Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

30 Kasım 2010 Salı

Evrimle İlgili Sık Sorulan Sorular

Evrim nedir?

Evrim geniş anlamda, bugün gözlemlediğimiz dış dünyanın geçmişte varolandan farklı olduğu anlamına gelir. Galaksiler, yıldızlar, güneş sistemi, ve dünyamız akan zaman süresince değişmiştir; yeryüzündeki yaşam da bu değişime uymuştur.

Biyolojik evrim dünyadaki yaşamın tarihi süresince yaşayan canlılardaki değişimleri ele alır. Evrim yaşayan organizmaların ortak atalara sahip olduklarını açıklamaktadır. Zamanla doğal seçilim gibi biyolojik süreçler sonucunda yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olur. Darwin bu değişimi "değişerek türeme" olarak isimlendirmiştir Bu terim bugün için de biyolojik evrimi en iyi açıklamaktadır.

Evrim sadece bir çıkarım değil midir?

Hiç kimse tek toynaklı atların, üç toynaklı atlardan evrimleştiğini görmemiştir, fakat bu atların evrimleştiğine emin olamayacağımız anlamına gelmez. Bilim, doğrudan gözlem ve deneyin haricindeki başka yöntemleri de kullanır. Pek çok bilimsel buluş, çıkarımlara ulaşmayı olası kılan dolaylı deneyler ve gözlemler sayesinde yapılır ve bu çıkarımlar sayesinde ortaya konulan hipotezler sınanırlar.

Örneğin kuantum fizikçileri atomaltı parçacıkları doğrudan gözleyemezler, çünkü bu parçacıklar çok küçüktürler. Belirli gözlemlere dayanarak parçacıkların diğer özellikleri, ağırlıkları, hızları, konusunda sonuç çıkarırlar. Mantıksal bir hipotez şöyle olmalıdır: Eğer bir parçacığın ağırlığı Y ise, biz onu başka parçacıklarla bombardımana tabi tutarsak, X olayı olacaktır. Eğer X olayı olmazsa, hipotezin geçersizliği gösterilmiş olur. Böylece, bir olguyu doğrudan gözlemleyemesek bile doğa hakkında bilgi edinebiliriz; bu geçmiş için de geçerlidir.

Astronomi, jeoloji, evrim biyolojisi, arkeoloji gibi geçmişi araştıran bilimlerde, mantıksal çıkarımlar yapılır ve bunlar verilerle sınanırlar. Bazen bu sınama yeni veriler elde edilene kadar gerçekleşmeyebilir, fakat geçmişi anlamamıza yardımcı olabilecek pek çok bulgu elde edilmiştir. Örneğin, akrepsinekleri (Mecoptera) ve gerçek sinekler (Diptera), entomologların (böcekbilimcileri) bu ikisinin birbirleriyle yakın ilişkisi olduğunu söyleyebilecekleri kadar benzerliklere sahiptirler. Akrepsineklerinin, birbirine eşit büyüklükte dört kanadı vardır, gerçek sineklerin ise büyük iki ön kanadının yanısıra arka kanatlar küçük yumru şeklindeki yapılarla yer değiştirmiştir. Karşılaştırmalı anatominin önerdiği gibi, eğer iki kanatlı gerçek sinekler akrepsineklerine benzeyen atalardan evrimleşmişlerse, mutlaka ara dört kanatlı gerçek geçiş sinekleri var olmuşlardır; gerçekten de 1976'da böyle bir sineğe ait fosil keşfedilmiştir. Bundan başka, genetikçiler sineklerdeki kanat sayılarının tek bir gendeki mutasyon sayesinde değiştirilebileceğini bulmuşlardır.

Bu nedenle geçmişte gerçekleşmiş bir olgu, bilimsel çalışmanın sınırları ötesinde değildir. Bu tip olaylarla ilgili hipotezler öne sürülebilir ve bu hipotezler sınanabilir ve sağlam sonuçlara varılmasını sağlayabilirler. Ayrıca evrimin pek çok anahtar mekanizması oldukça kısa sürelerde gerçekleşebilir ve antibiyotiklere direnç geliştiren bakterilerin geçirdiği evrimde olduğu gibi doğrudan gözlenebilirler.

Evrim çeşitli veri kaynaklarıyla desteklenen sağlam temellere oturmuş bir kuramdır. Bu veriler fosil kayıtları, genetik bilgi, bitkilerin ve hayvanların dağılımı ve türlerin anatomik ve gelişimsel açıdan benzerlikleri gibi gözlemleri içerir. Bilim insanları, bu gözlemler için en iyi bilimsel açıklamanın değişerek türeme olduğu sonucunu çıkarmışlardır.

Evrim bir gerçek midir, yoksa bir kuram mıdır?

Evrim Kuramı dünyada yaşamın nasıl değiştiğini açıklamaktadır. Bilimsel terim olarak teori (kuram), günlük kullanımdaki gibi "sanma" veya "önsezi" anlamında kullanılmamaktadır. Bilimsel kuramlar, doğal olaylar hakkında sınanabilen gözlemlerden ve hipotezlerden mantıksal çıkarımla oluşturulan açıklamalardır. Biyolojik evrim, yaşayan dünya ile ilgili çok fazla sayıdaki gözlemden elde edilen en geçerli bilimsel açıklamadır.

Bilim insanları, genellikle bir gözlemi tanımlamak için "gerçek" sözcüğünü kullanırlar. Aynı zamanda bilimciler, gerçek sözcüğünü yeni araştırmalara ve örneklerin bulunmasına gereksinim bırakmayacak kadar çok sınanmış veya defalarca gözlenerek varlığından artık kuşku duyulmayan olgular için de kullanırlar. Bu anlamda evrimin oluşumu bir gerçektir. Bilim adamları artık değişerek türemenin olup olmadığını sorgulamamaktadırlar, çünkü bu düşünceyi destekleyen kanıtlar çok güçlüdür.

Pek çok ünlü bilim insanı evrim kuramını reddetmiyor mu?

Hayır. Evrim hakkındaki bilimsel fikir birliği çok güçlüdür. Evrim kuramının öğretilmesine karşı çıkanlar, bazen ünlü bilim insanlarından gerçek anlamlarıyla bağlantılı olmayan alıntılar yaparak onların evrimi desteklemediğini iddia etmektedirler. Fakat, bu cümleler dikkatle incelendiğinde bilim insanlarının evrimin nasıl gerçekleştiği konusundaki bazı görüşleri tartıştığı, ama evrimin olup olmadığını sorgulamadığı görülmektedir. Örneğin biyolog Stephan Jay Gould, bir zamanlar, "fosil kayıtlarında geçiş formlarının aşırı seyrek olması, paleontoloji dalının gizemlerinden birisidir" demişti. Fakat Gould, başarılı bir paleontolog ve evrimin açık sözlü bir savunucusu ve eğitimcisi olarak, evrimin nasıl gerçekleştiğini sorgulamaktaydı. Türlerin değişiminin yavaş ve küçük adımlarla mı, yoksa küçük değişimlerin olduğu uzun dönemlerden sonra görülen büyük hamleler (bu sıçramalı denge [punctuated equilibrium] olarak bilinir) biçiminde mi olduğunu tartışmaktaydı. Gould'un yanıtında belirttiği üzere, "Alıntı yapıldığı bölümüyle doğru gibi algılanabilecek bu ifade gerçekte dürüstlükten uzak bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Çünkü benim gerçek amacımı açıklayan, evrim gerçeğini değil evrimsel değişimin hızını tartışmayı öneren bölüm alıntı dışı bırakılmıştır". Gould sıçramalı dengeyi şöyle açıklıyor:

Sıçramalı denge (punctuated equilibrium) ne bir yaratılışçı düşüncedir, ne de tek bir kuşakta birdenbire yeni bir tür oluşmasını sağlayan ani bir değişim hakkındaki Darwinist olmayan bir evrim kuramıdır. Sıçramalı denge yeni türlerin yüzlerce ya da binlerce kuşak süresince oluştuğunu ve ara geçiş dönemleri dizgesinden geçtiğini ileri süren geleneksel kuramı kabul eder. Fakat jeolojik zaman o kadar büyüktür ki, pek çok türün oluşumunda geçen birkaç milyon yıllık süreye göreli olarak, birkaç bin yıl bile çok küçük bir "an" gibi görünebilir. Böylece, türlerin evrimlerinin hızı büyük ölçüde değişebilir ve yeni türler jeolojik zamanda "birden" ortaya çıkmışlar gibi görünebilirler. Tabii insanın yaşam süresi ile karşılaştırıldığında bu sırada geçen zaman çok uzun ve değişimler çok yavaştır.


Eğer insanlar kuyruksuz maymunlardan evrimleştiyse, neden halen kuyruksuz maymunlar vardır?

İnsanlar modern kuyruksuz maymunlardan evrimleşmemişlerdir, ama insanlar ve modern kuyruksuz maymunlar artık varolmayan ortak bir ataya sahiptirler. Şempanzeler ve goriller ile ortak bir ataya sahip olduğumuz için bu Afrikalı büyük maymunlarla pek çok anatomik, genetik, biyokimyasal ve hatta davranışsal benzerliklere de sahibiz. İnsanlar Asya kuyruksuz maymunlarına (orangutan ve gibbonlar gibi) daha az benzemektedir, maymunlarla olan benzerliklerimiz ise daha da azdır, çünkü bu gruplarla çok daha eskilere dayanan ortak ataları paylaşmaktayız.

Evrim, populasyonların birbirinden kopup ayrıldığı ve zamanla başkalaştığı, bir çeşit dallanma ya da ayrımlaşma sürecidir. İki grup birbirlerinden yalıtıldığında aynı genleri paylaşmaları sona erer, zamanla artan kalıtımsal farklılıklar grupların aralarında çiftleşerek üremelerini olanaksız kılar. Bu noktada, bunlar farklı türler haline gelirler. Zamanla bu iki yeni tür de başka türlerin oluşmasını sağlayabilir ve bu binlerce yıl böyle devam edip gider.

Neden okullarımızda yaratılış bilimini öğretemeyiz?

Mahkemeler "Yaratılış Biliminin" aslında bir dinsel görüş olduğunda kesin görüş birliğine varmışlardır. Amerikan anayasasına göre, halk okulları dinsel açıdan tarafsız kalmak zorunda olduklarından, mahkemeler yaratılış biliminin okullarda okutulmasını hukuksal açıdan anayasaya aykırı bulmuştur.

Yaratılış bilimini destekleyenlerin kendi görüşlerini destekler biçimde tanıklık etmelerine karşın bir bölge mahkemesi "yaratılış bilimi"nin bilim insanlarının kullandığı biçimiyle bilimin ilkelerine uymadığı hükmünü vermiştir (Mc Lean'a karşı Arkansas Eğitim Komisyonu). A.B.D. anayasa mahkemesi ise yaratılış biliminin, evrim kuramının okutulduğu yerlerde okutulmasını öngören kararları yasalara aykırı bulmuştur (Edwards'a karşı Aguillard). Buna ek olarak, bölge mahkemeleri öğretmenlerin kendi başlarına yaratılış biliminin okutulup okutulmayacağına karar veremeyecekleri sonucuna varmıştır. (Peloza'ya karşı San Juan Capistrano Okul Bölgesi ve Webster'a karşı New Lennox Okul bölgesi). (Evrimi ve Bilimin Doğasını Öğretme, Teaching About Evolution and the Nature of Science, NAS, 1998)

Ulusal Bilim Öğretmenleri Kurumu, Ulusal Biyoloji Öğretmenleri Kurumu, Ulusal Bilim Eğitimi Liderliği Kurumu gibi, öğretmenlerin oluşturduğu kurumlar ve diğerleri, devlet okullarında yaratılış biliminin okutulmasının bilimselliğine ve konunun pedagojik yönlerine kesinlikle karşı çıkmışlardır. Buna ek olarak, dinsel ve diğer organizasyonların koalisyonundan oluşan bir grup, şu anda mevcut olan yasa hakkında bir ortak deklerasyon sunmuşlardır. Buna göre, "Bilim sınıflarında, dünyada yaşamı açıklamak için bilimdışı görüşlerin değil, gerçek bilimsel görüşlerin, bilimsel kanıtların ve açıklamaların okutulmasını" istemişlerdir. (Bkz. Teaching about Evolution and the Nature of Science, NAS, Washinton D.C. 1998)

Bazıları, dürüst davranış biçiminin yaratılışçılığın evrimle birlikte okutulmasını gerektirdiğini söylemektedirler. Fakat, bilim müfredatı, sadece bilimi içerebilir, bazı grupların veya kişilerin bireysel dini görüşlerini değil.

Evrim okullarda okutuluyorsa, yaratılışçılığın da eşit miktarda okutulması gerekmez mi?

Bazı dinci grupların mikroorganizmaların hastalıkları oluşturduğunu reddetmelerine rağmen, bilim müfredatı bu inanç yüzünden değiştirilmemelidir. Pek çok kişi öğrencilerin her alanda en iyi eğitimi almalarını arzulamaktadırlar. Bu eğitim ise, bu konulardaki profesyoneller ve eğitimciler tarafından verilmelidir. Hem eğitimciler, hem de bilim insanları evrimin bilim derslerinde okutulması gerektiğini söylemektedir, çünkü bu kuram bugünkü evreni irdeleyen en iyi bilimsel açıklamadır.

Pek çok kişi, çocuklarının okullarda yaratılışçılığı öğrenmesini istemektedirler. Fakat yeryüzündeki halkların yaratılışa bakışları ve inanışlarında büyük farklılıklar vardır. Karşılaştırmalı olarak dinleri anlatmak uygun bir çalışma olabilir, ama bu bilim derslerinin konusu dışındadır. Ayrıca, Amerikan anayasası, okulların dinsel açıdan tarafsız olması gerektiğini belirtmektedir. Bu nedenle bir öğretmenin, herhangi bir yaratılışçı dünya görüşünü diğerlerinden sanki daha "doğru" imiş gibi öğretmeye kalkması yasalara aykırıdır.

Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (NAS)

Fosil Nedir?

Tarih öncesi çok eski çağlarda toprak altına gömülüp kalmış, değişik bir yapı ve görünüş alarak adeta " taşlaşmış " hayvan ve bitki kalıntıları "fosil" diye tanımlanır. Fosilleri bulunan ilk bitkiler 500. 000. 000 yıl önceden kalmış yosunlar ve bakterilerdir. Sözkonusu fosillerin incelenmesiyle,dünyada var olduğu bilinen ilk bitki türlerinin mavimsi yeşil,yeşil, kırmızı,kahverengi yosunlardan ibaret bulunduğu anlaşılmıştır.

Fosiller, insanın kendi geçmişini ve milyonlarca yıl önce yaşamış olan hayvanların, bitkilerin türlerini, niteliklerini incelemek bakımından büyük ölçüde yarar sağlar. Fosillerin incelenmesine ve daha başka yöntemlere, uygulamalara dayanarak bu konuda bilgi edinmemizi sağlayan bilim dalı "paleontoloji" adını taşır.

Bilimsel bir açıdan bakılacak olursa,fosiller milyonlarca yıl önce gömülüp kalmış gövdelerin kalıntıları değildir. Gerçekte üç tür fosil vardır. Bunlardan biri, herhangi bir organizmanın gerçek gövdesinin parçasıdır. Diğer bir tür fosil vardır ki, bu da gövdenin kalıbı veya modeli niteliğindedir. Bir hayvanın, ya da bitkinin gerçek gövdesinin orada olmamasına rağmen,bu gövdenin kalıbı, modeli kalmıştır. Üçüncü tür fosil, hayvanın çamur ya da balçık tabakası üzerinde bıraktığı "iz" niteliğini taşır. Bir ayak izi, pençe izi vs. görüşündedir.

Organizmanın kendinden kalıntı niteliğindeki fosil, sadece kabuk ya da iskelet yapısında olur. Organizmanın yumuşak kısımları bozuşmuştur. Buna rağmen,yapısının %99'u su olan ve kayalıklar içinde mükemmel fosiller bırakan

" mürekkep balığı" türünden yumuşak gövdeli hayvanların varlığı bilinmektedir. Gene bunun gibi,buzdan kalıplar içinde bulunan belirli bazı fosillerde sadece iskelet değil, kemiklerin üzerindeki et ve deri de bozulmaksızın kalmıştır.

Fosillerin incelenmesinde büyüklük ve küçüklüğün önemi yoktur. Milyonlarca yıl önce yaşamış çok küçük bazı hayvancıkların fosilleri,kehribar içinde mükemmelen muhafaza edilmiş durumda bulunabilir. Hayvanların fosillerinin muhafaza edilebilmesi şansı ve oranı,daha ziyade bu hayvanların yaşadıkları çevre-ortamla ilgilidir. En yaygın ölçüde bulunan fosiller suda yaşayan hayvanlara aittir. Bunların gövdeleri tez zamanda çamurla kaplanmış ve bozuşmaksızın korunabilmeleri mümkün olmuştur. Karada yaşayan hayvan ve bitkiler için, onların bozulmaları bakımından büyük rol oynayan su ve hava unsurlarının etkileri söz konusudur.

Fosillerin dikkatle ve bilimsel yöntemlerle incelenmesi sonucu, milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce yaşamış olan hayvanın hayatı hakkında bilgi edinebiliriz.Nitekim belirli kayalardan alınan fosillerin incelenmesi, bize milyonlarca yıl önce bir "Sürüngenler Çağı" olduğunu öğretir. Bu çağda uzunluğu (boyu) 25 metreyi, ağırlığı 40 tonu bulan "sürüngen" bazı hayvanların yaşadığına ilişkin bilgi verir. Sözkonusu hayvan "dinozor" dur

Deniz hayvanlarının fosilleri genellikle kireçtaşında,kara hayvanlarının fosilleri ise kumtaşı ve balçık kökenli kayalarda bulunur. Fosillerin bulunduğu toprak tabakaları ve kayalar, genel olarak, suların sürükleyerek alçaklıklara yığıştırdığı sertleşmiş kumlardan, toprak birikintilerinden oluşmuştur.

Evrim teorisiyle ilgili en güvenilir bilgiler fosillerin incelenmesiyle elde edilebilmektedir. Bitki ve hayvan fosilleri dışında,ilk insanlardan kalma fosiller de bulunmuştur.Bu fosillerden bir kısmında insanla kıyaslanmaya meydan bırakmayacak kadar ilkel nitelikler vardır.


Fosiller - Fosillere Ait Resimler

Evrim - Türleşmenin doğal seçimi

DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ
6. Türleşmenin doğal seçimi

Evrim kuramı ıraksak (birbirinden uzaklaşan) doğal seçimin, türleşmede her zaman anahtar bir rolü olduğunu öngörür. Dikenli balıkgillerin (lat. Gasterosteus aculeatus) üreme yalıtımının (reproductive isolation), vücut büyüklüğü seçiminin bir yan ürünü olarak evrimleştiğini, Whitewater Wisconsin Üniversitesi'nden Jeffrey McKinnon ve arkadaşları 2004 yılında açıkladılar. Bu çalışma üreme yalıtımının artması ile ekolojik olarak önemli bir özelliğin ıraksaklığı arasındaki bağlantıyı ortaya koydu.


Dikenli balıkgiller (Gasterosteus aculeatus)

Bu çalışma olağanüstü büyük bir coğrafi alanda gerçekleşti; Alaska, British Columbia, İzlanda, İngiltere, Norveç ve Japonya'dan alınan balıklar arasında eşleştirme denemeleri yapıldı. Bu araştırma, akarsularda yaşamaya uyum sağlamış balıkların tekrar tekrar denizde yaşayan atalarından ya da okyanusta yaşayan, ama tatlı suya yumurtlamak için dönen balıklardan evrildikleri yönünde, moleküler genetik analizler tarafından da desteklenen sağlam kanıtlar sağladı. Araştırmada saptanan göçmen popülasyonlar, akarsularda yaşayanlara göre daha büyük vücutlara sahiptiler. Balıklar benzer büyüklükteki bireylerle eşleşme eğilimi gösterdiler, bu da değişik akarsu ekotipleri ile onların yakın, denizde yaşayan komşuları arasındaki üreme yalıtımının iyi bir açıklamasıydı.

Evrimsel ilişkiler göz önüne alındığında, akarsu ya da deniz türü olsun, değişik dikenli balıkgil türleri arasında yapılan bir kıyaslama, değişen çevre koşullarına uyumun üreme yalıtımına neden olduğu görüşünü destekledi. Araştırmacıların deneyleri ayrıca büyüklük ıraksaması ile üreme yalıtımının arttığını kesinleştirdi - gerçi belli bir dereceye kadar büyüklükten başka özelliklerin de üreme yalıtımına katkıda bulunduğu da saptandı.

Referanslar
McKinnon, J. S. et al. Nature 429, 294–298 (2004).

Ek kaynaklar
Gillespie, R. G. & Emerson, B. C. Nature 446, 386–387 (2007).
Kocher, T. D. Nature 435, 29–30 (2005).
Emerson, B. C. & Kolm, N. Nature 434, 1015–1017 (2005).

Yazar web siteleri
Jeffrey McKinnon: McKinnon
David Kingsley: http://kingsley.stanford.edu
Dolph Schluter: http://www.zoology.ubc.ca/~schluter

Değişerek Türeme



Evrimi, ortak bir atadan değişerek türeme olarak tanımlamıştık. Peki değişen tam olarak nedir? Evrim ancak bir popülasyonun gen sıklığında zamanla bir değişim olduğunda gerçekleşir. Bu genetik farklılıklar kalıtsaldır ve bir sonraki nesle aktarılabilir – ki bu da evrim için asıl önemli olan “uzun vadeli değişim”ler demektir.

Böcek popülasyonlarındaki değişimle ilgili verilen şu iki örneği karşılaştırın. Sizce bunlardan hangisi bir evrim örneğidir?






1. Böcekler rejimde

Böceklerin yiyebileceği bitkilerin az olduğu bir ya da iki yıl süren bir kuraklık dönemi düşünün.

Tüm böcekler üreme ve sağkalım açısından eşit şansa sahipler. Ancak yiyecek miktarının azalması, bu nesildeki bireylerin bir önceki nesile göre biraz daha küçük olmasına yol açmış.

2. Başka bir renkten böcekler

Popülasyondaki bireylerin büyük kısmında, örneğin %90'ında, parlak yeşil renk genleri bulunurken, küçük bir kısmında (%10) onları daha kahverengi yapan bir gen bulunmaktadır.

Birkaç nesil sonra, durum değişir: Popülasyonda kahverengi böcekler eskiden olduklarından daha yaygınlaşıp, popülasyonun %70’ini oluşturur hale gelmişlerdir.

Hangi örnekte değişerek türeme, yani gen sıklıklarındaki bir değişim anlatılıyor?

Birinci örnekte, böcek popülasyonunun vücut ağırlığı, genlerin sıklığındaki değişimden dolayı değil, çevresel etkiler (besin miktarındaki azalma) nedeniyle değişmiştir. Bu yüzden birinci örnek evrim değildir. Popülasyonun vücut büyüklüğü genetik olarak belirlenmediği için, küçük vücutlu böcek nesli normal miktarda besin kaynağına sahip olduğunda normal boyutlara ulaşacak nesiller üretecektir.

İkinci örnekteki renk değişimi ise açıkça evrimdir: Aynı popülasyonun iki nesli genetik olarak farklıdır. Peki ama, bu nasıl oldu?

Mutasyon ( Değişim ) Nedir

Mutasyon, canlının genetik yapılarında meydana gelen değişmelerdir. Bireyin kalıtsal özelliklerinin ortaya çıkmasının sağlayan genetik şifre herhangi bir nedenden dolayı (X ışını, radyasyon, ultraviyole, bazı ilaç ve kimyasal maddeler, ani sıcaklık değişimleri ) bozulabilir. Bu durumda DNA’nın sentezlediği protein veya enzim bozulur. Böylece canlının, proteinden dolayı yapısı, enzimlerinden dolayı metabolizması değişebilir. Mutasyonlar spontan ya da uyarılmış olarak oluşabilir. Spontan mutasyonlar genellikle doğada kendiliğinden oluşan mutasyonlar olup bir bazın yer değiştirmesi şeklindedirler. Uyarılmış mutasyonlarda ise bir X ışını gibi yapay bir faktör bulunur.


Bununla birlikte mutasyonun en önemli sonuçlarından biri, bir sonraki kuşağa farklı genetik özellikler aktarılmasına neden olmasıdır. Bu ise farklı fiziksel özelliklere sahip bireylerin üremesidir.


Çekinik olan mutasyonlar ileriki döllerde ortaya çıkabilir. Dominant olanları fenotip yapıda hemen ortaya çıkabilir.

Mutasyonun diğer bir sonucu da hücre bölünmesindeki kontrol mekanizmasını ortadan kaldırabilmesidir. Bunun bilinen en tehlikeli sonucu ise hücrenin kontrolsüz bölünmesi yani kanserdir.


Mutasyon(Değişim)

Yeni döllere aktarılacak kalıtsal bilgide,genellikle fiziksel ya da kimyasal dış etkenlerin uyarısıyla,bazen de kendiliğinden ortaya çıkan değişiklik. Mutasyon,hücredeki kalıtsal bilgiyi taşıyan,çift nükleotid zincirinden oluşan,DNA(deoksiribo nükleik asit) molekülündeki GEN adı verilen ve belirli bir özelliği kodlayan bölümündeki değişiklikten kaynaklanır.Mutasyonlar, bir DNA zincirindeki bazın(A,T,G,C) başka bir bazla yer değiştirmesi sonucunda ortaya çıkabileceği gibi,zincire bir ya da daha çok bazın eklenmesi veya zincirdeki bazların eksilmesi sonucunda da ortaya çıkabilir.

DNA zincirindeki tek bir baz çiftinin(A-T veya G-C) değişmesiyle oluşan mutasyonlara nokta mutasyonu(nokta değşinimi) denir.Bu tür mutasyonlar: Karşılıklı olan bir pürin-pirimidin(örn. A-T) çiftiyle başka bir pürin-pirimidin(örn. G-C) çiftinin yer değiştirmesiyle oluşabileceği gibi, bir pirimidin-pürin (örn. C-G) ile bir pürin-pirimidin (örn. G-C) bazının çaprazlama olarak yer değiştirmesiyle de oluşabilir.Bu tür mutasyonlar kendiliğinden oluşabileceği gibi, bazı bazların benzerleriyle yer değiştirmesiyle de ortaya çıkabilir.

Nokta mutasyonları genellikle tek bir kodonu etkilediğinden çok büyük değişimlere yol açmaz. Örneğin: Mutasyona uğramış kodon aynı aminoasidi kodlamaya devam eder ya da proteinin işlevini değiştirmeyen başka bir aminoasit kodlanabilir. Ama bazı durumlarda, DNA molekülündeki tek bir nükleotidin değişmesi bile çok önemli sonuçlar doğurabilir. Örnek olarak orak hücreli kansızlık verilebilir. Bu hastalık kalıtsaldır. Eğer bu hastalık böyle bir nokta mutasyonu nedeniyle meydana geliyorsa ve eğer çocuk mutasyona uğramış geni iki ebeveyninden de alıyorsa bunun sonuçları kötü olabilir.

Bir aminoasidi kodlayan bir kodonu hiçbir a.a’yı kodlamayan bir kodona, örneğin bir sonlama kodonuna (stop kodonu) dönüştüren mutasyonlara “Anlamsız Mutasyon” denir. Bu tür mutasyonlar, protein sentezinin normalden önce sonlanmasına, dolayısıyla genin biyolojik işlevini görememesine yol açar. Bir a.a.’yı kodlayan kodonun, başka bir a.a.’yı kodlayan kodona dönüşmesine ise “Yanlış Anlamlı Mutasyon” denir.

Eksilme ya da eklenme mutasyonları, nokta mutasyonlarından çok daha önemli değişikliklerin sorumlusudur. DNA zincirinde bir ya da birden fazla bazın eksilmesi ya da eklenmesi, genellikle eklenme ya da eksilmenin olduğu noktadan başlayarak kod okuma çerçevesinin kaymasına yol açar. Bu yüzden gen yapısında önemli değişiklikler meydana getirir. Örneğin: TAG GGC ATA ACG ATT dizisinde, ilk kodonda oluşan bir mutasyonla bir A bazının eklendiği varsayılırsa, bu yeni dizi TAA GGG CAT AAC GAT T şeklinde okunmaya başlanacak ve bu farklı dizi, okuma çerçevesindeki kayma nedeniyle bambaşka bir aminoasidi kodlayacaktır.Birden fazla kodonda ortaya çıkan bu tür değişikliklerin daha önemli ve ciddi sonuçlar doğurması doğaldır. Mutasyona uğramış DNA dizileri de tıpkı normal DNA dizileri gibi eşlenir,çoğalır ve dölden döle normal diziler gibi aktarılır. Mutasyon geçirmiş kalıtsal bilgi ancak yeni bir mutasyonla eski durumuna dönebilir. Geri dönüşlü mutasyon denen ikinci mutasyon özgün genin yapısını onarır ve yeniden normal işlevini kazandırabilir; bazen de, ilk mutasyonun oluştuğu bölgeden başka bir bölgede ortaya çıkan baskılayıcı mutasyon denen ikinci bir mutasyonun ilk mutasyonun etkisini tamamen ya da bir ölçüde yok edebilir. Eşeyli olarak üreyen insanda ve diğer tüm üstün yapılı canlılarda mutasyonlar, oluştukları hücreleri cinsinden iki grupta incelenebilir. Eşey hücrelerinde oluşan mutasyonlara “Tohumsal Mutasyon”, bunların dışındaki tüm diğer hücrelerdeki mutasyonlara ise “Somatik Mutasyon” denir.

Somatik mutasyonların en çarpıcı örneği mavi gözlü insanlarda gözlenebilir. Mavi göz, bir pigmentin eksikliğinden ileri gelen çekinik(resesif) bir karakterdir. Ortaya çıkabilmesi için hem anneden hem de babadan çekinik karakter genini(b) alması gerekir. Baskın karakter geninden(B) bir tane bile alan insanlar kahverengi gözlü (Bb) olurlar. Bazen ender olarak, mavi gözlü insanların -genelde bir- gözünde kahverengi bir bölge görülür. Bu özellik büyük olasılıkla, göz hücrelerinde oluşan ve b genini B’ye değiştiren bir somatik mutasyonla oluşur. Ancak bu tür mutasyonlar eşey hücrelerini etkilemediğinden kuşaklara aktarılamaz. Ama mavi gözlü iki insanın kahverengi gözlü çocuklarının olması ancak eşey hücrelerindeki bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar. Özellikle tohumsal mutasyonlar, kalıtımın incelenmesinde ve insan evriminin gelecekteki yönünü belirleyen ipuçları olarak da incelenmeye değer olgulardır.

Yeni oluşan mutasyonların çoğu doğal dengeyi bozduğu için zararlı,hatta kalıtsal hastalıkların birçoğunda olduğu gibi ölümcüldür. Bu zararlı genlerin toplumda yayılmasını önleyebilmek, ancak mutasyona uğramış kalıtsal bilgiyi taşıyan canlının üreme yeteneğinin azalmasına ya da yok olmasına bağlıdır.

Mutasyonun gözlenebilen bir etki olmadan ortaya çıkması çok az gözlenen bir olgudur. Daha çok çevreden gelen kimyasal ya da fiziksel etkiler nedeniyle olur. Bir dış etkinin mutasyona yol açabilmesi (mutajen olması) için hücre içine girip etkinliğini gösterebilmesi gerekir. Örneğin Güneş’in morötesi ışınları, girim gücü düşük olduğu için yalnızca deri hücrelerinde somatik mutasyona yol açabilirken, girim gücü yüksek olan X ışınları ya da atom bombası ışımaları tohumsal mutasyona yol açabilen çok güçlü etkenlerdir. Bu tür mutasyonların bir çok örneği yakın zamanda Çernobil patlaması sonucunda çevredeki bir çok canlı türünde gözlenmiştir. Günümüzde bile bu patlama sonrası etrafa saçılan radyoaktif maddelerin neden olduğu somatik mutasyonların görünür sonuçları vardır. Halen Rusya ve Karadeniz Bölgesi’ndeki kanser oranları çok yüksektir.

Genetik Çeşitlenme > Evrim genetik çeşitlilik gerektirir

Genetik Çeşitlenme

Evrim genetik çeşitlilik gerektirir. Eğer hiç koyu renk güve olmasaydı, populasyon çoğunluğu açık renk olandan çoğunluğu koyu renk olana evrilemezdi. Evrimin devam etmesi için genetik çeşitlenmeyi arttıracak ya da yaratacak mekanizmalar ile onu azaltacak mekanizmaların olması gerekir. Mutasyon gendeki bir değişimdir. Bu değişimler yeni genetik çeşitlenmenin kaynağıdır. Doğal seçilim bu çeşitlenme üzerinde çalışır.

Genetik çeşitlenmenin iki unsuru vardır: alelsel farlılık ve alellerin tesadüfi olmayan eşleşmesi. Aleller aynı genin farklı versiyonlarıdır. Örneğin insanlar kan gruplarının bir yanının oluşturan A, B ya da O alellerine sahip olabilirler. İnsanlar dahil pek çok hayvan diploiddir—her lokusta biri annelerinden biri babalarından gelen iki alel taşırlar. Lokus bir genin kromozomdaki yeridir. İnsanların kan grubu lokusları AA, AB, AO, BB, BO ya da OO olabilir. Eğer bir lokustaki iki alel birbirinin aynıysa (iki A aleli gibi) bu bireye homozigot denir. Lokusunda iki farklı alel bulunan bir birey (örneğin bir AB bireyi) heterozigot olarak adlandırılır. Bir populasyondaki her lokusta pek çok farklı alel, tek bir canlının taşıyabileceğinden çok daha fazla alel bulunabilir. Örneğin hiçbir insan hem A hem B hem O aleline sahip olamaz.

Doğal populasyonlarda hatrı sayılır miktarda çeşitlenme vardır. Bitkilerin lokuslarının %45’inin gen havuzunda birden fazla alel vardır. [alel: bir genin (mutasyonlarla yaratılmış) alternatif versiyonu] Bir bitki genellikle lokusların %15’inde heterozigot olur. Hayvanlarda genetik çeşitlenme düzeyi kuşlarda lokusların neredeyse %15’inde birden fazla alel bulunmasından (polimorfik olmasından), böceklerde lokusların %50’sinden fazlasının polimorfik olmasına kadar değişir. Memeliler ve sürüngenlerin lokuslarının yaklaşık %20’si polimorfiktir. Amfibiler ve balıklar %30 oranında polimorfik olur. Pek çok populasyonda tek yumurta ikizleri hariç her bireyin kendine özgü bir alel kombinasyonun sahip olmasını sağlayacak sayıda lokus ve değişik alel bulunmaktadır.

Bağlantı dengesizliği iki farklı genin alelleri arasındaki bağlantının bir ölçütüdür [alel: bir genin alternatif versiyonu]. Eğer iki alel canlılarda beklenenden daha büyük sıklıkla birlikte bulunuyorsa, bu alellerde bağlantı dengesizliği vardır. Eğer iki lokus (A ve B) ve herbirinde ikişer alel (A1, A2, B1, B2) olduğunu düşünürsek bağlantı dengesizliği (D) D=f(A1B1)*f(A2B2)-f(A1B2)*f(A2B1) şeklinde hesaplanır (burda f(X), X’in populasyonda bulunma oranı). [Lokus= bir genin kromozomdaki yeri] D – ¼ ile ¼ arasında değişir; sıfırdan ne kadar uzaksa bağlantı o kadar güçlüdür. Artı-eksi işareti yalnızca genleri nasıl numaralandırdığımızın bir sonucu. Bağlantı dengesizliği genler arasındaki fiziksel yakınlığın bir sonucu olabilir. Ya da eğer bazı alel kombinasyonları takım halinde daha iyi çalışıyorsa doğal seçilim tarafından da sağlanabilir.

Papilio memnon’da renk ve şekil alelleri arasında bağlantı dengesizliğini doğal seçilim sağlamaktadır. [bağlantı dengesizliği= farklı lokuslardaki aleller arasındaki bağlantı] Bu güve türünde kanat biçimini belirleyen bir gen var. Bu lokustaki bir alel kuyruklu bir güveye, başka bir alel kuyruksuz bir güveye yol açıyor. Başka bir gen kanadın açık renk mi yoksa koyu renk mi olacağını belirliyor. Öyleyse dört muhtemel güve tipi var. Güveler laboratuara koyulup üremeleri sağlandığında dört tip de üretilebiliyor. Fakat doğada bu güve tiplerinden yalnızca ikisi bulunabiliyor: kuyruklu açık renk güveler ve kuyruksuz koyu renk güveler. Tesadüfi olmayan eşleşme doğal seçilim tarafından sağlanıyor. Açık renk kuyruklu güveler lezzetli olmayan türleri taklit ediyorlar. Koyu güvelerse gizleniyorlar. Diğer iki kombinasyon ne taklitçi ne de gizlenebiliyor, ve kuşlar tarafından çabucak yeniyorlar.

Karışık eşleşme alellerin bir lokusta tesadüfi olmayan dağılımına neden olur. Eğer bir lokusta oranları p ve q olan iki alel (A ve a) varsa, üç muhtemel genotipin oranları (AA, Aa ve aa) sırasıyla p2,2pq,q2 olacaktır. Örneğin A’nın frekansı 0.9 ise, a’nınki de 0.1 ise, AA, Aa ve aa bireylerinin frekansları 0.81, 0.18, 0,01 olur. Bu dağılıma Hardy-Weinberg dengesi denir.

Tesadüfi olmayan eşleşme Hardy-Weinberg dengesinden sapmaya yol açar. İnsanlar ırklarına göre karışık olarak eşleşirler; başka bir ırktansa kendi ırkımızdan biriyle eşleşmemiz daha olası. Bu şekilde eşleşen populasyonlarda, tesadüfi eşleşmede bulunması gerekenden daha az heterozigot bulunur. [heterozigot= bir lokusunda iki farklı alel bulunan organizma]

Heterozigotlarda azalma eş seçiminin ya da basitçe populasyon içi bölünmenin bir sonucu olabilir. Pek çok canlının sınırlı bir hareket olanağı vardır, bu yüzden eşlerinin yerel populasyondan seçerler.

200. yılında Darwin ''Darwin titiz bir araştırmacı, arşivci ve deney insanıydı''

Doğumunun 200. yılında, 'evrim teorisi'nin en önemli savunucularından İngiliz bilim adamı Charles Robert Darwin'in yaşamı, fikirleri ve etkisi, başta İngiltere'de olmak üzere dünyadaki pek çok üniversitede ve bilim müzelerlerinde neredeyse bir festival havasında etkinliklerle anılıyor.

Darwin titiz bir araştırmacı, arşivci ve deney insanıydı
UNESCO'nun Darwin Yılı ilan ettiği 2009'da, fikirleri dünyanın hemen her yerinde yayılmaya ve tartışma yaratmaya devam ediyor.
Charles Darwin'in doğumunun 200'üncü, Türlerin Kökeni kitabının yayımlanmasının 150'nci yıldönümü dolayısıyla, çalışmalarını iki bölümlük bir dizi halinde değerlendirdik.

200. yılında Darwin' dizimizin ilk bölümü için tıklayın

200. yılında Darwin' dizimizin ikinci bölümü için tıklayın

Bilim, yaşamın olağanüstü karmaşıklığını, uzun bir süre açıklanamaz bir sır olarak gördü.
Darwin'in evrimi 'doğal seleksiyon'un bir süreci olarak açıklaması, bilim adamlarına dünyayı daha anlaşılır kılmak için çok geniş bir çalışma alanı sundu.
Aslında, Darwin evrim fikrini ilk ortaya atan kişi değil. Evrim fikri daha önce de biliniyordu... Ama, evrim fikrinin Antik Yunan'a ve belki de daha eskilere giden kökeni, Darwin'in önemini azaltmıyor.
Çünkü, bu fikre iskeletini kazandıran, evrimin nasıl işlediğine ilişkin en önemli teoriyi ortaya koyan yine Darwin oldu.
2009 yılı da bilim tarihinin en önemli yapıtlarından, Türlerin Kökeni adlı kitabının yayınlanmasının 150. yılı. Bu yıl, aynı zamanda kitabın yazarı Darwin'in de 200. doğum yılı.
***



Charles Darwin'in yaşamın kökeni ve insanın doğadaki yeri konusundaki yaygın fikirleri temellerinden sarsmaya ve modern düşünceyi etkilemeye devam eden düşüncelerinin kökeni 1830'larda çıktığı araştırma yolculuğuna dayanıyor.
Darwin İngiltere Kralı'nın gönderdiği Beagle adlı araştırma gemisininin yolculuğuna 22 yaşında genç bir doğa bilimci olarak katılana kadar, evrim teorisinin en önemli savunucusu olacağını bilmiyordu.
Beagle'ın Güney Amerika kıyıları boyunca ilerleyen beş yıl sürecek bu gezisinde gördükleri, Darwin'i İncil'deki yaratılış düşüncesini sorgulamaya itecekti.

Darwin türlerin yaşam ağacının dallarına yerleştirilebileceğine inanıyordu
Darwin'in biyografisini yazan Jim Moore, bilimadamının beş yıllık yolculukta, herşeyin başında doğadaki kalıpları ya da şablonları öğrendiğini düşünüyor.
Moore, ''Öğrenmek istediği; bazı şeylerin neden bazı yerlerde görünüp başka coğrafyalarda görünmediğiydi. Dolayısıyla bir filozof gözüyle bakan bir doğa bilimciydi. Nedenlerle ilgileniyordu... 'Neden benzer türler farklı doğa koşullarının hakim olduğu yerlerde görülebiliyor?' ya da 'Neden, aynı doğa kouşllarının hakim olduğu yerlerde farklı türler görülebiliyor?' diye soruyordu'' diyor.
Aslında Cambridge din bilim okumak amacıyla gidip sonra da doğa bilimlerine geçen Darwin'de kuşku uyandıran gözlemlerden biri de, Güney Amerika gezisi sırasında bazı kuş türlerinin, birbirine yakın adalarda küçük farklılıklar göstermesi oldu.
Darwin'e göre bu farklılıklar, bir yaratıcının çeşitlilik arzusundansa, türlerin farklı koşullara uyum sağlamasıyla ilgiliydi. Ayrıca, bazı canlıların soyu tükenirken yakın akrabalarının yaşamlarını sürdürüyor olmaları, değişen koşullar altında farklı canlı türlerinin yaşıyor olması da ona birbirleriyle ilişkili türlerin koşullar altında değiştiğini anlatıyordu.
University College London'dan Genetik Bilimci Steve Jones, Darwin'in bunun temeli olarak gördüğü doğal seçme teorisini şöyle özetliyor:
"Doğal seçme, en basit biçimiyle kalıtımsal farklılıkların yeniden üreme şansına etkisini anlatıyor. Örneğin bir birey, onun hayatta kalmasını ve çiftleşecekk bir eş bulmasını daha olası hale getirecek bir değişkene sahip iken, başka bireyler hayatta kalmalarını daha az olası hale getirecek farklı değişkenlere sahip iseler bu bireylerden biri hayatta kalır ve diğeri yok olur. Bu süreç nesiller boyunca devam ettiğinde ise değişiklikler artar ve ortaya giderek yeni yaşam biçimleri çıkar."

Darwin Türlerin Kökeni Üzerine'yi basmak için kitabın bitmesinin ardından neredeyse 17 yıl, iddialarını güçlendirmek ve doğrulamak için bekledi.
Kitabında yer alan bazı varsayımları kanıtlamak için elinde yeterli fosil verisi yoktu, ayrıca bazı teorilerinin doğrulanabilmesi için genetik biliminin ilerlemesi gerekecekti.

Darwin Türlerin Kökeni kitabı 'insan'a pek değinmedi
Kitap ilk basıldığı andan itibaren büyük bir etki uyandırdı ve ilk basımı kısa süre içinde tükendi. Evrimin doğal seçme yoluyla ilerlediği bilim dünyasında ve ötesinde büyük bir heyecan yaratmıştı.
Ancak, o günlerde kitabın herkesçe olumlu karşılandığını söylemek mümkün değil. Bilimadamı, özellikle din ve Tanrı karşıtlığı motivasyonuyla hareket ettiği ettiği suçlamalarıyla karşılaştı.
Darwin, bilim dünyasında yalnızca biyolojiyle de sınırlı kalmayan büyük bir etki bırakırken, geride kanıtlayamadığı ya da teorisinde açıklayamadığı pek çok olgu da bıraktı.
Doğal seçme teorisindeki sorunlar bugün Darwin'in izinden giden bilim adamlarının işi.
'Tehlikeli fikirler'
Darwin'in fikirleri, başta biyoloji olmak üzere genetik ve tıp gibi alanlarda temel bir öneme sahip. Ancak bu teorinin bazılarınca tehlikeli bulunduğu alanlar doğa bilimlerinin çok ötesine siyaset, kültür ve dine ilişkin görüşlerimize uzanıyor.
Darwin'in teorisini benimseyen siyasetçiler ve sosyal bilimciler, tüm çeşitliliği ile birlikte yaşamın tek bir kaynaktan nasıl evrimleşerek geldiğini gösteren bu teoriyle tarihi, günlük yaşamı ve sosyal olayları anlamaya ve açıklamaya çalıştılar.
Kimileri onun görüşlerini dine karşı bilimi savunmak için kullanırken; kimileri de emperyalizmi, savaşları ve hatta soykırımları meşrulaştırmak için kullandı.
Darwin'in teorisi siyasal olarak birbirine zıt kamplar tarafından büyük ölçüde olumlu karşılanmış bir teori.

Naziler Darwin'in fikirlerini kendi çıkarları için çarpıttı
Bir yandan Marx ve Engels'in, diğer tarafta bazı muhafazakar yazarların ve hatta Hitler gibi Nasyonal Sosyalist, faşist figürlerin dahi övgüsünü kazanbildiğini belirten pek çok kaynak var.

Temellerini Darwin'den aldıklarını söyleyen bazı ırkçılar tarafından kötüye kullanıldığı da oldu.
Siyaset bilimci John Gray, Nazizm de dahil olmak üzere faşist hareketlerin Darwinizm'in bazı özelliklerini kaba yorumlayarak kendilerine mal ettiğine dikkat çekiyor:
"Darwin'le yüzeysel bir ilişkileri olsa da, görüşlerinin Darwin'e dayandığını söyleyip, ırkçı anlayışlarının bilimsel temeli olduğunu savunmuşlardır. Oysa Darwin, kendi zamanında köleciliğe karşı olmuş biridir ve düşüncesinin ırkçılığa temel yapılmasını isteyemez."
Darwin'in fikirleri günümüzde bilimadamlarına ışık tuttuğu kadar, tartışma yaratmaya da devam ediyor.
Anthony Grayling, özellikle evrim teorisi ve yaradılış inancı safları arasındaki tartışmayı şöyle açıklıyor:
''Darwin'in açıkladığı canlıların zaman içinde geçirdikleri değişimlerin mekanizmasıdır. Fakat, karmaşık yapılara sahip canlıların daha basit yaşam formlarından evrilebildiğini göstermesi, canlıların da canlı olmayan moleküllerden ortaya çıkabileceğine işaret eder. Dolayısıyla, yaşamın kökenini açıklamak için bir yaratıcının gerekli olduğu türünden bir hipotez Darwin için gerekli değildir.''
''Tabi bu tartışma, Darwin'den önce de olan bir tartışmadır. Ancak Darwin, yaşamı açıklamada dini varsayımların gerekli olduğu düşüncesini ciddi bir şekilde sarsmıştır. Bu nedenle farklı dinler, varoluşa ilişkin çok eski zamanlardan bu yana benimsedikleri inanışları savunmak için karşı bir baskı oluşturuyorlar. Yaradılış inanışının asıl olarak Amerika'da olsa da, Türkiye gibi ülkelerde de yeniden gündeme gelmesinin nedeni de bu çabalardır.''



BBC