Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

17 Temmuz 2025 Perşembe

İç Sıkıntısının Sessiz Çığlığı ve Özgürleşmenin Yolları

ˢᵉᵈᵃ ᴾᴱᴷᴳÖᶻ
“İç sıkıntısı, başka bir yaşamın mümkün olduğunun farkındayken, saçma bir hayatın içine sıkışmış olmanın sessiz çığlığıdır.” Bu söz, insanın varoluşsal bir sancısını, ruhun derinliklerinde yankılanan bir huzursuzluğu çarpıcı bir şekilde özetliyor. İç sıkıntısı, ne sadece bir anlık can sıkıntısı ne de geçici bir mutsuzluk. O, insanın kendi potansiyelini, hayallerini ya da daha anlamlı bir yaşamı görebildiği halde, mevcut hayatının zincirleri içinde sıkışıp kaldığını hissettiği anlarda beliren bir gölge. Peki, bu gölge neden ortaya çıkıyor ve ondan nasıl kurtulabiliriz? Bir sohbetin akışında, bir balkon keyfinin sakinliğinde, bu soruya yanıt arayalım.


İç Sıkıntısının Kökleri: Boşluk ve Tembellikİç sıkıntısı, çoğu zaman bir boşluktan beslenir. Bu boşluk, fiziksel bir tembellikten çok, zihinsel ve ruhi bir ataletten doğar. İnsan, hayatını anlamla doldurmadığında, merakını canlı tutmadığında ya da kendini sorgulamaktan vazgeçtiğinde, o sessiz çığlık yükselir. “Bugün bir tuhafım, içim sıkılıyor,” diyenlerin ortak noktası, belki de bu boşluğu dolduracak bir uğraş, bir tutku ya da bir hedef bulamamış olmalarıdır. Bu, bir nevi zihnin kendine ihanetidir; çünkü insan, düşünmeye ve yaratmaya programlanmış bir varlıktır. Zihin sustuğunda, ruh tembelleştiğinde, iç sıkıntısı kapıyı çalar.Bu boşluk, modern hayatın dayattığı rutinlerin, toplumsal beklentilerin ya da kendi korkularımızın bir sonucu olabilir. Albert Camus’nün “absürt” dediği o gerilim burada devreye girer: Hayatın anlamsızlığı ile anlam arayışı arasındaki çatışma. İnsan, daha iyi bir yaşamın mümkün olduğunu bilir,

12 Temmuz 2025 Cumartesi

İnsan İlişkilerinde Kendini Bilmek ve Sınır Koymak

Seda PEKGÖZ
İlişkiler ve Biz
İnsanlar olarak, hayatımızın her anında başkalarıyla etkileşim içindeyiz. Aile, arkadaşlar, iş arkadaşları ya da sokakta karşılaştığımız yabancılar… Hepsiyle kurduğumuz bağlar, kim olduğumuzu ve nasıl bir hayat yaşadığımızı şekillendiriyor. Peki, bu ilişkilerde huzurlu ve mutlu olmanın sırrı ne? İşte burada, kendimizi tanımak (özfarkındalık), başkalarına karşı nasıl davranacağımızı bilmek ve gerektiğinde sınır koymak devreye giriyor. Bu yazı, hem günlük hayattan örneklerle hem de sosyolojik ve psikolojik bakış açılarıyla, insan ilişkilerinde bu üç konunun neden önemli olduğunu anlatıyor.




Kendini Bilmek: “Ben Buyum” Demenin Gücü
Kendini bilmek, yani özfarkındalık, ilişkilerin temel taşı. Kendimizi tanıdığımızda, güçlü yönlerimizi olduğu kadar zayıf yönlerimizi de kabul ediyoruz. Örneğin, bir arkadaş ortamında sürekli konuşan biri olabilirsiniz

4 Temmuz 2025 Cuma

Alışmadık Alışmayacağız: Adalet ve Yasa

Alışmadık Alışmayacağız: Adalet ve Yasa: Adalet, insan varoluşunun temelinde yatan ve her türlü ilişki ağında kendini hissettiren bir sorudur. İnsanlar bir arada yaşadıkça, kararlar...

27 Haziran 2025 Cuma

Mutluluk: Her Şeyin Yolunda Olmasına İhtiyaç Duymaz

Mutluluk, çoğu zaman zihnimizde kusursuz bir tabloyla eşleştirilir: sorunsuz bir hayat, eksiksiz bir başarı, mükemmel ilişkiler ve maddi refah. Oysa gerçek mutluluk, bu idealize edilmiş koşulların varlığına bağlı değildir. Mutlu olmak, her şeyin yolunda olması demek değildir; aksine, hayatın kusurlarıyla, eksiklikleriyle ve hatta acılarıyla barış içinde olabilmektir.



Hayat, doğası gereği iniş çıkışlarla doludur. Her an her şeyin yolunda olduğu bir dünya, sadece hayal gücümüzde var olabilir. Gerçek dünyada ise beklenmedik kayıplar, hayal kırıklıkları ve mücadeleler kaçınılmazdır. Mutluluk, bu kusurlu anların içinde bir anlam bulabilmekte yatar. Örneğin, bir sabah uyandığınızda kahve makinesinin bozulduğunu

29 Mayıs 2025 Perşembe

Zaman ne kadar hızlı geçiyor..?


👆
Yukarıda verdiğim linkteki bilgiler hayatımı değiştirdi diyebilirim.. 
'Zaman ne kadar hızlı geçiyor..?' diyenlerden biri olarak, konuyu anladıktan sonra neler yaptım ve ne değişimler geçirdim seninle paylaşmak istedim. Yine de önce linkteki makaleyi okuyup, bana dönmen için seni bekliyor olacağım. 😌
💫💫
Evet, buradasın!😊

Tüm okuduklarımıza göre; aslında zaman daha hızlı yada daha yavaş geçmiyor. Bu algılarımız ve içini neyle doldurduğumuzla ilgili.

Zamanın hızlanması kaçınılmaz değil. Hayatımıza yenilik ve farkındalık kattığımızda, o “kaplumbağa hızı”nı biraz olsun geri getirebiliriz. Önemli olan, her anı dolu dolu yaşamak!




Makalede yazılanları toparlarsak ; Zamanın kendisi sabit bir hızla akar; bir saat her zaman 60 dakikadır. Ancak algımız ve o zamanı nasıl doldurduğumuz, onun “hızını” değiştirir. Yeni deneyimler, dikkat ve farkındalık zamanı “uzatırken”, rutin ve otomatik pilotta yaşamak onu

27 Mayıs 2025 Salı

İyi Bir Dinleyici: Sessizliğin Gücü

İyi bir dinleyicinin nadirliği, dinlemenin gücü ve insanların bu beceriyi neden geliştirmekte zorlandığı üzerine bir deneme..


Bir kahve dükkânında iki kişi oturuyor. Biri anlatıyor, kelimeler dökülüyor ağzından; diğeri ise telefonuna bakıyor, arada başını sallıyor. Anlatan, bir an susuyor ve soruyor: “Dinliyor musun?” Diğeri, suçlu bir gülümsemeyle, “Tabii, tabii,” diyor, ama gözleri hâlâ ekranda. Bu sahne, modern dünyanın bir özeti gibi. Herkes konuşmak istiyor, herkes duyulmak istiyor, ama iyi bir dinleyici? O, bir hazine, bir naber naber bulunan bir inci.

İyi bir dinleyici, sadece kulaklarını değil, kalbini açandır. Sözcüklerin ötesine bakar; bir ses tonundaki

20 Mayıs 2025 Salı

Öğretmen: Bilginin Rehberi, Öğrenmenin Âşığı

Bilgi Değil, Öğrenme Sevgisi



Enformasyon çağında her şey parmaklarımızın ucunda: İnternet, yapay zeka, olgular… Peki, öğretmene ne gerek var? Eğer mesele sadece bilgi olsaydı, ne internete ne de yapay zekaya ihtiyaç duyardık. Bilgi zaten orada, her yerde. Ama öğretmen, bilgiyi aktaran bir makine değil; “insan oyununu” öğreten, bireyi hayata hazırlayan bir rehberdir. Ne yazık ki pek çok öğretmen, tıpkı yozlaşmış toplumsal kurumlar gibi, kolaycılığa

Bilmek, Şüphe Etmek ve Masallar

Bilmenin Gölgesinde Şüphe

Seda  PEKGÖZ
Bilmiyoruz, ama bilirmiş gibi yaşamak zorundayız. Her nefeste havanın varlığına güveniyoruz; her adımda yerin bizi taşıyacağına inanıyoruz. Ama bazen hava zehirli, yer ise çukurlarla dolu. Yine de her an şüpheyle yaşamak mümkün mü? Nefes almadan, adım atmadan yaşamak, yaşamak sayılır mı? Hayır. Ancak sorgulamayı tamamen unutursak, bilerek zehri solur, bilerek çukura düşeriz.




Mesela evren, tanrı, adalet ya da bu kavramlara yüklediğimiz anlamlar… Bunları nadiren sorgularız. Oysa havadan, yerden şüphe ettiğimiz kadar, hayatımızı şekillendiren bu büyük fikirleri de sorgulamalıyız. Çoğumuz, yanlış bir inancın peşinde ömrünü heba ediyor. Peki, neden? Çünkü bilmekten çok, bilirmiş gibi yapmayı tercih ediyoruz.

Masallar ve Çocukluğun Gölgesi
Çocukken masallarla büyüdük, ama yetişkinlikte yeni masallara nasıl bu kadar kolay kanıyoruz? Çünkü çoğumuz çocukluktan tam anlamıyla çıkamıyor. Toplum, çocuksuz var olamaz; bu yüzden masalları bir ölçüde hoş görürüz. Çocukça korkulara teslim olanları, sorumluluktan kaçanları incitmeme adına onların naif söylemlerine göz yumarız. Ama bu masallara teslim olup onları karar mekanizmalarına taşımak, toplumu yönetmelerine izin vermek büyük bir hata. Kavramsal sorgulamadan uzak kişiler, ne kendilerine ne de başkalarına liderlik edebilir. Masallara sığınmak, sadece bireye değil, tüm topluma zarar verir.

Bilirmiş Gibi Yapmanın Kaçınılmazlığı
Dünya, sezgilerimize düz görünür; ama uzaydan bakıldığında yuvarlaktır. Işık hızında hareket etsek, yine düz görünebilir. Düz çizgiler çizeriz, ama yuvarlak bir dünyada düzlük yalnızca bir yanılsama. Kare nesneler üretiriz, oysa doğada zihnimizdeki gibi kusursuz kareler yoktur. Gün ışığını görürüz, ama yılanlar sıcağı, yarasalar sesi algılar. Duyularımız beşle sınırlı değil; sıcaklık, basınç ve daha nicesi var. Belki hepsini tek bir duyuda özetleyebiliriz: dokunmak.

Bir masa, masa değildir; elementlerin bir araya gelmesiyle oluşturduğumuz bir yorumdur. Araba, tek bir nesne değil, bir sürü parçanın birleşiminden doğan bir varsayımdır. Halı yıkayan teyze için ışık, elektrik, düşme bilinen gerçeklerdir. Ama düşünürler, bunları bilmediklerini itiraf eder. Bilmediğimiz şeyleri bilirmiş gibi yaparız, çünkü başka türlüsü zordur. Bilmekle bilmemek arasında dalgalı bir hayat süreriz. En dürüst yaklaşım, bu masalı bildiğimizi iddia etmek yerine, bilmediğimizi kabul etmektir. Ama bilirmiş gibi yapmadan, konuşmadan, dünyayı indirgemeden yaşamak da mümkün değildir.

Felsefenin Işığı
Felsefe, basit cevapların olmadığını hatırlatan bir disiplindir. “Felsefe okumanın yararı var mı?” sorusuna “evet” ya da “hayır” demek, meselenin özünü kaçırmaktır. Felsefe, zihnimizde sürekli bir uyarıdır: Bilemeyiz, ama sorgulamadan da duramayız. Masalları kimse tam anlamıyla bilmez; herkes bilirmiş gibi yapar.

Hangi masalı biliriz ki? Uydurduğumuz hikayeler, kelimeler, kahramanlar bile tarihin sonsuzluğundan süzülür. Kendi yarattığımız masalı bile tam anlamıyla çözemeyiz. Gözlerimizle gördüklerimiz, kulaklarımızla duyduklarımız bile yanıltıcıdır. Bir parmak, dağdan büyük görünebilir; yanımızdaki insanın sözünü yanlış anlayabiliriz. Aklımız, rüyayı gerçekten ayırmakta bile çaresiz kalır. İşte bu belirsizlik denizinde, felsefenin kavramsal analizleri ve tartışmaları bir pusula olur. Şüphe etmek, masalları sorgulamak, bilmediğimizi kabul etmek; bu, insan olmanın kaçınılmaz bir parçasıdır.

Yaşam ve İnsan için her şey Genel Kültür, Bilgi Bankası