Cinsellik sadece iki kişi arasında yaşanır, aşk da. Tabii ilişkiniz izinli ve "normal"se! Gay, lezbiyen, biseksüel ya da transsan kendini, hayatı yaşayabilmek için mücadele etmen gerekir.
Onları fotoğrafsız haberlerin isimsiz kahramanları olarak görmeye alışığız. Yüzleri de, isimleri de hep bir gizem perdesi arkasında kalmalı, çünkü Türkiye’de eşcinsel, trans, lezbiyen, biseksüel yani LGBT birey olmak demek hayati
tehlikeyle karşı karşıya kalmak demek. Daha geçen hafta LGBT Onur Haftası’nın açılışı için yürüyen lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüellerin uğradığı saldırı bunun kanıtlarından sadece biri. Ne iş dünyasında bir şans veriliyor onlara, ne aşklarını özgürce yaşamakta. Fotoğrafçı Diana Blok, işte bu dünyaları anlatıyor bize. Üstelik bu sefer karartılmış yüzlerle değil, dimdirekt bize bakan gözlerle. “See Through Us” sergisi Hollanda Konsolosluğu’nun katkılarıyla 21 Temmuz’a kadar Asmalı Mescit’teki Sanatorium’da sizi bekliyor. Onların gözlerinin içine bakmanız, yaşamlarını anlamanız ve önyargılarınızla yüzleşmeniz için. Biz de sergiyle ilgili Diana Blok ve sergide fotoğrafları yer alan iki LGBT üyesi Serkan Zihli ve Michelle Demishevich ile konuştuk. Size bir çağrıları var: Eşcinsellerin haklarını savunmak için insan olmak yeterli, bugün saat 17.00’de Taksim’de yapılacak LGBT Onur Yürüyüşü’nde bizimle olun.
Söz önce Diana Blok’ta.
- Seksüalite, cinsiyet, kimlik ve köklerle ilgili projeler üretiyorsunuz. Sizi bu konuların peşine düşüren nedir?
- Herkesin kişisel tarihçesi yaşama baktığı ve hissettiği bir çerçeve oluşturuyor. Babamın diplomatik kariyeri yüzünden Güney ve Orta Amerika’da bir ülkeden diğerine taşındık, bu ülkelerde beden ve cinsellikle ilgili tabular çok güçlüydü. Karışık bir aileden geldiğim için kökler ve köksüzlük de bana ilgi çekici geliyor. Ben Katoliğim, Yahudiyim, Çingeneyim, Hollandalıyım, Arjantinliyim, Uruguaylıyım ve eşcinselim. Eğer 2. Dünya Savaşı sırasında doğsaydım en az üç yıldızım olurdu!
- Türkiye’de LGBT bireylerle çalışma fikri nasıl gelişti?
- 2008’de Türkiye ve AB’nin konuları gündeme geldiğinde insan hakları, özellikle kadın haklarına dair problemleri, eşcinsellik ve sıra dışı kalıpların dışında, farklı tercihleri olan kişilerin sorunlarını sorguladım. Bireyin olduğu, olması gerektiği kişi olabilmesinin özgürlüğü beni ilgilendiriyor, hangi formda olursa olsun.
Michelle Demishevich: Yürürken bana değil, önünüze bakın...
Aktivist, politikacı ve gazeteciyim. Babam Yunan asıllı bir Hıristiyan, annem Müslüman. İki din de eşcinselliğe katı yaklaştığı ve çok ataerkil bir toplumda büyüdüğüm için transeksüaliteyi geç keşfettim. Hep farklı olduğumu hissediyordum, ama ne olduğumu bilemiyordum. Lisede bir erkeğe âşık olunca gay olduğumu düşündüm. Onun penceresini izlerdim, aşağıya iner, “Ne olur git, ayıp, günah” derdi. Kız arkadaşı olunca küstüm. İkinci aşkım, annemin arkadaşının oğluydu. Aşk yaşadık. Fransa’ya döndü, 18’inde ölüm haberi geldi. Yıkılmış, günah demek ki bu tanrı beni cezalandırdı, diye eşcinselliğe de kızmıştım. Üniversiteye başladım, bu arada eşcinselliği de araştırdım. Daha bilinçlenmiştim. 24 yaşımda İstanbul’a gelince transseksüel şarkıcı Utku’yu gördüm. Muhteşem, işte ben buyum, dedim.
