Bugün üç milyona yakın nüfusuyla dünyanın dört bir köşesine yayılmış bir halk, Molokanlar. Onlar savaşmayı reddeden, şiddete karşı çıkan, kiliseyi ve ruhban sınıfını kabul etmeyen, barıştan, dostluktan, insanca yaşamdan yana. Tarihin sürgün bahçesi Kafkasya’nın vakitsiz açan çiçekleri; solan en güzel renkleri.
Molokanlar ya da Türkiye’de halk arasında bilinen adıyla Malakanlar neredeyse 1600’lü yıllardan beri dinsel ibadet ve inançlarıyla Rus Ortodoks kilisesinden kopmuş, kendilerini ruhani Hristiyan diye adlandıran ve dinin eklentilerine yani ruhban sınıfına, ikonlara, kiliselere inanmayan Beyaz Rus kökenli bir topluluktur.
İlk başlarda “İkonoklast”lar olarak adlandırılmışlardır. Daha sonraları bu anlayışın ayrı topluluklarının oluşmasından sonra Molokanlar olarak adlandırıldılar. Moloko kelimesi Rusça olup
süt anlamındadır. Molokan kelimesi ise süt içen, orucu bozan anlamına gelir. Bu adın verilme nedeni ise o tarihlerde Rus halkının inancına göre, haftada iki gün süt içme geleneği olmasına rağmen, Molokanlar’ın buna itiraz ederek haftanın her günü süt içebileceklerini düşünüyor olmalarıdır.
Peki kimdir bu Molokanlar, neden geldiler ve en önemlisi neden gittiler ya da gönderildiler Anadolu topraklarından?
Molokanlara göre dini bütün olmak demek kardeşlik, yardımseverlik ve bunlara bağlı olarak mutlu bir yaşam demekti. Kıskanmamak, dış görünüşe itibar etmemek, çalmamak, kanunlara saygılı olmak temel prensipleriydi. Çalışkanlıkları, dürüstlükleri ve belki de hepsinden en önemlisi savaş karşıtı olmalarıyla dikkat çekiyorlardı o dönemde.
İnançlarına göre tanrının yarattığı insanlar doğuştan eşitti ve bu eşitliliği hiçbir kanun, yasa bozamazdı. İnsanı diğer insanlardan üstün tutacak her türlü hiyerarşiye karşıydılar. Yönetmekten, yönetilmekten kaçınırlardı. Gücü insanın içinde yetenekleri ortaya çıkarması, toplumsal dayanışmanın aracı olarak kullanmaktan yanaydılar. Devlet olgusuna inanmadıkları için vergi vermeyi, mahkemelere çıkmayı reddederlerdi. Gerçek anlamda eşitliğin olmadan ahlakın olmayacağının, bunu da devletin sağlayamayacağının bilincindeydiler.
Malakanlar zorunlu olan ilkokuldan sonra çocuklarını okutmazlardı. Eğitimin ilkokuldan sonrasının onları bozacağına, kendilerine özgü ruh ve ahlak anlayışlarını yitireceklerine, sıradanlaştıracağına ve doğadan koparacağına inanmaktaydılar. Tasarruf düşüncesine sahip değildiler. Mutlu olmanın biriktirmekle olmayacağının farkındaydılar. Özel mülkiyete karşıydılar. Yaşamlarında rekabete yer yoktu. Kolektivizme inanırlardı. Aralarında çok kuvvetli toplumsal dayanışma vardı.
Özgürlüklerine düşkündüler. Yaşamlarında hüküm etmek diye bir kavram yoktu. Geleneklerine çok katı bir şekilde bağlıydılar. Doğadan kopan insanın özgürleşemeyeceğini, kendilerinin özgürlüğün diğer insanların özgürlüğü ile mümkün kılınacağına inanırlardı.
Egemen Rus otokrasisi ve Ortodoks kilisesi elbette bu farklı insanlardan hoşlanmıyordu. Onlara karşı oluşan bu tutuma rağmen bu halkın yanında yer alan bir takım siyasi güçler ve kişilerde vardı. Rus yazarı Tolstoy bunların başında geliyordu. Tolstoy birçok yazısında bu halka olan sempatisini dile getirmişti.
İnançlarının gereğini yerine getirmek, onların, şiddetli işkence ve ıstırap dolu bir yaşam sürdürmelerine sebep oldu hep. Rus yönetimi tarafından Kafkaslara, Osmanlı, İran sınır boylarına Tiflis, Erivan, Bakü civarına yerleştirildiler. Bu durum 19. yüzyılın sonunda gündeme gelen zorunlu askerlik hizmetine kadar sürdü. Molokanlar askerliği inançları gereği zalimlik sayıp, askerlik yapmayı reddettiler. Bu yeni durum Molokan halkının acı ve sıkıntı çekmesi demekti. Yeniden kaçış, yeniden göç başlamıştı. Bu dönemde Molokanlar Kafkas ardından Amerika, Kanada ve Avustralya’ya göç ettiler. Bir kısımda 1877- 1878 Osmanlı Rus Savaşları’ndan sonra Kars yöresine sürüldü.
Gittikler her yere beraberlerinde barış, hoşgörü, paylaşma kültürünü de taşıdı bu topluluk. Yerleştikleri yer neresi olursa olsun tarımsal becerileri, hayvan yetiştirmedeki ustalıklarıyla öncü oldular. Modern tarımı, ziraatı, dönemin çağdaş teknolojik üstünlüklerini de beraberlerinde taşıdılar. Taşımakla kalmayıp yerli halkları da bunlarla tanıştırdılar.
Türkiye’de Kars, Ardahan, Iğdır ve hatta Erzurum, Erzincan yörelerine yerleşen; belli bir dönem Anadolu insanıyla da aynı kaderi paylaşan, akrabalıklar kuran bu halk o bölgeyi de çok kültürlü bir yaşama geçirdi bu sayede. Bölge halkıyla çok iyi geçinen doğaya sevdalı bir halktı Molokanlar. Şehirlere yerleşmediler ve hatta zorunda olmadıkça gitmediler. Köy onlar için en uygun yerleşim yeriydi. Onlara göre her türlü ağır sanayi ve teknoloji, insanı özünden koparan yaşamı karmaşıklaştıran faktörlerdi. Ama buna rağmen köylerinde şehirli gibi düşündüler ve yaşadılar.
Kars’ta bölge halkına peynirciliği, arıcılığı, hayvancılığı, ziraati öğrettiler. Patates, ayçiçeği ve lahanayı bu bölge ile ilk kez onlar tanıştırdı. Değirmenciliği bölge halkından öğrendiler. Öğrendikleri bu mesleği çok iyi derecede yapmalarından dolayı Kars yöresinde değirmenlerin çoğunu onlar işletmeye başladı zamanla. Bundan dolayı yöre halkı buğdayını, arpasını daha çok Molokan ustaların değirmenlerinde öğütmeyi tercih etti. Bugün hepimizin kullandığı semaver bile onlar ile taşındı bu topraklara.
Molokanların tasfiyesi iki büyük göçle oldu 1921 ve 1962 yıllarında.
1917 Ekim devrimi ardında Lenin’in tüm dünyayı etkileyecek olan Bolşevizm ideali ile Rusya’da çarlık yıkılmıştı. Ancak bu beraberinde iç savaşı da getirmişti elbette. Kars ve civarındaki Rus orduları anavatanlarına doğru geri çekilmeye başlamıştı. 1918’de imzalanan Brest – Litovsk Barış Anlaşmasına göre Rusya’nın 93 harbinde işgal ettiği tüm topraklar; Kars, Artvin ve Batum Osmanlı’ya devredilmişti.
Bu oluşan yeni koşullar Kars ve yöre halkını kendilerine özgü yönetim biçimi arayışına itti. Çünkü bölgede hukuki ve idari olarak bir boşluk doğmuştu. Türkiye Cumhuriyeti’nden 4 yıl önce, 17- 18 Ocak 1919 tarihlerinde Cenubi Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkate-i Milliyesi ( Güneybatı Kafkasya Geçici Hükümeti – Kars Cumheriyeti) kuruldu. Cumhurbaşkanlığına Cihangiroğlu İbrahim (Aydın) Bey getirildi. Ve bu yeni oluşan demokratik yapı Molokanlar tarafından da desteklendi.
