Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

18 Ekim 2022 Salı

Neden bu kadar savunmacıyız?

Beynimiz bizi doğal olarak savunmacı yapar, ancak daha fazla alçakgönüllülük geliştirmek için atabileceğimiz adımlar var.

Yıllar önce, alçakgönüllülük üzerine araştırmamla ilgili ilk medya röportajımı yaptığımda, bir görüşmeci alçakgönüllülük üzerine çalışmamın beni gerçekten daha alçakgönüllü yapıp yapmadığını merak ediyordu. Beni ne kadar mütevazı biri olarak algıladığını görmek için karıma sormamı istedi. 1’den 10’a kadar bir derecelendirme vermesini istediğimde karım bana 4 verdi.

Mahcubiyetim yerini savunuculuğa bıraktı. Gerçekten kafam karışmıştı - neden alçakgönüllü değildim? Alçakgönüllü niteliklerimi ve eylemlerimi listeleyerek alçakgönüllülüğümün gerekçelerini sıralamaya çalıştım (ironi tam yerinde), ancak bu başlangıçtaki savunmacılık, geçici bir süre için bu geri bildirimi gelişme göstermenin bir yolu olarak kullanmamı engelledi. Kendi tevazu eksikliğimi göremiyordum.

Alçakgönüllülük konusunda bir uzmanın bile açık görüşlü olması ve savunuculuğunu azaltması için çok çabalaması gerekir. Peki ne gereği var?
Alçakgönüllülük, önemsenmeyen ama çok önemli bir insan erdemidir. İnsanlar, bir ölçüde güveni ve güvenilirliği işaret ettiği için alçakgönüllü bir partneri veya arkadaşı tercih ederler. Entelektüel olarak ilerlemek için, toplum ya da birey olarak, bildiklerimizi ve daha da önemlisi bilmediklerimizi kabul etmeli, meraklı, yeni fikirlere açık ve dinlemeye hevesli olmalıyız. Aynı şekilde, kendi kültürel dünya görüşümüzün dünyayla ilişki kurmanın çeşitli yollarından sadece biri olduğunu kabul etmek ve öğrenme arzusu ve çeşitliliğin takdiriyle diğer bakış açılarıyla tanışmak, giderek daha küresel ve birbirine bağlı hale gelen dünyada yön tayin etmemize yardımcı olur.

Savunma içgüdülerimizi evcilleştirmeyi öğrendiğimizde, kendimizi alçakgönüllülüğün sunabileceği tüm faydalara açarız.

Neden bu kadar savunmacıyız?

/website/assets/images/my1/images/633d3b554f4ab__resim-1.jpg

Doğal olarak savunmacı olmamız insan olmamızla ilgili sert

19 Mart 2022 Cumartesi

Ağaçlarda mantar hastalığı

AĞAÇLARDA MANTAR HASTALIĞI

Ağaçlarda mantar hastalığı sıkça karşılaştığımız bir sorundur.
Bakımsız ve gerekli zamanlarda toprağın havalanmaması pH değerlerinin farklılık göstermesi fazla gübreleme yapılması ve buna bağlı olarak kimyasal gübrelerin toprakta kalması ile mantar oluşumunda başlıca sebepleri arasındadır.


PEKİ MANTAR OLUŞUMUNU VEYA OLUŞMUŞ OLAN MANTARI NASIL YOK EDERİM

Mantar hastalığına yakalanan bir ağaç tedavi evresinde 1 inci aşama toprak havalandırılır.
Bu havalandırma çapalama yoluyla yapılır.Çapalama yapılırken 100 de 100 Gübre toprak düzenleyici muhakkak

22 Ocak 2022 Cumartesi

Boşluktan Gelen Sesler

Boşluktan Gelen Sesler

Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz, Reddediyorum, Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Benim Durumumdaki Erkekler romanları üzerinden ele aldığı konuları işleyişine ve romancılığına ayrıntılı bir bakış.


Eylemsizlik, bağlı olduğu etki üzerinden okunduğu zaman gerçek tanımını ortaya koyar. Duygusal yıkım, toplumsal yapı, değişim ve alışılan yaşam algısı eylemsizliği yaratan ya da tamamen ortadan kaldıran biçimlerle insan hayatında yer eder. Norveçli yazar Per Petterson’un romanlarında da söz konusu eylemsizliğin ortaya çıkışı ve bazı durumlardaki değişimi, belirgin olarak hissedilen ve karakterlerin hayatında varlık gösteren önemli bir yere sahiptir.

Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz, Reddediyorum, Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Benim Durumumdaki Erkekler romanları birbirine yakın ilerleyen duyguların, eylemsizliğin ve sessizliğin etrafından hareketle kendine ayrı bir alan açarak ilerler. Kendi içini seyreden, davranışlarını kestirmeye çalışan ve geçmişle şimdiyi yan yana tutabilen; aynı zamanda kesin çizgilerle ayırabilmenin de üstesinden gelen bu yapı, tek bir insani ihtiyaca kavuşmanın peşindedir aslında; hatırlamak. Per Petterson, bütün romanlarında, karakterleri üzerinden yarattığı hikâyeleri hatırlamak üzerinden harekete geçirir. Yaşanmış olan her şey, tam da bu noktada belirginleşirken, ifadenin odağındaki duygular yeni bir çizginin alt başlıkları olarak sıralanmaya başlar. İnsan, hatırlamaktan ibaret olan bir varlık olarak vardır. Bu da, yazarın okurda bıraktığı duyguyu ve hayal kurma payını büyük oranda etkiler ve genişlemesini sağlar. Genişleyen hikâye yapısı, barındırdığı sakinliğe açılan bu yeni alanda hatırlama duygusunun sebepleriyle sonuçlarını aynı biçimde cevaplamaya çalışır. Yüzleşmek, karşımıza çıkan sonuçlar bütününün en önemli parçasıdır fakat yer yer kendini geriye çeken, saklamak ya da tarifsiz bırakmak üzerinden kurgulayan hareketlerin odağında gizlenir.

​Kabul  etmeme hâlinin bir tür bağlı refleks olarak şekillendiği yerlerde, karakterlerin yöneleceği

11 Ocak 2022 Salı

Unutulan eski alışkanlık: Günde iki uyku

Araştırmalar insanların 19. yüzyıla kadar günde iki kez uyuduklarını gösteriyor.

İnsanlar yaklaşık 1000 yıl boyunca günde iki kez uyudu: Bir akşam , bir de sabah. N iye böyle yapıyorlardı ? B u alışkanlık nasıl ve niçin kayboldu?

Tarih, 13 Nisan 1699. Saat 23.00 suları. İngiltere'nin kuzeyinde küçük bir köyde 9 yaşındaki Jane Rowth gözlerini kırpıştırarak açtı ve gecenin değişken gölgelerini izledi. Annesiyle beraber yattıkları kısa uykudan yeni uyanmıştı.


Annesi, kalkıp mütevazı evlerinin ateşinin başına yerleşmiş ve pipo içmeye başlamıştı. Tam o sırada pencerede iki erkek belirdi. Annesine, hazırlanıp kendileriyle gelmesini söylediler.

Jane daha sonra mahkemede, annesinin bu kişileri bekliyor gibi göründüğünü söylemişti.

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Sit Alanı Nedir?




Sit Alanı Nedir?

Doğal güzellikleri bozulmamış yerler, arkeolojik kalıntılar veya kendine özgü mimari anlayışıyla öne çıkan kasabalar, herkesin gezmekten zevk aldığı ve bozulmadan bugüne gelmesine hayret ettiği yerlerdir. Bu yerler için sit alanı tabiri kullanılır. Zaten o yerler de bugüne gelebilmelerini bu kavrama borçludurlar.

8 Haziran 2021 Salı

Köy Enstitüleri

“Ellerinde Nasır, Yüzlerinde Nur, Yarına Ümitle Yürüyenler”

1935 yılının Türkiye’sinde şehir ve kasabalarda bile kısıtlı olan eğitim olanakları, henüz köylere ulaştırılamamıştı. Ülke nüfusunun %80’i köylerde yaşasa da 40 bin köyden 35 bininde okul yoktu. İlköğretim çağındaki çocuklar okuldan, öğretmenden, kitaptan yoksundular. 1935