Annem subay olmamı isterdi hep. İstediğini olamıyorum, diye üzülürdüm. Ancak aile yönünden şanslıydım. Özellikle Makedonyalı eniştem beni hep neysem o olayım, diye cesaretlendirdi. Ameliyat olmayı ablama açıkladığımda “Çocukluğundan beri biliyordum, sürpriz olmadı” dedi. Erkek kardeşim, “Ee, ne yapayım”, dedi. Artık kadınım.
Transeksüellerin yaşadıkları zorluklar mı? Bu röportaja gelene kadar neler çektim. Otobüste karşımda güzeller güzeli iki genç kadınla, bir adam oturuyordu, bana bakıp gülüşüyorlar. “Kızlar” dedim, “Bu kadar güzelsiniz, kendinizi niye bu davranışlarla küçültüyorsunuz?”. “Yok sana gülmüyoruz” filan diyorlar ama yer miyim? “Şu çirkin adamı güldürmek için beni kullanıyorsunuz, ben onu yanımda bile taşımam”. Çocuk erkeklik yapacak ya, kimliğini çıkardı, “Ben jandarmayım” dedi. “Ne olmuş ayol, ben de sana erkekkenki kimliğimi çıkarayım mı” dedim. Sustular. Sürekli bunlarla karşılaşıyoruz. Yürürken kimseyle ilgilenmiyorum, insanlar neden dönüp dönüp bana bakıyor? İnsanları tanıdıkça gördüm ki, benim ahlaksız olmam imkânsız!
Sırf kimliğim yüzünden gazetecilik yapamadım. Bebek’teki, Kuruçeşme’deki büyük gece klüplerinde yönetici asistanı olarak çalıştım. Sonra hak arama mücadelesine giriştim. Kadın ve eşcinsel haklarıyla ilgili 15 yıldır aktivistlik yapıyorum. Pembe Hayat Ankara ve İstanbul LGBT derneklerinde aktifim. Feministim. Çok kıt kanaat şartlarda aktivistlik yapıyoruz. Bülent Ersoy, Seyfi Dursunoğlu gibi isimlerden maddi destek bekliyoruz. Türkiye’deki şov dünyasının tamamına yakını eşcinselken hâlâ kimliklerini açıklamıyor. En azından LGBT aktivizmine destek versinler.
İnsanlar sadece cinsel kimlikleri yüzünden öldürülüyor. Üstelik medya dışlayıcı, aşağılayıcı diliyle bunları körüklüyor. Ben de pek çok kez şiddete maruz kaldım. En kötüsü, geçen mayısta yaşadığımdı. Arkadaşlarımla buluşmak için Şişli’den Taksim’e gidiyordum. Harbiye’de seks işçisi arkadaşlara laf attım, “Kızlar napıyorsunuz, gullume (sohbete) geldim”. Sohbete başladık, bir anda kaçtı kızlar. Terslik olduğunu anladım, ama ne olacak, yoluma devam edeyim, dedim. Bir anda yere yatırdılar, ağzıma silahı dayadılar. Nasıl dövüyorlar... Banka kameralarının çektiğini görünce, öleceğim, ama en azından suçlular bulunur, diye düşündüm. Gittiler. Polisi aradım, beş dakikada geldi ekip, arabanın kapısını açtım. “Dur, dur, nereye biniyorsun, devletin malına zarar mı vereceksin pis kanınla”, dedi biri. Hrant Dink geldi aklıma. İndim, “Şunları yakala, karakola gideceğiz”, dedim. Emir verme, dedi. Silahlı saldırıya uğradım, kamera çekiyor, deyince düştüler peşlerine. Beş dakika sonra geldiler, “Sen kimsin, devletin polisini polise şikâyet ediyorsun. Bir daha burada görmeyelim, bacaklarını kırarız”, dediler. Hastaneden rapor aldım. Suç duyurusunda bulundum. Hâlâ devam ediyor dava. Avukatım Eren Keskin. Ufuk Uras, Sırrı Süreya Önder ve Sebahat Tuncel davayı yakından takip ettiklerini ilettiler. Çok hoşuma gitti. İstanbul AKP milletvekili Bilal Macit’ten yardım istedim, dosyamı yolladım. Yardımcı olacağını söyledi. Saldırıdan sonra üç ay İstanbul’dan uzaklaşmak zorunda kaldım. İşimi kaybettim. 11 yıldır birlikte olduğum sevgilim bana dokununca bile irkiliyorum. Biz farklı değiliz, gettolaştırılmak istemiyoruz. Kaç kere, yerleştiğim evden daha ilk gün komşuların imza toplayıp, polis çağırması yüzünden çıkarıldım. Daha benim kim olduğumu, zararlı mıyım, bilmiyorlar ki. Öldüğümüzde Diyanet imam vermiyor, öldürülen Ebru Soykan’ın namazını cenaze otosunun şöforü kıldı. Ne ölümüz barınabiliyor, ne dirimiz.
- Türkiye’de hâlâ insanların açıkça kendini ifadebildikleri bir şey değil eşcinsellik ya da lezbiyenlik. Fotoğrafladığınız kişileri bulmakta, ikna etmekte zorlandınız mı?
Diana Blok: Ankara’daki Kaos GL ile iletişime geçtim ve işlerim hakkında bir röportaj yayımlandı. Daha sonra bu projeye katılmak isteyecek gayler, lezbiyenler ve transseksüellerle bir toplantı ayarlandı. İstanbul’da ise daha zor oldu. LAMBDA onların vasıtasıyla projeye katılacak kişiler bulma konusunda çok tedbirli yaklaştı, bu yüzden asistanım İpek Sur ve ben farklı yollar aradık. Barlara ve klüplere gittik, insanlarla tanıştık, projeyi anlattık ve katılacak doğru insanları bulmaya çalıştık. Daha önceki projelerim, bu tür hassas konulara karşı yaklaşımımı ve hassasiyetimi onlara gösterdi.
- Sizi en çok etkileyen ne oldu bu çalışmada?
- Toplumsal kabul normlarının ötesinde cinsellikle ilişkilenmenin farklı yollarını seçmiş kadın, erkek ve transseksüellerden oluşan küçük ama oldukça güçlü gruptan çok etkilendim. Ailelerini, dostlarını ve işlerini kaybetmek anlamına gelse de bunu yaşamayı ve bunun hakkında konuşmayı seçmişler.
- Bu projeden size ne kaldı?
- Bunu söyleyebildiğim içim çok mutluyum ki bu proje birçok kişiye ilham verdi. Genel olarak Türkiye’de eşcinsellik ve transeksüellik hakkında çok az şey biliniyor. Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda İstanbul, yurtdışından gelen eşcinsel erkeklerin popüler destinasyonlarından biri olmaya başladıysa da, popüler barların ve gece klüplerinin kapalı perdelerinin ardında tabular varlığını sürdürüyor. Birçok kadın ve erkek risklerden dolayı çifte hayat sürdürüyor... Ayrıca proje, bir kitap ve sergilerle sonuçlandı. Hollanda ve Belçika’da birçok şehirde, Ankara’da gösterildi. 2013’de Buenos Aires ve Montevideo, Uruguay’da gösterilecek.
Serkan Zihli: Gelin, birlikte yürüyelim
Serkan Zihli, bir halklar ilişkiler ve organizasyon şirketi sahibi. 12 yıldır aktivist; LISTAG, SPOD, Lambdaİstanbul, İstanbul LGBT, Kaos GL ve Hejvin Diyarbakır... Çünkü LGBT’li olmak mücadele gerektiriyor. Onun için mücadelenin hikâyesi, 18-19 yaşlarına dayanıyor. İlk defa bir erkeğe âşık olduğu zamana. “Kız arkadaşlarım olmuştu, ama hep bir eksiklik, gariplik vardı sanki hayatımda” diyor o günleri anlatırken, “Sonra bir erkeğe âşık oldum, sevgili olduk”.
Cihangir’de büyümenin, eğitim seviyesi yüksek bir ailesi olmasının, Kabataş Lisesi’nde okumasının ona daha “korunaklı” bir dünya sunduğunu söylüyor, bu nedenle cinsel kimliğini keşfederken yoğun çelişkiler yaşamadığını da. Yine de bütün bu şanslar ailesinin karşısına hemen çıkıp kendini anlatmasına yetmemiş, zaman almış bu süreç: “Sevgilimi eve yemeğe davet ettim, annem karşısında benim gibi sakallı bir adam görünce şoke oldu. Aslında biliyordu gibi, ancak bu bilgiler Türkiye’de gizli kalır, her ne kadar gelir, eğitim seviyesi yüksek de olsa dillendirilmez ya... Tahminimin aksine annem çok sıcak davrandı. Ben çok gergindim, ancak 15 dakika sonra benim de gerginliğim gitti.”
Kendini hiç gizlememiş. Bunda yaptığı işin bu durumu “kaldırabiliyor” olması da etkili. Bir mühendis olsa ya da fabrikada çalışsa bu kadar cesur olabileceğinden emin değil. Şimdiye kadar fiziksel şiddetten korunabilmiş ama nefret söyleminin hedefi olmaktan kaçamamış. “Türkiye ağzıyla bile nefret saçabilen bir toplum” diyor, “Esprilerin çoğunda LGBT’lilere yönelik hakaret var ve pek çok insan farkında bile olmadan yapıyor bunu, dile çok oturmuş çünkü. Nefret söyleminin geç de olsa gündeme getirilmesinden mutluyum, özellikle Kürtler, eşcinseller, Ermeniler için. Çünkü hangi azınlıktan olursanız olun bir şey fark etmiyor, hep ötekileştiriliyorsunuz”.
Yalnız olmadığını hissettirdiği için LGBT derneklerini çok önemsiyor Zihli. Onların yardımıyla insanların kendilerinden nefret etmediklerini, “normal”e ulaşmak için evlenip çocuk sahibi olarak hem ailelerinin hem kendi hayatlarını kabusa çevirmediklerini söylüyor. “Yıllar önce ilk Lambda’ya gidişimi hatırlıyorum da... İlk gidişiniz kendinize benzer birilerine bakmak, tanımak, yalnız olmadığınızı hissetmek içindir. Sosyalleşebileceğiniz alanlar da kısıtlı. Hem bir davanın ucundan beraber tutuyor olmak insanları güçlendiriyor. Çok fazla insanla tanışıyor ve çok şey öğreniyorsunuz. LGBT örgütleri güçlü bir hak arama yeri de. Bu sene anayasa için görüşümüz alındı. İlk Onur Yürüyüşü’nde 30 kişiydi, geçen sene on bini bulduk, anne ve babalar da artık bizimle yürüyor.”
Ancak hâlâ alınması gerken çok yol var. En başta da yaşam haklarını korumak. Çünkü nefret dilde kalmayıp faaliyete yansıyor çoğu zaman, cinayete varıyor. Hele de transsanız, tehlike daha büyük. Seks işçiliğine mahkûm bırakılmak da cabası. Bunların çözümünü, başarılı sosyal politikalarda görüyor Zihli. Finlandiya, Kanada’da olduğu gibi devlet dairelerinde çalışma hakkı tanınmasını, koruyucu iş kanunları yapılmasını istiyor. AİHM’den çıkan sayısız karara rağmen hâlâ askerlik şubelerinde eşcinsellere yapılan uygulamanın bir an önce kaldırılmasını da. Anayasaya cinsel yönelim ibaresinin konulması da önemli talepler arasında. Bunları da dile getirecekleri Onur Yürüyüşü’ne herkesi ama özellikle de kadınları davet ediyor. “Çünkü” diyor, “devletin eli bizim popomuzdaysa, sizin de bacak aranızda”.
1 Temmuz 2012
Yaşam ve İnsan için herşey Genel Kültür, Bilgi Bankası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder