Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

25 Ekim 2010 Pazartesi

Dünyaya gelirken bir hikâyen yoktur

Işığımızın Sırrı, Dünya Tozumuzun İçinde!

Dünyaya gelirken bir hikâyen yoktur. Önce sadece bir ışık olarak düşersin yeryüzü toprağının üstüne. Sonra toprağın tozu ile harmanlanır, bedenlenirsin. Varlığının bütünü; Dünyanın tozundan ve yıldızların ışığından oluşur. Olağanüstü güçlere ve sonsuz sayıda farklı özelliklere sahip olarak gelirsin bu boyuta. İçindeki sana ait güç öylesine büyüktür ki, senin her istediğini yaratma özelliğine sahiptir. Bu gücü, gün be gün, an be an kullanır ve en değerli hazinen gibi göreceğin öykünü yaratırsın. Hikâyeni yaratmaya başlarken de, ışığını bir çocuk yaratıcılığıyla gizlersin. Bir kişilik, bir drama yaratarak kimsenin senin parlak bir ışığın bekçisi olduğunu anlamasına izin vermezsin. Bu hikâye o kadar değerlenir ki gözünde; sadece çevrendekileri değil, kendini de inandırırsın. En kutsal varlığın olarak kabul ettiğin hikâyene

Beni Affet !

Fotoğraf Karelerindeki Çocuk! Beni Affet!
“Peşinden sürükleyen bir giz adını bulamadığım… Geceler boyu uykusuz gecelere mahkûm eden… Kır saçlı bir adam var karşımda… Karşısında tecrübesiz bir kız…
Ilık bir yaz yağmuru yağıyor bugün… Düşlerim ıslanıyor… Kafesine sığamayan bir beden… Hem ürkek hem çekingen… Hayalinde biri… Adını söylemeye korkuyorum… Unutmalıyım, biliyorum…”
Yine Ayten Alpman’ı dinliyorum şu an… Yine “Söyle buldun mu aradığın aşkı” diyor… Kulağımda o güzel ses, anlamlı sözler; kalbim buruk… Aklımda o çocuk… Günlerdir gözümün önünden gitmeyen görüntüsüyle sanki onun da kalbi bana küs, bana sırt dönmüş… Gözlerindeki mana… Kirli saçları, buğulu gözleri, küskün tavrı… Beni affet çocuk… Elini tutmadığım, gözlerine uzun uzun bakmadığım, seni anladığım halde anlamamış gibi davrandığım için beni affet!
Bir damla gözyaşı öder mi borcumu… Günlerce aklımı meşgul eden düşünceler… Bir kâse sıcak çorba… Borcumu öder mi? Hem bir daha seni bulur muyum? Neredesin çocuk?

***


Kimsesiz Çocuklar - Sokak Çocukları (Bizim Çocuklarımız)

Süperego (Süper Ego, Benüstü, Üst Benlik, Vicdan)

Süperego (Süper Ego, Benüstü, Üst Benlik, Vicdan)
Süperego (Süper Ego, Benüstü, Üst Benlik, Vicdan)

Hazırlayan: Akhenaton

Süperego, ruhsal aygıtın dizginleyici, suçlayıcı, yargılayıcı ve cezalandırıcı yapısıdır. Günlük yaşamdaki karşılığı "vicdan", belirtisi ise suçluluk duygusudur.[1] Başka bir deyişle süperego, ego vasıtası ile gelen id isteklerinin hangilerinin bilinç düzeyine çıkarılacağına hangilerinin bilinçaltına indirileceğine karar veren unsurdur.[2]
Psikanalizin kuramsal kavramı, "Ben" (Ego), "O" (id) ve "Benüstü" (Süperego) terimleriyle anılan ve "Ruhsal Aygıt" da denilen, ruhsal bir organizasyondan yola çıkar. "Ben" (Ego), kişiliğin bir alt yapısıdır. Oldukça bağımsız bir işleve sahiptir ve dış çevre ile, "İd" ve "Süperego" olarak adlandırılan diğer iki ait yapı arasında bir aracı görevindedir. "İd", içinde hazza ulaşmayı amaç edinmiş istek ve duyguları.. bulundurur. Bu istek ve duygular, "libidinöz" ve "saldırgan" dürtülerden köklenir.. "Süperego" ise, toplumun geçerli kavram ve ölçülerini içinde barındırmaktadır Yanı gerçeğin ahlak kurallarını ve kişinin kendi kendini kontrolünü, eleştirisini temsil eder.

Ego'nun işlevi, dış dünya ve bu dünyadaki insanlar arası ilişki nesneleriyle id ve Süperego'nun gereksinimleri arasında uygum sağlamaktır. Bir yandan dış dünyanın kural ve gereksinimlerini id ve Süperego'ya karşı temsil ederken, bir yandan da (İd ve Süperego'nun gereksinimlerini dış dünya ilişkileri içinde temsil eder. Yani, kişinin sosyal ilişkilerindeki her türlü zorunlulukları ve çıkarları Ego tarafından temsil edilmektedir. Bir başka deyişle, Ego merkezi bir yönetim olup organizmanın uyum sürecindeki ruhsal organıdır ve aynı zamanda savunma süreçleri de burada bulunur.[3]
İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud'a göre idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve "zevk prensibi"yle işlemekte. İdin temel güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler, arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar. Ego, idin tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego, "gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı gerçekleşiyor. Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.[4]

Bir Sevgi Eylemiyle Harcanmamış Bir Gün

Bir Sevgi Eylemiyle Harcanmamış Bir Gün Kaybedilmiş Bir Gündür

Sevmek için o kadar fırsatımız olmasına karşın dünyada o kadar az sevgi vardır ki. İnsanlar yalnız ağlamakta, yalnız ölmekteler. Çocuklara kötü muamele edilmekte, yaşlılar son günlerini sevecenlik ve sevgiden uzak geçirmektedirler. Sevgi gösterisine bu kadar çok ihtiyaç olan bir dünyada, yaşamımızdaki insanlara sadece sıcak bir kucaklama ya da uzatılan bir elden daha karmaşık olmayan bir hareketle yardım edecek büyük bir gücümüz olduğunu anlamak çok önemlidir. Avila'lı Teresa şöyle yalvarmaktadır: "Pek çok sevgi eylemine alıştırın kendinizi, çünkü bunlar ruhu tutuşturur ve eritir."

Dünyayı daha iyi, daha sevgi dolu bir yer yapmak için neler yaptığımızı düşünmek için en uygun zaman günün sonudur. Geceler boyunca aklımıza hiçbir şey gelmiyorsa, dünyayı daha iyiye doğru nasıl değiştirebileceğimizi düşünmek için de uygun bir zamandır bu. Öyle çok büyük boyutlu şeyler yapmamıza da gerek yoktur; var olan basit şeyler üzerinde bir şeyler yapmak da yeterlidir: Etmediğimiz bir telefon, yazmayı ertelediğimiz o not, takdir etmediğimiz o iyilik. İş sevgiyi vermeye gelince fırsatlar sonsuzdur ve bunu hepimiz yapabiliriz.

SEVGİ ANLAYIŞLA YAŞAR
Anlayış karşısındakinin görüşünü anlamaktır. Başkalarına kendine davranılmasını istediğin gibi davran kuralı, anlayışın bir örneğidir. Bu, kişisel ilişkilerimizi güçlendirmeye yarayan çok kuvvetli bir insan huyudur.

Anlayış, başkalarının görüşünü kabul etmemiz gerektiği demek değildir. Sadece onu anlamaya çalışmaya hazır olduğumuz demektir. Herkesin, bizimkilere uymayan, kendileri için geçerli olan kendi deneyimleri olduğunu kabul etmedikçe, bunu yapamayız. Herkesin dünyayı bizim gibi görmesini bekleyemeyiz. Gerçek anlayış, ancak kendi dışımıza çıkabildiğimiz ve nesnelerin öteki insanlara nasıl göründüğünü anlamaya çalıştığımız zaman gelecektir.

Pek çok kere ilk görüşte kolaylıkla umursanmayacak ve unutulacak insanlara rastlamışımdır. Ancak, onlar hakkında daha çok bilgi edinmek için zaman ayırdığımda, hemen hemen her zaman onların davranışlarını kabul edilebilir bulmuşumdur. Bu da bana olumsuz önyargılarımın çoğu zaman ne kadar yanlış olabileceğini öğretmiştir.

Zamanınızı paylaşmak için kimleri seçersiniz ?

Çevrenizdeki insanlara bakmak
geliyor mu hiç aklınıza?





Bakın...
Çok ama çok değişik suratlar, ifadeler göreceksiniz.
Bunların arasından birilerini seçin kendinize;
konuşmak, arkadaş olmak, beraber çalışmak veya herhangi bir vakti paylaşmak istediklerinizi...
Kim onlar? Nasıl görünenler, tercih ettikleriniz?
Mutlu olmak bir tercih.
Mutlu görünenler aptal değil...
Mutlu görünenler umursamaz, vurdumduymaz değil...
Üstelik mutlu görünenler de etten kemikten yaratılmıştır; başları, dişleri ağrıyor...
Öksürüyor, hapşırıyor... Batıyor, çıkıyor, taksit ödüyor.
Onlar da kira veriyor, onlar da maaşını yetiştirmeye çalışıyor, okula çocuk gönderiyor, yağmura yakalanıyor, ıslanıyor, üşüyor, acıkıyor, susuyor.
Mutlu görünenler devergi ödüyor...
Mutlu görünenler de öleceğini biliyor...

Gelecek Nasıl Gelecek ?

Bir deneyin içindeki, deneye tanık olan biz, orada olmakla herşeyi değiştiriyoruz. İçinde bulunduğumuz dünyanın geleceğine sadece tanık değiliz, onu şekillendiriyoruz.





Geleceği bekleyenler var. Onun nasıl geleceğini merak edenler. Şimdilik kesin bir bilgimiz yok. Kesinliğe oldukça uzağız. Bir deneyin içindeki, deneye tanık olan biz, orada olmakla herşeyi değiştiriyoruz. İçinde bulunduğumuz dünyanın geleceğine sadece tanık değiliz, onu şekillendiriyoruz.
Elimizdeki tüm yöntemler bizi belkilere götürüyor.
Geçmişin bilgileri, bugün yöntemlerini, araçlarını kabul etmekte zorlandığımız Astrolojiyi kullanarak, bizim geçmişimiz olan, kendi gelecekleri hakkında tahminlerde bulunmuşlar. Tarih bilgelerin söylemleri ve kehanetleri ile dolu. Bazılarının bugünler için söylediklerini hala tartışıyoruz. Bahsettikleri geleceğin kapısındayız.



İnsanoğlu diyoruz ama, bir bütün olarak aynı telaş içinde değiliz. Kimimiz geleceği deneyimleyeceğimiz dünyayı hiç düşünmüyor. Gelecek kaygısı, deprem ve felaketlerin feci temaları arasında bir yere sıkışmış durumda. Fakat sıkışan dünya değil, üzerindeki bizleriz. Astroloji ilmi kendini yöntemleri, söylemleri, kehanetleri ve bir bir çıkan bahsettiğimiz geleceğin öngörüleri ile ispatlıyadursun, aynı yöntemler Astrolojinin gerçekdışılığı ile ilgili dayanak olarak kullanılmakta. Burada artık, dünyayı, evreni, varoluşu ve maddeyi açıklayan teoriler hakkında bazı şeyler söyleme zamanı.

Kadınların 55 yıllık ilham kaynağı Audrey Hepburn

Audrey Hepburn 1950'lerdeki tarzıyla hala günümüz Hollywood ve dünya yıldızlarına ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

1954, "Sabrina". Hepburn siyah elbisesi ve eldivenleriyle.





Aynı tarzı deneyen Sarah Jessica Parker.


Kolsuz elbise ve eldivenleriyle Audrey Hepburn