Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

22 Ocak 2022 Cumartesi

Boşluktan Gelen Sesler

Boşluktan Gelen Sesler

Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz, Reddediyorum, Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Benim Durumumdaki Erkekler romanları üzerinden ele aldığı konuları işleyişine ve romancılığına ayrıntılı bir bakış.


Eylemsizlik, bağlı olduğu etki üzerinden okunduğu zaman gerçek tanımını ortaya koyar. Duygusal yıkım, toplumsal yapı, değişim ve alışılan yaşam algısı eylemsizliği yaratan ya da tamamen ortadan kaldıran biçimlerle insan hayatında yer eder. Norveçli yazar Per Petterson’un romanlarında da söz konusu eylemsizliğin ortaya çıkışı ve bazı durumlardaki değişimi, belirgin olarak hissedilen ve karakterlerin hayatında varlık gösteren önemli bir yere sahiptir.

Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz, Reddediyorum, Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Benim Durumumdaki Erkekler romanları birbirine yakın ilerleyen duyguların, eylemsizliğin ve sessizliğin etrafından hareketle kendine ayrı bir alan açarak ilerler. Kendi içini seyreden, davranışlarını kestirmeye çalışan ve geçmişle şimdiyi yan yana tutabilen; aynı zamanda kesin çizgilerle ayırabilmenin de üstesinden gelen bu yapı, tek bir insani ihtiyaca kavuşmanın peşindedir aslında; hatırlamak. Per Petterson, bütün romanlarında, karakterleri üzerinden yarattığı hikâyeleri hatırlamak üzerinden harekete geçirir. Yaşanmış olan her şey, tam da bu noktada belirginleşirken, ifadenin odağındaki duygular yeni bir çizginin alt başlıkları olarak sıralanmaya başlar. İnsan, hatırlamaktan ibaret olan bir varlık olarak vardır. Bu da, yazarın okurda bıraktığı duyguyu ve hayal kurma payını büyük oranda etkiler ve genişlemesini sağlar. Genişleyen hikâye yapısı, barındırdığı sakinliğe açılan bu yeni alanda hatırlama duygusunun sebepleriyle sonuçlarını aynı biçimde cevaplamaya çalışır. Yüzleşmek, karşımıza çıkan sonuçlar bütününün en önemli parçasıdır fakat yer yer kendini geriye çeken, saklamak ya da tarifsiz bırakmak üzerinden kurgulayan hareketlerin odağında gizlenir.

​Kabul  etmeme hâlinin bir tür bağlı refleks olarak şekillendiği yerlerde, karakterlerin yöneleceği

duygular şekillenmeye başlar. Zarar görmekten çekinen, -ki bunu fazlasıyla yaşamışlardır- risk almayan ve mümkün olduğunca merkezdeki soruna uzak bir açı vererek hareket eden karakter, temelde reddetmenin de bir tür seçenek olduğunu yaşamış olduğu zamanlar üzerinden haklı olarak ifade eder. “Düşün dedim kendi kendime, düşün ve düşündüm ki eğer canım acımıyormuş, bu olanlar benim değil bir başkasının başına geliyormuş gibi yaparsam bu badireyi atlatırım... Böyle bir şeyin mümkün olduğunu işitmiştim.”[1] Reddediyorum romanında ifade edilen bu düşünce, yazarın diğer romanlarında da birbirini takip eden kabul etmeme hâlleriyle birlikte devam eder. Petterson, insana ait olanın yine aynı insan tarafından görmezden gelindiği gibi bir gerçeğin ifadesine odaklanır aslında. Reddediyorum, bu anlamda aileyi karşısına alan, onu kendi bağlamı dışında tutmadan yaşananlar üzerinden yeniden yorumlayan bir yapıya sahiptir. Bu reddetme hâli, basit bir görmezden gelme değildir elbette. Geçmiş, yeniden yaşanamayacak kadar eskimiştir ve herkes bunun farkındadır. Reddetmek, ona yeni bir alan değil, geriye kalan yaşanmamış zamanların daha az kirlenerek yaşanmasını arzulatır. Ve şöyle bir soruyla baş başa bırakır herkesi: “Vicdan ile tekerlek arasında doğrudan bir benzerlik olduğuna inanıyor musun?”[2]


Zamanı Yönetmek

Per Petterson’un romanları arasında ilk okuduğum ve üzerine çokça düşündüğüm At Çalmaya Gidiyoruz, geçmişi ısrarla şimdiki zamana çağıran yapısıyla bir hayli dikkatimi çekmişti. Çünkü ortada bir tür zaman yönetimi söz konusuydu. Şimdiki yaşamdan geçmiş yaşama bakarak biçimlenen hikâye, yalnızca hatıra olarak değil, hesaplaşma olarak da ifade ediliyordu. Arada yaşanan ve yaşanmak üzere olan olaylar ise zaman çizelgesinin doğru işleyip işlemediğini anlamak üzere kurgulanan bir tür sağlamaydı. Bu noktada yazarın diğer romanlarını da oldukça merak ettim ve belli bir okuma sırasına koyarak –araya başka bir yazardan herhangi bir kitap almayacak şekilde- okuma düzenimi sürdürdüm. Bütün kitaplar bittiğinde anladığım şey, yaşanan her şeye rağmen nefes alıp veren bireylerin olayların akışını, her şey bitmiş olsa bile gördükleri her yerde yaşatmaya devam ettirmeleri olmuştu. Birileri hikâyeye son vermişti fakat karakter, bunu kabullenmek şöyle dursun, sanki hiçbir şey olmamış gibi kendi gerçekliğine dahil ediyordu. Zaman, tam da burada karşısına çıkacak diye düşünürken aslında tüm cevapların yine onlar tarafından verilmiş olduğunu fark ettim. “Artık zamanın benim için önemli olduğunu hissediyorum. Daha hızlı ya da yavaş geçsin diye değil, yalnızca zaman olsun diye; içinde yaşadığım, fiziksel olaylar ve etkinliklerle bölebildiğim bir şey olarak belirginleşsin ve farkına varmadan geçip gitmesin diye.”[3]

​Geçmişte olup bitenlerle karşı karşıya kalmak, klasik bir hayal kırıklığı ya da pişmanlıkla sonuçlanabilir. İnsan zihni, ona nasıl şekil vereceğine kendi hayat tecrübelerinden hareketle belirler. Ortaya çıkan sonuçlar kişiden kişiye ya da toplumdan topluma değişse de, kullanılan yöntem çoğu zaman sabit kalır. Çünkü bir ihtiyaç olarak zihin tarafından beslenen hatırlamak duygusu, yeniden bir düşüşün önünü açabilir. Tıpkı At Çalmaya Gidiyoruz’un ilk bölümünde karşımıza çıktığı gibi. “Birden canımı sıkmaya başlayan şu yazla işim var benim. Bunu yıllardır yapmamıştı.”[4] Yazar, yarattığı karakter üzerine kurduğu bu yapının sonuçlarından elbette haberdardır. Ancak okur, kendi yaşam pratiklerine baktığı zaman pek çok benzer durumla karşı karşıya kaldığını açıkça görebilir. Benzer şeyleri doğada da varlık gösterir Petterson romanlarında. Tıpkı pek çok sahnede karşımıza çıkan huş ağaçları gibi.

​Aynı karakterin farklı hikâyelerini takip ettiğimiz Lanet Olsun Zaman Nehrineve yazarın son romanı olan Benim Durumumdaki Erkekler’de ise tam anlamıyla durmuş bir yapının muhasebesiyle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebilirim. İlk olarak Lanet Olsun Zaman Nehrine romanında karşımıza çıkan Arvid Jansen, Benim Durumumdaki Erkekler’de yaşamını, değişmeyen yazgısını sürdürmeye devam etmektedir. Aile kurumu, her iki kitabın hikâyesini de biçimlendiren yapısıyla zamanın farklı dönemleri üzerinden etkisini sürdürmeye devam eder. Arvid Jansen, içinde bulunduğu durumun farkında olduğunu her aşamada belli ettiği için olsa gerek, olası çözümleri de aynı iade biçiminin ortasında tutar. Arvid, Benim Durumumdaki Erkekler’in daha ilk sayfalarında şöyle bir ifade kullanır: “Ateş olmak istemiştim ama ateşimde alevden fazla kül vardı artık.”[5]





Ortak Yazgılar

Per Petterson, bütün romanlarında tıpkı çağdaşı olan diğer Norveçli yazarlarda olduğu gibi oldukça sakin görünen bir yıkıntının resmini yapmaya gayret eder. Roy Jacobsen ve Erlend Loe, bu anlamda Per Petterson anlatısına en yakın bulduğum yazarlar diyebilirim. Aile, birey, yaşam ve mutluluk gibi temel kavramların tamir edilmeye çalışıldığı hikâyeler, ideal bir sonun peşinden gitmezler. Bir süreç yaratmak, ardından yaratılan sürecin devamlılığını sağlamak meselesi, birbirinden ayrılan keskin noktalar üzerinden ifade edilse de, aynı ortak sonuçla karşılaşır. Böylece kaybetmek sonuç olmaktan çıkar ve geriye kalan süreç, ona dahil olan herkesin hikâyesine dönüşür.

Benim Durumumdaki Erkekler, şu cümleyle son buluyor: “Vaktimiz çok. Acele etmeye gerek yok.”[6] Bu cümle, John Berger’ın Düğüne romanının sonlarında Gino ile Nino’nun şu diyaloğu aklıma getirmişti. “Sonzuluktan önce ne yapacağız? – Acele etmeyeceğiz.”[7]Yaşamak, mümkün olan tüm alanlarda sonuna kadar savunulan, bütün seçenekleri denenmiş bir uğraş olarak düşünülürse, aslında Berger’ın de Petterson’un da ortak bir yazgıdan yola çıktıklarını söylemek sanırım yanlış olmaz. O yazgı, bilinen mutlak son gelene kadar yaşamak uğraşını kendimize çevirmekten başka bir şey değildir. Sevgi, bu noktada bir inanç olarak tesis edilebilirse belki de işlerin yoluna girmemesi için hiçbir sebep kalmaz. Ancak insan, öğrendiklerinden ibaret olduğu gerçeğiyle yüzleşmekte tarih boyunca pek çok çıkmazın da içinde kalarak kendi doğasına uygun olanı yapmaktan çekinmemiştir. En azından, durum şimdilik bu şekilde ilerliyor.

​Per Petterson romanlarının genel coğrafyası üzerine düşünmek, sakinliğin içindeki yoğun ve karmaşık duyguların yönetimi konusunda zaman zaman fikir verebilir. Mesele sadece mutluluk ya da başarı değil, aynı zamanda tercih edilmeyeni de anlamaya çalışmak üzerinden ilerliyor çünkü. Burası nasıl bir dünyadır ki tüm bunlar insanlar içindir? Bütün Per Petterson romanlarının sonunda mutlaka kendime sorduğum bir soru olarak bir kez daha hatırlamakta yarar gördüm. Her şey herkese yetecek kadarsa, sevgisizlik üzerine biraz daha düşünmemiz gerekebilir. En azından bir süreliğine.

Yaşam ve İnsan için herşey Genel Kültür, Bilgi Bankası

Hiç yorum yok: