendisine özgü ışığı yansıtması yeter." Ama şimdilik rahatça uyuyabiliriz, çünkü sinemanın ışığı büyük bir dikkatle ayarlanmakta ve zincirlenmektedir. Geleneksel sanatların hiçbiri ortaya koyduğu olanaklar ile gerçekleştirdikleri arasında böylesine bir orantısızlık göstermiyor. Sinema, somut varlık ve nesneleri sunarak seyirciyi doğrudan doğruya etkilediğinden, sessizlik ve karanlık yardımıyla seyircinin "ruhsal çevre"si diyebileceğimiz şeyi yalıttığından, öbür bütün insancıl anlatım araçlarından çok daha iyi bir şekilde esrime durumuna geçirebilecek yetenektedir. Ama yine öbür bütün araçlardan çok seyirciyi aptallaştırmak yeteneğindedir de. Yine ne yazık ki, bugünkü sinema yapımının büyük bir çoğunluğunun bundan başka bir görevi yok gibidir: Perdeler törel ve ansal boşluğun sergisini meydana getirmekte, sinema bu boşlukta yan gelip yatmaktadır; gerçekte sinema, roman ya da tiyatroya öykünmekle yetinmektedir; şu farkla ki, ruhbilimi yansıtmakta sinemanın araçları bunlar kadar zengin değildir; sinema, 19. yüzyılın anlatmaktan yorulduğu ve çağdaş romanlarda hâlâ anlatılmağa devam edilen aynı öyküleri gına getirinceye kadar tekrarlamaktadır.

Orta derecede kültürlü bir insan, en büyük filmlerde anlatılan kanıtlardan birini içine alan herhangi bir kitabı küçümsemeyle fırlatıp atacaktır. Bununla birlikte, karanlık bir salonda rahatça oturan, üzerinde hemen hemen uyutucu bir güç etkisi bırakan ışık ve hareketten gözleri kamaşmış, insan yüzlerinin çekiciliği ve yerlerin hemen değişmesiyle büyülenmiş bu aynı kültürlü sayılabilecek insan, aşağının bayağısı şeyleri kuzu kuzu kabul eder.

Sinema seyircisi bu uyuklatıcı tutma (inhibition) yüzünden ansal yetilerinden önemli bir bölümünü yitirir. Detective Story (Karakolda) adlı filmden somut bir örnek vereceğim. Filmin konusunun yapısı eksiksizdir, yönetmen çok iyidir, oyuncular olağanüstüdür, yönetim dâhicedir, v.b. Ama bütün bu anıklık, bütün bu "beceriklilik", filmin yapımıni gerektiren bütün çapraşıklıklar budalaca bir öykünün, şaşılacak bir törel düşüklüğün hizmetine konmuştur. Bu bana olağanüstü bir makina olan Opus 11'i hatırlatıyor. Hani şu en iyi çelikten yapılmış, binlerce karışık dişlisi, boruları, kollan, kadranları olan, bir transatlantik boyundaki saat kadar doğru işleyen dev gibi aygıt ki, tek işi posta pullarını yapıştırmaktır.

30 Nisan 2010 Cuma

Asla, size verilen her şeye kanmayın. Bilinçli olun, kuşku duyun.

Faşizm insana düşman

"Beyaz Bant" (Das weisse Band), özgün, sert ve sorgulayan bir sinema dilinin sürükleyicisi Haneke Usta'dan, faşizm denilen lanet, zalim ve hain rejime ve elbette, yozluğu tetikleyen ve din adı verilen heyulaya yönelik köy ölçeğinde sağlam ve yoğun bir eleştiri, hiç kuşkusuz.
Etkin ve yetkin yönetmen Michael Haneke, Altın Küre’li Beyaz Bant’ta yine hileli yönlendirmeyi kullanıyor ve bizce diyor ki: “Asla, size verilen her şeye kanmayın. Bilinçli olun, kuşku duyun.” Evet, yaklaşık iki buçuk saat boyunca siyah beyaz kurgulanan acımasız ve buyurgan bir dünyaya sürükleneceğiz. Birinci Paylaşım Savaşı’nın öncesinde köyün birinde (Protestan Kuzey Almanya-1913), kadınlar ve çocuklar suiistimal edilir, erk adına salt kötülük, bazı erkeklere adanır. Gündelik yaşamın kâbusa çevrildiği yerde ilk örselenen de masumiyet olur. Gerilimi yol boyunca yedeğinde tutan öykü, bir öğretmenin anılarından demleniyor ve nazizm belasına sarınarak dünyaya korku salacak bir ülkenin temellerinin nasıl atıldığı özetleniyor. Kötülük işbirlikçisi ve tetikleyicisi bir Tanrı söylemi, sadist ve otoriter tipler, korkuyla sertleşen çocuk yürekler, hayvan muamelesi yapılan kadınlar... Kırsalın yalnızlığı, diz boyu bir bağnazlık, sömürmekle özdeş burjuvazi... Kollardaki ve saçlardaki beyaz bantlar, disiplin yelpazesi altında işlenen suçlara dair... Erek, kişiliğin gelişmemesi, mutlak istek; robotlaştırmak... İpucunu seyirciye bırakan, öğretmeye yeltenmeyen ama düşündüren bir film bu... Soğuk, mesafeli, hazmı zor... Ancak inadına güzel ve akılda kalıcı... Kaçırmayın.