Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

15 Mart 2011 Salı

Aşka dair tüm peri masalları yalan mıydı?

Havada uçuşan aşk kimyasalları, engellenemeyen çekim gücü, iki insanın birbirine 'hayır' diyememesi... Aşka dair tüm peri masalları yalan mıydı?

Karşı cinsi etkilemek için gizli bir anahtar olduğu düşünülen ve cazibeyi tetikleyen gizemli kimyasal sinyaller anlamına gelen feromonun hiç var olmadığı öne sürüldü.
ABD'deki Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden önde gelen bilim insanı Richard Doty, insanlar da dahil olmak üzere memelilerin örümceklerden farklı olarak diğer memelilerin seçebileceği kimyasal sinyalleri vermediğini belirtiyor.
Doty, bir tek kimyasalın bir memeli tarafından yayılıp, aynı türden bir başka memelide davranışsal değişikliğe neden olabileceğine inanmadığını ifade ediyor.

Aşkı Anlatmak

Bir Aşkı Anlatmak
Uzun yollarda yorulup da geldim. Kendimi anlamak için çıktım bu yola. Bir aşkı anlatmak için. Uzun yollara, bir düşü yaşamak için çıktım. Yüreğe hapsolmasın diye hasret. Boğmasın diye ruhu canda… Her adımında bedeni, salmak için aşk denizine. Kendimden vazgeçtim de geldim. Her nefeste aşkı solumaya geldim. Geldim de kapında binlerce yanık tomurcuk verdim. Ya tutar can verirsin, ya durur kan görürsün. Sana beni adadım…

Kapına geldim. Yaralı ruhumu onarmak sana düştü. Uzun yolların dikenleri hala ayaklarımda duruyor. Dallarımsa kırık… Oyun değil, yalan değil yürekten söylediğim hiçbir söz. Durma öyle, mürekkep kan kızıl damlar. Sen susarsan her şey ağlar… Suretini düşümde gördüm, öyle düştüm yollara. Yüreğime inandım, ruhuma sarıldım. İnancımla, aşkımla vardım sana. Kimseler demedi seni bana. Dicle’ye düşen aksimde gördüm seni. Tenime gizlenmiş bir çocuk gibiydin. O çocuğun peşine düştüm geldim. Onunla beraber, caddelerinde sokaklarında deliler gibi koşmaya, en mavisinde göğün özgürce uçmaya geldim. Aç kapılarını da al içeri, ikimizi de… Coşkuna neşe katmaya geldik. Aşkına yaren olmaya…
Sana vardım… Ya aç kapılarını da içine gireyim. Kaybet teninde beni. Ya da izin ver, kendimde bulayım seni. Kal öyle; sakin, huzurlu, mutlu… Yalnızlığımda çoğalt beni. Yanlışlığımda doğrult. Yeniden şekil ver, istediğin gibi. Yak beni. İster külümü Ege’ye savur, istersen közümden yeni bir ben yarat. Aşka susamış, aşkla sulanmış toprağında büyüt beni. Bırak boy vereyim umutla, sevdayla…

Çiçekler Aşkı Nasıl Anlatır ?

Her biri ayrı bir anlam ifade eden çiçekler, önümüzdeki 14 Şubat Sevgililer Günü'nde de sevgiliye duyulan aşkın simgesi olacak.
Duyguları anlatmanın en etkili yolu çiçekler, Sevgililer Günü'nde yine değişmez hediye olarak çiçekçi dükkanlarındaki yerlerini alacak. Bu özel gün için siparişlerini şimdiden almaya başlayan çiçekçiler, hazırlıklarını sürdürüyor. En çok tercih edilen çiçeklerden gülün tane fiyatı kalitesine göre 5-12 TL arasında değişiyor.
Ankara Çiçekçiler Esnafı Odası Başkanı Emin Çimen, çiçekçilerin yaklaşan Sevgiler Günü'ne hazır olduğunu, çiçek sıkıntısı yaşanmayacağını söyledi.
Bu Sevgililer Günü'nde de en çok gül satılmasını beklediklerini anlatan Çimen, yerli üretimin yeterli olduğunu, bunun yanı sıra ithal güllerin de iç piyasada satıldığını kaydetti.
Çimen, ''Arkadaşlarımızda genel itibariyle bir heyecan var, siparişler alınmaya başladı. Güllerin fiyatı kalitesine göre 5-12 TL arasında değişiyor. Gülün yanı sıra orkide de en çok satılan çiçekler arasında. Orkide kandil olarak alınması halinde 25, dal olarak hazırlandığında ise 150 TL'ye kadar satışa sunuluyor. Siparişlerin önümüzdeki haftadan itibaren artmasını bekliyoruz'' dedi.
Çiçekçiler için Anneler ve Sevgililer gününün çok özel olduğunu ifade eden Çimen, en büyük sıkıntılarının dışarıda çiçek satanlar olduğunu belirtti.
Çimen, dışarıdan alınan gül ya da başka çiçeklerin çok fazla dayanmadığını ifade ederek, dükkanlardan alınan çiçeklerin daha uzun süre tazeliğini koruduğunu sözlerine ekledi.

Çiçeklerin dili...

Sen Romeo, Ben Juliet

Sen Romeo, Ben Juliet Aşk dolu sözler, romantik yemekler bitmiştir, TV başından kalkmaz, konuşmaz, eskiden gözününüzün içine bakan adam, sizi artık görmez olur. Peki ne yapmalı da onu tekrar prense çevirmeli. İşte formüller:

Bir araştırmaya göre, ka Aşk dolu sözler, romantik yemekler bitmiştir, TV başından kalkmaz, konuşmaz, eskiden gözününüzün içine bakan adam, sizi artık görmez olur. Peki ne yapmalı da onu tekrar prense çevirmeli. İşte formüller:

Bir araştırmaya göre, kadınların yüzde 22''si ilişkileriyle ilgili şöyle düşünüyor: "Gün geçtikçe birbirimizle daha az konuşur hale geldik. Artık benimle hiç ilgilenmiyor..." Oysa erkekler, aşık oldukları ilk günlerde genellikle gerçek bir beyefendi gibi davranırlar. Aşkını ispatlayan küçük sürprizler yapar, eve ya bir çiçek ya da sizi akşam yemeği için restorana götürme teklifiyle gelirler. Bunlarla yetinmeyip, mutfakta bile size yardım ederler. Ancak evlilik ilerledikçe her şey değişmeye başlar. Eşiniz her geçen gün eve biraz daha geç gelir ve akşamları, hatta hafta sonları sürekli tv karşısında oturmayı tercih eder.

Tüm insanlık, kendi sevgi öykülerimizi yazıp, oynayabiliriz

Neden sevilmek isteriz?


Severiz… Nedenleri vardır belki ama biz düşünmeden, içimizden gelen bir istekle severiz. Kalp seçmiştir ve sevgili karşımızdadır. Çeşitli sevgi deneyimleriyle, kendimize aslında sevmeyi öğretiriz. Onda, bizi tamamlayan yansımalar gördüğümüz için, bütünlendiğimiz için, bir yanımızla örtüştüğü için oluşmuş olabilir mi aramızdaki sevgi?
Sevgi hakkında çok şey düşünülüp, yazılsa da, nedenli mi, nedensiz de sevilir mi, koşullu, koşulsuz sevgi konuşulmaya devam edecektir her daim…
Tüm koşullara, koşulsuzluklara rağmen sevmek, bir insanla, bir hayvanla sevgimizi yaşamak dünyada yaşanabilecek en güzel, en muhteşem, en eşsiz, en mucizevi oluş halidir…
Nietzsche'nin, sevgilisi Lou Salome' ye adadığı şiirde de yazdığı; “sevilmek istiyorsak, sevmeyi bilmeliyiz!”sözüne ne dersiniz?
İnsan doğduğunda sevme ve sevilme kapasitesi ile dolu olarak yaşama gelir. Bu kendiliğindendir, doğamız gereği bizler sevgiyiz. Sevmeyi ve sevilmeyi bilerek doğarız. Ve sonra, anne-baba, çevre ve toplum insanı bir robota dönüştürür. İnsan çeşitli sebeplerle öyley-miş gibi yaşamaya başlar.

14 Mart 2011 Pazartesi

Avrupa'ya ilk ayak basan bir kadınmış!

İspanyol ve İzlandalı bilim adamlarının yaptığı bir araştırma, Amerika kıtasından Avrupa kıtasına ayak basan ilk kişinin bir kadın olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırmaya göre, Vikingler, bin yıl önce Amerika kıtasında doğan bir kadını İzlanda'ya getirdi. Bu tez, Vikinglerin Cristof Colomb'dan yüzyıllar önce Amerika kıtasına ulaştığını ortaya koyuyor.
İspanya Bilimsel Araştırmalar Enstitüsü (CSIC), 4 İzlandalı aileye mensup 80 civarında kişiye genetik incelemeler yapıldığını ve bu kişilerde bulunan bir DNA türünün sadece ya Doğu Asya'da dünyaya gelenler ya da Amerikalı yerlilerde var olduğunu açıkladı.
CSIC araştırmacılarından Carles Lalueze-Fox, makalesinde, ''İlk başta DNA'nın İzlanda'ya yerleşmiş Asyalı ailelerden geldiğini düşündük. Ama soy ağaçlarının incelenmesi sonucu 4 ailenin atalarının 1710 ile 1740 arasında yaşamış olduğunu ve İzlanda'nın güneyindeki bir bölgeden geldiklerini keşfettik'' ifadesini kullandı.
Laueza-Fox, C1e adı verilen genetik dizilimin İzlanda'ya bir kadın tarafından sokulduğunu gösterdiğini belirttiği makalesinde, ''En gerçekçi hipotez, bu genlerin 1000 yıllarında Vikingler tarafından Amerika kıtasından getirilen bir yerli kadına ait olduğudur'' dedi.

Sivil Savunma Nedir - Sivil Savunmanın tanımı

1. SİVİL SAVUNMANIN TANIMI:

Savaşta ve afetlerde halkın can ve mal kaybını en aza indirme amacını taşıyan ve topyekün savunmanın en önemli unsurlarından biri olan Sivil Savunma;
-Savaş zamanı halkın can ve mal kaybının en aza indirilmesi;
-Afetlerde can ve mal kurtarılması;
-Büyük yangınlarda can ve mal kaybının azaltılması;
-Yok olmaları veya çalışamaz hale gelmeleri durumunda yaşamı büyük ölçüde etkileyecek olan kamu ve özel kurum ve kuruluşların korunması ile bunların acil onarımlarının yapılması;
-Savaş zamanı her türlü savunma faaliyetlerinin sivil halk tarafından desteklenmesi;
-Cephe gerisinde halkın moralinin kuvvetlendirilmesi;konularını kapsayan SİLAHSIZ, KORUYUCU, KURTARICI önlem ve faaliyetler bütünüdür.

2. SİVİL SAVUNMA KAVRAMININ DOĞUŞU
Tabiatın var oluşundan bu yana her canlı, çeşitli tehlikelere karşı kendisini, yakınlarını, sevdiklerini, barındığı yuvasını, üzerinde yaşadığı toprağını, yaşam için gerekli olan her şeyini SAVUNA GELMİŞTİR.
Hayvanlar yuvalarını genellikle çeşitli tehlikelerin ulaşamayacağı mekanlarda seçmişlerdir.
İlk gününden bu yana insanoğlu; tabiat olaylarından, vahşi hayvanların tehlikelerinden, düşmanlarının saldırılarından korunabilmek için, barınaklarını gerektiğinde bir gölün üzerine kurmuşlar, mağaralarda barınmışlar, zamanla yüksek tepeler üzerinde şatolar ve kaleler inşa ederek, kendilerini korumaya çalışmışlardır.
İnsanlar ve toplumlar arasındaki çatışmaların, ilk insanların ortaya çıkışı ile başladığı ve en ilkel koşullardan günümüzün en modern imkanlarına kadar her türlü vasıtayı kullanarak geliştiği ve asla son bulmadığı ve bulmayacağı bilinmektedir.
Toplumların bünyeleri değiştikçe istek ve ihtiyaçları artmış, dolayısıyla kişiler ve toplumlar arasındaki anlaşmazlıklar meydana gelmiş, bunların çözümü için de çoğu kez savaşlara başvurulmuştur.
Savaşlar, insanların kendi kendilerine yol açtıkları en büyük felaketlerden biridir. Daima çok büyük acılara, sıkıntılara ve zararlara sebep olmasına ve tüm insanların bunu bilmesine rağmen maalesef savaşlar devam etmektedir.
Norveç İlimler Akademisince yapılan bir araştırmaya göre; İnsanlar M.Ö. 3600 yılından bu yana 14 bin defadan fazla savaşmışlardır. Bu savaşlarda 4 milyara yakın insan hayatını kaybetmiştir.
Yine bu savaşlardaki maddi zarar; dünyayı ekvator üzerinde çevreleyen 10 m. yüksekliğinde, 156 m. genişliğinde altın madeninden yapılacak bir duvarın maddi değerine eşittir. Bu dönem boyunca, dünyamız, sadece 292 yıl sulh ve sükun içinde yaşamını sürdürmüştür.
Savaşı kazanabilmek için; önceleri üstünlüklerini kişisel güçleriyle sağlayan insanlar, daha sonraları zeka ve becerilerini de kullanarak savaş araç ve gereçlerini devamlı geliştirmişlerdir. Bu gelişme dünya devletlerini adeta bir silahlanma yarışına götürmüştür.
XX. yüzyılın başından bu yana milletler arasında yapılan silahlanma yarışı, dünyamızı bir barut fıçısı haline getirmiştir. Bunun sonucunda, insanlar, I. ve II. DÜNYA SAVAŞLARI ile yüz yüze gelmişlerdir.
1914-1918 (4 Yıl 3 Ay) I. DÜNYA SAVAŞINDA; 9.5 milyon insan ölmüş, bunların %5’i sivil, %95’i askerdir.
1939-1945 (5 Yıl 8 Ay) II. DÜNYA SAVAŞINDA; 52 milyon insan ölmüş, bunların % 48’i sivil, % 52’si askerdir.
1950-1952 (2 Yıl 6 Ay) KORE SAVAŞINDA; 9.2 milyon insan ölmüş , bunların %84’ü sivil, % 16’sı askerdir.
Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, günümüze gelindikçe savaşlarda ölen insanların büyük bir çoğunluğunu SİVİL HALK teşkil etmektedir.
Günümüzde ya da gelecekte çıkacak savaşların en belirgin özelliği: Bu savaşların, T