Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

çizgilerinin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çizgilerinin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2011 Salı

Bermuda Şeytan Üçgeni

Bermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik Okyanusunda çok sayıda uçak ve geminin kaybolduğu, bazı paranormal olayların yaşandığı bölgenin adıdır. Bu bölge Amerikan sahil koruma örgütünün 7 nolu bölge müdürlüğünün 5720 sayılı sirküler yazısında şöyle tarif edilmektedir: "Bermuda üçgeni ya da şeytan üçgeni diye anılan hayal ürünü yer, Atlantik'te, ABD'nin güneydoğu kıyılarında, açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıplarının çok yüksek oranda yer aldığı bir alandır. Bu üçgenin köşelerinde Bermuda, Florida'daki Miami, ve Puerto Rico'daki San Juan olduğu kabul edilmektedir.

Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilim adamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından "doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı" olarak algılandı ve öyle lanse edildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta Atlantis'in orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır.) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca Dünya dışı varlıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlanamaz cisimlerden bahsedildiği iddia edilmiştir. Bu esrarengiz üçgen ile ilgili olarak yapılan son iddia ise uzun yıllardır devam eden araştırmaların birkaç yıl önce bir sonuç verdiğinin iddia edilmesi ile ortaya çıktı . Bu son iddia ya göre tüm bu gizemli olaylar aslında basit bir doğal gaz cilvesi idi .

Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parcalarıdır. Ancak, okyanusların derinliklerindeki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarinı resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu "tebeşir gazlar" erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar suyun yoğunluğu azalır . O sırada oradan geçen ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü, yoğunluğu düşen su, gemileri taşıyacak kaldırma kuvvetini oluşturamaz. Gazın yükselmesi sona erince yoğunluk tekrar eski haline döner ve geride hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.

Uçakların düşerek kaybolması ise yine aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar, havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez yoğunluk azalması, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve düşük yoğunluklu havanın içindeki oksijen miktarı motorların çalışması için yeterli değildir. Böylece uçak da , hızla okyanus tabanına doğru inişe geçer.


Kaybolan Uçaklar
piper aztec n1435p, december 22, 1980
beech 58 baron n9027q, february 11, 1980
piper turbo n505hp, july 5, 1982
beech h35 bonanza n5999, september 28, 1982
piper navajo n777aa, october 20, 1982
beech queen air 65-b80, november 5, 1982
cessna t-210-j n2284r, october 4, 1983
cessna 340a n85jk, november 20, 1983
cessna 402b n44nc, march 31, 1984
cessna 337 n505cx, january 14, 1985
cessna 210k centurion n9465m, may 8, 1985
piper cherokee lance n8341l, july 12, 1985
piper navajo n3527e, march 26, 1986
twin otter charter, august 3, 1986
cessna 402c n2652b, may 27, 1987
cessna 401 n7896f, june 7, 1987
cessna 152 n757eq, december 21, 1987
beech queen air n884g, february 7, 1988
cessna 152 n4802b, january 24, 1990
piper cherokee n7202f, june 5, 1990
piper comanche n8938p, april 24, 1991
grumman cougar n24wj, october 31, 1991
cessna 152 n93261, september 30, 1993
piper cherokee six n69118, august 28, 1994
piper aztec n6844y, september 19, 1994
piper cherokee ii n5916v, december 25, 1994
aero commander 500-b n50gv,may 2, 1996
piper cherokee archer n25626, august 19, 1998
aero commander 500 n6138x, may 12, 1999
casca commander 350 c3256x, june 19, 1993



Kaybolan Gemiler
distant horizons marine sulphur queen, a 504-foot t-2 tanker
poet, a 520-foot cargo ship
silvia l.ossa, a 590-foot ore carrier
samkey, a 416-foot liberty ship
witchcraft, december 22, 1967
polymer iii, a 43-foot power yacht, 1980
kalia iii, a 38-foot sailing yacht, 1980

Nazca Çizgileri - Nazca Çizgilerinin Sırrı

Nazca Çizgilerinin Sırrı



Bilim dünyası Amerikalı arkeolog Paul Kosok tarafından resimleri çekildiğinden beri şu soruların cevaplarını arıyor: Bu dev şekilleri kimler, nasıl ve hangi amaçlarla çizmiş olabilir? Bu gizemli çizgilerin fonksiyonu ne olabilir?

Dünyanın belki de en büyük sanat eserleri arasında sayılabilecek ve aynı zamanda en zor görülebilen sanat eseri Nazca’daki desenlerdir. Ancak bu söylem, Peru’nun Nazca çizgileri için kullanılabilir. Erich von Däniken 1968 yılında kaleme aldığı "Tanrıların Arabaları" adlı araştırma kitabında, bu dev şekillerin uzaylı zekâsının ürünü olduğunu öne sürdü.


1926 yılının eylül ayında, Profosör Julio C. Tello önderliğindeki bir arkeolog ekibi, Peru’nun güneyindeki bir çölün uzantısında yer alan Nazca Düzlüğündeki Cantallo’da kazı yaparken, ekipteki iki üye o bölgedeki bir tepeye tırmandılar ve olağandışı şaşırtıcı bir keşifte bulundular. Nazca’daki çölün sanki dev bir cismin ya da varlığın yapabileceği büyüklükte çizimlerle dolu olduğunu gördüler. Çölde, binlerce düz, kıvrımlı çizgil, geometrik şekiller ve hayvan çizimleri vardı. Ancak bunlar o kadar büyüktü ki sadece yüksekten bakıldığında seçilebiliyordu. Bu desenlerin çöl bölgesinin içinden geçen Pan Amerikan Otoyolu yapılırken bile kimse farkına varmamıştı. Ancak 1930’larda, bu muhteşem çizimlerin üzerinden uçan Peru Hava Kuvvetlerinin pilotlarının çektiği fotoğraflarla arkeologların keşfi doğrulandı.

İnsanlık bu geoglifleri, 1939 yılında Peru’nun başkenti Lima’nın 400 kilometre güneyindeki Nazca ovası üzerinde gözlem uçuşu yapan Amerikalı arkeolog Paul Kosok ‘un ilk fotoğrafları çekmesi üzerine görmüş ve tanımış oldu. Soruyu araştıran bilim dünyasında, o günden bu yana çok değişik savlar ortaya atıldı. Bu çizgilerin, başlangıçta "Kristopf Kolomb-öncesi Latin Amerika"da düzenlenen ilk olimpiyatların atletizm pistleri olduğu iddia edildi.



Astroloji dünyası da durmadı ve Maymun, kuş ve fok gibi hayvan şekillerinin dev bir yıldız falı olduğunu söylediler. Onlara göre, bu dev hayvan şekilleri, günümüz burçlarına benzer nitelikteydi. Birçok bilim adamı ise, bu çizgilerin nazca bölgesinde yaşayan uygarlığının yürüyüşü çok sevdiğini ve tesadüfü oluştuğunu söylemiştir, ama bu tez de arkeologların araştırmalarınca çürütüldü.


Nazca Keşifçisi Maria Reiche

Nazca için ilk bilimsel açıklama, Alman matematikçi Maria Reiche'den (1903-1998) geldi. 1946 yılında Nazca yakınlarındaki San Pablo kasabasına yerleşti ve yaşamını Nazca çizgilerinin sırrını bulmaya adadı. Bilimsel kariyerini geogliflerle yapmak isteyen Maria sayesinde Nazca'nın dev şekilleri,1983 yılında UNESCO tarafından "Dünya Mirası" kategorisinde koruma altına alındı. Maria Reiche, öncelikle bu çizgilerin nasıl çizildiği sorusuna bir açıklık getirdi. Ona göre, kumun daha koyu olan üst tabakası kazınmış ve böylece alttaki daha açık bir tabaka ortaya çıkarılmıştı. Ona göre, şekiller Güneş'in, Ay'ın ve bazı yıldızların pozisyonunu yansıtıyordu. Ve insanlara ne zaman ekinlerini ekmeleri, ne zaman tarlalarını sulamaları ve ne zaman ekini toplamaları gerektiğini hatırlatıyordu. Ne var ki, daha kuşkulu bilim adamlarına göre bu sav, bir bakıma dev okları ve düz çizgi biçimindeki şekilleri açıklıyordu, ama özellikle hayvan figürlerinden oluşan görüntüler konusunda yetersiz kalıyordu. Düz çizgiler de hemen bütün yönlere kaydırılmıştı. Daha sonra bilgisayar aracılığıyla yapılan hesaplar, şekiller ve çizgilerin sadece yüzde 20'sinin astronomik pozisyonlara uygun düştüğünü gösterdi. Maria Reiche'nin kuramı belki olayın bir yönünü aydınlatıyordu, ama acaba tümünü aydınlatmaya yetiyor muydu? Bu tüm bilim adamlarının her zaman merak konusuydu.

Nazca'nın sırrını popülerleştiren ve belki de ilham yoluyla hissettiğini kitabında yazarak, okuyucularını bambaşka düşüncelere sevk eden isim, Alman "new age" yazarı, Erich von Däniken oldu. 1968 yılında kaleme aldığı "Tanrıların Arabaları" adlı araştırma kitabında, bu dev şekillerin uzaylı zekâsının ürünü olduğunu öne sürdü. Daniken’e göre, yamuk biçimindeki ana şekiller, basit bir biçimde uzay gemilerinin iniş pistleriydi. Ve uzaydan gelen ve gelişmiş bir teknolojiye sahip bu yabancılar, yerel halk tarafından "tanrılar" olarak kabul görmüşlerdi. İşte o nedenle, daha sonra bu gökyüzünden gelen tanrılarla iletişim kurmak için kumun üzerine, büyük çoğunluğu hayvan figürlerinden oluşan dev şekiller çizmişlerdi. Bu İzler, 1300 kilometre karelik bir alanı kapsamaktadır. Nazca ovasında toplam 26 çizim vardır. Bu izlerin bulunduğu yerden çıkarılan çanak çömlekler M.Ö 300 ve M.S. 540 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir.

Nazca’da yapılan kazılar ve araştırmalarda geoliflerin 12 kilometre kuzeybatı yönünde ortaya çıkarılan kazılarda (Cahuachi kazıları),çok sayıda eşya gün ışığına çıktı. Bu bölgede yapılan kazıları koordine eden İtalyan mimar ve arkeolog Guiseppe Orefici, ayrıca burada 24 kilo-metre kare genişliğinde dev bir nekropol ortaya çıkardı ve buraya tahminen 20 bin ile 30 bin kişi gömülmüştü. Ortaya çıkarılan çok sayıda mumya, süs eşyası, müzik aleti gibi eşyaların arasında bulunan iki şey İtalyan arkeologun dikkatini çekmişti. Üstlerinde geogliflerdeki çizgilere benzer şekillerin bulunduğu seramik vazolar, çanak çömlekler çıkarıldı. Bu eşyaların üzerinde de Nazca’daki yere çizilen desenlere benzer şekiller vardı. Ve bir o kadar önemli olan bir mezarda ortaya çıkarılan ölü töreni mantosu idi... Bu 2000 yıllık mantonun kenarlarına 500 tane küçük bebek işlenmişti. Bu bebeklerin bir kısmı müzik aletleri çalıyor, diğerleri de ellerini havaya açmış bir şekilde dans ediyorlardı. Her bebeğin yaptığı hareketi bir başkası izliyordu. Bebeklerin davranışları bir ölü gömme ritüelini çağrıştırıyordu. İşte bu noktadan hareket eden İtalyan arkeolog, Nazca geogliflerinin dinsel bir ritüeli simgelediği tezini geliştirdi.

Ayrıca bu eşyalar, karbon 14 testi ile M.Ö. 5. yüzyıldan M.S. 6. yüzyıla kadar tarihlendirilebiliyordu. Ve burada büyük bir uygarlık yaşamıştı. Bu uygarlık tam 1000 yıl boyunca varlığını sürdürmüştü. Bölgenin çöl topraklarını kendilerine yerleşim bölgesi olarak seçen bu topluluk, günümüzde "Nazcalılar" diye anılıyor.
yasamoyunu.net
Guiseppe Orefici’nin savına göre Nazcalılar, barışçıl, ama koyu dindar bir topluluktu. Mumyaların arasında, bir tane bile düşman mumyasına rastlanmaması, onların savaşçı olmadığının somut bir göstergesiydi. Yazıyı, büyük bir olasılıkla tanımıyorlardı. Ancak, sanatta ve en önemlisi, geometri konusunda çok ileriydiler. Hem de, kenarları 110 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde piramitler inşa edecek kadar ustaydılar.

Yapılan kazıların ortaya çıkardığı bir başka ilginç nokta ise, bulunan tüm eşyalarda ortak paydanın su olmasıydı. Kurak, hatta çöl denecek bir iklimde varlıklarını sürdüren Nazcalılar için su çok önemliydi. O nedenle, sarmal biçimde kuyular oluşturarak gelişmiş bir su iletişim şebekesi oluşturmuşlardı. Şebekeden, bazı civar köyler ve kasabalar bugün bile yararlanıyorlar. Bu noktadan hareket eden Guiseppe Orefici’ye göre, Nazcalılar'ın bütün dinsel ritüellerinin su ve bereket kavramları oluşturmuştu.

Ve bu savdan sonra Guiseppe Orefici geolifleri üç farklı kategoriye ayırdı. (sarmal şekiller, hayvan figürleri, dev düz çizgi ve oklar) kesin, ama farklı dönemlere karşılık geliyordu. İlk olarak, Nazcalılar'ın, M.Ö. 500 yıllarında sarmal şekilli geoglifleri oluşturdukları düşünülüyor. Bunlar göreceli olarak değişiyordu. Daha büyük çizgilere, kuş, örümcek, fok, maymun gibi hayvan şekillerine geçiyorlardı. İtalyan arkeoloğa göre, bu hayvanlar Nazcalılar'ın tanrılarını simgeliyordu, tümü su ile yakından ilişkiliydi... Bu dönem, aynı zamanda Nazca uygarlığının altın çağları olarak gösterilebilirdi... İlk kentlerini, nekropollerini inşa ediyorlar. M.S. 3. ve 4. yüzyılı kapsayan bu dönem, And Dağları'ndaki büyük fayın yol açtığı büyük bir deprem ile sona eriyordu. Doğal bir afet karşısında tanrılarına duydukları güveni yitiren Nazcalılar, kurdukları kentlerin üstünü kum ile örtüp göç etmeye hazırlanıyorlardı. İşte bu sırada, gidecekleri yönü gösteren ok ya da düz çizgi şeklindeki son dönem geogliflerini çizmiş olabilecekleri düşünülüyor. Çünkü onlar, artık hayvan figürleri biçimindeki tanrılarını terk etmiş bulunuyorlar. Ancak, yeni göçtükleri topraklarda da onları mutlu bir son beklemiyor. Önce, 6. yüzyılda Huariler tarafından özümseniyorlar. 1000 yıllarında, Huariler'i yıkan Chinchas'ların egemenliği altına giriyorlar. Son olarak da İnkalar'ın içinde eriyip tarihin içindeki muhteşem yerlerini alıyorlar.

Peki ama, büyük çoğunluğu sadece uçaktan görülebilen bu dev şekilleri Nazcalılar nasıl çizmiş olabilirler? Guiseppe Orefici bu konuyu fotoğrafçılıkta kullanılan "agrandisman" yöntemiyle açıklıyor. Ona göre, önce ana şeklin en küçük parçasının şeklini çizdiler ve daha sonra da, basit basamak hesaplarıyla daha büyüklere geçtiler. İtalyan arkeoloğun düşüncesi başka bir olayı daha açıklıyor: bazı geogliflerdeki temel hesaplama hatalarını...


İtalyan arkeolog, bu kuramını bir süre önce Perulu ilkokul öğrencileriyle gerçekleştirdiği bir deneyle kanıtladı. Öğrencilerle birlikte, direkler, ipler ve bazı temel geometri kurallarını kullanarak, bu dev şekillerden bir tanesinin benzerini yarım gün içinde gerçekleştirdi.

Ancak, İtalyan arkeolog Guiseppe Orefici'nin kuramında açıklanamayan noktalar var. Kazılarda ortaya çıkarılan eşyaların, özellikle de vazoların üstündeki şekillerle geoglifler arasında birebir bir ilişki görülmüyor. Örneğin yamuk, düz ok ve çizgi gibi bazı tipik geoglif şekillerine bu tür eşyaların üstünde hiç rastlanmıyor. Aynı topluluğun, toprakta farklı, günlük yaşam eşyaları üstünde farklı motifleri işlemiş olması bazı sorular yaratıyor. Öte yandan, bugün bilim adamlarının sık sık kullandığı tarihlendirme yöntemi olan "karbon 14 testi" kaya ve tahta için olumlu sonuçlar verirken, toprak konusunda kuşkular taşıyor…

Nazca uygarlığına bu çizimleri nasıl yapacakları bir şekilde öğretildi. Ayrıca insanın aklına ilk gelen soru şu oluyor; bir uygarlık ya da kabile neden sadece havadan görülebilecek bir şey yapsın? Yani en azından o zaman için yaşayan insanların görmeyeceği bir şeyi neden yapsın? Ayrıca bu çizimler insana hitap etse, bir halk, neden bu çizimleri yere yapsın? Pekala kayalara, taşlara duvarlara, mağaralara yapabilirlerdi. Bu çizimleri acaba Eric von Daniken’in de kitabında yazdığı gibi orada yaşayan halk uzaylılara mesaj göndermek için yapmış olabilir mi? Ki bu çizgilerin arasında havaalanı pisti de bulunmuştur.

Nazca çizgilerinin üzerindeki sır, tam olarak kalkmış değil... Bu bilim dünyası için hala araştırma konusu, ama insanı alıp o zamanlara götürüyor… Neler yaşanmış olabileceğini düşünmeye, hayal etmeye, fantastik bir macera kurgulamaya itiyor.
(alıntı)