Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

21 Mart 2011 Pazartesi

Ölümün Fiziki Manası ( Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi )

Ölümün Fiziki Manası İnsanı bütün maddî varlığından koparacak olan ölüm hâdisesi, insanın düşünmek dahi istemediği bir kâbus, onu görünüşte bütün sevdiklerinden ayıran bir yok oluştur. Halbuki insanın yaratılışında sonsuz bir yaşama arzusu bulunmakta ve bunun gereği olarak ölümsüzlüğü istemektedir. Günümüzde ölüm olayı bilimsel araştırma alanına girmiş bulunuyor. Konu, çok sayıda bilim adamı tarafından inceleniyor. Değişik metotlarla ölümün sırrına erişilmeye, ardındaki gerçeklere ulaşılmaya ve ölümden sonraki bir hayatın ihtimalleri ortaya konmaya çalışılıyor. Bu çalışmalar ölüm sonrası hayatın varlığı üzerine sondaj anlamına gelmektedir.

İnsanın fizikî bedeni gerçekte trilyonlarca hücrenin düzenli ve uyumlu bir organizasyonudur. İnsan bedeninde her an milyonlarca eski hücre ölür ve yenileri ortaya çıkar. Gençlikte beden, kaybettiği nisbette yeni hücre üretebilir. Ancak, ileri yaşlarda bedenin hücre sayısında azalma başlar. Beyin hücreleri belirli bir yaştan sonra yenilenemez. Daha ileri yaşlarda kaybedilen hücre miktarı gitgide artar ve sağlam hücre sayısı azalır. Böylece hayat yavaş yavaş dengesini kaybeder. Gelir-gider dengesinin bozulmasıyla bedenin ahengi ve nizâmı bozulmaya yüz tutar, ister istemez ölüm ufukta görünür.



Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi

Hayao Miyazaki : Animasyondan Gerçeğe Akan Düşler

Animasyondan Gerçeğe Akan Düşler...
İnsana, çevreye duyarlı toplumları arzulayan yapıtları ile tüm dünyaya evrensel mesajlar veren; günümüzün gişe rekortmeni filmlerine ilham kaynağı olan bir animasyon ustası: Hayao Miyazaki.

Sadece küçüklere değil daha üst yaş grupları, büyüklere de yönelik animasyonları bulunmakta. O’nu Heidi’den tanıyoruz. O çok sevdiği çayırları, koyunları ve temiz kalbiyle sevecen bir arkadaştı bizim için. İlk kez Nausicaa’yı izlediğimizde Heidi’de olan sevecenliği anımsadık. Miyazaki’nin belki de bu çok başarılı animasyonlarının altında yatan sebeplerden biri de buydu.
Sevgi; hangi sevgi olursa olsun doğaya, insana, tüm canlılara özenle yaklaşan, bir de hayatı yaratılıştaki ışıkla buluşturan; tadına doyum olmaz, yavanlıktan uzak, arzu ettiğimiz, beklediğimiz birleşik insanlık realitesini tüm hücrelerimizde hissetmekti bizi bu denli mutlu eden.

Gamalı Haç (Svastika / Swastika) Kökenbilim

Gamalı Haç (Svastika / Swastika)

Kökenbilim

Gamalı haç ismi Yunanca gama (Γ) harfine ve haç şekline (+) atfen verilmiştir. Svastika kelimesi Sanskritçe'deki su (iyi) ve asti (olmak) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. "İyi olmak, mutlu ve sağlıklı olmak" anlamlarına gelir.[1]

Svastika Hinduizm, Budizm ve Jainizm'e göre kutsaldır. Kökeni pek çok antik uygarlığa, örneğin Mayalar, Navarrolar ve Sümerler'e, M.Ö. 4000'li yıllara dayanır.

Vişnu'nun 108 sembolünden biridir ve kolları saat yönünde dönük olan şekliyle, başarı ve uğurun yanı sıra hayatın kaynağı olan güneş ışığını simgeler. Kolları ters yöne dönük şekli ise geceyi ve uğursuzluğu ifade eder.

Svastika'nın dört kolu, dört kozmik gücü (ateş, su, hava, toprak) simgelemektedir. Ayrıca bazı kaynaklarda, eski dönemlerde bu sembol sayesinde dört kozmik gücün etki altına alınıp büyü yapıldığı belirtilir.[2]
SVASTİKA (Sanskrit dilinde "mutluluk getiren") olarak da bilinir, bütün kolları eşit uzunlukta olan ve aynı yönde (genellikle saat yönü) dik açılarla kıvrılan haç. Başarı ve şans simgesi olarak Antik Çağdan günümüze dünyanın hemen her yerine yayılmıştır. Eski Mezopotamya uygarlıklarının metal paralarında yaygın biçimde kullanılan bir simgeydi. İskandinavya'da ise kolları sola dönük gamalı haç Tanrı Thor'un çekicini simgeliyordu. Erken Hıristiyan ve Bizans sanatlarının (büyük harf 4 gamma'dan [ Γ ] oluşan gamma haçı ya da crux gammata) yanı sıra Güney ve Orta Amerika'da Mayalar, Kuzey Amerika'da da özellikle Navaholar arasında kullanılmıştır.
Hindistan'da ise hâlâ Hindular, Caynacılar ve Budacıların en çok kullandığı uğur simgesidir. Caynacılarda yedinci Tirthankara'nın (Kurtarıcı) simgesidir; dört kollu oluşuyla, ibadet eden kişiye yeniden doğabileceği dört yeri (hayvanlar ya da bitkiler dünyası, cehennem, ölümlüler dünyası ve ruhlar dünyası) anımsattığı da söylenir.
Hindular (ve Caynalar) muhasebe defterlerinin ilk sayfalarına, kapı eşiklerine, kapılarına ve tanrılarına sundukları nesnelerin üzerine gamalı haç işareti koyarlar. Sağa dönük, yani kolları saat yönünde dönen gamalı haçla sola dönük gamalı haç (sauvastika) arasında kesin bir ayrım yapılır. Sağa dönük gamalı haç güneşle ilgili bir simge olarak kabul edilir ve kollarının dönüşü güneşin günlük hareketini (Kuzey Yarıküre'de güneş doğudan güneye, daha sonra da batıya geçer) temsil eder. Sola dönük gamalı haç ise daha çok geceyi, ürkütücü tanrıça Kali'yi ve büyücülüğü simgeler.
Budacılıkta Buda'nın ayaklarını ya da ayak izlerini simgeleyen gamalı haç yazıtların başına ve sonuna konur. Günümüzde Tibetli Budacılar gamalı haçı giysilerde süs olarak kullanırlar. Budacılığın yayılmasıyla birlikte gamalı haç Çin ve Japonya'da çokluğu, bereketi, bolluğu ve uzun ömrü simgeleyen görsel öğe olarak kullanılmıştır.[3]
Kimi iddialara göre OZ Damgası, Gamalı Haç, Svastika, adlarıyla anılan bu işaret Ön-Türk göçleriyle Hindistan a gitmiş, Nazilerin Hint-Cerman ırkı teorilerinin amblemi halinde ortaya çıkmıştır. Bu simge, Ön-Türklerde OZ'laşarak tanrıya erişmeyi temsil eder.[4]
Bu haçın anlamı ( Mu'daki özgün haliyle) Yaratıcının emirlerini yerine getiren 4 baş meleği sembolize eder (Gabriel, Michael, Uriel, ve Rafael) Bunlara 4 kutsal sütun, mahşerin 4 atlısı, 4 elementin 4 başkanı vs gibi isimlerle anılmışlardır. Bunların Yaratıcının evreni oluşturmak için verdiği 7 yaratılış emrinin uygulayıcıları oldukları düşüncesi hakimdir Mu'nun kutsal metinlerinde. Yalnız bunlar ayrı ayrı değil de hep birlikte hareket eden tek bir güç oldukları görüşü hakimdir. Örneğin kare şekli evreni temsil eder fakat kare dik olarak baklava deseni şeklinde çizildiğinde ise bahsettiğimiz 4 ilksel gücü sembolize eder. Yani ne haç Hıristiyanlığın bir buluşudur, ne heksagram Yahudiliğin buluşudur ne de ay Müslümanlığın buluşudur. Hepsi de sonradan sahiplenilmiştir.
Konuya ilgi duyanlar "Mu'nun kutsal sembolleri" adlı James Churhward'ın yapıtını inceleyebilir.[5]



Kıpçakların Güneş'i temsil eden OZ Damgası.

Gamalı Haç, Svastika, OZ damgası ve ÖN-TÜRKLER

Aziz Nesin’in son günleri ve vasiyeti: “Ben mezarım olsun istemiyorum”

Asıl adı Mehmet Nusret olan Aziz Nesin, 1915 yıkında İstanbul, Heybeliada yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Mizah, öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıt verdi. UNESCO’nun Index Translationum bilgisine göre eserleri Türkçeden en çok yabancı dillere çevrilen yazarlar listesinin ilk sıralarında yer aldı. Politik tavrı, tutarlılığı ve korkusuzluğu ile örnek bir aydın oldu. Eliye yakın edebi ödül kazandı.
1992 de 6 Temmuz Çeşme, İzmir’de sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle yaşama veda eden yazarın cenazesi Çeşme Cumhuriyet Savcısı’nın isteğiyle otopsi yapılmak üzere İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ne getirildi. 7 Temmuz 1995’de vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak şekilde Nesin Vakfı’nın bahçesine gömüldü.
Aziz Nesin’in vasiyeti: “cenaze töreni istemiyorum”
Aziz Nesin’in ölmeden yakın zaman önce yazdığı şu vasiyet Vasiyetime yazacağım en önemli şey, şu cenaze töreni denilen rezillik, ikiyüzlülük… Tek sözcükle tiksiniyorum, iğreniyorum şu cenaze töreni sahteciliğinden… Nasıl sancılar saplanıyor yüreğime, bir paslı kör bıçak sokulup sokulup çıkarılıyormuş gibi… Böyle düşkün ve acılı zamanımda yapayalnız olmak isterim, Vakıfta çocuklarımın yanında olmamalıydım.
Vasiyetimi yazabilseydim, birinci maddesi “Cenaze töreni istemiyorum.” olacaktı, sonra “Ölüm ilanı da istemiyorum gazetelerde…” diye yazacaktım vasiyetime. Her yere, her işe olduğu gibi vasiyetimi yazmaya da geç kalıp yetişemedim.
Ölünce nasıl olsa cenaze töreninden haberim olmayacak ama, ölmemden az önceki şu anımda bunu biliyor ve yapılacak olan cenaze töreninin sahteciliğini duyumsuyorum ya…
Ne çok insan cenaze törenime katılıp “Son görevimizi yapıyoruz” diye rahatlayacak, sondan önceki hiçbir görevini yapmayanlar…
Ne yapmalıyım bana cenaze töreni yapılmaması için? Ah, bütün bunları yazmalıydım vasiyetimde…
Bir isordil daha alsam mı? (isordil:bir tansiyon ilacı) Sancılar gittikçe sıklaşıyor ve artıyor. Ben cesedimin Devlet hastanelerinden birine verilip, tıp öğrencilerinin kadavram üstünde ders görerek cesedimden yararlanmalarını istiyorum. Özellikle bunu çok istiyorum. Vasiyetime yazmak isterdim. Neyim varsa, neyim olmuşsa, neler yapıp üretebilmişsem, her şeyimden herkes sonuna dek yararlansın, hiçbir şeyim ziyan olmasın, boşa gitmesin istiyorum. Benden arta kalan son varlığım cesedimdir, ondan da yararlanılabildiğince yararlanılsın. Ama benim sevgili hekim dostum bu düşünceme hep karşı çıkar, nedenini açıkça söylemeden… Nedenini düşünüyorum. Belki duygusallıktır. Vasiyetimi yazabilseydim, üçüncü maddesi şu mezar konusu olacaktı. Düşüncelerim salt bana özgü, genellenmesini istemiyorum. Başkaları isteklerince mezar yaptırsınlar, ama ben mezarım olsun istemiyorum. İnsanın ölümünden sonra ruhunun varlığına inanmıyorum ki mezarı anlamlı ve gerekli bulayım.

Aziz Nesin’in oğlu son günlerini ölümü ve cenazesini anlatıyor.

MASKE : Özgür Ruhun Renkli Yüzü

MASKE:

Özgür

Ruhun

Renkli

Yüzü







Günümüzde balolarda, partilerde ve çeşitli sanat etkinliklerinde kullanılan maskeler, yoğun emek gerektiren bir sanat ve meslek dalı olarak karşımıza çıkıyor. Taktığımız zaman bizi olduğumuzdan farklı gösteren ve hayal edilebilecek bütün imgeleri çehremize yerleştirebilen maskeler, binlerce yıldır kültürden kültüre farklı anlamlar yüklenerek özgür ruhların renkli yüzleri olarak hayatımızda yerini alıyor.


Binbir renk ve desene sahip olan maskeler, sakladıkları yüzleri bambaşka bir şekle ve ruha büründürür. Gülen bir yüz ifadesi, korkutucu bir yüz, kötü bir ruh hali ya da hüzünlü bir palyaçonun yüzü maskelerin en çok bilinen birkaç modelindendir. Tarih boyunca maskeler insanları etkilemeyi başarmış eşsiz aksesuarlardır. Birçok soyut anlam da yüklendi maskeler; kötülüğü kovmak ve iyiliğe ulaşmak gibi. Dinsel törenlerde,

Farklı kültürlerin felaketler karşısındaki davranışları da farklı !..

Her halkın felaket hafızası var

Farklı kültürler felaketler karşısında, farklı davranıyor. Japonya’daki nükleer felaket Almanya’da dönüm noktası oldu. Türkiye içinse tüp patlaması benzetmesi yapıldı.





Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi’nde bir grup bilimadamı, ulusların doğal afetler karşısında nasıl davrandığını sosyokültürel açıdan araştırdı.Araştırmanın amacı afet kültürünün toplumsal haritasını çıkararak, halkın felaket hafızasını kuvvetlendirip daha fazla insanın kurtulmasını sağlamak. Bu araştırmaya göre, uluslar yaşadıkları çevreye göre tavır gösteriyorlar, daha doğrusu doğal risklere göre yaşıyorlar. Ayrıca her halkın kendi kültürüne göre bir felaket hafızası var.
Örneğin daha bireyci olan Amerikalılar felaketler karşısında daha çok kendilerine, Kübalılar ise devlete güveniyorlar. Bu nedenle bir felaket sırasında Kübalıların bulundukları yeri boşaltmak Amerikalılardan çok daha kolay.


20 Mart 2011 Pazar

Toprakta büyüyen bebekler

Malatya'nın Arguvan ilçesine bağlı Göçerler köyünde, bebekler toprakla kundaklanarak büyütülüyor.
Halk arasında ''höllük'' olarak bilinen kil benzeri toprakla kundaklanan bebeklerin daha sağlıklı olduğuna inanan köylüler, özellikle kış aylarında, bu yöntem sayesinde çocukların soğuklardan etkilenmediğini düşünüyor.
Göçerler köyünde yaşayan 3 çocuk babası Bayram Aygan, çocuklarının tamamının aynı şekilde büyüdüğünü anlattı.
Toprakla kundaklamanın atalarından kalan bir gelenek olduğunu, kendilerinin de aynı şekilde kundaklandığını anlatan Aygan, şunları söyledi:
''Höllük diye bilinen toprağı çocukları kundaklamada kullanıyoruz. Hazır bez kullanmayız. Eskiden gelen bir gelenektir bu. Sağlıklı bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Atalarımızdan böyle gördük. Bizler de höllükle büyüdük. Çocuklarımın hepsi de bu şekilde kundaklandı. Özellikle kış aylarında çocuğun altının sıcak kalmasını sağlıyor.''