Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

22 Mart 2011 Salı

Spiritüel Çağda Kendini Yenileme Yöntemleri

Spiritüel Çağda Kendini Yenileme Yöntemleri



İnsanlık benliğini keşfediyor. İç huzurunu arıyor. Yogadan meditasyona, aromaterapiden ayurvedaya, taşlar ve bitkilerle şifadan enerji dengeleme tekniklerine kadar binlerce yıllık pek çok metod yeniden hayat buluyor.

Herkeste bir hareket, enerjilerde bir tazelik var. Dünya kabuk değiştiriyor. 0-2000 yılları arasında Balık buramda dönen bu kadim gezegen, 2000 yıllık döngülerle gerçekleştirdiği burç değiştirme aşamalarından birinin daha eşiğinden atladı. Şu an hep birlikte Kova burcuna geçiş yapıyoruz. 1975'te başlayan geçiş 2025'te tamamlanacak. Bazılarımızın tanık olduğu gibi 1975'le birlikte dünya üzerinde Kova burcu özellikleri ön plana çıkmaya başladı. Kadın hakları hareketleri, egonun ve bireyselliğin ön plana çıkışı, mini etek, cinsel özgürlükler, cinsel sapkınlıklar, internet, cep telefonu, uzay teknolojisi gibi artısı ve eksisiyle yoğun zeka, teknoloji, iletişim ve sıradışı faaliyetler gibi Kova burcu özellikleri hepimizin hayatında.
2000'e kadar olan dönemde dünya üzerinde Balık burcunun özellikleri olan sorgulamadan kabullenme, mistisizm, içindeki bilimsel veya teknolojik gerçeklikleri irdelemeden derin felsefi anlayışlar geliştirme gibi özellikler vardı. Hristiyanlık, İslamiyet bu dönemde ortaya çıktı. Dünya, sorgulamayan ve bilinçaltına yönelik bir dönem yaşadı.

Şifa Objeleri ve Etkileri

Kozmosta milyonlarca yıllık kadim tecrübesi bulunan dünya, insanlığın ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak sağlıklı kalması için binlerce hediye sunuyor.

Hastalandığınız zaman da çareleri hazır. Taşlar, bitkiler, kokular ve yağlarla hazırlanan şifa yöntemleri kullanılmayı bekliyor.

Şifalı bitkiler

Güzellik ürünleri, masaj yağları, saç bakım kürleri, banyo kokuları, aromaterapi yağları, macunlar, distile sular, uzun yaşam iksirleri, düzenli ve bilinçli uygulanması halinde insan ömrünü yıllarca artıran gizemli formüller. Papatyalar, fesleğenler, lavantalar, kekikler... Dünyanın florasında tedavi amacıyla kullanılan 32 bin tane bitki var. Bunların 10 bini ülkemizre kayıt altında. Beş bin tanesi de araştırılıyor. Özellikle Kazdağı taraflarında daha adı bile konmamış bitkiler bulunuyor.

Bitkiler, tam da "şifalı" nitelemesini hak eder şekilde neredeyse hemen her tür hastalığa iyi geliyorlar. Sadece nerede hangi bitkiyi kullanacağınızı, bitkilerin birbirleriyle olumlu ya da olumsuz etkileşimlerini, yararları kadar tehlikelerini de bilmek kaydıyla. Ecem&Furkan Doğal Ürünler şirketinin sahibi Ayhan Ercan, bu alanda ülkemizin en yetkin isimlerinden biri. Binlerce yıldır uygulanan bitkilerle şifa yönteminin bu çağda yeniden popüler olmasına şaşırmayanlardan o. "Çevremizdeki bitkiler, modern tıbba yardımcı olarak tüm beyin rahatsızlıklarından alzheimer'a, yüz felcinden tıkalı beyin damarlarına, astımdan bronşite, zayıflamadan guatr'a, şeker hastalığından tansiyona, grip nezle gibi bağışıklık sisteminin düşük olması nedeniyle ortaya çıkan hastalıklardan romatizmaya, kanserin pek çok türünden tüm iltihaplı hastalıklara yardımcı ürünler" diyor. Bunlar tedavide ya da sağlıklı bir yaşam sürmede işe yarıyorlar. Çünkü yapısıyla oynanmamış, yaratıldığı gibi olan doğal ürünler, bedende toksik birikim yapmıyorlar.


Ayhan Ercan, insan sağlığı açısından en büyük düşmanlardan birinin tükettiğimiz tüm gıdalardaki yapaylık ve sentetiklik olduğunun altını iziyor. Dinleyelim: "Sağlığımıza en büyük tehlike, doğada bulunmayan ama yiyerek tükettiğimiz gıdalarla bedenimize giren ve burada diğer kimsayal katılmış gıdalarla reaksiyon sonucunda ortaya çıkan 'üçüncü maddeler'den geliyor. Bu nedenle rafine edilmiş tüm ürünler çok tehlikeli. Düşünsenize bu ürünler o gerekli olsalardı doğada bulunmazlar mıydı? Neden o kadar da pahalı olmayan doğal ürünleri tercih etmiyor; onları arayıp satın almıyoruz? Neden sürekli zehir yutuyoruz? Üstelik ülkemizde tüm mahallelerde doğal ürünler satan dükkanlar var. Eğer mahallenizdeki yıllardır tanıdığınız aktar değilse ya da bir doğal ürünler mağazasmdan doğal ürün almak isterseniz Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'yla Sağlık Bakanlığı'nin kayıt numaralarının bulunduğu ürünleri tercih etmeniz yeterli olur."

Ayhan Ercan, doktor reçetesine uymamanızı isteyen hiçbir öneriyi kabul etmemeniz gerektiğini belirterek; sağlığınızı riske atmamanızı da öneriyor. "Bitkilerin şifasından da yararlanın; pek çok farklı doğal ürünü deneyin, hangisinin size uygun olduğunu tecrübe edin, fayda görmeseniz bile zarar da görmezsiniz" diyor.

Ayhan Ercan ülkemizde şifalı bitkiler konusunda yazılmış olan kitaplar konusunda önemli uyarılarda bulunuyor. Akademik kariyeri olmayan, belli kurumlara bağlı çalışmayan, ciddi araştırmalar yapmayan kişilerin kitaplarına rağbet edilmemesi gerektiğim söylüyor. Halk dilinde yazıldığı için çok kişinin okuduğu bu kitaplarda pek çok yanlış bilgi bulunduğunu belirtiyor. Dört dönem Eczacılık Fakültesi dekanlığı yapmış, Türkiye'deki en büyük bitki bilimcilerden Prof. Dr. Turhan Baytop'un kitabı dışında bir kitabı maalesef öneremiyor; tıp ve eczacılık fakültelerinde okutulanlar hariç. Ama onların da dilini halk anlamıyor.

Şifalı taşlar

Dünya havadan, sudan, ateşten ve topraktan oluşuyor. Herhangi bir zamanda doğar ve bu çemberde yerinizi alırsınız. Ama bu çemberde durmaz dolaşırsınız. Siz de doğduğunuz yerde kalmayın. Taşların şifalı dünyasını keşfe çıkın. Taşlar ilginçtir; herkes için ayrı anlamlar taşırlar. Ama bazı taşlar, dünyanın merkezindeki enerjiyi içinde toplar.

Türkiye'nin en deneyimli taş uzmanlarından Sedat Kandemir, 60 yıldır taşların büyülü dünyasını dış dünyaya taşıyor. Sedat Kandemir, dünyada her yıl yeni 15-20 yeni gerçek element bulunduğunu söylüyor. "Bunun manası, biz bilinmeyen, bilinmeyen, bilinmeyen bir dünyada yaşıyoruz demektir" diyor, insanlar farkında olmadan zaten bu taşları kullanıyorlar. Nasıl mı? İçtiğiniz maden sularının içindeki minerallerin nereden geldiğini sanıyorsunuz? Şifa için gittiğiniz kaplıcalarda yine bu mineraller var. Şairin dediği gibi: "Herkesin bir taşı var: Ya elinde, ya belinde, ya koynunda ya da mezarının başında."
Sedat Kandemir, herkes için şifa verecek bir taşın bulunduğu dünyamızda konunun temelinin sevgi olduğunu söylüyor. "Ben bunu sevdim' diyorsa, o taş onundur" diyor ve şöyle devam ediyor? "Taşların hikayesi çok yönlüdür. Enerjidir, ayrı bir hikayedir. Renk tedavisi vardır, ayrı bir hikayedir. Mücevherattır, ayrı bir hikayedir. Şifa verir, ayrı bir hikayedir." Taşlar doğanın ateşini ve enerjisini içlerinde barındırırlar.

Ayurveda

Tamamlayıcı bir tedavi yöntemi olan Ayurveda, beş bin yıllık bir geçmişe sahip. "Uzun yaşam bilimi" demek olan Ayurveda hayatı daha sağlıklı yaşamak için buhar banyosu, bitkisel yağlarla yapılan masajlar ve beden tipine uygun beslenme önerileri taşıyor. Ayurveda'yı Ovvo'da sunan Hintli doktorlar Satish ve Prerna Arora ile konuştuk. Ayurveda, yaşlanmayı yavaşlatıyor, fazla kiloları eritiyor, cildi gençleştiriyor. Ölüme neden olan hastalıklara yol açan toksinleri vücuttan söküp atıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Ayurveda, birbiriyle bağlantılı pek çok bölümden oluşuyor. İşte genç kalmanın Hintli yöntemleri:
Abhyanga: Doğal bitki yağıyla tüm vücuda yapılan masaj. Ritmik bir şekilde ılık bitkisel yağ ile yapılan bu masaj, derin bir rahatlık ve canlanma sağlıyor. Vücutta kullanılmayan atıl enerjiyi yaşam enerjisine dönüştürüyor. Vücudu toksinlerden arındırıyor, cildi yumuşatıyor, yüksek tansiyonu düşürüyor.

Basti Karma: Bal ve çeşitli otlarla karıştırılmış ilaçlı yağlar, anal yoldan kişiye uygulanıyor. Gastrit, eklem ağrısı, kronik kabızlık ve artritin iyileştirilmesine yardımcı oluyor. Kilo verme, mide ve barsakları temizleme gibi yararlar sağlıyor. Niruha tipi bitkisel yağlarla, Anuvasana tipi bitkisel yağlar ve bal ile yapılıyor.

Kerala vücut tedavisi: Bu tam vücut masajını, iki masöz senkronize bir biçimde uyguluyorlar. Gevşeme, göz rahatsızlığını gideriyor, yüksek tansiyonun düşmesini, toksinlerin atılmasını sağlıyor. Cildin yumuşaklığına ve gerginliğine katkıda bulunuyor.

Nasya: Başı saflaştırıyor ve tüm duyulara enerji veriyor. Nasya, bitkisel ilaçlı yağların burun deliğine uygulanmasıyla mikrolitik unsurların atılmasını ve böylece sinirlerin, dokuların uyarılmasını; baş ağrılarının, sinüzitin, kronik soğuk algınlığının ve göğüs tıkanıklığının azalmasını sağlıyor. Derin ve verimli uyku veriyor.

Navarakizhi: Hastalığın cinsine bağlı olarak ilaçlanmış yağların bolca uygulanmasından sonra vücudun küçük keten keselere konmuş navara pirinci ile ovulması yöntemine deniyor. Artrit, felç, kas bozuklukları ve eklem ağrıları gibi kronik hastalıkların tedavisinde yararlanılıyor.

Netre Terpen: Bu terapi, göz hastalıkları olan kişilerin közlerine ve göz çevresine çeşitli bitkilsel ilaçlar uygulanarak rahatlama sağlamayı amaçlıyor. Göz çevresine uygulanan özel bir karışımla gözün daha iyi görmesi ve göz dokularının güçlenmesi sağlanıyor.

Pizhichil: Bu terapide, ılık ilaç yağa batırılmış keten keten parçaları sıkılarak ahşap bir yüzeyde düz yatan hastanın vücuduna damlatılıyor. "Pizhichil" daha fazla gevşeme için yararlı bir terapi. Kişi daha enerjik hissediyor, kaslar form alıyor.

Sirodhara: İlaçlı yağlar ahşap bir yüzeyde düz olarak yatan hastanın başına ve vücuduna bol miktarda uygulanıyor. Ruh sağlığının bozulması, histeri, servikal spondiloz, felç tedavisi, migren, genel sıkıntılar, uykusuzluk ve hafızanın geliştirilmesine yarar sağlıyor.

Sirovasti: Bu işlemde tepesi açık uzun deri bir başlık hastanın başına takılıyor ve ılık ilaçlı yağ başına dökülüyor. Nevralji, optik atrofi, yüz felci, omurga şikayetleri ve felç durumlarında işe yarıyor. Genel iyi olma hali için "sirovasti"
öneriliyor.

Swedanam: Bitkisel buhar banyosu.

Ubtan: Tüm vücuda yapılan bitkisel maske ile cildin gençleşmesi sağlanıyor.

Udvarthanam tedavisi: Tüm vücuda yumuşak bir biçimde çeşitli şifalı otlarla hazırlanan tozlarla masaj yapılıyor. Bu, vücuttaki yağ oranının azalmasını sağlıyor, kan dolaşımını iyileştiriyor ve eklem ağrılarını azaltıyor. En önemlisi vücutta incelme meydana geliyor.

Yüz tedavisi: Hastanın yüzüne ve boynuna yaklaşık 30 dakika boyunca sürekli olarak bitkisel kremle masaj yapılıyor. Daha sonra gül suyunda eritilmiş bir bitkisel karışım yüze uygulanıyor. Bu terapi yüz kaslarının form almasını ve rahatlamasını sağlıyor. Akneleri iyileştiriyor ve cildin rengini açıyor.

Kayıp Uygarlıklar ve Kadim Bilgeliğe Giriş

Kayıp Uygarlıklar ve Kadim Bilgeliğe Giriş

Kayıp Uygarlıklar-Kayıp Öğretiler ve Kadim Bilgelik insanlık tarihinin gizli kalmış, kaybolmuş gerçek tarihlerinin bizlere uzantısıdır. Günümüz insanının oluşumuna neden olan temel tradisyonel bilgileri aldığımız bu kayıp uygarlıklar ve öğretiler, insanlık tarihinde her zaman belli dönemeç noktalarında yeniden ortaya çıkarlar ve ezoterik bir bakış açısı sunarlar.


Tarihin en eski dönemlerinden günümüze değin gezegene yön vermiş belli başlı uygarlıkları ve bu uygarlıkların simgesi haline gelen öğretilerini araştırmak, tüm bu uygarlıklar/öğretiler arasındaki bağlantıları kurmak, ortak sembolleri göstermek gerektiğine inandık.
Bu bölümümüzde, Mu ve Atlantis uygarlıklarından başlayarak, Aztek, İnka, Maya, Asur, Sümer, Babil gibi dünyanın çok çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan ve ortak bir ezoterik bilginin değişik sembollerle anlatımı izlenimi veren; Kuzey ve Güney Amerika, Atlantis, Batı Avrupa, Mısır, Babil, Uygur ve Anadolu uygarlıklarının kökenleriyle ilgili çarpıcı tarihsel izleri araştıracak, insanlığın ilk yurdu olan Mu’dan kalma bazı anahtar sembollerin yorumlarına ineceğiz.

Kadim Bilgelik araştırmalarının gayesi insanoğlunun, gezegensel evrimindeki temel sorularını çözmektir. Bu çözüm, dünyadaki problemlerin de çözümünü de kapsar çünkü insan küçük evren olan mikro kozmostur ve büyük evren yani makro kozmosun da bir yansıması ve minyatür bir sentezidir. Aynı prensipler üzerine kurulduklarından, her ikisi de görünmeyen ama eserleriyle görünür Olan’ın değişik ama birbiriyle bağdaşan kozmik ifadeleridir.



Kadim bilgeliğin ifade şekli olan sembollerin tarihsel akış içindeki açılımı, birbiriyle iç içe olan Doğa ve İnsan probleminin, insan düşüncesinin çok uzun zamandan beri deşifre etmeye çabaladığı öze ait bilgilerin kökeni hakkında onu aydınlatır.

Günümüz insanlığına egemen hale gelmiş ruhu olmayan, Tanrı’sı olmayan bilimin insanda yarattığı zihin durumu sadece karmaşadır. Günümüz mantalitesine hakim olan iki doktrin, agnostisizm ve materyalizm bu noktada ortaya çıkmıştır. Agnostisizm der ki “Ignorabimus, şeylerin nedenlerini hiçbir zaman bilemeyeceğiz, bu konuyu kendimize dert etmeyi bırakalım.” Materyalizm ise şöyle der: “Madde ve içgüdünün ötesinde hiçbir şey yoktur, bunu en iyi şekilde kullanmaya bakalım.” Bu iki doktrin de aynı sonuçta buluşurlar.
Tarihte ve felsefede katı kadercilik-dogmatizm, sanatta nihilizm, dinsel duygunun ve kozmosla ilgili derin düşüncelerin bastırılması, insanı kökeninden Tanrı’sından kopararak özgürleştirme çabası olarak ortaya çıkar ve onu maddenin esiri yapmakla sonuçlanır; günümüzdeki temel bunalımın da nedenidir. Binlerce yıldan beri insanoğlu olarak ektiğimiz tohumların iyi ve yeni bir hasada neden olması için Kadim Kültürleri ve Kadim Bilgelik Okullarının belli başlı olanlarını kısaca tanıma ihtiyacımız giderek artıyor.
Bu biliş, içinde bulunduğumuz hızlı değişim günlerinde bizi zararlı metaforlardan koruyacak ve düşün dünyamızda, ruhumuzda yeni bir paradigmanın, yeni bir başlangıcın ortaya çıkmasına neden olacak. Kim olduğumuzu, kökenlerimizi tam olarak bilmesek de araştırmak ve kökenle bağlantılar kurmaya çalışmak, evrenle ve Jung’un arşetipler olarak ifade ettiği evrensel yönümüzle bağlantı kurmak anlamına gelir.
Bu kısa giriş açıklamasından sonra işlenecek konulara açıklık getirmek için şu soruyu sorabilir ve bir alıntı ile konuyu daha da netleştirebiliriz…

“Acaba Medeniyetler Beşiği Anadolu ve Anadolu halkı halkı manevi köken olarak nasıl bir realiteye sahiptir? Tarihçiler fiziki kökeni kendilerine göre bir yerlere bağlayabilirler. Ama Anadolu’ya göçüp gelmiş atalarımızın getirmiş oldukları genetik kodun niteliğini bilemezler ve onların konuları da değildir. Bu genetik kod hakkında elbette yüzyıllardan beri intikal eden bir bilgi akışı var. Ezoterik çalışmalarımızın sonucunda oluşan kanaat şöyledir:
Anadolu topraklarına gelen varlıkların bir özelliği var. Burası hem Atlantis’ten hem de Mu’dan göç edenlerin birleştikleri, harman olup girdaplaştıkları bir bölgedir. Ege Denizi ve İskenderiye’ye kadar uzanan bölge çok önemli bir kavşak noktası haline gelmiştir.
Anadolu halkının en eskisinden en yenisine, yani en son Oğuzların göçüne varana kadar bütün asıl beslenme kaynağı Moğolistan’dır. Atlantis’lilerin göçü nasıl Mısır’ı meydana getirmişse, orayı kendileri için büyük bir göç yeri ve temel vatan yapmışlarsa, Mu Uygarlığı’nın inisiyeleri de Uygurları (ilk Türkler’i) temel olarak seçmişlerdir. Dolayısıyla iyilik ve güzellikle, felsefeyle ilgili bütün bilgilerini onlara nakletmişlerdir. Uygur Uygarlığı’nın kaynağı bugünkü Moğolistan ve Gobi Çölü’nün dağ yamaçlarına yakın olan bölgeleridir.
Uygurların inanç, bilim, sosyolojik yaşam, insan ve doğa arasındaki denge, insan ve kozmos arasındaki yapılar bakımından getirip bıraktıkları esaslar çok doğrudur.
Birtakım doğal olaylar sebebiyle başlamış Uygur göçleri Hindistan’a, Çin’e, Afganistan’a ve İran yoluyla Anadolu’ya kadar sürmüştür. Büyük Uygur göçüyle birlikte Mu bilgeliği ve Atlantis teknolojisiyle yetişmiş olan büyük insanlık göçleri de, zekası ve zihni de göç etti. Onların içinde karışmış birçok varlıkta tohum halinde kapasite mevcuttur.
Bu insanların en çok taşıdıkları özellik, duyular dışı algılamayla ilgili kodlardır. Bunlar mükemmel bir şekilde hiçbir bozulmaya ve eksilmeye yer bırakmadan o varlıklar tarafından o göçlerle bu ülkeye, Anadolu’ya yeniden getirilmiştir.
Demek ki, Anadolu halkının kalıtımsal olarak getirdiği en büyük nitelik psişiktir. Bu toprakların insanları gerçekten psişik varlıklardır. Başka bir ifadeyle, buranın varlıkları asıl iç yüzleri ruhsal dünyaya dönük yaşar. Görünüşte hepimiz dünya malı gibi yaşarız, yeriz, içeriz, dans ederiz vs.her şeyi yaparız. Bütün dünyadaki insanların yaptığı işler gibi, ama orada çok ince bir fark vardır. Bizim iç yüzümüz sürekli şekilde ruhsal dünyaya dönüktür. Çünkü doğamızda, taşıdığımız DNA’larımızda bu tarafımız gelişmiştir. Bu DNA kayıtları bize anavatanımız Mu’dan, Uygur akımından intikal eden bir vazife mirasıdır.
Bu toplumun vazifesi, Mu’da ve Atlantis’te olan kadim bilginin, kendisinden sonraki büyük insanlık ailesine bilgi intikali olarak geçişini sağlamaktır.”

Kadim Bilgelik ve Kayıp Uygarlıkların Kökeni

Kadim Bilgelik ve Kayıp Uygarlıkların Kökeni

Aztek, İnka, Maya, Mısır, Paskalya, Uygur, Tibet, Anadolu uygarlıkları arasındaki benzerlikler ve eserler bu kültürün tek bir kaynaktan çıkıp tüm dünyaya yayılmış olduğunu düşündürmektedir. Bu kültür Güneş İmparatorluğu Mu’nun kültürüdür.
Özellikle son yüzyıla bakacak olursak neredeyse bütün önemli adımların bu süreçte yapıldığını ve gelişimin çok daha hızlı artarak ilerlediğini görüyoruz. O zaman insanoğlunun sadece günümüzün uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek bencillik olmuyor mu? Bu soruların yanıtlarını belki de günümüz uygarlığının temel taşlarının çok daha eskilerde atıldığı varsayımıyla açıklamak mümkün olacaktır. İnsanlığın karanlık ve yok olan bir tarihinde yaşayan uygarlıklar izlerini, gizemli mesajlarının seslerini, okyanusun derinliklerinden bizlere ulaştırmaya çalışıyor olmasın sakın?
Churchward’ın yaptığı araştırmalar bundan 70.000 yıl belki de daha eskiye dayanan ve bugünkü dünyasal konumu itibariyle Pasifik Okyanusu’nu kaplayan bir kıtadan bahsedilir. Bu ana kıtaya Mu adı verilmişti. Mu bir rahip kral tarafından yönetilmekte kendisine "Ra Mu" denilmekteydi. Mu’nun sembolü tek tanrıyı temsil eden Ra yani Güneş'ti. Ra adı Maya, İnka, Mısır ve Eski Hindistan’da kullanılmıştır. Bu bilgi bile uygarlıkların kökenindeki ortak alanı göstermektedir. Mu hakkında çok şey söylenebilir. Tabletlerden aldığımız bilgilere göre Mu Uygarlığı en az 3 kez tufan felaketi ile sarsılmış. Ana kıtanın batacağını anlayan bazı rahip ve bilgeler, Orta Asya (Gobi Çölü civarı) ve Atlantik Okyanusu’nun bulunduğu yerlere göç etmiş ve buralarda Uygur ve Atlantis Uygarlıklarını oluşturmuştur. Uygurlar da Türkler’in ilk ataları kabul edilir. Atatürk’ün Mu Uygarlığı ile ilgili araştırmalarının temel nedeni Türkler’in kökenini aramaktı.
Ana kıtanın batacağını anlayarak, göçe hazırlanan ve bilgiyi tüm dünyaya dağıtan bu bilgelik yolcularının adı Naacal’lerdi. Naacal inisiyelerinin yaptığı bu göçler çok önemliydi ve belki de bugünkü pek çok bilginin kaynağını teşkil etti. Peki Naacaller hakkında ilk bilgiler nerede ve ne şekilde ortaya çıktı? 1880’li yıllarda James Churchward adında bir İngiliz, Tibet’te bazı taş tabletlerin izlerine rastladı. Tibet’te uzun yıllar kalarak bu tabletler üzerinde yazan eski dili öğrendi ve ilk kez burada Naacaller hakkındaki bilgileri gün ışığına çıkarmaya karar verdi.
Bugün okyanuslarla kaplı bir alanda bulunan Mu ve Atlantis Uygarlıklarının çok ileri düzeyde teknolojiye sahip olduğu bilinmektedir. Modern bir Indiana Jones olan arkeolog David Hatcher’ın yapmış olduğu araştırmalar neticesinde kaleme aldığı 6 kitaplık "Kayıp Kentler" dizisinde bu uygarlıkların yaşadığına dair çok gerçekçi bilgileri bize aktarmaktadır. Okyanus altında yapılan yeni araştırmalar ve özellikle Bimini’deki bulgular söylenenleri doğrular niteliktedir.
Mu ve Atlantis uygarlıkları hakkında bize bilgi ileten bir diğer kaynak da Edgar Cayce adındaki kahindir. Cayce ‘okuma’ (Hipnoz veya başka bir trans haliyle bir kişinin geçmiş yaşamlarını öğrenebilme yöntemi) dediğimiz yöntemle pek çok kişinin geçmiş yaşamlarını araştırmıştır. Yapmış olduğu binlerce okuma sonucunda kitaplar yazılmış ve öldükten sonra adına bir vakıf kurulmuştur.
Cayce kitaplarında o dönemde yaşamış olan kişiler hakkında detaylı sorular sormuş ve yaşanan hayatı en ince ayrıntılarına kadar ortaya koymuştur. Bugün Cayce’nin yapmış olduğu okumaların gerçek olduğu ispatlayan deliller hızla artmaktadır. Metafizik açıklamalar bilimsel yöntemlerle desteklendiğinde, daha doğrusu bilimin gelişimiyle algılamış olduğumuz yeni metafizik anlayış, yeni ve modern bir dünya görüşü ile birleştiğinde yanıtlar da kendiliğinden gelmektedir.

Kedilerin Mart Ayı İletişimi

Kedilerin Mart Ayı İnternet İletişimi



21 Mart 2011 Pazartesi

Büyük Selçuklu Devleti Oyun Kartları

Büyük Selçuklu Devleti Oyun Kartları





Büyük Selçuklu Devleti
Selçukluların kurduğu ilk devlettir.

Göçebe Türklerde bozkırdaki ırmakları geçiş büyük önem arzediyordu. Oğuzname'de salı keşfeden kişi boyun önemli bir atası sayılmaktadır. Hanedanın atası olan Selçuk Bey tarafından temeli atılan bu devlet Bağdat'ı kendine başkent yaparak Abbasi halifesinin koruyucusu konumuna erişti. 1092 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın ölümünden sonra bölünmeye uğradı. Selçuklular tarafından kurulan diğer devletler Kirman

Ölümün Fiziki Manası ( Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi )

Ölümün Fiziki Manası İnsanı bütün maddî varlığından koparacak olan ölüm hâdisesi, insanın düşünmek dahi istemediği bir kâbus, onu görünüşte bütün sevdiklerinden ayıran bir yok oluştur. Halbuki insanın yaratılışında sonsuz bir yaşama arzusu bulunmakta ve bunun gereği olarak ölümsüzlüğü istemektedir. Günümüzde ölüm olayı bilimsel araştırma alanına girmiş bulunuyor. Konu, çok sayıda bilim adamı tarafından inceleniyor. Değişik metotlarla ölümün sırrına erişilmeye, ardındaki gerçeklere ulaşılmaya ve ölümden sonraki bir hayatın ihtimalleri ortaya konmaya çalışılıyor. Bu çalışmalar ölüm sonrası hayatın varlığı üzerine sondaj anlamına gelmektedir.

İnsanın fizikî bedeni gerçekte trilyonlarca hücrenin düzenli ve uyumlu bir organizasyonudur. İnsan bedeninde her an milyonlarca eski hücre ölür ve yenileri ortaya çıkar. Gençlikte beden, kaybettiği nisbette yeni hücre üretebilir. Ancak, ileri yaşlarda bedenin hücre sayısında azalma başlar. Beyin hücreleri belirli bir yaştan sonra yenilenemez. Daha ileri yaşlarda kaybedilen hücre miktarı gitgide artar ve sağlam hücre sayısı azalır. Böylece hayat yavaş yavaş dengesini kaybeder. Gelir-gider dengesinin bozulmasıyla bedenin ahengi ve nizâmı bozulmaya yüz tutar, ister istemez ölüm ufukta görünür.



Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi