Bu Blogu Takip Et

Sayfalar

Translate

24 Ekim 2010 Pazar

Türkiye'nin Ezber Bozan Sıradışı Haber Gazetesi

Türkiye'nin Ezber Bozan Sıradışı Haber Gazetesi: "- Son haberler.Spor, Finans, Kültür Sanat Magazin, Ekonomi, Dış Haberler, Politika Haberleri----------- -- Teknoloji İnternet ve Bilim Haberleri"

9 Ekim 2010 Cumartesi

Kapitalizm: Özgür Kölelik

Kapitalizm: Özgür Kölelik

Bugüne kadar kapitalizmle ilgili pek çok fikir öne sürüldü. Marx’ından Engels’ine, Hegel’inden Weber’ine kadar pek çok feylesof kapitalizmin ne denli berbat bir ekonomik sistem olduğunu insanların gözüne soka soka anlattı durdu.
Dünyada kapitalizmle ilgili yüz tane yazı yazıldıysa bunların doksan dokuzu kapitalizm karşıtı yazılardır. Kalan biri de muhtemelen bir kapitalistin para vererek yazdırdığı bir yazıdır. Avrupa menşeli olan bu düşünce ve pratik sistemi aslında toprak ağalığı - derebeylik sisteminin gelişmiş bir modelidir. Bu gelişmiş feodal yapı bütün dünyayı sardıkça savaşların sayısı ve etkisi daha da arttı. İnsanlar daha çok çalışıp daha az para kazanır oldu. Burjuva ve proletarya arasındaki mesafe Filipinlerle Andorra arasındaki mesafeden daha da fazla açıldı.
Peki, Bu Kapitalizm Tam Olarak Nedir? Etkileri Nelerdir?

Kapitalist Sistem


Genel tanım kapitalizmin feodalizmden sonra sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan sosyal ve ekonomik bir oluşum olduğu şeklindedir. Neden bu kadar yakın tarihleri verirler anlayamıyorum! Bana göre Kapitalizmin doğuşu Takas (trampa) sisteminin ortaya çıkmasıyla meydana gelir. Ver sığırı al buğdayı ya da ver timsah derisini al aslan kürkünü şeklindeki oluşumdur trampa ekonomisi... Ardından Lidyalılar parayı buldu. Sistem git gide gelişti. Endüstri devrimiyle beraber kapitalizm daha organize bir boyuta ulaştı. Yahudiler, Amerikalı ve İngiliz iktisatçıların üçlü çabasıyla kapitalizm gözle görülür, elle tutulur bir sistem haline geldi ve zaman içinde bugünkü karmaşık yapısına ulaştı. Ve en sonunda şu andaki içinden çıkılamaz durumuna geldi! Sonuç: açlık, sefalet, toplu ölümler ve tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir ekonomik dengesizlik.

Kap-İt-Alizmin açılımı: Bağımsız birey olarak hayatlarını kazanma imkânları ellerinden “Kap”ılmış, “İt” gibi çalıştırılan “Ali” ler, Veliler, Haticeler, Tuğçeler... Kaybedilmiş nesil!
Artık günümüzde liberal ekonominin zararlarını her fert derinden hissediyor. Liberal liboşlar toplumun her kesimini etkisi altına almış vaziyette! İnsanlık tarihi boyunca zeki azınlık daha az zeki olan çoğunluğu hep bir şekilde yönetti. Bu alışılageldik bir durumdu. Ayrıca insanlığın gelişmesi de bu sayede mümkün olabildi. Sonuçta birileri her zaman daha akıllıydı ve daha iyi şartlarda yaşamasını da başardı bir şekilde. Eski mısırda bile mühendis köleler piramit planlarını gölgede çizerken işçi köleler güneşin altında öküzlerle beraber çalışıyordu. Birileri her zaman daha zeki oldu, daha az yıprandı, daha rahat yaşadı.

Aydınlardan, sanatçılardan, önemli şahsiyetlerden” gelen Mum söndü Hakaretleri

Mehmet Ali Erbil’in canlı programda 'Mum söndü mü yapıyoruz burada?' demesi birçok açıklamada “gaf” olarak nitelendirildi, hatta bazı haberler “inanılmaz gaf” olarak başlık attı.
Mehmet Ali Erbil de Alevi kamuoyunda oluşan haklı tepkiler üzerine Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında yaptığı açıklama özrünü kabahatinden büyük hale getirdi. Erbil, “'mum söndü mü yapıyoruz burada?” ifadesini “iyiniyet” olarak niteleyerek“benim iyi niyetli de olsa ağzımdan çıkan bir söz onları incitmişse çok özür dilerim” dedi. “İyiniyetli” Erbil üstelik çok masum havalarda “ben bunu bilsem ben Mehmet Ali Erbil olarak nasıl böyle bir şey söylerim” deyiverdi. Ahmet Hakan da “Erbil'in kötü bir niyeti olmadığını anlaşılan sadece bilgisizlikten kaynaklanan bir kazanın söz konusu olduğunu”
Alevi toplumu biliyor ki, bu söylem ne bir “gaf”, ne bir “iş kazası” ne de “bilgisizlik”. Bu söylemlerin hepsi açıkça yalan! Mehmet Ali Erbil “Mum söndü”nün ne anlama gelmeyeceğini bilmeyecek! Kimi kandırıyor? Aleviler de, Sünniler de bunun bir hakaret olduğunu çok iyi biliyorlar.
Yüzlerce yıla yayılan bu hakaretler Sünni çoğunluğun bilinçaltına, hatta genlerine yerleşmiş. Bu hakaretler son yıllarda Alevilerin yükselen mücadelesinden dolayı azalmış olsa da, cezai bir yaptırımla karşılaşılmadığı için en son Mehmet Ali Erbil örneğinde olduğu gibi zaman zaman bilinçaltından çıkıyor ve “doğal bir refleks olarak” dışa vuruyor. Tepki oluşunca da “valla billa ben böyle demedim, yanlış anlaşıldım” deyiveriyorlar.
Bunların sayısı sanıldığı gibi az değildir. Her yerde varlardır. Üzerlerine gidince topu hep başkasına atarlar. Söylediklerine de sahip çıkamazlar. Üstelik arkasından sana akıl vermeye çalışırlar: Farklı inançlara, farklı kültürlere ne kadar saygılı olduklarını, kendi dünyalarında bu köken sahibi insanlarla ilişkilerinden dem vururlar. Eşi, dostu, askerlik arkadaşı, yurt
söyleyerek olayı kapattı.arkadaşı, iş arkadaşı mutlaka birden bire Alevi ya da Kürt olur. Tavır koyunca, ’ötekini’ hatırlayan bu zat-ı muhteremler, her nedense ’duydukları bu aşağılık sözleri, iftiraları’ , bu iftiraları yayanların suratlarına vurmazlar. Bu iftiraları söyleyenlere bir şey demeyen bu kişiler, üstelik söylenenleri de ’ben demiyorum, başkaları söylüyor’ diye de sürekli yayarlar…
Lafı uzatmaya gerek yok, bırakın çok uzak geçmişi yakın geçmiş bile Alevilere yönelik bu hakaretlerle dolu. Daha referandumda “Alevilerin katli vaciptir” diyen Şeyhülislam Ebusuut Efendi’yi “örnek insan, büyük alim” diye gösteren bir başbakan olunca, gerisi laf-ı güzaf!
Bu hakaretlere cezai ve maddi yaptırım uygulanmadığı sürece, medyada bu iftiralar, hakaretler teşhir edilmediği sürece hakaret edenlerin yalnızca ismi değişir, hakaretler devam eder…
İşte Alevilere yönelik yapılan aşağılık hakaretlerden, iftiralardan yalnızca birkaç örnek. Üstelik “cahillerden” değil “aydınlardan, sanatçılardan, önemli şahsiyetlerden”!
Yıl 1923:
(Son baskı 1999): Türk edebiyatın önemli isimlerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ‘Nur Baba’ adlı romanındaki bölüm başlıklarından biri şöyle: “Bir Bektaşi Tekkesinde Mumlar Nasıl Söner”...
Yıl 1971:
Reşat Nuri Güntekin’in Aleviler’i aşağılayan “Balıkesir Muhasebecisi Tanrı Dağı Ziyafeti” adlı eserinin 13. sayfasındaki diyalog şöyledir: ’‘Karı amma vurdu ha. Eh bu da olur... Kızılbaşların mum söndü gecesi gibi töbe olsun...’’ Kitap MEB tarafından basılır ve dağıtılır.
Yıl 1973:
Hüseyin Rahmi Gürpınar ‘Toraman’ adlı romanında şöyle yazar: “Tanrım insanı bir kere şaşırtmasın. Herif artık bu hırtlamba karının yüzüne bakmaktan bıktı. Karşısında dolaşan ay gibi evlatlığı görünce kendini tutamadı. Mezhebi geniş adam... Kızılbaş mıdır nedir”
Yıl 1977:
Prof. Nebahat Küyel için "Felsefeye Başlangıç" adlı kitabında Aleviler’e hakeret ettiğinden dolayı dava açıldı.
Yıl 1977:
Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, "Aydınlık Türkiye İçin Bir Dakika Karanlık" eylemleri için "Mum söndü oynuyorlar" dedi.
Yıl 1988:
Zaman Gazetesi'nin bulmaca köşesinde soruyor; "Ehli sünnet dışı sapık bir mezhep?" Cevap: Aleviler.
Yıl 1989:
Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun 2 Mart 1989 tarih ve 1420 sayılı yasa ile eğitim ve öğretim açısından uygun bulduğu İngilizce sözlükte Ensest sözcüğünün Türkçe karşılığı şöyle yazılmış: "Akraba ile zina, Kızılbaşlık"! Aynı ifade Milli Eğitim Bakanlığı FONO Açık öğretim kurumu tarafından Aydın Karaahmetoğlu ile Ali Bayram'a hazırlanan Fransızca-Türkçe sözlükte değişmeden yer almış: "Akraba ile zina, Kızılbaşlık."
Yıl 1994:
Güner Ümit 9 Ocak tarihinde televizyon programında hamile bir kadın rolündeki arkadaşına sanki çok doğalmış gibi "sen Kızılbaşlar gibi babandan mı aldın o çocuğu" der.
Yıl 2004:
Yine Milli Eğitim Bakanlığı, tarafından ilk ve ortaöğretim öğrencilerine önerilen 100 Temel Eser arasında yer alan Ömer Seyfettin’in “Harem” adlı yeni baskı kitabında “…Evvel zamanda, insanlar daha hayvanlara pek yakın iken, ferdi izdivaç yokmuş. Sürü halinde yaşarlarmış. Kabilenin bütün erkekleri, bütün kadınların musavi surette kocası imiş. (…) Doğan çocukların anası babası da kabilenin, bütün halkı imiş. Bu hal ayin gibi hala bazı cemaatlerde devam eder. Mesela Kızılbaşlar gibi… Ne ise…”
Yıl 2005:
Haldun Taner’in Milli Eğitim Bakanlığı, tarafından ilk ve ortaöğretim öğrencilerine önerilen 100 Temel Eser arasında yer alan “Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu' adlı (yeni baskı) kitabında yer alan iki cümle ise şöyle: "Bırak alasen müdür bey. Bazen kanıma dokanıyor vallaha. Sen onun oruçlu olduğuna inanıyor musun? O ne hinoğluhindir o, ne kahpe dinli kızılbaştır o! Müslüman olsa acımak bilir." … “Ve iste o anda, tövbeler olsun, abla-kardeş, Kızılbaşlar gibi sarmaş dolaş oluverdik."

Mutlu ilişkinin püf noktaları

ABD Gottman İlişki Enstitüsü uzmanı Dr. John Gottman, mutlu bir ilişkinin püf noktasının, evlilik dışı ilişkiden ve şiddetten uzak durmak olduğunu belirtirken, ''İlişkinizin sıradanlaştığını hissediyorsanız, eşinizle hayata dair paylaşımları artırın'' dedi.
ABD Gottman İlişki Enstitüsü uzmanı Dr. John Gottman, dünyadaki bütün evliliklerin A'dan, Z'ye benzer olduğunu, ilişkide mutluluğu yakalamak isteyen bireylerin, partnerine karşı sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini ifade etti. Evliliklerin sona erme nedenini, çiftler arasındaki iletişim yoksunluğuna bağlayan Gottman, çiftlerin olumsuz sorunlar karşısında birbirinden uzaklaşmak yerine, sorunun nedenini konuşup konuya dair paylaşımı artırması gerektiğini bildirdi.
Gottman, mutlu bir ilişkinin püf noktalarını şöyle anlattı: ''Dünya çapında, 35 yıldır 3 bin çift üzerinde inceleme yaptık. 'İlişkinizi yoluna koymak için neler yapabilirsiniz?' sorusunun cevabını 'partnerinizle aranızdaki dostluğu güçlendirin' olarak verebiliriz. Karınız ya da kocanızla evliliğiniz hakkında ilişki haritaları oluşturun. Partnerinizi daha iyi tanıyın. Şefkat, beğeni ve sevgiyi paylaşın, bunları birbirinize gösterin. Olumsuz durumlar karşısında birlik olun ve çözüm için fikirler üretin. Partnerinizle dostluğunuzu güçlendirmeniz, evliliğinizle ilgili olumlu bir bakış açısı geliştirmenize yardımcı olur. Ayrıca çiftler hayata dair birbirinin hayallerini gerçekleştirmek için yollar bulmalıdır. 'İlişkide misyonunuz ve mirasınız nedir?' sorusunun cevabını, paylaşılan anları özveriyle anlamlandırmak ve paylaşılan bir amaç oluşturarak verin. Zaman zaman ortaya çıkan çatışma durumlarında ise 'karşılıklı alttan alma' yöntemini uygulayın. Partnerinizden gelen etkiyi kabul edin. Devam eden sorunlar karşısında hiçbir zaman şiddet uygulamayın. Şiddet, sevgiyi ve aşkı bitirdiği gibi, evliliğin bitmesine, yuvanızın yıkılmasına neden olacaktır. Evlilik dışı ilişkiden ve şiddetten uzak durmak gerekir. İlişkinizin sıradanlaştığını hissediyorsanız, eşinizle hayata dair paylaşımları artırın.''

Evlilik dışı ilişki

Çiftlerin evlilik dışı ilişkiye yönelme nedenini, kadın ve erkeğin haftalık cinsel ilişki sayısını düzenleyememesine bağlayan ABD İlişki Enstitüsü uzmanı Dr. John Gottman, çiftler arasında fikirsel birlikteliğin yanında, fiziksel birlikteliğin de uyum göstermesi gerektiğini söyledi. Gottman, ''Erkeklerde cinsel ilişki isteği, kadınlara göre daha fazladır. Evlilikte, fiziksel olarak herhangi bir uyum problemi yaşanmaması için çiftler, cinsellik konusunda anlaşmalıdır. Eşinizle cinsel ilişki sayınızı belirleyin, evlilik dışı ilişkiye yönelmeyin'' dedi.
İlişkide ihanet nedeninin, çiftler arasındaki iletişim yoksunluğu ve paylaşım azlığından kaynaklandığına dikkat çeken Gottman, şunları ifade etti: ''ABD'de aileler üzerinde yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki yüzde

3 Ekim 2010 Pazar

Yarın Henüz Yazılmadı!

Günümüzde zaman hızla geçmeye devam ediyor. 2000 yılından bu yana fizik ile metafiziğin bilimsel anlamda birleştiği ve görüş birliğine geldiği noktalar, her geçen gün araştırmacılar tarafından açıklanmakta, konu ile ilgili onlarca belgesel hazırlanmakta, insanlığın görselliğine sunulmaktadır.

Bu yeni oluşumda, kuantum adı verilen yeni enerji alanlarından söz edilmektedir. Bu yeni bilgi hepimizin algılarına girmekte, bizleri farklı düşünce biçimi içine almakta ve farkındalığımızın değişmesine neden olmaktadır. Fark edenlerimiz var, fark etmeyenlerimiz var. Ancak şimdilerde öyle zamanlardayız ki; artık hiçbir şey eskisi gibi değil… Hiçbir şey tesadüf değil… Hiçbir şey göründüğü gibi değil… Anlaşılan öyle ki; her şey artık bizim kurgularımızla olmakta. Bir anlamda senaryoyu yazan da biziz, oynayan da!

Dünyaya gelirken bir hikâyen yoktur

Işığımızın Sırrı, Dünya Tozumuzun İçinde!

Dünyaya gelirken bir hikâyen yoktur. Önce sadece bir ışık olarak düşersin yeryüzü toprağının üstüne. Sonra toprağın tozu ile harmanlanır, bedenlenirsin. Varlığının bütünü; Dünyanın tozundan ve yıldızların ışığından oluşur. Olağanüstü güçlere ve sonsuz sayıda farklı özelliklere sahip olarak gelirsin bu boyuta. İçindeki sana ait güç öylesine büyüktür ki, senin her istediğini yaratma özelliğine sahiptir. Bu gücü, gün be gün, an be an kullanır ve en değerli hazinen gibi göreceğin öykünü yaratırsın. Hikâyeni yaratmaya başlarken de, ışığını bir çocuk yaratıcılığıyla gizlersin. Bir kişilik, bir drama yaratarak kimsenin senin parlak bir ışığın bekçisi olduğunu anlamasına izin vermezsin. Bu hikâye o kadar değerlenir ki gözünde; sadece çevrendekileri değil, kendini de inandırırsın. En kutsal varlığın olarak kabul ettiğin hikâyene öyle kendini kaptırırsın ki, gün gelir kölesi olursun. Kölesi olduğunun farkına da varmazsın üstelik.

Hikâyene dört elle sarılıp yaşarken, seni var eden ışığına gözlerin kapalıdır artık. Onu gömdüğün köşeyi hatırlamayı bırak, gömdüğünü bile unutursun. Işığın, sevgin, gerçek varlığın ve güzelliğin o öykünün içinde kaybolup gider. Bir gün gelir kendini kaybolmuş, yalnız ve korkular içinde hissetmeye başlarsın. Bir kaybın olduğunun farkına varırsın ama kaybının ne olduğunu hatırlayamazsın. En derin köşende sana ait bir acıdır bu yalnızlık. Kendi gerçek özünün bütünlüğünü ortaya çıkaramamanın acısı, içinde büyük bir boşluk yaratır. İçindeki bu boşluğu doldurmak ve daha iyi hissetmek için dışarıda bir şeyler aramaya başlarsın. İlişkilerden, paradan, insanlardan, başarılardan, ödüllerden, maddelerden kendine eşler yaratıp, mutlu olmaya çalışırsın.
Banka hesabının, dış görünüşünün, sevgililerinin, maddi ve manevi ödüllerin peşinde, kendini tamamlayacak bir şeyler ararsın. Ömür boyu süren bu delice aramalardan ve çaldığın kapılardan elin boş dönersin. Kendi yokluğunun derinlerinde biraz daha kaybolursun, tanımadığın o bitimsiz, köhne kapıları çalarken. Seni sevecek, koruyacak bir kahraman beklerken, aynaları eline alman ve alıp bakman boşunadır, boşunadır tüm gidişler her bir gözden, gönülden içeri…

1 Ekim 2010 Cuma

Ego, kendimizi algılayışımızdır

İçimizdeki Sahte ‘Ben’lik; Ego
Ego, kendimizi algılayışımızdır. Bir nevi, içimizdeki diğer Ben’i oynayandır.

Ego, hayatına alıştığı düzende, korunaklı bir şekilde devam edebilmek için her şeyin olduğu gibi kalması yönünde direnç gösterir. Değişiklik dönemlerinde, alıştığımızdan farklı durumlarla karşılaştığımızda, aslında direnç gösteren içimizdeki şişirilmiş Ben olan, Ego’dur. Farklı bir düşünce kalıbı, ya da bakış açısıyla düşündüğümüzde ego bu değişimleri kendi varlığına yapılan bir tehdit olarak algılar. Ego değişimi istemez çünkü kendimizde yapacağımız her değişim, egonun yokluğuna; yani bir anlamda onun “ölümüne” yol açabilir.