Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

21 Şubat 2011 Pazartesi

Öldürmeyi seviyoruz!

Bir şeyleri öldürmeyi seviyoruz!

Bir aile oyuncularına silahsız düşmanlarının evlerini yıkmak için canlarını feda etmeyi öğreten bir oyunun büyüsüne kapılır. Sevilmeyecek nesi var? Etgar Keret'in 'Kuşbakışı' adlı makalesi :




Annem devreye girmeseydi muhtemelen her şeyin yolunda olduğunu sanmaya devam edecektik. Annem bize torununun ondan kendisiyle Anne’nin telefonunda oynanan özel bir oyun oynamasını istediğini söylediğinde sıradan bir cumartesi sabahıydı. Oyun gerçekten basit: Bütün yapman gereken yeşil domuzların yaşadıkları binaları başlarına yıkmak için sapanla kuş fırlatmak.



“Ha, Angry Birds,” dedik karım ve ben aynı anda, “En sevdiğimiz oyun.” “Benim bu oyundan haberim yok,” dedi annem.
“Bir tek sizin yok muhtemelen,” dedi karım. “II. Dünya Savaşı’nın bittiğinden habersiz ormanda saklanan

19 Şubat 2011 Cumartesi

''seni seviyorum'' demek

Seviyorum demek çok mu zor?

Sevildiğimizi duyabilmek, başka biçimiyle de "eveti duymak " için elimizden geleni yaparız. Sonra da "bu kadar sevdiğim bir insan, bana nasıl böyle bir kötülük yapar?" diye küçücük bir haksızlığa uğradığımızda acılar içinde kıvranırız. Erkekler sevgilerini dile getirmekte neden zorlanıyorlar, hiç düşündünüz mü? Keşke, keşke... dememek için burcunuzu dinleyin.

Koç burcuna göre seni seviyorum demek
"Bana hep sevdiğini söyle!" Koç erkeğne bunu söyletmek, inişli çıkışlı bir yolda ilerlemeye benzer. Kadınlar durmadan tekrarlanmasını isterler sevgi sözcüklerinin. Koç erkeklerinin böyle bir sorunu yoktur, çünkü her aklınıza geldiğinde söylediğinden bolca duyarlar zaten. Kalbinizin yolunu izlediğinde onu 'Bay Mükemmel' olarak görebilirsiniz. Onun hakkında hiçbir şey bilmez, ama bir şekilde sizin için yaratılmış olduğunu hissedersiniz. Gerçek aşk bu mudur bilinmez, ama kalbin yolunu izlediğinizde İçgüdüler yanıltmazlar ve aşkın bu halini seçen haklı çıkar ve güzel bir ilişkiye adım atarsınız.


17 Şubat 2011 Perşembe

Kısa boylu bir topluluk

Bu topluluk kansere yakalanmıyor

Ekvador'da yerleşim birimlerinden uzakta yaşayan kısa boylu bir topluluğun, kansere ve şeker hastalığına yakalanmadığı belirlendi.
Bilim adamları, And dağlarının eteklerinde yaşayan kısa boylu yüz kadar kişi ile bu kişilerin normal boya sahip 1600 aile bireyini 22 yıl boyunca izledi.

10 Şubat 2011 Perşembe

Karşılıksız sevgiyle; Rahibe Teresa

Temiz Bir Su Damlası
Rahibe Teresa
Karşılıksız sevgiyle; kimseyi ırkından, cinsiyetinden ya da inancından dolayı ayırmadan, Tanrı’nın tüm kullarına yardım elini uzatmak! Bundan daha büyük bir ibadet olabilir mi?





Rahibe Teresa, bugünkü Arnavut topraklarında doğdu. Ölümünden altı yıl sonra “Kutsal Kişi” olarak ilan edildi. Rahip arkadaşına yazdığı mektupların, ölümünden sonra ortaya çıkmasıyla Teresa’nın inancıyla ilgili birçok yorum yapıldı. “Teresa, yoksa Tanrı’ya inanmıyor muydu?” “Dini inancı aslında yok muydu?”
Onun hisleri ya da düşünceleri, bildiğimiz kalıplar dâhilinde incelenecek olduğunda; belki öyleydi belki de değildi? Ancak, Teresa’nın sözlerine kulak verildiğinde ve onun tüm yaptıklarına bakıldığında şu çok iyi anlaşılır: Onun Tanrısı: Sevgi, inancı: Sevmek ve ibadeti: Sevgiyle yapılan her şeydi! Rahibe Teresa’yı, diğer rahibelerden ayıran en önemli özelliklerinden birisi şudur:

Nefes Alan Ölüler

Ölmeden Önce Ölenler…
 
Günümüzde hiç kimse ıssız bir adada tutsak değil artık. Hâlbuki bizler gerçek tutsaklığı ruhlarımızda yaşıyoruz. Hepimizin ruhlarının derinliklerinde prangalarla sımsıkı bağlı olduğu bir tinsel adası mevcut. Bizi o adalara bağlayan prangalardan ancak bağımlılıklarımızdan ve bizi tutsak eden her şeyden özgürleşerek kurtulabiliriz. Aşkımızdan, sevgimizden, nefretimizden ve bizi biz yaptığını sandığımız tüm o saçma sapan sanrılardan özgürleştiğimizde ancak o zaman gerçekten özgür olmuş sayılırız. Egolarımızdan özgürleştiğimizdeyse kocaman bir boşlukla karşılaşmaya hazır olmalıyız. Çünkü yokluk hissinin kendisi bile kalmadığında, biz olmayacağız artık. Gerçek özgürlük budur. Gerçek özgürlük, kişinin egosundan özgürleşmesidir.

Özgürlük Üzerine Düşünsel Denemeler

Ne büyük filozoflar ne büyük laflar ettiler özgürlük üzerine. Ne büyük siyasetçiler ne ahkâmlar kestiler. Özgür insanlar olduğumuza bizi inandırmaya çalıştılar yıllarca. Ve de inandık… Peki, gerçekten özgür müydük?

İşte bu yazıda özgürlükle ilgili milyonlarca bakış açısından sadece birkaçını bulacaksınız. Zaten her şey bakış açımızı genişletmek için, dünyaya daha geniş bir açıdan bakabilmek için değil mi? Her şey daha iyi görebilmek için, her şey görünenin ardındaki sırrı bulabilmek için. Gözlerimizin önündeki sır perdelerinin hepsi açılana kadar düşünmeye devam. Öyleyse açılsın perde ve oyun başlasın…


Nedir bu özgürlük?

Issız ada…

İnanıyorum öyleyse özgürüm…

Aforizma

Köle Isaura Gerçeği

Köle Olmanın Avantajları

Ölmeden Önce Ölenler

Özgür Olmak

25 Ocak 2011 Salı

Hipnoz şarlatanlık mı mucize mi?

Migren, ağrısız doğum, diş çekimi, psikolojik sorunlar, cinsel işlev bozuklukları, kekemelik, sınav kaygısı ya da sigara bağımlılığı gibi sağlık sorunlarının tedavisinde kullanılan "hipnoz", alanında uzman hekimlerce kendi dallarında uygulandığında başarılı tedavi metodlarından birisi olarak gösteriliyor.
Uzmanlar, kimsenin zorla hipnoz edilmesinin mümkün olmadığını, yurt dışında da uygulanan ve hipnoz yapma yetkisinin sadece tedavi amacıyla hipnoz ve hipnoterapi eğitimi almış hekimlere, diş hekimlerine ve klinik psikologlara tanındığını belirtiyor. Ancak Türkiye’de hipnoz ve hipnoterapi uygulaması için henüz yasal bir düzenleme bulunmadığına dikkati çeken uzmanlar, konu ile ilgili yasal düzenlemenin bir an önce yürürlük kazandırılması gerektiği görüşünde.


Türkiye Psikiyatri Derneği Hipnoz ve Hipnoterapi Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü Dr. Şeref Özer, hipnozun bakışla, sözle ya da bazen yardımcı gereçler kullanılarak telkin ile oluşturulan özel bir bilinç hali olarak tanımlandığını belirtiyor.

Hipnoz halindeki kişinin dıştan gelen uyaranlara karşı adeta bilincinin kapalıymışçasına duyarsızlık ve aldırmazlık içinde ve hiç yanıt vermez bir haldeyken; buna karşı hipnoz yapan kişiye karşı artmış bir uyanıklık içinde bulunduğunu belirten Özer, kişinin bu süreçte dinlediğini, anladığını hatta yargıladığını ve yanıt verdiğini belirtti.

Özer, dışarıdan bakıldığında kişinin derin bir uykudaymış görünmesine rağmen, hipnozun kesinlikle bir uyku hali olmadığını vurgulayarak, “Hipnoz sırasında kişi, gönüllü olarak hipnoz yapan kişinin verdiği telkinleri alır, gönüllü olarak kabul eder ve uygular. Sanılanın tersine, hipnozdaki kişi kendi sosyal ya da ahlaki değerlerine aykırı telkin verildiğinde telkini kabul etmez, ısrar edilirse hipnozdan çıkar” diye konuştu. Hipnozun “şarlatanlık” ya da “her derde çare” sihirli bir yöntem olmadığına, buna karşı uygun hastalık ve sorunlarda uygun kişilere uygulandığı zaman son derece olumlu sonuçlar alınabilen bir tedavi tekniği olduğuna dikkati çekiyor.

Özer’in verdiği bilgiye göre, hipnoz yapma yetkisi sadece tedavi amacıyla, hipnoz ve hipnoterapi eğitimi almış hekimler, diş hekimleri ve klinik psikologlara tanınıyor. Hipnoterapi uygulamak, hipnoz bilgisinin yanı sıra söz konusu hastalıklar ve tedavileri hakkındaki özel mesleki bilgileri de ayrıntılı bilmeyi ve bu konuda yetkili olmayı gerektiriyor.

Hekimlerin, hipnoterapiyi eğitimini aldıkları kendi uzmanlık alanlarında uygulamaları şart koşuluyor. Örneğin, astım hastalığı konusunda göğüs hastalıkları uzmanı, ağrısız doğumda kadın-doğum uzmanı, ruhsal hastalıklarda psikiyatri uzmanı, hem bilgi ve yeterlilik hem de yasal olarak yetkili sayılıyor.

“Türkiye’de hipnoz ve hipnoterapi uygulaması için henüz yasal bir düzenleme bulunmadığını” ifade eden Özer, şunları kaydetti:“Bu nedenle kimlerin hangi durumlarda hipnoz uygulanabileceği, kimlerin eğitim verebileceği belirsizlik taşıyor. Hekimlerin yanı sıra, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere kendilerine astrolog, medyum, yaşam koçu gibi adı veren hemen herkes hipnoz uyguladığını, hastalıkları tedavi ettiğini söyleyebiliyor ve internet ortamında bunu ilan ediyor.

“Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Hipnoz ve Hipnoterapi Uygulanması Hakkında Yönetmelik taslağı’ hazırlanarak 17.02.2004 tarihinde tartışılması amacıyla bakanlık web sitesine konulmuş, ancak günümüze değin hala bu taslağa resmiyet kazandırılmamıştır. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 19.10.2008 tarih ve 44103 sayılı yazısı ile ‘Hipnoz ve Hipnoterapi Uygulaması Hakkında Yönetmelik Taslağı’ üzerinde çalışmalar devam ettiğinden Bakanlıkça bir değerlendirme yapılıncaya kadar ‘muayenehanelerde ve diğer sağlık kuruluşlarında hipnoz uygulaması yapıldığının tabela, kartvizit ile basılı ve elektronik ortam materyallerinde tanıtımın yapılmasının uygun olmadığı’ duyurulmuştur. Ancak takibi yapılmadığı için net ortamı ehil olmayan yetkisiz yüzlerce kişinin yaptığı hipnoterapileri ve verilmekte olan hipnoz eğitimlerinin duyurularını yapan sitelerle doludur... Hipnozun uzmanları tarafından doğru zamanda doğru kişilere yapılabilmesi için, söz konusu taslağın tekrar gözden geçirilmesi ve bir an önce yürürlük kazandırılması, eğitim hastaneleri ve üniversitelerde hipnoz ve hipnoterapi eğitim ve araştırma birimleri kurulması gerekir.”

Özer, “Bu merkezlerden yeterli teorik ve pratik eğitim almış olan ya da aldıkları eğitim bu kurumlar tarafından yeterli bulunarak onaylanan hekimler, diş hekimleri ve klinik psikologlara hipnoz yapma yetkisi verilmelidir. Her uzmanın, hipnozu kendi uzmanlıkları alanıyla sınırlı olmak üzere uygulaması gerekir, hipnozun gösteri ve eğlence amacıyla televizyon kanallarında ya da sahnede yapılmasının engellenmelidir.”