Bencillik ile empati arasındaki en büyük engeller, aslında insanın hem biyolojik hem de psikolojik yapısından kaynaklanır. Bunları şu şekilde gruplayabiliriz:1. Biyolojik ve Evrimsel Engeller- Hayatta kalma içgüdüsü: Beynimiz öncelikle “beni koru, beni besle, beni güvende tut” diye programlıdır. Empati, enerji harcatan bir lükstür. Aç bir hayvanın kendi yiyeceğini paylaşması zor olduğu gibi, insan da “önce kendim” refleksini kolay bırakamaz.
- Yakınlık önyargısı (kinship bias): Empati, genetik olarak bize yakın olanlara (aile, kabile) çok daha kolay aktarılır. Uzaklardaki birinin acısı, beynimizde aynı şiddette yankılanmaz.
2. Psikolojik Engeller- Bilişsel yük: Empati yapmak zordur. Başkasının acısını gerçekten
Empati ve vicdan, birbirini tamamlayan ama tam olarak aynı olmayan iki kavramdır. Aralarındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz:1. Empati: Diğerinin acısını/heyecanını/deneyimini “hissetme” yeteneğiEmpati, bir başkasının duygusal durumunu algılayıp, o duyguyu kendinde canlandırabilme kapasitesidir.- Bilişsel empati: “Onun yerinde olsam ne hissederdim?” diye düşünmek.
- Duygusal empati: O acıyı gerçekten kendi içinde hissetmek (bazen fiziksel olarak bile).
Empati, nötr bir yetenektir. Psikopatlar bile yüksek bilişsel empatiye sahip
Hayat bize çoğu zaman yüksek sesle seslenmez; sessizce fısıldar.Büyük değişimler nadiren gürültülü krizlerle gelir. Genellikle küçük işaretlerle, ince duygularla ve fark edilmesi kolay olmayan hafif rahatsızlıklarla kendini belli eder.
O sürekli yorgunluk hissi, sadece fazla çalışmaktan değil; belki dinlenmeye, daha sağlıklı sınırlar koymaya ya da hayatın temposunu düşürmeye ihtiyacın olduğunun bir işaretidir.İçindeki o tanımlayamadığın huzursuzluk, bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordur sana.Aynı düşüncenin aklına tekrar tekrar gelmesi tesadüf değildir. O düşünce,
Seda Pekgöz
İnsanın kendi kendine “hak gaspı” yapması, ilk bakışta çelişik bir kavram gibi durur. Çünkü “hak” denince aklımıza genellikle bir başkasının sınırları, emeği, onuru gelir. Oysa en sessiz, en yaygın ve en az yargılanan hak ihlali, kişinin kendi varlığına karşı işlediği ihlallerdir. İslam geleneğinde buna “kul hakkı” çerçevesinde değinilir: İnsan Allah’ın kulu olduğu için, kendine ait olan beden, zaman, akıl ve potansiyel de aslında bir emanettir; bu emanete hıyanet etmek, en dolaysız kul hakkıdır. Ama bu fikri dini çerçevenin dışına taşırsak, mesele evrensel bir etik ve varoluş sorununa dönüşür.Kendi hayatına karşı işlenen en büyük suç, onu kasıtlı ya da ihmalle harcamaktır.
Bir insan yıllarca uykusuz kalarak, düzensiz beslenerek, hareket etmeyerek bedenini yavaş yavaş çökertir ve bunu “çok yoğunum, mecburum” diye meşrulaştırır. Oysa beden, kendi içinde bir hak iddiası taşır: sağlıklı kalmak, dinlenmek, bakıma alınmak. Bunu reddetmek, bir tür içsel köleliktir; kişi kendi biyolojisine zorla angarya yükler. Aynı şekilde, zihni sürekli
Sağlıklı ilişki sınırları, “ben” ile “sen”in birbirine karışmadan yan yana durabildiği o ince, canlı çizgidir.
Ne duvar örmektir ne de kapıları sonuna kadar açık bırakmaktır.
Sınır, sevginin değil, saygının dilidir.İşte hayatımda ve başkalarının hayatında gerçekten işe yaradığını gördüğüm, net ve uygulanabilir sağlıklı sınır kuralları:- “Hayır” diyebilmek temel haktır
“Hayır” dediğinde suçluluk hissetmiyorsan,
“Evet” dediğinde gerçekten özgürsün demektir.
Sağlıklı ilişkide “hayır” bir reddediş değil, bir kendini korumadır ve karşı
İlişkilerde gerçek yakınlık kurmak, iki insanın birbirine “tamamen açılmak” değil, birbirinin açılmasına alan bırakmaktır.
Gerçek yakınlık, maskelerin aynı anda düşmesi değil, birinin maskesini indirdiğinde diğerinin “ben de” diyebilmesidir.Çoğu zaman yakınlık sanıyoruz ki sürekli konuşmak, her şeyi anlatmak, birbirinin içinde kaybolmak…
Hayır.
Gerçek yakınlık, sessizlikte bile birbirinin yanında güvende hissetmektir.İşte sana, yıllardır gözlemlediğim, yaşadığım, iyileştirdiğim yerden süzülen o yolun taşları:- Önce kendi kapını arala
İnsan başkasına ne kadar yakın olursa olsun, kendi içindeki kapalı
Birkaç gün önce yine içimde bir yerden Mevlana’nın sesi geldi:
“Yara aldığın yer, ışığın içeri girdiği yerdir.”
Bu cümle içimde dönüp duruyor.Çünkü hayatın en gizli, en acımasız ama bir o kadar da merhametli kuralı bu:
İçinde biriken zehir, dışarı çıkmadıkça seni içten içe çürütür.
Yara almazsan, o irin göğsünün altında sessizce büyür,