Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

22 Mart 2011 Salı

Ezoterizm Ve Erginleme


Türkçe’deki erginlemenin batı dillerindeki karşılığı olan İnisiyasyon/Initiation sözcüğü Latince initiare = başlamak sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük ise yürümek, gitmek anlamına gelen ire fiili ve içerisine anlamını katan in takısı ile alakalıdır. Türkçe’de yeni kullanılmaya başlayan erginleme sözcüğü aynı anlamı vermese de iyi bir karşılık olmaktadır. Daha önceleri karşılık olarak kullanılan tekris sözcüğü geniş bir kullanıma sahip değildir.

İnisiyasyon en eski gizem dinlerinden beri varlığını sürdürmektedir. İnisiyasyon, müridin bu yaşamda ölüp sonsuz yaşama dirilmesi ile sembolize edilir. Onun için ritüellerde müridin ölüm deneyimi canlandırılır. İnisiyasyon sembolizminde Nur’a ya da ışığa kavuşmak da önemli bir rol oynar.

İnisiyasyon adayın geçmiş yaşamını terk edip ezoterik toplulukta yeniden yaşama başlamasıdır. Bu süreç müridin kendi içindeki tanrısal özü bulma yolunda alınması gerekenleri aldığı bir süreçtir. Bu yönüyle inisiyasyon müridin çeşitli eğitimlerden ve sınavlardan da geçtiği bir süreçtir.

İnisiyasyon boyunca alınan eğitim mürit tarafından gizli tutulur ve dışarıdan olan hiçbir kimseye açıklanmaz. Eğitim süreci boyunca mürit çeşitli dereceler ve unvanlar alır, bu eğitimde ne kadar ileriye gittiğini gösterir.

Ezoterik inisiyasyonun bir özelliği de öğretinin yazılı aktarılmasından çok sözlü, sembolik ve ritüeller yolu ile anlatımıdır. Tarih boyunca varolan bir çok ezoterik örgütten günümüze yazılı belge kalmamasının ya da sadece sembollerin ve alegorik ifadelerin kalmasının nedeni de bundandır.

İnisiyasyon sadece bir eğitim değildir. Aynı zamanda bireyin kendi içinde yaptığı bir yolculuktur. Semboller ve ritüeller yardımı ile birey süreç boyunca kendi içinde de bir süreç yaşar ve içindeki tanrısal özü keşfe koyulur. Bu nedenle mürit kuralları harfi harfine uygulamak zorundadır.

Öte yandan Arıkdal’ın inisiyasyon konusunda yazdıkları ilginçtir :

“ Bir tanım yapmamız gerekirse Ruhsal bir tesirin nakledilişin hazır olmak diyebiliriz. Burada spiritüel (ruhsal) bir tesir söz konusudur. Bu tesirin nakledilmesi lazım. Kişiden kişiye, toplumdan topluma bu tesir nakledilecek. Zaten bütün inisiyatik çalışmaların esası, bu tesirin bir taraftan alınıp, bir tarafa naklinden ibarettir ve bu nakli kolaylaştıracak bütün çalışmalar inisiyatik çalışmalardır. “

Burada inisiyasyonun tehlikeli bir yönü ortaya çıkmaktadır. Müridin içine girdiği örgüt, örgütün ritüelleri sayesinde, müridi kendi amaçları doğrultusunda kullanabilir, onun enerjisini örgütün kolektif enerjisine dahil edebilir. Sahte üstadlar önderliğinde kurulan örgütler genelde bu şekilde ritüel uygulamaktadır.

Ezoterik inisiyasyon, özü gereği, belli bir şekilde üstadlar tarafından verilmesi gereken bir öğretidir. Tarih boyunca ezoterik öğretiler çeşitli şekillerde ortaya çıkmışlardır. Bunların çoğu içinde bulunulan topluma ve çağa özgü karakter göstermiş ve zaman içinde işlevlerini tamamlamışlardır. Günümüzde bunların taraftarı olsa da bunlar tarih içindeki işlevlerini çoktan tamamlamış öğretilerdir. Bir de tarih boyunca varolan ezoterik düşüncelerin sentezini yapmış topluluklar vardır ki onlar günümüzde de geleneksel işlevini sürdüren topluluklardır.

Bu tür bir topluluğa girmek isteyen kişi kendini sahte üstadlardan ve negatif amaçlı topluluklardan korumak zorundadır. Haluk Egemen Sarıkaya yıllar önce Kötülük ve Kaynakları isimli eserinde bu tehlikeye dikkat çekmiştir :

« Sanki son derece evrimleşmiş bir varlıkmış ya da bir öğretmenmiş gibi hareket edip de aynı zamanda beşeri alışkanlıkları ve zaafları olan bir kimse, sözde başarısı pek az bir disiplin ve kesinkeslik sonucunda elde edilmiş gibi görüleceğinden, beşerlere son derece çekici gelecektir. Bu nedenlerden ötürü, kendisi izleyenler onun kişiliğine hayrandırlar ve o da Yasa’ya aykırı olarak böyle bir hayranlığa izin verir. Bu surette, kendi gururunu şişirir ve izleyicilerinin de fizik forma olan bağlılığını pekiştirir. İzleyicilerine, kendilerine öğretilenlerdeki iyi ve kötüyü tefrik etmelerini değil de, bunlara körükörüne inanmalarını telkin eder. Sahte “öğretmen” bir kez bu körükörüne inanç tesis edildi mi, artık doğru yolda eğitim yapmasını sağlayacak olan hiçbir eleştiriye ya da yargıya maruz kalmayacaktır. Böylece , başında olduğu küçük topluluk, sahte bir spiritüel grup haline gelir ve orada , akıl , işlevini yitirir.

Bu halin kaçınılmaz sonucu olarak , obsesyonel bir durum ortaya çıkar. Bu obsesyonun iki dayanak noktası vardır :

Birincisi, sahte öğretmenin, izleyicilerinin dikkatini sadece kendi üzerinde tutarak, dışarıda daha iyi şeyler keşfetmelerini ve dolayısıyla da kendisini ayakta tutmak için katkıda bulunmalarını önlemek amacıyla gösterdiği çaba .

İkincisi, sahte öğretmenin izleyicilerinin, zekalarını kullanmaksızın keramete inanarak ve büyük bir Öğretmen’e sahip olmanın gururu ile koltuklarını kabartarak kendilerini fizik bir kişiliğe hayran olmanın uyuşuk, duygusal haline kaptırmak için duydukları arzudur.

Bu duruma sık sık rastlanabilir. Bu gerçek bir spiritüel grubun heves edilerek kurulan bir taklidinden ibarettir. Her iki tarafın da samimiyetten yoksun olmasından ötürü, hızla çözülmeye mahkumdur. Kişiliğine hayranlık duyma, sansasyonel olma ve obsesyon halleri, kısa sürede, bu kişileri her türden duygusal, şehvani ve seksüel düşkünlüklerin karanlık faaliyetlerine sürükler. Bu toprakta hilekarlık da, yıkıcılık da, sapıklık da, entelektüel çarpıklık da gelişir ve Yüksek Benlik’le olan irtibat kopar. Korkunç Kara Ayin ve kara maji törenleri de işte böyle topraklarda kök salma imkanı bulabilmiştir.
--------------------


Erginlenme ritüelleri


Eski topluluklarda erginlenme törenleri gençleri yaşamın bir aşamasından diğerine ulaştıran araçlar olarak görülürdü. Erginlenme ritüellerinin işlevi, önceden belirlenmiş bir dizi törensel kalıpları sıkıca izleyerek, adayları önce gündelik yaşamdan soyutlamak, sonra gerekli “gizli” bilgiler ile donatmak ve sonunda erginlenmiş bireyi topluluk içinde daha yüksek bir konuma getirmekti. Erginlenme, bir çocuğu bir yetişkin konumuna yükseltirdi.
Günümüzde, içinde yaşadığımız toplum, her biri ayrı değerlere, tutumlara ve inançlara sahip olan, bir çok farklı birime bölünmüş durumdadır; bu nedenle erginlenme sırasında eğitsel anlamda aktarılacak evrensel düzeyde bir “gizli” bilgiler dizgesi artık geçerli değildir. Kimi soyutlanmış topluluklarda erginlenme törenleri belki varlığını sürdürmektedir, ancak modern toplumsal gelişime karşı bu direniş pek zayıf ve etkisiz bir biçimdedir. Diğer taraftan çağdaş yaşamda erginlenme, çocukların yaklaşık beş yaşına ulaştıklarında, ailelerinden ayrılmaları ve okula yerleştirilmeleri ile, bir ölçüde eskiye benzer bir yapı gösterse de, okullar simgesel anlamlarını çoktan yitirmişlerdir. Ortalama on iki yıl süren eğitim, sıradan bilgilerin bir öğreti biçiminde sunulmasından oluşmaktadır ve aktarılan bilgilerin gerçek anlamlarına ulaşmak için ciddi bir çaba hemen hiç gösterilmemektedir. Toplumla yeniden bütünleşme aşaması, diploma aldıktan sonra gerçekleşmektedir. Ne var ki, toplumdan ayrılalı o denli uzun bir süre geçmiştir ki, bu aşama artık bir “yeniden bütünleşme” değil, “ilk kez bütünleşme” olarak değerlendirilmelidir.
İlkel insanın yaşamında erginlenme töreni, uygulanması gereken çok sayıda “Geçiş Ritleri” arasından sadece biridir. Tüm topluluk tarafından uygulanan ve izlenen “Geçiş Ritleri”, yalnızca erginleme için değil, aynı zamanda doğum, evlenme, ölüm, savaş, mevsim değişimleri ve tanrılara tapınma amacıyla da gerçekleştirilirdi. Bu tür ritüeller, topluluk üyesine önceden düzenlenmiş bir ilkeler dizgesini sunarlar, topluluğun varlığına karşı çıkan güçleri etkisiz duruma getirmek için geleneksel yöntemleri içerirler ve ayrıca topluluğun geçmişi ile geleceğini birbirine bağlama işlevini görürlerdi.
Günümüzde ritüeller, ilkel toplulukların davranışları üzerinde yarattıkları güçlü etkiyi çoktan yitirdiler. Büyük olasılıkla bu değişim, topluluktan çok bireye ağırlık vermenin getirdiği bir farklılık olarak görülebilir. Çağdaş insan da, yaşamındaki benzer olayları (doğum, evlenme, ölüm gibi) işaretlemek için ritüellere bağlılığını sürdürüyor, ancak bu törenleri çok daha edilgen bir tutum içinde ve genellikle yaşadığı deneyime yabancılaşmış bir biçimde uyguluyor. Bu uygulamaların toplumsal bilinç ile bağlantısı tümüyle silinmiş durumda. Geniş bir topluluğun psişik gereksinimlerini karşılamak için düzenlenmiş olan bayram, kandil, sünnet, askere gidiş, oy kullanma, mezuniyet gibi olgular da giderek çağdaş kültür değerleri arasında varoluş anlamlarını yitirmekteler.
Ritüel, Drama’nın ilk biçimidir. Törenin etkili olabilmesi için, kesinlikle dramatik bir yapısının olması gerekir. “The Hero, A Study in Tradition, Myth and Drama” (Bir Kahraman; Gelenek, Mit ve Drama Üzerine bir İnceleme) adlı yapıtında Raglan, iki tür ritüel bulunduğunu belirtiyor: biri birey için, diğeri topluluk için. Dişi ağrıyan bir kişinin acılarını azaltmak amacıyla kulübesinde çürük diş üzerinde sihir yapan kabile büyücüsü aslında bireysel bir ritüel uygulamaktadır. Oysa bir ritüel diğer topluluk üyelerinin gözleri önünde uygulanırsa, bundan tüm grup etkilenmekte; tüm grup üyelerini temsil etme sorumluluğunu üstlenen bir bireye uygulanan ritüeli izleyerek ve onaylayarak, bir topluluk olarak kendi varlığını, bütünlüğünü ve benzersizliğini algılamaktadır.
Erginlenme törenlerinde simgeler de büyük rol oynarlar. Jung’a göre, simgeler psikenin kolektif imgeler deposu işlevini üslenirler ve bilinçdışı enerjiyi aktarmakta kullanılırlar. Simgeler, iletişim araçlarıdır; temsil ettikleri imgenin doğrudan özü olarak algılanmamalıdırlar. Erginlenmenin yozlaşmasını yaratan nedenler, aynı biçimde simgelerin de önceden içerdikleri etkiyi yitirmelerine yol açmıştır. Çağdaş insan, düşünce ve eylemi, söz ile simgesel anlamı birbirinden ayırarak yaşamayı öğrenmiştir. Artık simgeler basit işaretler biçimine dönüşmüşlerdir. Rasyonel tanımlar, bilinçdışına bireysel ulaşımı tıkayarak, sezgisel anlamların yerini almıştır.

Masalların Erginlenmeci İşlevi

Masalların kökeni ve anlamı üzerine gelişen tartışmalarda hangi tarafta yer alınırsa alınsın, masal kahramanlarının başlarından geçen serüven ve sınavların hemen her zaman erginlenme törenleri ile bağıntılı olduklarını yadsımak olanaklı değildir.
İlk bakışta masalların yalnızca çocukları eğlendirmek için yazıldıklarını düşünebiliriz. Kalıplaşmış karakterler, olanaksız durumlar, konuşan hayvanlar ve her defasında insanı rahatsız edecek kadar mutlu gelişen sonlar, masalların vazgeçilmez nitelikleridir. İkinci bir bakış, masal metnine gizlenmiş bir ya da birkaç ders bulunduğunu ortaya koyar: yabancılarla konuşma, tembellik yapma, söz dinle, anneni ve babanı sev.
Üçüncü bakış, Bruno Bettelheim’in “The Meaning and Importance of Fairy Tales” (Peri Masallarını Anlamı ve Önemi) adlı kitabında vurguladığı gibi, masalların amaç ve değerlerini, içerdikleri zengin anlam düzeylerini anlayabilmekle kendini ortaya koyar. Diğer edebiyat türlerinden farklı olarak masallar, çocuğu kendi kişiliğini keşfetmeye yönlendirirler, karakterinin gelişmesi için ne tür deneyimlerin gerekli olduğunu belirtirler.
Jung, adını bireyleşme olarak koyduğu sürecin, aslında egonun insan yaşamının amacı olan bütünselliğe doğru gelişmesi olduğunu ve bunun da pratikte erginleşme sınavlarına benzer deneyimler sayesinde oluştuğunu gözlemler. Masalların da, gençleri çeşitli yaşam krizi aşamalarından geçişlerinde yönlendiren, erginlenme yöntemlerinden olduklarını ileri sürer.
Çağdaş kültürümüzde giderek uzayan yetişkinlik dönemi (12-13 yaşlarından ölüme dek), belirgin fiziksel değişimlerle başlar. Açıkça görülmeyen, aynı dönemde eşdeğer önemde psişik değişimlerin de oluşmasıdır. Ergen, bilincinde yeni açılan alanları doldurmak ve bezemek için ek bilgiye gerek duymaktadır. Çağdaş yaşamda, çocuklukta edinilen bilgilerin benzerleri, bu kez bir ölçüde daha geliştirilmiş biçimde, bireye aktarılmaya devam edilir. Oysa aslında ergenin gerek duyduğu, böyle sıradan bilgiler değil, bireyi topluma bağlayan, zaman ve mekan ile sınırlı olmayan, bireye kendi özgünlüğünü, tekilliğini ve topluluktaki diğer bireylere benzerliğini öğretecek, kör inançla tıkanmamış bilgilerdir.
Ergenlik yaşlarının başkaldırıcı tutumu şaşırtıcı değildir. Birey o yaşlarda, yaşamın gizlerini öğrenmesi gerektiğini sezgisel olarak kavrar, ancak bunu nasıl arayıp soracağını bilemez. Böylece yetişkinlik, bireyin belirli kabullenmelere boyun eğişi anlamını taşır. Çağdaş toplum yetişkine, yaşamın gerçek anlamını bulabilme yerine, verim sağlayan bir ürün olabilme yeteneğine bağlı olarak statü kazandırır. Böyle bir amaçla yola çıkılınca çağdaş eğitimin, içsel anlamlardan çok bilginin dışsal biçimlerine, simgelerden çok işaretlere, ritüelden çok sözlere, kavramlardan çok olgulara ağırlık veriyor olması hiç de şaşırtıcı değildir.


Erginlenme Törenlerinde Yinelenen Motifler


Farklı zamanlarda ve farklı kültürlerdeki erginlenme törenlerinin bir çok ortak noktalarının bulunması garip değildir. Bu ortaklık, mitler ve masallar için de geçerlidir. Bu ortak noktalar, hem masalların, hem de erginlenme törenlerinin, bireyin fiziksel ve tinsel gelişim süreci ile bağlantılı olduklarını kanıtlayan verilerdir.
Erginlenme törenleri, genellikle “kızlar için geçiş törenleri” ve “oğlanlar için geçiş törenleri” biçiminde ikiye ayrılırlar. Kızlar ve oğlanların birlikte erginlendikleri törenler de az da olsa vardır. Her erginlenme töreni, iki ayrı, ancak birbirini bütünleyen süreçten oluşur. Genellikle “Arayış” diye tanımlanan ilk süreç, bireyin güç ve cesaret dolu eylemler sayesinde tutkularına ve amaçlarına ulaşma iradesini sınayan aşamadır. İkinci süreç, bireyin iradesini ve tutkularını terk ederek, egosunu feda edişini ve uygulanan sınavlara boyun eğişini içerir. Bu aşamada törenin gerçek amacı aday tarafından açıkça bilinmez ve başarı kazanacağı hakkında kesin bir umudu yoktur.
İstekle boyun eğme ve kendini feda etme öğeleri, günümüzdeki düşünce tarzımıza oldukça yabancıdırlar; bugün, “köşe dönme” ya da “uğruna savaşırsan, istediğini elde edersin” yaklaşımı geçerlidir. Erginlenme törenine katılan birey, kimliksizlik sürecinin ya da kişilik yitimi deneyiminin insan yaşamında, boyun eğme ve özveri gerektiren, doğal bir süreç olduğunu anlamalıdır.

Kırmızı Başlıklı Kız

Özet:

Kırmızı başlıklı kızı annesi, bir parça pasta ve şarap vererek, hasta ninesinin ormandaki kulübesine gönderir. Kız, yolda kurtla karşılaşınca şaşırmaz ve korkmaz; kurda nereye gittiğini söyler. Kurt kızı, ninesi için çiçek toplamak uğruna, farklı bir yola yönlendirir. Acele ile ninenin evine koşan kurt, ihtiyar kadını yutar ve yatakta onun yerine yatar. Kulübeye varan kız, ninesinin kocaman kulakları, gözleri, elleri ve ağzı olduğunu fark eder. Kurt kızı yutar. Bir avcı gelir, olanları anlar, kurdun karnını makasla yarar ve kırmızı başlıklı kız ile ninesini kurtarır. Kız, uyuyan kurdun karnını taşlarla doldurur. Kurt, uyanınca devrilir ve ölür. Zorlukla soluk alan nine, şarap ve pasta ile kendine gelir. Kırmızı başlıklı kız, “yaşadığım sürece bir daha asla kendi kendime yoldan çıkıp, ormana girmeyeceğim” der. Neşe için de evine döner ve bir daha kıza hiç kimse zarar veremez.

Analiz:

Kırmızı başlıklı kız masalı, hem yetişkinler için, hem de çocuklar için evrensel bir çekiciliğe sahip olduğundan seçilmiştir. Masalın, hemen herkes tarafından bilindiği düşünülürse, erginlenme törenleri ile ilgili yaklaşıma, hızlı bir yoğunlaşma sağlanacaktır.
Erginlenme töreni bireyin 10-13 yaşları arasındayken evinden ve ailesinden ayrılması ile başlar. Masalın Grimm tarafından kaleme alınan biçiminde, anne kırmızı başlıklı kızı, yabancılarla konuşmaması için uyarmaz. Oysa Perrault tarafından yazılan biçiminde bu uyarı bir ders olarak yer alır. Kırmızı başlıklı kız, kurtla karşılaştığında şaşırmaz ya da korkmaz zira erginlenme töreninin başladığını biliyordur; her sınava boyun eğecektir. Erginlenme törenini yönetenlerin, çeşitli maskeler, kürkler, tüyler ve takma pençeler kullanarak hayvan kılıklarına girmeleri çok sık rastlanan bir durumdur. Hayvanların bir aşkınlık-yücelik simgesi olarak kullanılmaları neredeyse evrenseldir. Erginlenme törenini yönetenler de, hayvan biçimindeki tanrısal güçlerdir. Bu ritüel, büyük olasılıkla arkaik bir avcı kültürüne aittir. Masaldaki en önemli özellik, bir kahraman olarak avcının kızı gerçekten kurtaran kişi olmasıdır.
Ormandaki kulübe, erginlenme töreninin zaman dışı kutsal mekanıdır. “Bir varmış, bir yokmuş” sözleri, zaman dışı bir mekana gidileceğini açıklayan ilk uyarıdır. Bir diğer anahtar da, bu kutsal yere yine kutsal simgelerden olan şarap ve tatlı ekmek (pasta) bırakılması oluşturur (Grimm masalları kutsal Hıristiyan simgeleri ile doludur). Nine, bir çok köken mitinde karşılaşılan Ana Tanrıça ya da Toprak Ana’yı simgeler; hem besleyen, hem de yutup yok edendir. Kurt aslında nineyi, yani Ana Tanrıçayı yutmaz, sadece Ana Tanrıçanın yok edici, yutucu niteliğini simgeler.
Diğer bir erginlenme motifi, simgesel ölümdür. Genellikle erginlenme kulübesi bir yılan ya da canavar biçiminde varsayılır ve erginlenme adaylarını yuttuğu düşünülür. Karına ya da rahme geri dönüş sayesinde, kişilik yitirilir. Kurdun midesine giren kırmızı başlıklı kız, simgesel olarak ölmüştür.
Aslında kız, ninesinin yerini alan kurdu anında tanımalıydı. Oysa, yalnızca bu “yeni” ninenin olağandan büyük kimi organlarının ayrımına varır sadece. Simgesel olarak, kırmızı başlıklı kız bu erginlenmeci figürün tanrısal niteliklerini algılamaktadır.
Kız, yeniden doğduğunda, ninenin kötü yönünden hemen kurtulması gerektiğini düşünür. Yeni yetişkin statüsüne uygun olarak, ilk cesur ve kesin kararını verir. Kurdun karnını büyük taşlarla doldurur. Bir kez daha taşlar, yaşam veren bir işlev üstlenirler. Kız, yaşamsızlığın (taşların), kendi yaşamını kötülükten kurtarmak için kullanılacağını keşfeder. Burada erginlenmenin iki temel niteliğini, boyun eğme/özveri ile cesur eylemi, açıkça görebilmekteyiz. Kırmızı başlıklı kız, simgesel ölüme boyun eğmiştir ve doğanın karanlık yüzünü görmüştür; bu boyun eğiş ile öğrendiklerini, yaşamını tehdit eden tehlikeden kurtulmak için kullanmayı da becermelidir.
Anne kızını, “yoldan uzaklaşma ve şarap şişesini sakın kırma” diye öğütlemiştir. Doğal olarak, cinsel bir açıdan değerlendirilince annenin, kızının namuslu bir yolda kalması için çabaladığını ve bekaretini korumasını öğütlediğini düşünebiliriz. Oysa farklı bir düzeyde aynı uyarının, “bilgilerini arttır, yeni şeyler öğren, ama yitip gitme” anlamına gelebileceğini de değerlendirmeliyiz. Anne kızının, bir ergenlik törenine katılacağını ve bu törenin kıza, topluluk kültürünün içsel anlamlarını sağlayacağını bilmektedir. Kırmızı başlıklı kız, izlemesi gereken ve önceden belirlenmiş bir kültürel yola çıktığını anlamaktadır. Kız, masumiyetini yitirmekte, ancak bir kez daha kurtla karşılaşırsa ne yapması gerektiğini öğrenmektedir.
Erginlenme ritüellerinin belirli bir cinsel eğitimi de içerdikleri düşünülürse, “yoldan sapmama” ve “şişeyi kırmama” uyarıları, cinselliğin tehlikelerine ve namusun yitirilmesine işaret etmektedirler. Masalın sonunda cinsel değerlendirmeler daha belirginlik kazanır. Bu bölümde kadınların doğurganlık yetenekleri işlenir. Bu yetenek sayesinde kadınlar erkeklerden üstündürler. Karnındaki taşlarla, olanaksız hamileliği simgeleyen kurt gülünç duruma düşmektedir. Kız, kurdun karnına taşları doldurmuştur; bir yoruma göre burada taşlar kısırlığı simgelemektedir. Uyanan kurt bir kez sıçrayıp yere düşmüş ve hemen ölmüştür. Böylece işlediği suça uygun bir cezayı çekmiş, kısırlığın simgesi taşlar tarafından öldürülmüştür.

Ezoterik İnisiyasyon Nedir?

Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris);"dışarıdaki", "yabancı", "harici", "bigâne" kişinin "içeri" alınması, "mahrem" kılınması, ezoterik topluluğun "üyesi" durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşmasıdır.

Ezoterik İnisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere "öldüğü" duygusunu aşılamaktır. Bu nedenle, kimi ezoterik örgütlerde inisiyasyona, İkinci Doğuş da denilmektedir.
İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evrene ulaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, inisiyasyon, en derin anlamıyla, bir çeşit "tanrılaştırma' dır. Temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Böylesi bir "tanrılaştırma" eylemi, evrenin özündeki "büyük varlığın" bireyde belirmesi olgusunu varsayar. Bu varsayım temelini Panteist düşüncede bulmaktadır.
Evren ile Tanrı'yı bir ve aynı şey sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı Panteizm'dir. Kamutanrıcılık da denilen Panteizm'in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık'tan oluşmuştur. Gerçekte varolan bu tek Varlık'tır ve tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir. Felsefe olarak Stoacılık ve Neoplatonizm'de panteist anlayışlar vardır. Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf 'ta da panteist olgu benimsenmiştir.

Birey, inisiyasyon yoluyla, kendinde zaten varolan bir özü canlandırmaktadır. Bu bir "iç" gerçekleşmedir. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulanan kişinin, belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir.

İnisiyasyon'nın Batı dillerindeki karşılığı olan "initiation" sözcüğü, Latincedeki "initium" sözcüğünden türemiştir. "Initié" ise aslında "yola koyulmuş, başlamış" demektir. Ezoterizm'de en önemli kavram "İnisiyasyon"dır.

Ezoterizm (Batıniyye, İçreklik), bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma ve öğreti sistemidir. Asıl gerçeklerin anlayabilecek yetenek ve bilgide olan kişilere aktarılabileceği görüşü ezoterik sistemin özüdür.

Sistemin üç önemli özelliği vardır:
Öğretiyi alacak olanların özenle seçilmelerinden sonra, inisiyasyon yöntemi ile topluluğa kabul edilerek, yine aynı yöntemle ilerlemeleri.


Öğretilerin bir dereceler silsilesi içinde verilmesinin yanısıra hiyerarşik yapı gözeten bir örgütlenmenin bulunması.


Öğretilerin kapsamında simge, allegori ve özdeyişlerin kullanılması.

Pentagram Nedir - Pentagram hakkında

Pentagram, daire içindeki 5 köşeli yıldız sembolüne verilen isimdir. Majikal bir sembol olarak kullanılmasının nedeni, 4 element –toprak, hava, ateş ve su- ile bunları birleştiren ana gücü (ether/aether) betimlemesi dolayısıyladır. Bir köşesinin yukarıda kalacak şekilde çizilmesi, bu tamamlayıcı anlayışa tekabül eder. Pentacle’da; çember içindeki yıldız motifi (kozmik yumurta) insan ve evren, mikrokozmos ve makrokozmos bütünlüğünün metaforudur.

Elmayla ilişkilendirilen bir diğer pagan betimlemede, tanrıça için kutsal sayılan elma –bilgelik ağacı- ‘nın içindeki sırlardan biridir. Ceremonial çalışmalarda kullanılmasının dışında da en önemli özelliği çoğu popüler bilginin aksine pek az kişinin bildiği şekilde 5 köşeli yıldız sembolünün tıpkı güneş ve ayda olduğu gibi İştar –ki anlamı bir yerde batı diline ‘star’ olarak geçer zaten- ve Venüs ile alakalı olarak Anatanrıça’yı temsil etmesidir. 4 element+quinta essentia tamamlayıcıdır ve tanrıçanın kadim yaşam veren gücüne işaret eder, simya uygulamalarında da sembolizm bu yöndedir. Anadolu’da tanrıça Kibele’nin –Matar-ideogramı küp, mührü 5 köşeli yıldızdır.

Sembol, folklorik gelenekte Anadolu’da nazar boncuğunun sahip olduğu özellik gibi koruyucu ve negatif enerjiyi uzakta tutma anlamını taşır. İbrani geleneğinde ahdi atik’in ilk beş kitabını –torah- temsil eder ve ceremonial uygulayıcılarca “Star

Maji ve İslamiyet

Maji ve İslamiyet

Herkesin yapabileceği dua yöntemi, ki bunun dili önemlidir ama çelişkili görünen iki tarz vardır; ya duanın orjinal dili kullanılmalıdır yani temel ses titreşimleri sağlanmalıdır ama bu imkansız denecek kadar zordur çünkü duaların orjinal sesleri kulaktan öğrenilemez ancak temel öğretmenden öğrenilebilinir. Ya da, düşünce yoluyla dua edilebilir, bu da imajinasyondur. Bu farklı iki yöntem aynı noktada buluşabilir ama kolay olmaz. Duanın majikal anlamı, Majikal Güç´ün Tanrısal simgeyle elde edilebilmesidir; dünyasal amaçlarla oluşan istek, kazanılacak güçle daha gerçekçi olabilecektir; eğer günahtan söz edersek, ruhsal huzur ve doğru bir vicdani hesaplaşmadan doğacak olan affedilme yakarısı, Majikal Güç´le Tanrısal simge altında buluşabildiğinde, bilince nüfuz edecek ve rahatlatacaktır. İlk bakışta, klasik inançlarla çelişen bir durum ortaya çıkar gibidir ama bu böyle değildir; din genel olarak sosyolojik düzeyde kabul edilmiş en yüksek inançtır; Örneğin İslamiyet, matematiksel olarak ruhsal ilişkilere karşı tavır alır gibi görünür; eş düzeyde büyüyü de yasaklar ama öte yanda İslamiyet´in temelinde ve kalıcılığında Majikal Güç ana fikirdir. İslamiyet´de inanca destek olan, itikadi güçlendirecek tüm unsurlar majikaldir. Bunlar din bilgeleri ve otoriteleri tarafından perde ardında reddedilmez aksine savunulur ama perde ardında sıradan halka yer yoktur; majikal alan dinsel otorite için özerktir ve genelleştirilmemelidir. Aslında tüm dinler gibi, İslamiyet´de doğaüstü güçleri kabul eder zaten dinin ana fikri Ruhlar Alemi´nin yani bir KAT´ın dinsel olarak savunulması ve tanımlanmasıdır. İslam´ın büyüye ve büyücülere yani Majisyenliğin bir türüne karşı çıkması ortaya çıktığı dönemin politik ve sosyal gereğidir; bir peygamberi yıpratabilecek tek otorite o dönemde egemen olan, Arap Yarımadası´ndaki büyücüler ve kahinlerdiler.

Majisyen peygamberler...

Hz Musa´nın firavunun büyücülerine karşı büyü yapması (Kuran/Ta-Ha Suresi) iyi bir örnektir yani bir Majikal Güç kullanmıştır, aynı surenin 61. Ayeti´nde "Tahyil" sözcüğü ile, hipnotik etki vurgulanır. Bakara Suresi´de ise (102.Ayet), Maji ile ilgili ciddi bir uyarı görülür; "İnsanlar canlarına karşılık elde ettikleri bu bilginin ne kötü birşey olduğunu bir bilselerdi..." Bu ciddi bir uyarıdır ve aynı zamanda da Maji´nin anayasa maddelerinden birini ima etmektedir; gücü kullanmanın bir faturası vardır ama nasıl? Buna daha sonra geleceğiz; Hz. Süleyman Kutsal Kitap tanımıyla tam bir Majisyendir, ruhları, cinleri tüm Maji enerji alanlarını kullanır ama dinsiz olarak tanımlanmaz; Gazali için tüm Maji güçleri kesindir, bunları vurgular ama dilimize çevrilen kitaplarında ilgili bölümlerin çıkartıldıkları görülür; işte bu Maji´nin altın yasasıdır, herkese herşey verilemez; Nostradamus bunu; "İncilerinizi domuzlara atmayın..." diye tanımlar. Doğrudur çünkü geçmişteki ve günümüzdeki şarlatan büyücü, falcı, şifacı, hipnozcu bozmalarının tümü bu tarifin içinde yer alırlar. İslami Maji tanımlaması için Gazali bir çalışmasında "Bir şeyi istediğin zaman, onu zihninde tasavvur et, o gerçekleşecektir..." der. Bu yaklaşım Maji´nin yukarda anlatılan yasalarından biridir ´Gazali / Mafatih".

Endülüs İslam Gizemciliği;

Katı bir müslüman olan İbni Haldun, velilik düzeyinde doğaüstü güçlerin kullanılabildiğini belirtirken; İbni Sina´nın Magrip´te bir mağarada, uzun yıllar majikal çalışmalar yaptığı anlatılır. Majikal düşüncenin en önemli İslami ismi olan Muhiddin Arabi ise, "Fütühatı Mekkiye" adlı eserinde açık açık KAT´ları yani bilinç alanları anlatır. Hatta Miraç´ı bu tarzda tanımlar. Endülüs İslam Gizemciliği, majikal kültürün ve hatta mimarinin mükemmel göstergesidir ve kurallara uygun olarak uygulanmıştır; bir tür masonik içerik taşıyan "İhvanı Sefa" örgütü gizli bir maji grubudur. Ama elbette ki, "İhvanı Sefa"nın günümüz masonlarıyla hiçbir ilgisi yoktur hatta çok farklı ve çok üst düzeyde olduğu görülür. Kısacası örnek din olarak kullanılan İ slamiyet, Maji Sanatı´nı kurallara uygun olarak ehil ellere bırakılmasını uygun görmüş, avama yani kitlelere yasaklamıştır. Bu yaklaşım, aynı zamanda da kitlelerin şarlatanlar tarafından istismar edilmesini engellemek içindir çünkü Majikal Bilgi ancak yüksek bilinç alanlarında yararlı ve etkindir.

İnsanın üstünlüğü ama nasıl?

Bir başka platforma geçelim; Wilhelm Reich´a; Reich;"Herşeyin başı olan enerji, evrenin dört bir yanına yayılmıştır; herşeyin içine sızar, her türlü devinen enerjinin kökenidir; canlı varlıktaki yaşam enerjisi, evrende galaksilerin kökenidir." diyor. Reich, evrensel enerjinin ya da kendi tanımıyla Evrensel Yaşam Enerjisi´nin farkındaydı ve en büyük üzüntüsü insanların kişilik adlı zırhı takmaları nedeniyle bu enerjiyi alamamaları ve kullanamamalarıydı. Yani Reich, psikozlu kişiliklerin, inançlar, tabular ve şartlanmalar yüzünden saf enerjiye ulaşamadıkları görüşündeydi yani Güç´e, Maji Gücü´ne... Bir diğer usta; Freud daha cüretliydi; yaşam enerjisinin bilinçli olmasını istiyor ve koşullarını ortaya koyuyordu. Ona göre, beklentilerini öte dünya saplantılarından kurtarıp, tüm evrensel enerjilerini dünyadaki yaşamlarına yönlendiren insanlar yaşamı kolaşlaştıracak ve o zaman baskıcı olmayan, psikozsuz bir uygarlığa ulaşılacaktır. O andan sonra ise, cennet serçelere ve meleklere bırakılabilir çünkü Freud´a göre, insan evrensel anlamda cennete sığmayacak kadar yüksektir. Freud bu noktada düşündürür zira Maji´nin diğer bir temel yasası olan insanın evrensel üstünlüğüne değinmektedir. Reich ve Freud´un üstün insan tanımlarını asla Nietsche, Wagner veya Rauschning´in "üstün ırk" ayrımıyla karıştırmamak gerekir. Anlatılmak istenen, insanın genel olarak canlılar evrenindeki üstünlüğüdür ve şu anda akla Mevlana gelir;

Sanatsal Maji;

İslamiyet´e çok ayrı bir yorum getiren ve hümanizmayı ilke edinen Mevlana Rumi temelde Majikal felsefeyi peçeleyerek sık sık öğretisinde kullanır. Yedi gökten başka, KAT´ların bulunduğunu, KAT´ların nurla yani enerjiyle dolu olduğunu anlatırken, reenkarnasyonun beden değiştirme yerine bilinçlenme aşamaları veya düzeyleri olduğunu ima eder. Mevlana hakkında yazılan "Fihi Mafih"de "Sen değerinle ve düşüncenle iki aleme bedelsin ama ne yapayım ki, kendi değerini bilmiyorsun." dediği anlatılır; burada yine insanın önem ve üstünlüğü maji çizgisinde vurgulanır. Mevlana´nın bu yaklaşımı, tutucu din çevreleri tarafından sevilmez, onun manevi demokrasi anlayışı, inanç hiyerarşisinde yer kapmak isteyenleri rahatsız eder çünkü insan kişilik ve bilinçsizlik zırhı nedeniyle, bilgi yorumlarından ve tartışmalarından kaçınmaktadır. Salt bu yetersizlik Politik-Maji´yi doğurmuştur, kitleler anlamadan, tartışamadan neyin nesi olduğunu bilmedikleri birinin ardından koşturarak, yaşamlarını emanet ederler. Madde dünyasında bilinçsizlik düzeyinin en iyi örneği politikadır ve ne yazık ki, politika alanında Majikal Güc´ü bilerek kullananlar vardır. Görüldüğü gibi, Maji´nin ve Majikal bilginin neden gizlilik gerektirdiğinin cevabı buradadır. KAT´lara ulaşan ve amaç edinen bilinç düzeyinde kişi yaşam ve ölümün sırlarına ulaşmış, ikilemlerin yani sevginin, sevgisizliğin veya iyiyle kötünün tekliğini idrak edebildiyse, yanısıra da dogmalardan kopabiliyorsa Majisyen olma yolundadır, gizliliği kullanması ve fiziksel uğraşlara girmemesi, Maji Gücü ile bilinç alanında çok etkili olabileceğini bilmesinden kaynaklanır. Yeterince gelişmiş ve bilgilenmişse, elindeki gücün önemini bilir ve gücü nerede, nasıl kullanabileceğinin arayışı ve metodolojisi içindedir. Bir bilim kurgu sinema dizisi olan "Star Wars"da bu öğreti inanılmaz bir bilinç ve başarıyla işlenrmiştir. Güç asla, bireysel arzular düzeyinde ve show olarak kullanılmaz. Bu tarz, bir ustanın işi değildir, Majikal Güç transformasyonu olan büyü öz anlamda budur ve bir kez daha belirtmek gerekir ki, gerçek bir usta bunu sıradan işlerde ve özellikle de hayatını kazanmak için kullanmaz. Çünkü zaten edindiği öğreti, yaşamın sırrını ona göstermektedir. Bunun belirgin örneği sanatta görülür; Dali majikal yöntemlerle KAT´ları resmetmiştir, Picasso ise anti-madde alanından bakarak dünyamızın çarpıklığını ve sağlıksızlığını majikal kara mizahla ifade eder. Van Gogh ise, şizofrenik bilinç sıçramalarında gücü algılamış, tuala tam olarak aktaramamanın şokunu yaşamıştır.William Blake, Yeats veya Beethoven diğer örneklerdir ve daha binlercesi...

Maji Sanati ve Büyü

Maji Sanati ve Büyü

İnsanlığın en eski öğretisi, hatta dinlerin ve inançların kökeni Majidir. Maji sanatı ve onun çocuğu olan büyü, her çağda varolan ve etkinliğini sürdüren bir olaydır. Anlatılara göre Maji ve büyü günümüzde de politikayı etkileyecek kadar yaygındır. Öyleyse, nedir bu Maji? Nasıl öğrenilir? Büyü gerçek midir? Ortada gezenler, gerçekten büyücü müdürler?

Kelime anlamında Maji´nin Türkçe karşılığı yoktur; en yakın yaklaşım sihir olarak belki düşünülebilir; büyü sözcüğü ise genelde Maji´nin karşılığı sanılır ama sadece sözlük karşılığıdır. Demek ki, Maji´ye Türkçe karşılık bulamıyoruz ama kavram olarak açıklayabilir ve anlamlandırabiliriz. Maji sözcüğü, Grekçe´dir; Magein; Megas büyük bilim anlamındadır veya en büyük veya ana bilim demektir. Maji Paleolitik çağlardan beri vardır, Fransa´da Aurigignac´da, Güney Afrika´da Buşmenler´de Majikal ayinlerin izleri bulunmuştur. Atlantis, Mu inançları dışında, bilinen tarihte Eski Mısır´da Maji çok geniş biçimde kullanılmıştır. Özellikle de Mısır Panteonu´daki tanrılara çok dikkat etmek gerekir; tümü belli majikal güçleri simgelemektedirler. Yine tüm Mezopotamya uygarlıklarında, Aztek, Maya ve İnkalar´da Majikal yaptırımlar çok geniş ve çeşitlidir. Majinin gücünden korkan ve insanın yeterince bilgilenmesini istemeyen Hristiyan Kilisesi, MS 364 Laodicea Konsülü´nde Maji´yi, matematiği ve Astroloji´yi yasaklamıştı. 525´de Oxia´da, 721´de Roma´da alınan kararlarla Maji Sanatı´nı bilmek ve kullanmak hakkı sadece belli bir rahip sınıfına verildi. Ama sonra, bu hak yanlış yola sapacak ve insanları yakan sapık bir inancın yani engizisyonun temeli olacaktır. Budizm´in tüm kolları majikal deneylerle doludur, Zen Budizm insanın sıradanlığını, kontr tepki olarak ele alır; Yoga her türünde Majikal terbiye enerji birikimini düzenler; Akapünktür bedendeki sağlıklı enerji akımını öğretir; şamanlar geçmişin en güçlü Majisyenleriydiler; Heraklit, Platon, Demosten, Pliny, Pisagor, Agrippina, Marcus Aurelius, Jül Sezar, Bruno, Paracelsus, Nostradamus, Lüther, Calvin, İ bni Sina, İ bni Rüşd, İbni Hud, Cübeyr, İbni Semah, Muhiddin Arabi, Mevlana Rumi, Hallac, Yunus Emre, Casanova, Don Juan, Meyer, Pascal ve daha sayısız isim Majisyen olarak tanımlanabilirler. Onların yaşamlarını okumak okuyucuya daha iyi bilgi verecektir.

Maji´nin temelinde sır var...

Majikal Gizem veya Güç, akıllı varlıklar arasında farklı boyutlarda, psiko-fizyolojik olarak bir ilişkinin sağlanması demektir, ilişkinin amacı karşılıklıdır. Maddenin açıklanamayan bir boyutunu varsayarak, normal sınırların dışında algılanması gereken bir yer olarak düşünün ama bu algı nasıl elde edilecektir? Bunun için operatif bir çalışma bilinci ve bilinçdışı uygulamalar gerekir. Fakat herşeyden önce Maji´nin temel sözcüğünü anlamamız ve öğrenmemiz gerekir; bunun adı ise "sır" dır, "sır" ön anlamda, bilginin, öğrenilenin kasıtlı olarak tahdit edilmesi, kısıtlanması ve de bir sistem ve özel bir ekip içinde olabildiğince saf ve doğal halinde korunmasıdır. Biraz daha iyi anlamaya çalışalım; saflık oluşumun ilk koşullarının aynen kalması demektir; yani bir bebek ruhunun ilk anı gibi veya suyun doğadaki saflığı gibi düşünülmelidir. Saflık çok önemlidir ve "sır"ın da giriş kapısıdır, Maji gezegenine buradan gidilebilir ama saflık veya tek bir amaca nötr olarak egemen olmak bu yolu açacaktır; işte büyük mistiklerin, ustaların ve büyücülerin geçtikleri yol budur. Saflık için, temel disiplin Maji öğretisine sadık kalmak ve asla manevi öğretilere bağlanmamaktır ama onların da tam olarak bilinmesi elzemdir.

Yaşamanın ve hissetmenin gerekliliği...

Dozu ne olursa olsun, Maji etkisi Kozmos´un partikül enerjisinin bir türü, bir frekansı, bir titreşimidir, Maji´de KAT adı verilen bilinç alanlarında bu enerjiyle buluşulduğu takdirde iş sadece kullanmaya kalır, bu da öğretinin sonucuyla mümkün olacaktır. Eğer diğer bilinçli şuurlarla söz konusu bilinç alanında imajinatif olarak buluşulursa çeşitli etkiler yapılabilir, buradan da büyü etkisi anlaşılabilir. Ama eğer inançlardan ve manevi temayüllerden etkilenilmişse, cennetler, cehennemler, araflar, spatyomlar (Ruhlar Alemi) imaj olarak oluşacak ve gerçekleşecektir. Öyleyse, Maji Gücü´nün düzeyini yani bilinç alanındaki varlığını tam olarak tanıyabilir ve hissedebilirsek, diğer bilinçli şuur veya varlıkları o alanın içinde sınıflandırmamız mümkün olabilir; bu tanımlama dünyasal değerlendirmeden çok farklıdır. İşte burada, hangi yoldan giderseniz gidin, eğer objektif kalabildiyseniz ana temayı buldunuz demektir. Maji enerjisini algılamanın ötesinde, yönlendirme aşamasına ulaştığınızda Majikal etkiyi madde dünyasında psikolojik veya fizyolojik olarak kullanabilirsiniz. Bunu yapmak için çok çalışma yani antreman gerekir; KAT´ın yani imajine edilen bilinç alanının çok sık ziyaret edilmesi önemlidir asla birkaç deney veya kitap okumayla, kulakdan dolma bilgilerle bir sonuca ulaşılamaz aksine daha aptalcası zanlar başlar; kişi birşeyler yaptığını yani enerjiyi kullandığını sanır ve eninde sonunda saçmalar. Majikal yalan çok çabuk ortaya çıkar ve bazen de gerçek Majisyenler tarafından cezalandırılır. Özetle büyük güç ve deneylere sıradan laflarla ulaşılamaz, gezip görmeden, bizzat yaşamadan, hissetmeden Güney Kutbu anlaşılamaz ve tanımlanamaz. Bilinç kendi realitesi oranında yaşayarak öğrenmelidir; ama önce yetenek ve çalışma olmalıdır.

Majinin dramatik kişilikleri...

Biraz daha zorlayalım ve ilerlemeye çalışalım; geçmişin büyük Maji Ustaları, Maji Gücü´nü tanımlamak için simgesel dramatik kişilendirmeler yapmışlardır. Hatta bunun için, geçmişteki dünyadışı ilişkilerin izleri, uzak bilinmeyen geçmişin efsanevi kişiliklerini kullanan Maji Ustaları vardır. Türev ve etki yönlerinden tanrılar, tanrıçalar, azizler, mitolojik kahramanlar, şeytani ve ruhsal kişilikler gerçekte Maji alanında gücün çeşitli etkilerini simgelerler. Sümer Tanrısı Pazuzu´nun negatif etkiyi, Artemis´in doğanın enerjisini, Afrodit´in aşk etkisini, Ra´nın güneş enerjisini simgelemeleri birer örnektir; Maji Gücü´nü şekillendirmek, yoğurmak Majisyenin kişiliğine, temayülüne, amacına bağlıdır ama eğer Majisyen nötr olma düzeyine erişmişse etki çok daha fazla olacaktır. Dramatik enerji kişilendirmelerinin yani simgelerin doğaları, etkileri sınırlıdır; mitolojik bir tanrının veya tanrıçanın çaresiz kalması gibi veya bir azizin... Ve bu güç kişilikleri yani güç türleri birbirlerini olabildiğince etkilememeye çalışırlar ama çok gelişmiş ve usta bir yönetici güç, tümünü kontrol edebilme ve karıştırma düzeyinde olabilir. Örneğin, Zeus, Zülkarneyn, Rama, Tao veya Hızır simgeleri veya adı bilinmeyen büyük maji ustaları gibi...

Ruhsal değerin aynası...

Peki, Maji Gücü ile ilişki kurmak için gereken sistem nedir, nasıl elde edilir? Bunun için özel bir dil gerekir; bunu bir bilgisayar diline benzetebiliriz yani bir yazılım dili olmalıdır. Maji´de bu dile Simgeler Dili denir ama bu dil farklıdır; alfabemizi, trafik işaretlerini, sayılarımızı düşünün veya para sistemimizi; bunlar dünyasal bilincimizin tanımlama değerleridir; bize çevreyi tanımamız ve algılamamız için yol gösterirler. Majikal dil öğreniminin temelinde istisnasız tüm mistik öğreti bilgilerinin algılanması, kavranması ve takılmadan geçilmesi olmalıdır. Merak, öğrenme ve uygalama çıkardan ve iktidardan önce gelmelidir, arzulara Güç sayesinde zaten ulaşılacaktır. Maji´nin dili önce düşüncede öğrenilecektir ya da Krisnhamurti´nin dediği gibi akıl düzeyinde anlaşılamaz, yolun başlangıcı ise imajinasyon ve konsantrasyon deneyleridir ve tabii gerçek bir ustanın öğretisiyle yola çıkılmalıdır ama sonra kendi kanatlarınızla uçmak kaydıyla... Majikal etkinin çapı ve alanı, kişinin ruhsal değerini gösterir; her ulaşılan bilinç alanı ve kazanılan değer, KAT alanlarında kullanacağınız seyahat çekleri gibidir, her kazanılan güc düzeyi kişinin evrensel düzeyidir ama yerinde ve gerektiği dozda kullanılmalıdır. Nasıl mı? Maji, adına ritüel denen bir özel seremoniye yani olaya dayanır; ritüel determinizmaya yani neden/sonuç ilişkisine bağımlıdır; işte Maji´nin çıkış ve uygulama noktası tam buradadır. O zaman sistemi gözden geçirebiliriz;

1. Önce Semboller Dili öğrenilir ve kullanılır;

2. Ritüelin kendisi ve nedeni bilinir;

3. Gereken Majikal Güç sağlanır ve tanışılır;

4. Öğretiler aracılığı ile Kozmolojik sistem algısı geliştirilir;

5. Bilinç sürekli koşullandırılır;

6. Duyular sürekli geliştirilip, hissediş arttırılır;

7. Amacın pozitif veya negatif olduğu kavranır;

8. Arada bir farkın bulunmadığı düzeyi amaçlanır;

Maji´de hazıra konulmaz...

Bu dizi ilk bakışta. birşey ifade etmez gibidir; hala ne yapılacağı belirsizdir; ortada sadece bir mühendisin anlayabildiği karmaşık bir makine vardır; mühendis olmayan birinin, karşısına ise anlaşılmaz bir sistem çıkar. Temel merak, gücün nasıl sağlanacağıdır aslında bu metod veya yöntem, dinsel dualardan, Ruhçular´ın spiritüel çalışmalarından, ruhsal şifa deneylerinden, sanat olaylarındaki ilhamdan veya yaratıcı çalışmalardan, büyü uygulamalarından, meditasyon veya benzeri bilinç eğitim öğretilerinden farklı değildir; zaten bunlar kısıtlı bilinç alanları oluşturmak için yapılan uygulamalardan başka birşey değildirler. Bir lamanın, hoca efendinin, rahibin, dua, meditasyon veya zikr yoluyla yaptığı şey sistematik olarak kısıtlı bir majikal ritüeldir; yani Majikal Güç´le buluşma çabasıdır; lama, guru, rahip veya hoca bunu bir oranda başarır veya başaramaz ama genelde saflık düzeyine ulaşamamış olduğundan başardığını sanır; çevresinde bulunan hazırcı tembeller ise, onun herşeyine inanmaya hazır olduklarından bilinçüstü imajinasyonlara değil, madde dünyasında inandıkları ve nazır bekledikleri hayallere kapılarak zanlara düşerler; gerçek Maji´de hazırcılık yoktur; öğreten de, öğrenen de uygulayıcıdır...

Eski Bir Şifa Sanatını Tekrar Keşfetmek> Pranik Tedavi

PRANiK TEDAVi


ESKİ BİR ŞİFA SANATINI TEKRAR KEŞFETMEK



Pranik Tedavi basit olduğu kadar güçlü ve etkili bir enerji şifa metodudur. Temel prensip bedenin “kendini yenileyebilme özelliğine sahib, yaşayan bir varlık olduğuna dayanıyor. İkinci temel prensip de enerjinin bir kişiden diğerine aktarılabilinmesidir. Hayat enerjisini veya gerekli enerjiyi hasta olan bölgede çoğaltıldığında iyileşme süreci de hızlandırılabilir.




Pranik sanskrit’den prana “hayat enerjisi’ sözcüğünden geliyor. Prana bütün yaşam için gerekli ve bedenin kendini yenilemesi ve düzgün çalişması için kullandiği enerjidir. Bu enerjiye Çin’de chi, Japonya’da Ki, Yunanca pneuma ve israel dilinde de ruah, yani hayat nefesi denir. Bu enerji havadan: hava prana; veya yerden: yer prana; olarak alınabiliniyor. Prana (enerji) güneş, su, ağaçlar ve yemeklerden de gelir.



Pranik Tedavi bedeni saran ve fiziksel bedene girip çıkan enerjinin varlığını kabulleniyor. “hasta enerji” vucudu hasta eden negatif bir enerjidir. Fiziksel vucutta belli olmadan önce, hasta enerji, enerji bedeninde belli olur. Pranik Tedavi yapanların algıladığı; enerji bedenini etkileyen ne varsa fiziksel bedeni de etkiler; tersi de geçerlidir.

Genel olarak çoğu hastalıklar şıkışmış veya eksik enerjiyle bağlantılıdır. Pranik Tedavi bedenin kendini tedavi edebilmesi için kullanılan enerji sisteminin normalleştirilmesine yardımcı olur.



Enerji bedeni: insan aurası veya bioplasmik beden olarak bilinir. Gözle görünmeyen aura ruhi yeteneğe sahip kişilerce hissedilebilir veya üçüncü gözle görülebilir. Auranın nefes alma mekanizması olan, devamlı hareket halindeki enerjı merkezleri ‘çakralar’ vardır. Bu çakralar tepeden kuyruk sokumuna kadar belkemiği boyunca düzenlenmiştirler. Prana ‘hayat enerjisi’ vücuda bu çakralardan girer. Çakralar bu enerjiyi derleyip ilgili organlara dağıtır.



Yeni pranik tedavi sistemini kuran en büyük üstat Choa(çoa) Kok Sui’ye göre :
‘Pranik Tedavi; kolay öğrenilip kolay uygulanan çok etkili bir metoddur’. 20 senelik bir araştırma sonucunda, bu tedavi şekli yazdığı kitaplarında açıkca belirtilmiştir: The ancient art and science of pranic healing; Advanced pranic healing; Pranik psychotherapy; The ancient art and science of pranic crystal healing; Meditations on soul realisations; Practical self defence for home and office and universal and kabbalistic meditation on the lord’s prayer.



Pranik Tedavi, aura ve çakralarda meydana gelen enerji bozukluğunu ve kesin bir problemi bulmayı öğreten kesin bir metoddur. Çoğu durumlarda, hastalıklar ya enerji sıkışıklığna veya enerji eksikliğine bağlıdır. Enerji vücudunda tıkanıklık enerji sıkışıklığına sebeb olursa, buralar temizlenir; enerji eksikliği olan bölgelere enerji verilir. Tedavi genelikle hastalıklı olan bölgenin kirli enerjisini temizleyip aura ve çakralara prana enerji vererek düzenleme yapmaktır. Aura ve çakralar normale gelince iyileşme hızla gerçekleşir.



Hale hazırda 30’dan fazla ülkede 5 kıtada çeşitli meslekten gelen kişiler tarafından uygulanmaktadır. Geleneksel tedavi sistemiyle beraber kullanılıp hayran verici sonuçlar elde edilmiştir. Pranik Tedavinin hızlı ve çok etkili olan neticeleri gösteren, devamlı artan bir tecrübe kitlesi görülmektedir.



Bel ağrısından yüksek tansiyona, alkol alışkanlığından fobiler dahil birçok hastalık bu temassız ilaçsız ve ağrı vermeyen pranik tedaviden fayda görmüştür. Çoğu hastalıklar bir veya iki seansda tamamiyle iyileşmiştir.

En büyük üstat Choa Kok Sui’ nin amacı Pranik Tedavinin şefkat merhamet yöntemi olarak kullanılması ve ıstırap çekenlere şifa verilmesidir.

Geleneksel Moğol Tıbbı

Moğol Tıbbı

Moğol tıbbının genel durumu
Moğol tıbbı Moğol milliyetinin uzun zamandır devam eden tedavi pratiğinde oluşan ve geliştirilen geleneksel tıp sisteminden biridir. Eski geçmişe ve zengin kuramsal yapıya sahip olan Moğol tıbbı, hem Moğol halkının hastalıklarla mücadelede topladığı tecrübelere ve zekâya dayanan, hem de belirgin milli ve bölgesel özellikleri taşıyan tıp bilimidir. Hastalıkların tedavisinde az miktarda ilaç kullanılması, verimlilik, ucuzluk ve kolaylık gibi özellikleri vardır.


Moğol tıbbının temel teorisi
Moğol tıbbında, “Heyi”, “Xila” ve “Badagan” gibi üç ilişki, insan vücudundaki fizyolojik ve patolojik durumları anlatır. “Heyi” çeşitli fizyolojik işlevlerin gücüdür. Düşünme, konuşma, hareket ve çeşitli organların çalışması “Heyi”nin kontrolü altında bulunur. “Heyi”nin işleyişinde anormal bir durum gerçekleşirse, çeşitli organların işlevleri de zayıflayacaktır; anormal ruh hali, uykusuzluk ve unutkanlık gibi belirtiler ortaya çıkacaktır. “Xila” ateş anlamındadır. İnsanın vücut ısısı, çeşitli organların enerjisi ve ruhsal yapı, “Xila”nın etkisi altındadır. “Xila” fazla olursa, çeşitli ateşli hastalıklar, örneğin; mide ekşimesi, hazımsızlık ve histeri gibi belirtiler meydana gelir. “Badagan” insan vücudu içindeki yapışkan bir çeşit sıvı madde olarak soğuk özellik taşır. “Badagan”ın anormal bir durumda bulunmasıyla, görülen soğuk belirtilerden başka, vücut içinde sıvı maddenin dolaşamaması, çeşitli salgıların artmasına yol açacaktır.

Moğol tıbbının tedavi özellikleri

Kan çıkarma yöntemi
Kan çıkarma yönteminde, vücudun belli bir bölümündeki açık bir damar kanalını keserek kan çıkarmak yoluyla, hastalığın tedavisi ve önlenmesi gerçekleştirilir. Kan çıkarma yöntemi, kan ve “Xila”nın neden olduğu deri iltihabı ve gut gibi ateşli hastalıklarda kullanılır. Kan çıkarma tedavisi iki adımda tamamlanmalıdır. Birinci adım, operasyondan önceki hazırlık aşaması; ikinci adım, kan çıkarmanın uygulanmasıdır.

Kupa çekme ve delme yöntemi
Bu yöntem kupa çekme ve kan çıkarmanın birlikte kullanıldığı tedavi yöntemidir. Öncelikle vücuttaki belli bir yere kupa çekilir. Kupanın alınmasından sonra, iğneyle şiş deriye birkaç şişleme yapılır. Sonra deriye tekrar kupa çekilir ve deri içindeki kötü kan ve sarı salgı dışarıya emilir. Böylece kan ve nefes dolaşımı iyileştirilecek ve tedavi hedefi gerçekleştirilecektir. Bu tedavi yöntemi, genellikle vücudun kası fazla, derisi esnek, iyi, kılsız ve kemik girinti çıkıntısı olmayan deriye kullanılır. Özellikleri, hızlı verim kaydedilmesi, kısa tedavi süresi, kolayca uygulanması, acısız ve tehlikesiz oluşudur.

Moksa tedavisi
Moksa tedavisi, şifalı otlardan yapılmış olan çubuk ya da şeridin akupunktur noktası üzerinde yakılması veya tütsülenmesidir. Moksa tedavisinde, Moğol moksa tedavisi, Beis han devedikeni moksa tedavisi, Xihe söğütü moksa tedavisi ve ılımlı akupunktur kapsar.

Kımız tedavisi
Kımız tedavisi Moğol ulusunun geleneksel bir gıda tedavisidir. Kımız, vücudu besleme ve hastalıkları tedavi etkisi gösterir. Özellikle yaralanmanın yol açtığı şok, nefes alma güçlüğü ve kalbin ön kısmında oluşan ağrı gibi hastalık belirtileri için belirgin bir verimlilik gösterir. Araştırmaya göre, kımızdaki şeker, protein, yağ ve vitamin gibi çok çeşitli unsurlar, insan sağlığına yararlıdır. Bunlar arasında, özellikle büyük miktardaki C vitamini, aminoasitler, süt asidi, enzimler, mineraller, güzel kokulu maddeler ve çok az miktardaki kimyasal unsurlar sayılabilir.

Kemik hastalığı tedavisi
Kemik hastalığı tedavisi, tıp uzmanlarının bulduğu, Moğol tıbbına özgü bir kemik hastalığı tedavi yöntemidir. Bu tedavi yöntemi, kemik ve kas yaralanmalarına uygulanır. Moğol tıbbında kemik hastalığının tedavisi, kemiğin yeniden kendi konumuna oturtulması, masaj, ilaçlı banyo, bakım ve fizik tedavi gibi altı adımı kapsar. Tedavi yoluyla zehir atılır, sinirler ve kan dolaşımı düzenlenir.

Atatürk ve Mu Kıtası

ATATÜRK VE MU



Batik Uygarliklari yakindan inceledigimizde, dünya tarihine baska bir gözle bakmayi ögrenebiliriz.
Batik kita Mu'nun kesfedilmesiyle birlikte insanligin ve dünyamizin tarihine daha farkli bir gözle bakmak zorunda kaliyoruz. Geçmisimizin ya da dünyamiz üzerinde yasamis olan uygarliklarin, bilinenden çok daha eski oldugunu ve bu uygarliklarin; gelismislik düzeyi, kullandigi esyalar vs. gibi birtakim arkeolojik bulgulardan çok daha önemli 'ezoterik' bilgilere sahip oldugunu görebilmekteyiz. Bu sebeple, Mu Uygarliginin günümüzdeki tarih anlayisindan daha derin bir anlayisla ele alinmasi gerekmektedir.
Üzerinde yasadigimiz Anadolu topraklari birçok uygarligin besigi olmustur. Ayrica Anadolu'nun güneydogusundaki Mezopotamya bölgesinde kurulan Sümer, Babil, Asur gibi önemli uygarliklarla da sürekli bir etkilesim içinde bulunmustur. Ancak bilinen tarihin biraz daha derinlerine inip baktigimizda (özellikle Anadolu'da) bugüne kadar pek dikkate alinmamis Batik Uygarliklarla Anadolu arasindaki lanti oldukça dikkate degerdir.
Ezoterik bilgilerimize göre Dogu ve Bati uygarliklarinin iki ana kaynagi vardir. Bunlardan biri 'Atlantis' digeri de büyük Anavatan 'Mu Uygarligi'dir. Batik Mu Uygarligi konusunda elde mevcut belgeler o kadar birikmistir ki, bu belgelere dayanarak dünya beser tarihinin geçmisi yeniden yazilsa, kuskusuz pek çok sey degisecektir.
Bu büyük kitanin varligini kanitlayan belgelere genel olarak baktigimizda sunlara rastlariz: Hindistan, Çin, Burma, Tibet ve Kamboçya'da bulunan çesitli yazilar, kitaplar; Naakal tabletleri, kitabeler ve efsaneler; Yukatan ve Orta Amerika'da bulunan eski Maya yazitlari, tabletler, semboller ve efsaneler; Pasifik adalarinda özellikle Tahiti, Samoa, Tonga, Cook gibi adalarda bulunan arkeolojik kalintilar; Meksika ve Meksiko City yakinlarinda bulunan tas tabletler; Kuzey Amerika'da bulunan ilkel Amerikalilarin yazilari ve kitabeleri; eski Yunan filozoflarinin kitaplari. Bu belgelerden en önemlileri arkeologlarin da bilimsel belge olarak gördükleri pismis topraktan yapilmis tabletlerdir. Bu tabletlerdeki bilgilere göre; Mu Uygarligi, Pasifik Okyanusunda var olan on binlerce yil önce yesermis ve yaklasik 12.000 yil önce çesitli depremler ve volkan patlamalariyla birlikte sulara gömülmüs olan bir uygarliktir. Atlantis kitasiyla Mu kitasi hemen hemen ayni dönemde batmis olmasina ragmen Atlantis daha çok taninir. Oysa bugünkü bilimsel bulgularin isiginda, Mu kitasinin Atlantis'ten çok daha yasli bir kita oldugunu, üzerinde yüz binlerce yil pek çok kültürün olustugunu, bu kültürlerin Anakitadan Atlantis ve diger bölgelere yayildigini ve Dünya tarihinde en az Atlantis kültürü kadar önemli bir yeri oldugunu ögrenmis bulunmaktayiz. J. Churchward, Mu uygarliginin eldeki mevcut belgeler incelendiginde 50.000 yildan daha önce basladigini söylemektedir. Ve bu tarihi jeolojik arastirmalar da dogrulamaktadir.
MU konusuyla Atatürk de ilgilenmis, o dönemde birçok tarihçimizi bu konuda arastirmalar yapmak için görevlendirmis ve New York'tan getirttigi Churchward'in eserlerini bölümlere ayirtarak resmi ve özel kurumlarin 60 kadar çevirmenine kisa sürede tercüme ettirmisti. Atatürk bu çeviriler üzerinde önemle durup pek çok notlar alarak bu konudaki çalismalarini sürdürdü. Ayrica o dönemdeki tarihçilerimizden Tahsin Mayatepek'in Mu Uygarligi ile ilgili Meksika'da yapmis oldugu arastirmalarinin raporlarini da incelemis ve konudan çok etkilenmisti. Atatürk, özellikle insanin yaratilisi, Mu'nun insanligin anayurdu oldugu, ilk insanin orada yaratildigi, Mu'nun batis nedenleri, göçleri, kolonileri; Orta Asya, Uygurlar ve Anadolu ile ilgili kisimlarin altlarini çizerek okumus ve notlar almistir. Bu sekilde Atatürk Türklerin kökenini arastirmaya yönelik daha pek çok çalismalar yapmis, Türklerin Maya ve Inkalarla olan benzerliklerini bulmustur. Atatürk'ün o dönemde dilimize çevirttigi J. Churchward'in kitaplari bugün Anitkabir'de Atatürk'ün kitaplarinin bulundugu bölümdedir. (J. Churchward'in elli yillik arastirmalarini içeren MU uygarligi ile ilgili dizi kitaplar Ege Meta Yayinlari tarafindan Batik Kita Mu'nun Çocuklari, Kayip Kita Mu, Mu'nun Kutsal Sembolleri adlariyla yayinlanmistir.)


Yil 1930'dan 2 kisa zaman sonra 1932'de (Türk Tarih Kurumu'nun Atatürk tarafindan kurulmasi 1930) gelisen arastirmalar çerçevesinde; Ilkel Diller Uzmani, degerli bilim adami, emekli general Tahsin MAYATEPEK derinlesen fikri sohbetlerinin birinde ATATÜRK'e Maya dili ile Türk dili arasindaki benzesmelerden bahseder. (Türkçe de "tepe" sözcügünün karsiligi Maya dilinde "tepek"tir.) Mayatepek buna benzer kelime ve deyim benzerliklerinin 100'den fazla oldugundan söz eder. Bu fikri diyalogtan etkilenen ATATÜRK konuyu daha fazla arastirmasi için o yillarda Tahsin Mayatepek'i Meksika'ya elçi olarak tayin eder. Meksika daki arastirmalarinda Türk ve Maya dillerinin benzerlikleri konusunda çalismalar yaparken William Niven'le tanisan Tahsin bey, hem Niven'in tabletlerini inceleme firsatini elde eder, hem de Churhward'in 50 senedir üzerinde çalisip bitirdigi MU medeniyeti ile ilgili eserin varligini ögrenir. Bu gelismelerin düzenli olarak ATATÜRK'E aktarilmasi sonucu, Churcward kitabinin ilk nüshasi getirtilir ve yaklasik 40-50 kisilik bilim adamindan olusturulan grup tarafindan incelenir. ATATÜRK Türk dili ve sembolleri ile Niven'in buldugu Naacal tabletleri, Maya dili ve sembolleri ve Churcward kitaplari üzerinde yapilan çalismalara bizzat nezaret eder. Kendi kayitlarini tutar. 1960 li yillarin sonlarina kadar Türk Dil Kurumun da saklanan bu kitaplar daha sonra ANITKABIR arsivine devredilmistir. Bu gün orijinal baskilari ve Türkçe tercümeleri ATATÜRK'ÜN tuttugu notlarla birlikte ANITKABIR'de saklanmaktadir.