Ancak bu esnada Osmanlı emperyalist devletlerin işgali altındaydı. Artvin, Ardahan, Batum, Gümrü, Sarıkamış, Nahcivan ve Ordubad’ı kapsayan bu cumhuriyeti, 13 Nisan 1919’da Kars’ı işgal eden İngilizler kapattılar,12 bakanını Malta’ya sürdüler. Kars Cumhuriyeti tarihin tozlu sayfalarındaki yerini aldı. Ve kısa süre sonra Kars Ermenilere devredildi.
Bu esnada batıda Kurtuluş savaşı devam etmekteydi. Seferberlik ilan edilmişti ve tüm gençler göreve çağrılmıştı. Molokanlara da “ya asker ol ya da bölgeyi terk et” talimatı gitmişti. Molokanların çarlara karşı bile kırılmamış savaş karşıtlığı bilinirken onların savaşa katılmasını istemek farklı bir gerekçeye dayanıyordu elbette.
Malakanların Bolşevizmin etkisinde olduğunu Kazım Karabekir: “Malakanlar Ruslar zamanında dahi askere gitmezlermiş, erkekleri hep sakallıdır. Umumiyetle iri vücutlu, canlı kanlı, sıhhat numunesi insanlar. Elbise ve vücutları temiz. Hayvanları kadana, arabaları çok eşya alır, dört tekerlekli, büyük ve sağlamdır. Ziraat, ekme biçme aletleri hep son sistemdir. Kan dökmek onlara göre en büyük günah imiş, harpte dahi olsa. Ben onları yalnız nakliyede kullanıyordum. Buna dahi itiraz ediyorlardı. Kars’ın her tarafında şoseler boyunca uzanan bu köylüler teşvikatla Bolşevik teşkilatına başlayarak bugün gösterdikleri samimi hayatlarını bozmaya da başlamışlardı.” diyerek özetliyordu. Buradan yola çıkılarak Malakanları en hassas oldukları konuda göç ettirmenin doğru olacağı düşünüldü.
Yaşanan bu gelişmeler, başta Rus otokrasisinin kapsayıcı askerlik dayatmasına karşı çıkmak olmak üzere bin bir türlü baskıya göğüs gererek binlerce kilometre uzaktaki bu yere, Kars’a göç eden Molokanlar için kötü bir sürpriz olmuştu. Tarih tekerür ediyordu. Onların Kars’a geliş nedenleri, gidişlerin de nedeni olmuştu. Geride çok az bir gurup bırakarak büyük çoğunluğu anayurda geri dönmek zorunda kaldı.
Molokanların 1921 göçünden sonra kalanlar Kars’ın Arpaçay ilçesinin üç köyüne yerleşti. 1962 yılında son kalan 1500’ü aşkın Molokan bu kez siyasal olmayan nedenlerle kendi istekleri ile anavatanlarına dönme kararı aldılar. Bunun en temel nedeni sayılarının azalması ve geleceklerinden endişe duymalarıydı. Çünkü onların geleneklerine göre 5-6 göbek akrabalığı bulunanların evlenmesi yasaktı. Bu durum onların çoğalmasını engelliyordu.
Kars ve yöresinin uzun yıllar boyunca kardeşçe yaşadığı, özgürlük ve demokrasi rüzgarlarını birlikte soluduğu renklerinden biri böylece soluverdi. onların arkalarında bize bıraktıkları en büyük miras, sıcak dostlukları, iyilik ve barışseverlikleri oldu.
Aşağıdaki belgesel anlı şanlı tarihleri olmasa da insanlığa hiç bir kötülüğü dokunmadan yaşayan bu halkı daha yakından tanımanız için iyi bir kaynak olacaktır.
Yaşam ve İnsan için herşey Genel Kültür, Bilgi Bankası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder